Ekim nasıl inkâr edilir? Bu sorunun cevabını Ertuğrul
Kürkçü’nün mülâkatında[1] bulmak mümkün. Kürkçü’ye, reformizmin ve genel
anlamda Marksizmi inkârın geldiği düzeyi ele verdiği için müteşekkir olmak
gerek. İrfan Aktan’ın takdiminde yer verdiği “gerillalığın” bir karşılığının
olmadığını, samanlığı seyrandan başka bir anlam ifade etmediğini söyleyerek
başlayalım.
Mülâkatın muradının, bayatlamış Stalin tartışmasını yeni
bir sosa daldırmaktan ibaret olduğu açık. Devrim, “Stalin eliyle Rusya
hudutlarına hapsedilmiş.”
Oysa daha başta partinin ismi konusunda tartışma
yürütülürken Lenin, Rusların değil, Rusya’nın sosyal demokrat işçi partisinin
kurulmasından dem vuruyor. Zaten “Rusya” dedikleri de Çar İmparatorluğu’na ait
toprakları ifade ediyor. Hedef belli: Çar’ın hâkimiyet sahasını kırmak, yoksul
emekçi halkların iktidarını tesis etmek. ABD’li şarkıcı Paul Robeson[2] da
bundan fazlasını söylemiyor:
“Batı’da
(İngiltere, Belçika, Portekiz, Hollanda) Afrikalılar, Yerliler (Doğu ve Batı),
birçok Asya halkı yüzlerce yıl gerici addedildi, ancak artık belki de bu sözde
‘koloniler’ modern toplumun birer parçası olacaklar.”
Demek ki “devrimi Rusya’ya daralttı” diye
mızırdananların derdi, Batılı solcuların “devrim bizim işimiz” ukalalığına
teorik kılıf bulmak. “Daraldı” dedikleri devrim, onlarca halkı ve ulusu
kucaklıyor. Devrim, Batı'ya, onun hareket planına göre “dar” görülüyor.
Kapitalizmin ve emperyalizmin açtığı politik imkânlara
bel bağlayanlar, Batı'nın mülkünde gördükleri devrimi, gerisin geri gasp etmeye
çalışıyorlar. Kürkçü de bunu söylüyor: “Batı’dan devrim gelmedi” diye şikâyet
ediyor. “Gelse her şey güzel olurdu” diyor. Biz biliyoruz ki Kürkçü için
Batı’dan gelecek devrim değil, AB fonları ve prestij önemli. “Devrim” dediği,
bunlardan ibaret.
Dolayısıyla, bu isimlerin bugün “seçkinci” dedikleri
Sovyet aydınlarına bakıp dersler çıkartmaları, Batı’daki değerler üzerinden,
kendi halklarına, işçilerine yukarıdan bilinç dayatmamaları gerekiyor,
tutarlılarsa eğer. Bu zevatın “parlak an” diye küçümsedikleri momentleri,
zihindeki parlamalar olarak anladıkları açık. Tarihin maddesine ve bilgisine
onlar hâkim, Ekim gibi olaylarsa basit bir parlamadan ibaret. O madde ve bilgi
ise her zaman Batı’ya ait.
Bu yüzden, Kürkçü gibiler, doksan yıl boyunca
Avrupa’da dile pelesenk edilen “gerici Rus köylülerinin yaptığına devrim
denmez” lafını cilâlamaktan başka bir şey yapmıyor. Kendi efendilerine teslim
olmayı solculuk sayan kişilerin yereldeki ajanlığını ifa ediyor.
Buradan da Ekim ve Lenin Stalin’e vurarak; Marx ve
Marksizm Ekim’e ve Lenin’e vurarak tasfiye ediliyor. Geriye saf olana, saf
Marx’a ulaşmak gibi “iyi niyetli” laflar kalıyor, ama o laflar da sonuçta
Marx’ı öncesine mahkûm ediyor. Bir tür solculuk, Marksizm çapağından
kurtuluyor. “Tüm insanlar kardeştir” lafına “insanlık işçi ve burjuva olarak
ikiye bölünmüştür ve bu sınıflar düşmandır” lafıyla çentik atan Marksizm, ucuz
burjuva kardeşlik masalına kurban ediliyor. “İnsanlık” ve “doğa” gibi boş
mefhumlar adına, işçilerin, ezilen kitlelerin somut kavgası boşa düşürülüyor.
Bu kişiler için insanlık, kendi bireyliklerinden, doğa da bencil çıkar ve haz
dünyasından ibaret.
Ekim’i eleştirdikleri düzlem de onda sahiplendikleri
öz de aynı: “bir avuç işçi, kardeşçe bir araya gelmişti. Hayırlı olan buydu.”
Dertleri işçi de değil aslında. İşçi görse, hızla topuklayıp kaçacak kişilerin
o meclislere düşmanca baktıkları bilinen bir gerçek. Burjuva kazanımlarını terk
etmek istemedikleri için Ekim’i basit bir işçi toplantısına; Marx’ı da insanlık
kardeşliğine indirgiyorlar.
“Belki
Marx ve Engels dönemindeki ‘devrimci dünya’ bu kadar büyük ve geniş değildi.
Avrupa ve biraz da Amerika’dan ibaret gibiydi. Bugün artık kapitalizm sadece
emek-sermaye çatışmasıyla kendini karakterize etmiyor. Kapitalizm, sermaye ile
bütün insanlık ve hatta bütün doğa arasındaki bir çatışkı olarak kavranmadıkça,
bugünkü devrimin imkânlarını nerede arayacağımızı bilemeyebiliriz. Marx’ın
çağında bu ölçüde bir maddi genişlik yoktu.” [Ertuğrul Kürkçü]
İşte Marx’tan daha geniş bir ufka ve dünyaya sahip
olduğunu zanneden Kürkçü, Avrupa’nın ve Amerika’dan ibaret “devrimci dünya”
adına konuşuyor özünde. Dibine düştüğü kuyunun ağzından gördüğünü dünya
sanıyor. Kapitalizm eleştirisi, Steve Jobs veya Ali Koç düzeyinde. Emekçilerin
devrimci karşı çıkışını boşa düşürme derdinde. Öte yandan da Sovyetler’in tek
bir model dayatmasını eleştiriyor, ama bugün AB ve ABD kaynaklı modeli kendi
ülkesine dayatıyor. Sovyet eleştirisindeki ana dert buymuş demek ki: Kürkçü,
Sovyetler’i değil, AB ve ABD’yi devrimci görüyor. Her tür zihinsel işlemde
eskinin Sovyetler’i yerine AB ve/veya ABD’yi koymayı sosyalistlik kabul ediyor.
Sahada ABD’nin Ortadoğu müdahalesini devrimci gören ve
onun bayrağı altında toplanan kesimlerin böylesi bir okuma yapması gayet doğal.
Zihin de dönüşmek zorunda bu süreçte. Stalin’e dair söylediklerinde, bu
kişilerin tıynetlerine ve niyetlerine dair bir şeyler bulmak mümkün. Stalin’de
kendilerini buluyorlar.
“Ortadoğu bataklığı”na girmemek için Stalin’e küfür
bir bahane, bir tür imaj çalışması. Buradan kendi yıldızlarını parlatmak
istiyorlar. ABD’ye kaçan Avrupalı aydınların diliyle konuşuyorlar. Tüm o
tezvirata koşulsuz iman ediyorlar.
Örneğin Stalin’in Hitler saldırmazdan önce İngiltere
gibi güçlere birlikte ordu kurmayı önerdiği biliniyor, ama Kürkçü, Batı’nın
yalanlarına sarılma konusunda ısrarcı ve cevval. Yemek yediği kaba tükürmediği
için övgüyü hak ediyor doğrusu!
Onca Stalin eleştirisi yapan Kürkçü’ye, HDP şahsında
sola yönelik dayatmaları da eleştirmeyi tavsiye etmek gerekiyor. Misal, kendisinin
kimsenin haberi ve onayı olmadan partiye eşbaşkan seçilmesine de laf
edebilmeli. HDP özelinde yürütülen fikrî dönüşümü sigaya çekebilmeli. O kadar
“meclis” edebiyatı yapanlar, yedi yıl önce kurulan halk meclislerini üç ay
sonra, sırf seçim bürosu olmaya neden indirgediklerini, sonrasında da nasıl
tasfiye ettiklerini açıklamak zorundalar.
Eleştiri, bir propaganda türü olarak işliyor. Her şey
bir torbaya konuluyor, ayrımlar siliniyor. Ekim Devrimi’ne karşılık, genel
mânâda bir de Sovyet devleti var. Her ikisinin siyasetini tek bütün olarak
görüp ikincisindeki kusurları Ekim’in sırtına yüklemek, kasti bir yaklaşım.
Kürkçü gibiler, hem günahlarından arınmak hem de
kendilerini yeni dönemde satabilmek adına bu işi yapıyorlar. Sovyet devletini
eleştiriyorlar ki AB devletine zihinlerde yer açılabilsin, herkes ona mecbur
kalsın. Sovyet devletinin kusur ve hataları Ekim’e mal edilsin ki kimse Ekim’in
devrimcisi olmasın. Dert, tasa bu.
Bugün HDP bünyesinde veya onunla iltisaklı tüm Ekim
anmalarının amacı bu. Yapılan ve yapılacak tüm toplantılar, Ekim’in pratikte ve
zihinlerde tasfiye edilmesine ayarlı. “Kadın ve Ekim”, “Özyönetim ve Ekim”,
“Demokrasi ve Ekim” başlıklarıyla yapılacak tüm sunumlar, aynı programlamanın
parçası.
Bir vakitler tümüyle HDP eleştirisi üzerine kurulu
olan metni (Menkıbe) HDP bürolarında tartışmaya açılan Suphi Nejat’ın
başına ne geldiyse, Ekim’in de başına o gelecek. Ağalar-paşalar, Ekim’i özel
takvimlerinde sıradan bir ay olarak görmek istiyorlar.
Kemalizme dair sözlerine bakılacak olursa,
Kürkçügillerin derdi, Sovyetler’le kurulan ilişkiler. Yoksa Tanıl Bora’nın
yazısından[3], Kürkçü’nün patronu Kavala’nın Ergenekon tutuklamalarını
eleştirdiğine dair haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu kesimin Batı’yla içli
dışlı bir Kemalizmle hiçbir derdi yok.
Meclis’e, cumhuriyete, ilericiliğe, Batılı değerlere
hep birlikte sahip çıkmalarında görüldüğü kadarıyla, asıl mesele Kemalizm
değil, onun Sovyetler’le kurduğu ilişkiymiş. Kendi cumhuriyetlerinin geri bir
Rus toprağının ideolojisiyle muhabbet içerisinde olmasını içlerine
sindiremiyorlarmış. Kürkçü, o nedenle bugün “biz olmasak, Türkiye’nin itibarı
yerlerde sürünüyordu” diyor.
Tüm eleştiri çıkınını Sovyet devleti eleştirisi ile
doldurmalarının nedeni, Ekim’i duymak, görmek istememeleri. Eleştiri ipinin
ucunu Marx’a uzatmalarının gerekçesi, “proletarya diktatörlüğü” türünden
kavramların bakımlı tüylerini rahatsız etmesi.
Parti bürolarında, otel köşelerinde içerip aşmak
istedikleri Ekim, sıkılı bir kızıl yumruk. Yerli “Kızıl Danny Bendit”lerin
kafasına inen o; dar kemalizme karşı geliştirdikleri meşrebi geniş kemalizmi
tehdit eden gene o. O ki sömürüyü ve zulmü kökünden söküp atacak iradenin ana
rahmi.
Eren Balkır
29 Ekim 2017
Dipnotlar:
[1] İrfan Aktan, “Ertuğrul Kürkçü: Sovyetler Birliği Yıkılmasaydı Marx Yanılmış
Olurdu”, 27 Ekim 2017, Duvar.
[2] Paul Robeson, “Sevgili Yoldaşa”, Nisan 1953, İştirakî.
[3] Tanıl Bora, “Kemalizm ve ‘Eleştirinin
Eleştirisi’”, 05 Temmuz 2017, Birikim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder