Belki de her şey, devrimciliğin aktivizme;
propaganda ve siyasetin projeye kapatılmasıyla başladı. Halkı rahatsız
eden, samimiyetsiz gelen bu. Tüm yapılıp edilenlerde bir sunilik var. Hücrelere
sinmiş bir yalan…
Selim Temo’nun yazısı, buradan okunabilir.[1]
“Efendi”nin bir Kürd’ün kitabına gösterdiği teveccühü cerahat gibi deşiyor
kalemiyle. Yalanın ardındaki gerçeği ifşa ediyor. Küçük, hor, biçare görenin
gözüne gözüne konuşuyor.
Kitabı almış değilim. Livaneli’nin Demirtaş’ın
kitabının arka kapak yazısını yazdığını bu yazı sayesinde öğrendim. Öykü kitabı
çıktığında, “burada Livaneli’ye has bir yarımlık, eksiklik var” diye düşünmüş
idim. Livaneli, Sovyetler’in çözüldüğü momentte canlı yayın yapıp küfrederek
parlatmıştı yıldızını. O, her şeyi yapan, ama hiçbir şey yapmayandı. Roman,
sinema, müzik… her şey ondan sorulurdu.
Mesele, Demirtaş’ın böylesi bir proje ve aktivizm
örneği olarak sunulması. Kentli laik cumhuriyetçi orta sınıfın ruhunu
gıdıklayacak takdim yolları eksik ve yarım olmak zorunda. Tam olsa tahakkümcü
görülecek. Eksik, zayıf, biçare olarak takdim edilmek, piyasanın gereği.
Zaten serokun mektubunu da başkası kaleme almıştı.
Sırrı’na kimse eremedi. Demirtaş’tan kaynaklı resimler, öyküler, Bulvar
şiirleri de muhtemelen başka bir kalemden çıkmıştı. Çünkü propaganda ve siyaset
projeden ibaretti. Dolayısıyla, Temo’nun Livaneli’ye kızmaya hakkı yok. Başka
bir yere doğrultmalı öfkesini, eğer varsa. “Türk profesörün yatı” cümlenin
hayali… buna kızılmalı.
* * *
Bugünlerde sosyal medyalarında Yıldız Tilbe’nin ilk
günlerine ait, “rafine” hâlini, söylediği bir şarkıyı paylaşıyorlar. Sezen Aksu
gölgesindeki hâl, sıcak ve temiz geliyor onlara. Aslında Yıldız, bir şarkısında
dediği gibi, “beyaz değil karaydı”. Sevmedikleri, işte bu karalıktı.
Sonra, kimi devyolcuların dediğine göre, “eski
yoldaş”ları olan Cengiz Semercioğlu, burjuva basın içi rekabet gereği, bir
yalan söyledi. Herkesin hoşuna gitti bu yalan. Kürd olan Yıldız, Kürd’e
düşmandı. “Kürtçe şarkı söylenmesine karşı çıkmıştı.” O an Yıldız’ın kadın ve
Kürd hâli üzerine çizik atıldı. Ayrıca kimse farkında değildi: bu ülkede bir
tek o müzik yapıyordu.
Bu sevinç, İsrail için söylenen o sözlerle alakalıydı.
Yıldız, kara kara konuşmuştu zalimin suratına. Haset ettikleri, sevmedikleri
buydu. Ünlü olmak için onların eşiğinden ayrılmayanlar, onlara yaranmayı
siyaset ve sanat sananlar, Yıldız’ı sevmemişlerdi. Ama Selda’yı çok sevdiler.
O paylaştıkları video da Cem Özer programına aitti.
Cem, “ulan köylüler, gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin” diyendi. Aynı
fikrin Demirtaş’ın kitabının arka kapağına sıçraması, acı olan buydu. Beyazlar
siyahları hiç sevmiyorlardı. En kötüsü de siyahın, kendisine acıyan, tek derdi
ıslah olan beyazı dost bellemesiydi.
* * *
Perinçek ve Yalçın Küçük kavgasını önemseyip
sitelerinde paylaşanların meramı ne?[2] Biri, sömürgeciliğin elinde sopa,
diğeri öteki eldeki havuç. Küçük, Barzani’nin geriliğinden, aşiretinden,
ilkelliğinden dertli. Perinçek soğukkanlı, bunu dert etmiyor. Uzun vadeli düşünüyor,
daha doğrusu, devletin uzun vadeli projesine ait biri olarak hareket ediyor. Tıpkı
Ayhan Bilgen gibi. Onun “Petrole güvenilip siyaset yapılamayacağına” dair
sözlerini Cumhuriyet bu yüzden önemsiyor.[3] Bilgen, “Zeki Müren bizi de
görsün” diyor. Zaten Livaneli de o yazıyı bu sebeple yazıyor. Çaldırılan saz,
kalemden dökülen dizeler, bu sebeple. Etnisiteyi dışlamayan, laik-modern
cumhuriyete herkes “eyvallah” diyor. Kara Yıldız’ı kimse sevmiyor. Bu yüzden
Murat Belge’nin emrine uyuluyor: Demirtaş’ın kitabını Murat Uyurkulak
imzalıyor.
Herkes, çapasını Kemalizm suyuna atıyor. Sol gibi AKP
de aynı hizada. Devletin işi bu. Yukarıdan kurulana aşağıdan payanda, gerekli
kitle bulunuyor. Herkesin işi bu. 28 Şubat sonrası Eğitim-Sen’den istenen kadro
listesi de burada. Efendiden beklentilere “devrimci siyaset” diyorlar.
Kartal Eğitim-Sen’de 25 yıldır oranın emekçiliğini
yapan bir kişiye verilen üç kuruşluk maaşı kesmeyi tartışabiliyorlar mesela. Bu
meseleyi tartışmak için acil toplantılar yapılıyor. O toplantı odasına ne
Nuriye ne Semih girebiliyor. Devrimcilik aktivizm, siyaset projeden ibaret.
Amerikan tarzı sendikacılık şirketleşiyor. Bu koku, her yana siniyor.
* * *
Belki de halk, onların “on yıl”ına karşı kendi
yüzyılını istiyor. Yüzyıllık cumhuriyet, onların on yılına daralıyor. En
solcular bile dökülen kalıptan memnun. Efendinin suyuna gidiyor, uyum sağlıyor.
Bir şarkıcının Filistin’i dert edinmesini sevmiyor. Çünkü yüzyılı on yıla
sığdıranda hikmet buluyor. Ertuğrul Kürkçü, Sovyet deneyimine bu yüzden
küfrediyor. Her şeyi o kalıp emrediyor.
Karel Valansi, İsrail’i akladığı bir röportajında,
ülkesinin Araplarla mücadele ettiğini söylüyor, ama onun bir din devleti olarak
kurulduğundan hiç bahsetmiyor. Yağma ve gaspı gizlemek onun işi. On yıllık
kalıp da bununla ilgili. Burjuvazinin devletle ilişkisi, aydınların kelamında
aklanıyor.
Valansi’ye göre, Kürdler de Araplarla kavga ettiği
için İsrail’le ilişkide. Ama aynı güçlerin Kürd’ü Irak’ta nasıl tuzağa
çektiğinden hiç bahsetmiyor. Çapak görülen Kürd de onların on yılına
sığdırılıyor. Kalıba dökülüyor.
Burjuvazinin iki kampı arasında yaşanan kavgadan medet
ummayı öğretiyorlar bize. Bunun ardında, kalıptan, burada olmaktan memnun
olmamızı istemeleri var. Marksizmleri de solculukları da bu kalıba dökülmüş.
* * *
Livaneli’nin yıldızının parladığı günlerde
“ideolojilerin sonu” ile “tarihin sonu” fikri iç içe geçiriliyordu. Bugün Kürd,
işçi, kadın… ideolojisizliğin ve tarihsizliğin zemini olarak, yeniden inşa
ediliyor. Aktivizm tarihsiz, projeler ideolojisiz. Böyle olmak zorunda.
Zaten küçük burjuva da buna teşne. Meta ideoloji; para
tarih tanımıyor. Ezilenin elinden çalınıyor ideoloji ve tarih. O yüzden
Yıldız’ın Cem Özer hâlini seviyorlar. Son yalanda, aslında Kürd’ün Acun’a yem
olmasını istiyorlar. Dodan yaygarası da bu yüzden değil miydi? Niye
kızıyorsunuz, Demirtaş’ın Kürtçe yazmadığına, kitabının Diyarbekirli bir
yayınevinden çıkmadığına? Belediye başkanlığının ve cumhuriyetin itibarını dert
edinmek, Livaneli konusunda TDK savcılığına soyunmak nedir? Selim Temo’nun
Türkçe dersi verecek yerde, Kürtçe yazması veya (sonradan inkar etse de) Boğaz’a nazır restoranlardan
uzak durması gerekmez miydi?
* * *
Çapaklarından arındırılmış bir Kürd, işçi veya kadın o
kalıba uygun. Onlarla kurulan münasebet, sürekli sorgulanmalı. Baş okşayan
eller kırılmalı. O ellerin küçültmek, sindirmek, kendine mecbur etmek için
varolduğu unutulmamalı. İdeoloji ve tarih, buradan kuşanılmalı.
Eren Balkır
31 Ekim 2017
Dipnotlar:
[1] Selim Temo, “Seher’in Dış Görünüşü”, 1 Kasım 2017, Duvar.
[2] “Küçük’ten Perinçek’e Yanıt”, 24 Ekim 2017, Duvar.
[3] “HDP’den Barzani’ye Eleştiri”, 31 Ekim 2017, Cumhuriyet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder