Pages

05 Kasım 2017

Dünya İran’daki Batı Destekli Darbenin Yıldönümünü Anıyor



İkinci Dünya Savaşı ardından Batı, kucağında büyük bir “sorun” buldu: nüfusu en yoğun üç Müslüman ülke, Mısır, İran ve Endonezya, aynı yönde hareket ediyor, vatansever, barış yanlısı ve hoşgörülü milletler arasına katılıyordu. Asıl derdi, yurttaşların refah düzeyi olan bu ülkeler, yabancı sömürgeci güçlerin kaynaklarını yağmalamasını veya halklarını köleleştirmesini asla istemiyorlardı.

Ellilerde dünya hızla değişmekteydi, süreç içerisinde onlarca hatta yüzlerce yıl önce Avrupa, ardından Kuzey Amerika’nın jeopolitik ve kapitalist çıkarları üzerinden zulme uğrayan, yağmalanan ülkeler, nihayet zincirlerini kırıp gururla ayakları üzerinde durabileceklerine dair bir ümit içerisine girmişlerdi.

Doğu Avrupa’daki bir dizi komünist ülke ve ayrıca yeni kurtulan Çin Afrika, Asya, Ortadoğu ve dünyanın başka bölgelerinde hızla ilerleyen sömürgelikten kurtuluş sürecine aktif biçimde katkı sundu.

Bunlar, genelde Batı’nın, özelde Britanya ve ABD’nin hazır olmadığı veya kabul etmeye yanaşmayacağı türden gelişmelerdi. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki yöneticilerin bilinçaltında esas olarak “beyaz olmayan dünyanın tamamını sömürgeleştirme, yağmalama ve kontrol altına hakkına sahip oldukları”na dair inanç kazılıydı.

Barışçıl, hoşgörülü ve toplumsal olana bakan İslam, Londra, Washington ve Paris’te tehdit olarak görüldü. Bu din durdurulmalı, hatta eldeki tüm araçlarla ve kararlılıkla yok edilmeliydi. Sadece, kısmen Britanya İmparatorluğu’nun imal ettiği, Batı ile işbirliği içerisinde olan Vehhabilik bir kenara ayrıldı ve onun gelişip serpilmesine, başarılarla taçlanmasına” izin verildi.

* * *

1953’te önce İran düştü.

Aslında düşmedi, acımasız bir biçimde imha edildi.

İmparatorluğun mantığına göre, İran yolundan saptırılmalı, yıkıma uğratılmalı, böylece “domino etkisi” denilen sürece mani olunmalıydı.

Melbourne’deki Avustralya Katolik Üniversitesi Siyasi Antropolojisi Bölümü hocalarından olan, Hindistan’da İslamcılık ve Demokrasi kitabının yazarı Doç. İrfan Ahmed’in yazdığı biçimiyle:

“[…] Seçimle işbaşına gelmiş hükümeti devrilen İran, 1953’te ABD-İngiltere ittifakı eliyle demokrasiden arındırıldı. Muhammed Musaddık, İran’ın seçimle işbaşına gelmiş ilk başbakanıydı. Musaddık, hazırladığı millileştirme programı konusunda meclisten onay aldı. ABD ve İngiltere, CIA’in öncülük ettiği bir darbe organize etti ve Musaddık’ı devirdi. Bunun nedeni, İran’ın Batı’ya petrol konusunda taviz vermemesiydi. İkinci Dünya Savaşı süresince İngiltere, İran’ın kontrolünü eline almış, bu süreci petrolün İran’ın müttefiki Sovyetler Birliği’ne gitmesine mani olmak amacıyla işletmişti. İngiltere-İran Petrol Şirketi aracılığıyla İngiltere, savaş sonrasında da İran petrolünü kontrol etmeyi sürdürdü. Fransa’da eğitim görmüş olan Musaddık, İran’ın kaynaklarını Batı’ya akıtmasını şiddetle eleştiren bir isimdi. Mart 1951’de başbakan olmasından kısa bir süre sonra Musaddık ve Milli Cephe ittifakı, İran petrolünü millileştirme ve petrol sahaları üzerindeki yabancı kontrolünü ortadan kaldırma yönünde adım attı. Bu sahalardan biri olan Abadan rafinerisi, o dönemde dünyadaki en büyük rafineriydi. İngiltere, bu hamle karşısında İran’dan intikam almak için ekonomik yaptırımları devreye soktu ve bölgeye donanmasını gönderdi. Ancak Musaddık geri adım atmadı. Halktan gördüğü destek iyice arttı. Musaddık’ın direnişiyle karşılaşan ABD-İngiltere ittifakı, hükümeti devirmek için darbe tertipledi.”

* * *

Sırada Mısır vardı. 1956’da Fransa, İngiltere ve İsrail “Süveyş Kanalı Krizi” esnasında Mısır’a saldırdı. Nihayetinde işgal sona ermesine, kanalın Mısır’da kalmasına karşın ülke, hiçbir zaman tam mânâsıyla eski hâline dönemedi. Sonrasında İsrail saldırıları ve işgal harekâtlarına tanık olundu. Nasır’ın 1970’te ölmesi ardından, Batılı ülkeler Mısır’ın içişlerine daha fazla karışmaya başladılar. Zamanla Mısır, yoksullaşmış bir bağımlı devlete dönüştü.

Endonezya’da ise ilerici ve dinî açıdan hoşgörülü bir isim olan Cumhurbaşkanı Ahmed Sukarno, Musaddık’tan on iki yıl sonra devrildi. Darbeyi doğrudan ABD yaptı. Bir ilâ üç milyon insan katledildi.

Batı İmparatorluğu’nun gözünde Sukarno’nun günahı, solcu, vatansever bir duruş sergilemesi idi. Sukarno, neredeyse tüm doğal kaynakları millileştirmişti. O, aynı zamanda bağlantısızlar hareketinin kurucularındandı.

Altmışların sonunda Müslüman ülkelerde sosyalizm tümüyle imha edildi. Bilhassa Körfez bölgesinde, işbirlikçiliğin hâkim olduğu, karanlık bir dönem başladı.

İran’da yapılan 1953 darbesi, sonrasında Latin Amerika’da ve başka yerlerde de tekrarlandı.

Bu darbenin ABD ve İngiltere eliyle planlanıp icra edildiği artık sır değil.

Guardian’ın 19 Ağustos 2013 tarihli nüshasında çıkan şu makalede CIA darbedeki rolünü kabul ediyor:

“İran’ın demokratik yollardan seçilmiş olan başbakanı Muhammed Musaddık’a karşı gerçekleştirilmiş olan 1953 darbesinin altında imzası olduğunu kabul etti. Açığa çıkan belgelerde ortaya konulduğu biçimiyle, İngiliz hükümeti, Musaddık’ın devrilmesi sürecinde payı olduğuna dair bilgilerin ifşa olmasını engellemeye çalışmıştı.

Altmışıncı yıldönümünde darbe, İranlılarca Batı’nın içişlerine karıştığı bir olay olarak hatırlanıyor. George Washington Üniversitesi’ndeki ABD ulusal güvenlik arşivi, gizliliği kaldırılmış bir dizi belgeyi yayınlamış bulunuyor.

Musaddık’ı devirip onun başında bulunduğu Milli Cephe hükümetine son veren askeri darbe, ABD dış politikasına ait bir hamle olarak, bizzat CIA yönetiminde icra edildi ve ‘devletin üst kademelerince tasarlanıp tasdiklendi.’ İran İçin Savaş başlıklı, CIA içerisinde kaleme alınıp dağıtılan tarih çalışmasının önceden kesilip çıkartılan bölümünde işte bunlar yazılı.”


Gizliliği kaldırılmış ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait “Çok Gizli” ibareli belgeler, aynı zamanda İngiltere’nin de İran’daki darbenin yapılması konusunda gayet hevesli olduğunu da ortaya koyuyor:

“Konu: İran’da darbe örgütleme önerisi

Sorun:

İngiliz hariciyesi, eğer Amerikan hükümeti işbirliğini kabul edecek olursa, Musaddık hükümetini daha ‘güvenilir’ bir başkasıyla değiştirmek için İran’da bir darbe yapmaya hevesli olduğu konusunda bizi bilgilendirdi.”

Musaddık’ı devirme planı dâhilinde İngiltere’ye destek verme hususunda ilk başta tereddütlü olmasına karşın, ABD hükümeti, kısa bir süre sonra fikrini değiştirip CIA’in darbeyi tasarlamasına ve icra etmesine izin verdi.

Sonrasında ise Şah Rıza Pehlevi’nin o 26 yıllık zulüm düzenine ve İran’ın tüm doğal kaynaklarının İngiltere ve ABD’nin kontrolüne girdiği sürece tanıklık edildi.

Özetle Batı, İran ve halkı üzerinde bir deney yaptı. Bu deneyle o, ülkenin yaşanacak bir kan banyosuna, halkın sevgisini kazanmış liderinin yıkılmasına ve kaynaklarının çalınmasına nasıl tepki vereceğini görmek istemişti.

* * *

Yüzlerce yıldır olduğu gibi, İngiltere’nin “şansı gene yaver gitti.” Cinayet suçlamasından gene yırtacağı öngörüsü tuttu. Kendi evladı olan ABD’yi o suçların cezasını ödemeye ikna etti, kendisi de utanmadan arlanmadan bir kenarda oturup olan biteni izledi.

ABD, bu türden suçlarda iyice ustalaştı. Otomobil veya radyo üretimindeki ustalığı bu suç sektöründe de galebe çaldı. Suçlar, giderek toplu üretime tabi kılındı. Kongo, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala, Şili, Brezilya, Endonezya, Vietnam… gibi yerlerdeki “uygun görülmeyen” hükümetler birbiri ardına devrildiler ve yok edildiler. ABD’nin suç dosyası kabardı, kabarmaya da devam ediyor.

1953 yılı, dünya tarihinde korkunç ve zulümlerle yüklü bir dönemin kapılarını araladı.

İran halkı ve liderleri, bu gerçeğin gayet iyi farkında. Çok çile çekmiş olan, yüz binlerce oğlunu, kızını Batı emperyalizmine, jeopolitik oyunlara ayrıca açgözlülüğe kurban vermiş olan ülke, hâlen daha dik ve güçlü duruyor, zerre taviz vermeye, teslim olmaya de asla niyetli değil.

O, ileri gitmek, ilerlemek ama bu adımları kendi tayin ettiği menzile doğru, kendi belirlediği hızda, kendi halkının hayrına olacak şekilde atmak istiyor.

İran yalnız değil. Tüm dünyada birçok ülkeyle güçlü bir ittifak içerisinde. Bu, yayılmacılığa ve onun sonucu olan teröre kafa tutmaktan asla korkmayanların ittifakı. Bolivya’dan Çin’e, Güney Afrika’dan Rusya, Suriye, Venezuela ve Filipinler’e kadar birçok ülkede insanlar 1953 darbesini hatırlıyorlar. Bu insanlar, kendi ülkelerini ve dünyayı emperyalizm denilen en büyük kötülüğe karşı savunmaya kararlılar!

Andre Vltchek
20 Ağustos 2017
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder