“Herkesin
yolu ayrı. Fil karıncanın yolundan yürüyemez. Balığın yolu ayrı, kuşun yolu
ayrı. Aynı yolda yürüyen insanların adımları ayrı.”
[Yıldız Tilbe]
Alper Taş’ın “CHP’nin referandum sonrası kimi zaafları
olmuş olabilir” demesi, tesadüf değil. Yapılan değerlendirmeler, atılan
adımlar, basit kişisel zaaflar olarak görülmek zorunda. Çünkü Taş, partisiyle
birlikte, Haziran’ı önce Taksim’e, oradan da Yenikapı Ruhu’na bağladı.
Meselenin yapısal zorunluluklara değil, kişisel zaaflara bağlanması kaçınılmaz.
Kişiler yüceltilsin ki, nesnel olan değersizleşsin, orada olup biten gizlensin.
Zülfü Livaneli’nin sanki çok önemli bir şeyi ifşa
ediyormuşçasına, Deniz Baykal’ın Erdoğan’ın başbakan oluşundaki rolünü
anlatması da mânâsız. Birileri, basit bireysel hatalar ve zaaflar olduğuna ikna
edilmeye çalışılıyor. Baykal, kendisine gelen emri yerine getirmeye mecbur.
Livaneli de bu gerçeği gizlemekle görevli. Kimilerine de ortada dönen yalana
inanmak düşüyor.
Baykal’ın Abdullah Gül çıkışı, parti içerisini
karıştırması gibi gelişmelere hayıflanan “sosyalistler-komünistler” var artık.
Kimse, neye neden örgütlendiğinin bile farkında değil. “Balığın yolu ayrı,
kuşun yolu ayrı” gerçekten. “Hepimiz hayvanız” dediğimizde yollar da buluşuyor
nasıl olsa. CHP’yi devrimin saflarına örgütleyeceğini sananlar, burjuva
“devrim”in safları.
* * *
Sol, kendi tarihini biri liberal, diğeri ülkücü, iki
isimden öğreniyor. Mete Tunçay ve Fethi Tevetoğlu. İkisi de sosyalist hareketin
bu topraklarda kökü olmadığını söylüyor. İkincisi, bunu zorla kabul ettiriyor;
ilki ikna etme yöntemini seçiyor.
İttihatçılıktan kemalizme uzanan hatta sosyalist
harekete hep aynı şey söyleniyor. Bu topraklarda kökü olmadığına inananlar, ya
Avrupalı köklerine sarılıyorlar ya da ittihatçı-kemalist hatta örgütleniyorlar.
Teori, ideoloji ve siyaset düzeyinde bu iki hattın iç içe geçtiğini görmek
gerekiyor. Aralarındaki didişmeye aldanılmamalı.
* * *
Devlet ve burjuvazi ayrı ayrı darbeler indiriyor; sol
da her seferinde bir yere tutunarak, yeni baştan başlamaya çalışıyor. Her
seferinde iki hattan birini takip ediyor.
Alper Taş, 15 Temmuz sonrası örgütlendiği Taksim’in
Yenikapı’ya raptiyelenmiş olduğunu görmüyor. Orada okunan CHP manifestosunun
devlete örgütlenmek olduğunu asla anlamıyor. Devlet AKP’ye mecbur; AKP de
CHP’ye muhtaç. “Geri” kitleler düzene entegre edilmeli, pürüzler giderilmeli,
gerilimler hafifletilmeli. Buna karşı her sakallıya “dedem!” diye sarılmamak
şart.
* * *
1 Mayıs’ta “Taksim”e işaret edenler bile, koşa koşa
Bakırköy’e cüsse göstermeye gidiyorlar. Her şey zahirle, şekille ilerliyor. 1
Mayıs'ta “biz örgütçüyüz, partiye karşıyız" diyen örgüt, dev Lenin
resmiyle yürüyor. Eskiden Yol’cu, Doktorcu olanlar, birden Badyöcü
oluveriyorlar (SODAP). “1977 katliamının 40. yılında Taksim’de ısrarcı olmamak,
şehitlerin kanına ihanettir” diyenler de ana kütlesini Bakırköy’e
gönderiyorlar. Göndermek zorundalar. Taksim çıkartması, sadece “dostlar
alışverişte görsün” siyaseti uyarınca biçimleniyor zira. Çünkü herkes, en
komünisti bile, “Cumhuriyet elden gidiyor, Cumhuriyeti kuran parti aval aval
bakıyor” diyor. 1 Mayıs’ın, Taksim’in, işçi sınıfının kir, cumhuriyetin
temiz-ak görüldüğü koşullarda başka bir yolun yürünmesi mümkün değil.
Her darbe, tarihi unutturuyor, unutmanın teorik
kılıflarının örülmesini sağlıyor. “Devletle toplumun uyumundan” bahseden, “bu
uyumu kuramadığı için cumhuriyeti muz” olarak görüp eleştiren Marksistlere
rastlanıyor. Devletsizlik edebiyatı da devletçiliğe bağlanıyor.
* * *
Bu cumhuriyet, Afganistan’dan Makedonya’ya, Irak’tan
Somali’ye kimi ülkelerin polisini, istihbaratını ve ordusunu örgütlüyor.
“Zayıflıyor, muz oluyor, dağılıyor, çöküyor” diye kimi Marksistlerin,
sosyalistlerin ah vah ettikleri, diz dövdükleri cumhuriyet bu. Bunların
zulümden ve sömürüden bahsetmeleri, riyadan başka bir şey değil. Bu riya, hem
devlet ve sermayenin katında olup hem de halkın içinde olunduğu yalanı ile
alakalı.
AKP’de ne görüyorlarsa, neye işaret ediyorlarsa,
kendilerinde de var. Sol sosyalist değerleri nasıl ticarileştirdikleri, nasıl
pazara çıkarttıkları, iddialarını nasıl terk ettikleri ortada. Sırf para
kaynağı diye görülen odalar, sendikalar, tel tel dökülüyor. Yüksek siyasetin
kurallarına kurban ediliyor. Birilerinin mevki sevdası adına tüm mevziler
boşaltılıyor. Para kaynakları, maddi zemin asla sorgulanmıyor. Mülkiyet gereği,
onun dayatması sonucu, ait olduğu halka düşman olmanın ideolojisi hâline
getirdikleri solculuğu kimse eleştirmiyor.
* * *
Son günlerde ne de çok kaçış yazıları, terk-i diyar
edebiyatı çıkıyor karşımıza. Yirmilerde “sizin bu topraklarda kökünüz yok” diyenlere
daha baştan ikna olanlar ve edilenler, bugün küçük cennetlerinin peşine
düşüyorlar. Daha hâlâ öznel kaprisleriyle bakıyorlar tarihe. Neye neden ve
nasıl örgütlendiklerini sorgulamıyorlar.
Son dönemin politik kırılması, hapishane direnişi.
Sürecin öznesi, perdeye yansıtılan görüntü değil, perde üzerinden
eleştirilebilir. O perde, F tiplerinin tüm siyasî, ideolojik alana nüfuz ettiği
gerçeğini gizledi. “Feodalizm, gericilik” tartışmalarına hapishaneler de dâhil
edildi. “Hep İleri” diyenler, devletin ve sermayenin ilerisine bağlandılar.
Aydın Çubukçu, ölüm haberlerinin geldiği günlerde, “ben en gelişkin
çalışmalarımı hücrede yaptım” diyerek meseleyi ilerleme üzerinden ele alıyor,
gelişmeye onay veriyordu. O zamanın SİP’i, siyaseti “gericileştiren” “devrimci
demokratlar”ın tasfiyesi karşısında ellerini ovuşturuyordu. Bugünse, onca
akıllıya, zekiye ve ilericiye rağmen, her yer hapishane ve herkes tutsak.
Kürd gerçeği de perde üzerinden ele alınabilir.
Öznenin problemi değil ama gerilen perde, sömürgecilik pratiğinin her yana
nüfuz edişini gizledi. Devlet, Kürd hareketinden daha fazla bilincinde,
sömürgecilik pratiğinin. Buna göre örgütleniyor, saflarını buna göre örüyor.
15 Temmuz sonrası Ergenekon sürecinde hapse girip
çıkmış bir albay, “L şeklinde bir koridor”dan bahsediyor ve “bir süre sonra
devletin o koridorda yönetildiğini, bugün halkla o koridorun birleştirilmesi
gerektiğini” söylüyordu. İşte herkesin örgütlendiği yol, budur. İster Avrupa,
ister ABD, ister STK’lar, isterse CHP üzerinden olsun, örgütlenme pratiği devam
etmektedir. Devletin örgütlenmesi çok boyutludur.
Herkesin kendi kuyusundan baktığı, mülkiyet ve rekabet
ilişkilerindeki kendi gücüyle dünyayı ve ülkeyi okuduğu bir dönemde, müşterek
bir yolun görülmesi mümkün değil. Devlete kitle oluşturulacak, halk, devletin
ve sermayenin kalıbına dökülecek, mesih, hep yücelerden beklenecektir. Baykal’a
veya Kemal Derviş’e örgütlenen sosyalizmin ezilenlere-sömürülenlere bir hayrı
olmayacaktır.
Eren Balkır
8 Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder