İkinci
Dünya Savaşı ardından Batı, kucağında büyük bir “sorun” buldu: nüfusu en yoğun
üç Müslüman ülke, Mısır, İran ve Endonezya, aynı yönde hareket ediyor,
vatansever, barış yanlısı ve hoşgörülü milletler arasına katılıyordu. Asıl
derdi, yurttaşların refah düzeyi olan bu ülkeler, yabancı sömürgeci güçlerin
kaynaklarını yağmalamasını veya halklarını köleleştirmesini asla
istemiyorlardı.
Ellilerde
dünya hızla değişmekteydi, süreç içerisinde onlarca hatta yüzlerce yıl önce
Avrupa, ardından Kuzey Amerika’nın jeopolitik ve kapitalist çıkarları üzerinden
zulme uğrayan, yağmalanan ülkeler, nihayet zincirlerini kırıp gururla ayakları
üzerinde durabileceklerine dair bir ümit içerisine girmişlerdi.
Doğu
Avrupa’daki bir dizi komünist ülke ve ayrıca yeni kurtulan Çin Afrika, Asya,
Ortadoğu ve dünyanın başka bölgelerinde hızla ilerleyen sömürgelikten kurtuluş
sürecine aktif biçimde katkı sundu.
Bunlar,
genelde Batı’nın, özelde Britanya ve ABD’nin hazır olmadığı veya kabul etmeye
yanaşmayacağı türden gelişmelerdi. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki yöneticilerin
bilinçaltında esas olarak “beyaz olmayan dünyanın tamamını sömürgeleştirme,
yağmalama ve kontrol altına hakkına sahip oldukları”na dair inanç kazılıydı.
Barışçıl,
hoşgörülü ve toplumsal olana bakan İslam, Londra, Washington ve Paris’te tehdit
olarak görüldü. Bu din durdurulmalı, hatta eldeki tüm araçlarla ve kararlılıkla
yok edilmeliydi. Sadece, kısmen Britanya İmparatorluğu’nun imal ettiği, Batı
ile işbirliği içerisinde olan Vehhabilik bir kenara ayrıldı ve onun gelişip
serpilmesine, başarılarla taçlanmasına” izin verildi.
* * *
1953’te
önce İran düştü.
Aslında
düşmedi, acımasız bir biçimde imha edildi.
İmparatorluğun
mantığına göre, İran yolundan saptırılmalı, yıkıma uğratılmalı, böylece “domino
etkisi” denilen sürece mani olunmalıydı.
Melbourne’deki
Avustralya Katolik Üniversitesi Siyasi Antropolojisi Bölümü hocalarından olan, Hindistan’da
İslamcılık ve Demokrasi kitabının yazarı Doç. İrfan Ahmed’in yazdığı
biçimiyle:
“[…] Seçimle işbaşına
gelmiş hükümeti devrilen İran, 1953’te ABD-İngiltere ittifakı eliyle
demokrasiden arındırıldı. Muhammed Musaddık, İran’ın seçimle işbaşına gelmiş
ilk başbakanıydı. Musaddık, hazırladığı millileştirme programı konusunda
meclisten onay aldı. ABD ve İngiltere, CIA’in öncülük ettiği bir darbe organize
etti ve Musaddık’ı devirdi. Bunun nedeni, İran’ın Batı’ya petrol konusunda
taviz vermemesiydi. İkinci Dünya Savaşı süresince İngiltere, İran’ın kontrolünü
eline almış, bu süreci petrolün İran’ın müttefiki Sovyetler Birliği’ne
gitmesine mani olmak amacıyla işletmişti. İngiltere-İran Petrol Şirketi
aracılığıyla İngiltere, savaş sonrasında da İran petrolünü kontrol etmeyi
sürdürdü. Fransa’da eğitim görmüş olan Musaddık, İran’ın kaynaklarını Batı’ya
akıtmasını şiddetle eleştiren bir isimdi. Mart 1951’de başbakan olmasından kısa
bir süre sonra Musaddık ve Milli Cephe ittifakı, İran petrolünü millileştirme ve
petrol sahaları üzerindeki yabancı kontrolünü ortadan kaldırma yönünde adım
attı. Bu sahalardan biri olan Abadan rafinerisi, o dönemde dünyadaki en büyük
rafineriydi. İngiltere, bu hamle karşısında İran’dan intikam almak için
ekonomik yaptırımları devreye soktu ve bölgeye donanmasını gönderdi. Ancak
Musaddık geri adım atmadı. Halktan gördüğü destek iyice arttı. Musaddık’ın
direnişiyle karşılaşan ABD-İngiltere ittifakı, hükümeti devirmek için darbe
tertipledi.”
* * *
Sırada
Mısır vardı. 1956’da Fransa, İngiltere ve İsrail “Süveyş Kanalı Krizi”
esnasında Mısır’a saldırdı. Nihayetinde işgal sona ermesine, kanalın Mısır’da
kalmasına karşın ülke, hiçbir zaman tam mânâsıyla eski hâline dönemedi.
Sonrasında İsrail saldırıları ve işgal harekâtlarına tanık olundu. Nasır’ın
1970’te ölmesi ardından, Batılı ülkeler Mısır’ın içişlerine daha fazla
karışmaya başladılar. Zamanla Mısır, yoksullaşmış bir bağımlı devlete dönüştü.
Endonezya’da
ise ilerici ve dinî açıdan hoşgörülü bir isim olan Cumhurbaşkanı Ahmed Sukarno,
Musaddık’tan on iki yıl sonra devrildi. Darbeyi doğrudan ABD yaptı. Bir ilâ üç
milyon insan katledildi.
Batı
İmparatorluğu’nun gözünde Sukarno’nun günahı, solcu, vatansever bir duruş
sergilemesi idi. Sukarno, neredeyse tüm doğal kaynakları millileştirmişti. O,
aynı zamanda bağlantısızlar hareketinin kurucularındandı.
Altmışların
sonunda Müslüman ülkelerde sosyalizm tümüyle imha edildi. Bilhassa Körfez
bölgesinde, işbirlikçiliğin hâkim olduğu, karanlık bir dönem başladı.
İran’da
yapılan 1953 darbesi, sonrasında Latin Amerika’da ve başka yerlerde de
tekrarlandı.
Bu
darbenin ABD ve İngiltere eliyle planlanıp icra edildiği artık sır değil.
Guardian’ın 19
Ağustos 2013 tarihli nüshasında çıkan şu makalede CIA darbedeki rolünü kabul
ediyor:
“İran’ın demokratik
yollardan seçilmiş olan başbakanı Muhammed Musaddık’a karşı gerçekleştirilmiş
olan 1953 darbesinin altında imzası olduğunu kabul etti. Açığa çıkan belgelerde
ortaya konulduğu biçimiyle, İngiliz hükümeti, Musaddık’ın devrilmesi sürecinde
payı olduğuna dair bilgilerin ifşa olmasını engellemeye çalışmıştı.
Altmışıncı yıldönümünde
darbe, İranlılarca Batı’nın içişlerine karıştığı bir olay olarak hatırlanıyor.
George Washington Üniversitesi’ndeki ABD ulusal güvenlik arşivi, gizliliği
kaldırılmış bir dizi belgeyi yayınlamış bulunuyor.
Musaddık’ı devirip onun
başında bulunduğu Milli Cephe hükümetine son veren askeri darbe, ABD dış
politikasına ait bir hamle olarak, bizzat CIA yönetiminde icra edildi ve ‘devletin
üst kademelerince tasarlanıp tasdiklendi.’ İran İçin Savaş başlıklı, CIA
içerisinde kaleme alınıp dağıtılan tarih çalışmasının önceden kesilip
çıkartılan bölümünde işte bunlar yazılı.”
Gizliliği
kaldırılmış ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait “Çok Gizli” ibareli belgeler, aynı
zamanda İngiltere’nin de İran’daki darbenin yapılması konusunda gayet hevesli
olduğunu da ortaya koyuyor:
“Konu: İran’da darbe
örgütleme önerisi
Sorun:
İngiliz hariciyesi, eğer
Amerikan hükümeti işbirliğini kabul edecek olursa, Musaddık hükümetini daha ‘güvenilir’
bir başkasıyla değiştirmek için İran’da bir darbe yapmaya hevesli olduğu
konusunda bizi bilgilendirdi.”
Musaddık’ı
devirme planı dâhilinde İngiltere’ye destek verme hususunda ilk başta
tereddütlü olmasına karşın, ABD hükümeti, kısa bir süre sonra fikrini
değiştirip CIA’in darbeyi tasarlamasına ve icra etmesine izin verdi.
Sonrasında
ise Şah Rıza Pehlevi’nin o 26 yıllık zulüm düzenine ve İran’ın tüm doğal
kaynaklarının İngiltere ve ABD’nin kontrolüne girdiği sürece tanıklık edildi.
Özetle
Batı, İran ve halkı üzerinde bir deney yaptı. Bu deneyle o, ülkenin yaşanacak
bir kan banyosuna, halkın sevgisini kazanmış liderinin yıkılmasına ve
kaynaklarının çalınmasına nasıl tepki vereceğini görmek istemişti.
* * *
Yüzlerce
yıldır olduğu gibi, İngiltere’nin “şansı gene yaver gitti.” Cinayet
suçlamasından gene yırtacağı öngörüsü tuttu. Kendi evladı olan ABD’yi o
suçların cezasını ödemeye ikna etti, kendisi de utanmadan arlanmadan bir
kenarda oturup olan biteni izledi.
ABD,
bu türden suçlarda iyice ustalaştı. Otomobil veya radyo üretimindeki ustalığı
bu suç sektöründe de galebe çaldı. Suçlar, giderek toplu üretime tabi kılındı.
Kongo, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala, Şili, Brezilya, Endonezya, Vietnam… gibi
yerlerdeki “uygun görülmeyen” hükümetler birbiri ardına devrildiler ve yok
edildiler. ABD’nin suç dosyası kabardı, kabarmaya da devam ediyor.
1953
yılı, dünya tarihinde korkunç ve zulümlerle yüklü bir dönemin kapılarını
araladı.
İran
halkı ve liderleri, bu gerçeğin gayet iyi farkında. Çok çile çekmiş olan, yüz
binlerce oğlunu, kızını Batı emperyalizmine, jeopolitik oyunlara ayrıca
açgözlülüğe kurban vermiş olan ülke, hâlen daha dik ve güçlü duruyor, zerre
taviz vermeye, teslim olmaya de asla niyetli değil.
O,
ileri gitmek, ilerlemek ama bu adımları kendi tayin ettiği menzile doğru, kendi
belirlediği hızda, kendi halkının hayrına olacak şekilde atmak istiyor.
İran
yalnız değil. Tüm dünyada birçok ülkeyle güçlü bir ittifak içerisinde. Bu,
yayılmacılığa ve onun sonucu olan teröre kafa tutmaktan asla korkmayanların
ittifakı. Bolivya’dan Çin’e, Güney Afrika’dan Rusya, Suriye, Venezuela ve
Filipinler’e kadar birçok ülkede insanlar 1953 darbesini hatırlıyorlar. Bu
insanlar, kendi ülkelerini ve dünyayı emperyalizm denilen en büyük kötülüğe
karşı savunmaya kararlılar!
Andre Vltchek
20 Ağustos 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder