Pages

01 Kasım 2017

Siyah-Beyaz


Belki de her şey, devrimciliğin aktivizme; propaganda ve siyasetin projeye kapatılmasıyla başladı. Halkı rahatsız eden, samimiyetsiz gelen bu. Tüm yapılıp edilenlerde bir sunilik var. Hücrelere sinmiş bir yalan…

Selim Temo’nun yazısı, buradan okunabilir.[1] “Efendi”nin bir Kürd’ün kitabına gösterdiği teveccühü cerahat gibi deşiyor kalemiyle. Yalanın ardındaki gerçeği ifşa ediyor. Küçük, hor, biçare görenin gözüne gözüne konuşuyor.

Kitabı almış değilim. Livaneli’nin Demirtaş’ın kitabının arka kapak yazısını yazdığını bu yazı sayesinde öğrendim. Öykü kitabı çıktığında, “burada Livaneli’ye has bir yarımlık, eksiklik var” diye düşünmüş idim. Livaneli, Sovyetler’in çözüldüğü momentte canlı yayın yapıp küfrederek parlatmıştı yıldızını. O, her şeyi yapan, ama hiçbir şey yapmayandı. Roman, sinema, müzik… her şey ondan sorulurdu.

Mesele, Demirtaş’ın böylesi bir proje ve aktivizm örneği olarak sunulması. Kentli laik cumhuriyetçi orta sınıfın ruhunu gıdıklayacak takdim yolları eksik ve yarım olmak zorunda. Tam olsa tahakkümcü görülecek. Eksik, zayıf, biçare olarak takdim edilmek, piyasanın gereği.

Zaten serokun mektubunu da başkası kaleme almıştı. Sırrı’na kimse eremedi. Demirtaş’tan kaynaklı resimler, öyküler, Bulvar şiirleri de muhtemelen başka bir kalemden çıkmıştı. Çünkü propaganda ve siyaset projeden ibaretti. Dolayısıyla, Temo’nun Livaneli’ye kızmaya hakkı yok. Başka bir yere doğrultmalı öfkesini, eğer varsa. “Türk profesörün yatı” cümlenin hayali… buna kızılmalı.

* * *

Bugünlerde sosyal medyalarında Yıldız Tilbe’nin ilk günlerine ait, “rafine” hâlini, söylediği bir şarkıyı paylaşıyorlar. Sezen Aksu gölgesindeki hâl, sıcak ve temiz geliyor onlara. Aslında Yıldız, bir şarkısında dediği gibi, “beyaz değil karaydı”. Sevmedikleri, işte bu karalıktı.

Sonra, kimi devyolcuların dediğine göre, “eski yoldaş”ları olan Cengiz Semercioğlu, burjuva basın içi rekabet gereği, bir yalan söyledi. Herkesin hoşuna gitti bu yalan. Kürd olan Yıldız, Kürd’e düşmandı. “Kürtçe şarkı söylenmesine karşı çıkmıştı.” O an Yıldız’ın kadın ve Kürd hâli üzerine çizik atıldı. Ayrıca kimse farkında değildi: bu ülkede bir tek o müzik yapıyordu.

Bu sevinç, İsrail için söylenen o sözlerle alakalıydı. Yıldız, kara kara konuşmuştu zalimin suratına. Haset ettikleri, sevmedikleri buydu. Ünlü olmak için onların eşiğinden ayrılmayanlar, onlara yaranmayı siyaset ve sanat sananlar, Yıldız’ı sevmemişlerdi. Ama Selda’yı çok sevdiler.

O paylaştıkları video da Cem Özer programına aitti. Cem, “ulan köylüler, gidin türkülerinizi köyünüzde söyleyin” diyendi. Aynı fikrin Demirtaş’ın kitabının arka kapağına sıçraması, acı olan buydu. Beyazlar siyahları hiç sevmiyorlardı. En kötüsü de siyahın, kendisine acıyan, tek derdi ıslah olan beyazı dost bellemesiydi.

* * *

Perinçek ve Yalçın Küçük kavgasını önemseyip sitelerinde paylaşanların meramı ne?[2] Biri, sömürgeciliğin elinde sopa, diğeri öteki eldeki havuç. Küçük, Barzani’nin geriliğinden, aşiretinden, ilkelliğinden dertli. Perinçek soğukkanlı, bunu dert etmiyor. Uzun vadeli düşünüyor, daha doğrusu, devletin uzun vadeli projesine ait biri olarak hareket ediyor. Tıpkı Ayhan Bilgen gibi. Onun “Petrole güvenilip siyaset yapılamayacağına” dair sözlerini Cumhuriyet bu yüzden önemsiyor.[3] Bilgen, “Zeki Müren bizi de görsün” diyor. Zaten Livaneli de o yazıyı bu sebeple yazıyor. Çaldırılan saz, kalemden dökülen dizeler, bu sebeple. Etnisiteyi dışlamayan, laik-modern cumhuriyete herkes “eyvallah” diyor. Kara Yıldız’ı kimse sevmiyor. Bu yüzden Murat Belge’nin emrine uyuluyor: Demirtaş’ın kitabını Murat Uyurkulak imzalıyor.

Herkes, çapasını Kemalizm suyuna atıyor. Sol gibi AKP de aynı hizada. Devletin işi bu. Yukarıdan kurulana aşağıdan payanda, gerekli kitle bulunuyor. Herkesin işi bu. 28 Şubat sonrası Eğitim-Sen’den istenen kadro listesi de burada. Efendiden beklentilere “devrimci siyaset” diyorlar.

Kartal Eğitim-Sen’de 25 yıldır oranın emekçiliğini yapan bir kişiye verilen üç kuruşluk maaşı kesmeyi tartışabiliyorlar mesela. Bu meseleyi tartışmak için acil toplantılar yapılıyor. O toplantı odasına ne Nuriye ne Semih girebiliyor. Devrimcilik aktivizm, siyaset projeden ibaret. Amerikan tarzı sendikacılık şirketleşiyor. Bu koku, her yana siniyor.

* * *

Belki de halk, onların “on yıl”ına karşı kendi yüzyılını istiyor. Yüzyıllık cumhuriyet, onların on yılına daralıyor. En solcular bile dökülen kalıptan memnun. Efendinin suyuna gidiyor, uyum sağlıyor. Bir şarkıcının Filistin’i dert edinmesini sevmiyor. Çünkü yüzyılı on yıla sığdıranda hikmet buluyor. Ertuğrul Kürkçü, Sovyet deneyimine bu yüzden küfrediyor. Her şeyi o kalıp emrediyor.

Karel Valansi, İsrail’i akladığı bir röportajında, ülkesinin Araplarla mücadele ettiğini söylüyor, ama onun bir din devleti olarak kurulduğundan hiç bahsetmiyor. Yağma ve gaspı gizlemek onun işi. On yıllık kalıp da bununla ilgili. Burjuvazinin devletle ilişkisi, aydınların kelamında aklanıyor.

Valansi’ye göre, Kürdler de Araplarla kavga ettiği için İsrail’le ilişkide. Ama aynı güçlerin Kürd’ü Irak’ta nasıl tuzağa çektiğinden hiç bahsetmiyor. Çapak görülen Kürd de onların on yılına sığdırılıyor. Kalıba dökülüyor.

Burjuvazinin iki kampı arasında yaşanan kavgadan medet ummayı öğretiyorlar bize. Bunun ardında, kalıptan, burada olmaktan memnun olmamızı istemeleri var. Marksizmleri de solculukları da bu kalıba dökülmüş.

* * *

Livaneli’nin yıldızının parladığı günlerde “ideolojilerin sonu” ile “tarihin sonu” fikri iç içe geçiriliyordu. Bugün Kürd, işçi, kadın… ideolojisizliğin ve tarihsizliğin zemini olarak, yeniden inşa ediliyor. Aktivizm tarihsiz, projeler ideolojisiz. Böyle olmak zorunda.

Zaten küçük burjuva da buna teşne. Meta ideoloji; para tarih tanımıyor. Ezilenin elinden çalınıyor ideoloji ve tarih. O yüzden Yıldız’ın Cem Özer hâlini seviyorlar. Son yalanda, aslında Kürd’ün Acun’a yem olmasını istiyorlar. Dodan yaygarası da bu yüzden değil miydi? Niye kızıyorsunuz, Demirtaş’ın Kürtçe yazmadığına, kitabının Diyarbekirli bir yayınevinden çıkmadığına? Belediye başkanlığının ve cumhuriyetin itibarını dert edinmek, Livaneli konusunda TDK savcılığına soyunmak nedir? Selim Temo’nun Türkçe dersi verecek yerde, Kürtçe yazması veya (sonradan inkar etse de) Boğaz’a nazır restoranlardan uzak durması gerekmez miydi?

* * *

Çapaklarından arındırılmış bir Kürd, işçi veya kadın o kalıba uygun. Onlarla kurulan münasebet, sürekli sorgulanmalı. Baş okşayan eller kırılmalı. O ellerin küçültmek, sindirmek, kendine mecbur etmek için varolduğu unutulmamalı. İdeoloji ve tarih, buradan kuşanılmalı.

Eren Balkır
31 Ekim 2017

Dipnotlar:
[1] Selim Temo, “Seher’in Dış Görünüşü”, 1 Kasım 2017, Duvar.

[2] “Küçük’ten Perinçek’e Yanıt”, 24 Ekim 2017, Duvar.

[3] “HDP’den Barzani’ye Eleştiri”, 31 Ekim 2017, Cumhuriyet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder