Kontrgerilla talimnamelerinin hocası Avrupa
emperyalizmi, okulu Latin Amerika, uygulama sahası Ortadoğu’dur. Bu zincir
dâhilinde, elbette kimi tadilatlara ve geliştirme girişimlerine tanıklık
edilmektedir, ama tüm yapı, “kontra” niteliğini hiçbir vakit yitirmemiştir.
Toplum ve tarihteki kurallar, yasalar, kişilerin
kaprislerini dinlemezler. “Belirli şahısların bilgilerine saygısızlık eder
miyiz, kibirli miyiz biz?” diye düşünmezler. Bu nedenle, o kurallara ve
yasalara dair fikir yürütmeyi kibirli addetmek, özünde cehaletle alakalı bir
meseledir. Cehaletse ümmilikten farklıdır. Ümmilik, anadan üryan, bilgisiz
olmaktır; cehaletse, bilmek istememektir.
Belirli bir dönemde bir dünya, bir bölge veya bir ülke
belirli bir yönelim içerisine girer. Bu yönelimin birçok boyutu olabilir.
Teorik açıdan bu boyutların kişinin kendi solculuğu üzerinden analize tabi
tutulması sorunludur. O kurallar ve yasalar ideoloji de tanımazlar. En fazla,
ideolojiler, o kurallara ve yasalara göre eğilip bükülürler, belirli kılıflara
büründürülürler, bazıları öne çıkar, bazıları da geri plana itilir. Bugün
yaşanan budur.
* * *
1978’de Guatemala’da Ponzás Katliamı yaşanır.
Plantasyon sahipleri ile ilgili şikâyetlerini belediye başkanına sunmak için
yürüyüşe geçen köylülere ateş açılır. Yüzlerce Maya köylüsü katledilir. Ülke ve
bölge bağlamında bu olay, ordunun, halk karşıtı faaliyetlerin ve politik
havanın dönüşümüne dair bir eşik olarak değerlendirilmektedir. Hatta tüm kıta
genelinde süreç dâhilinde sol yapılar incelirler, renk değiştirirler,
kitleselleşme ve seçime endeksli bir pratiğe evrilirler.
Sonuç itibarıyla bugünkü koşullarda eleştirilen, şu
veya bu örgütün şu veya bu pratiği değil, genel yönelimin kendisidir. Bizde
Gezi ve AKP, bir tür Ponzás Katliamı momentidir. Sol, tüm bileşenleriyle sosyal
demokrasi ve liberalizm eksenine oturmuş, burada teneffüs edebileceğini düşünmüştür.
Kalkan yumruğun şiddeti bileği kırmıştır. Asıl sorun buradadır. O teneffüsün
halkla alakası, ona hayrı kalmamıştır.
Sosyal medya alanında Cizreli gencin yabancı gelinle
muhabbeti de bu bağlama oturur. O düet, yanmış insan bedenlerinin kokusuna
rağmen yapılmaktadır. Onun içindir. Batı’yla kurulan ideolojik hissi bağ,
buradaki düzene dairdir, bağlıdır. Dolayısıyla, o muhabbeti övünme gerekçesi
olarak görenler, bodrumda yaşanan katliama dolaylı ortaklık ederler.
* * *
“Devletin kurumsal yapısıyla toplumun uyumunu dağıtıcı
niteliğine kurumsal yapı içinden gelen 1960 tarihli TSK müdahalesi”ne dönük
övgüler de bu bağlamda gerçekleşmektedir. Yüksek siyaset bilgisine sahip
olduğunu düşünenler ahkâm kesmekte, devlete ve topluma akıl verecekleri vehmine
kapılmaktadırlar. Bu kişilere göre Mahir Çayan, 9 Mart’a destek verdiği için
“kemalisttir” (ki bu, tartışmalı bir husustur), ama aynı kişiler (misal Metin
Kayaoğlu), 15 Temmuz’u 9 Mart olarak görmüş, hatta 60 darbesi olarak
değerlendirmiş, darbe girişimine destek vermiş, bu anlamda, içteki gizli
kemalizm ifşa olma imkânına kavuşmuştur.
Bugün sosyal demokrasi ve liberalizm, kemalizmin iki
kanadıdır. Ona Anka Kuşu misali sarılanların hâlidir tanık olduğumuz. Bu
popülarite düşkünleri, kişiselliğini yüceltme, şişirme meraklıları, dönemi ve
süreci bu bağlamda değerlendirmektedirler. Sol, AKP düştüğü noktada AKP
düşmanlığı yapabileceğini görmüş, buradan yol alabileceğini düşünmüş, bu yolda
sosyal demokratlığı ve liberalizmi arındırıp üstüne giymiştir.
* * *
Nurettin Demirtaş’a göre, “AKP zayıf halkadır,
ilgilenmeye bile değmeyen bir şeydir, onun kitlesi ona ihanet edecektir.”
HBDH’ye göre, “AKP zayıf halkadır ve asıl ona vurulmalıdır.” Veysi Sarısözen,
“Saray dayandığı kitleden emin olamaz” demektedir.
Tüm değerlendirmeler, belirli bir şahsa indirgenmiş
olan AKP gerçekliği ile tanımlıdır. Devletin AKP askısına asılmış olması,
AKP’nin “zincirin zayıf halkası”nı temsil etmesi mümkün değildir. Olan biten,
mevcut devlet kurgusunda cereyan etmektedir. AKP’yi devlet, kemalizm, yönetsel
gelenek dışında gören her değerlendirme, devletin işidir, ona katkı sunar.
Çünkü bu tip değerlendirmeler, “devlet koltuğunda ah ben oturaydım” diyenlere
aittir, zorlu ve meşakkatli yolun yolcularına değil.
Zaten devletle toplum arasındaki uyumu sağlayacak
darbelere, örneğin 15 Temmuz’a bu nedenle destek verilir. Demek ki bu eşhasın
zihninde, çiviyi çiviyle sökme yöntemi esastır. Yani Çayan’a “Kemalist”
diyerek, ondaki suni dengenin bozulacağı ana dair bir andaç olma niteliği
sökülüp atılmak istenmektedir. Kemalizm eleştirileri, daha iyi bir kemalizm
için icra edilmektedir. Devletin halkla uyumunu gözetenlerden ezilenlere bir
hayır gelmez. Bazı Hayır’cılardaki hayırsızlık budur.
* * *
Bir belgeselde anlatılıyordu: aynı denizde yaşayan iki
cins köpekbalığının biri memeli, diğeri yumurtlayarak çoğalıyor. Memeli olan,
yavrularını denizin dibine bırakıyor, diğeri yüzeyine. Ama yüzeye bırakılan
binlerce yumurta karabataklara yem oluyor. Memeliler, bir tür bilgiyi nesilden
nesle aktarmayı biliyorlar, o kuşlara dair bilgi üzerinden deniz dibinde
yavruluyorlar. Diğer cins ise bu bilgiden habersiz, yüzeye bırakıyor
yumurtalarını. Bu teşbih dâhilinde memeli olan, devlet; yumurtlayan cins,
soldur.
Devlet, belirli bir gelenekle hareket eder. Sol ise
her bir kuşakta, hatta her birey toplamında tarihi ve toplumu yeniden başlatır.
Başladığını zanneder. Devleti askıya alan, paranteze koyan, mutlak kudret kabul
eden, halkın direnç ve kudret imkânlarını küçümseyen her türden yaklaşım, bu
yapısal sorunla alakalıdır. Gezi sonrası belirli bireylerin eleştirilerden haz
etmemesi de bu durumun bir sonucudur. Referandum, sonucu ne olursa olsun, yeni
bir vehme ve illüzyona yelken açılmasına neden olacaktır. Boşluk, bireydir,
yok-yerdir. Bağlam görülmesin diyedir bireycilik. Kolektif olan dinamiklerin
örgütlenmesi, buradan boşluğa düşürülmektedir. Devlet buradan ilerler.
“Kemalizm tepedendi, ona kitle lazım” lafını bugün
birçok sol örgüt açıktan dillendirmektedir. Bu, devletin örgütlenme tarzıdır. O
örgütlenme, salt kapalı kapılar ardında gerçekleşmez. Referandum o örgütlenmeye
aittir, dairdir.
Katliam, baskı ve zulmün ilerlediği belirli bir hat
mevcuttur. O hat dâhilinde sosyal demokrat veya liberal seçenekler arasında
sıkışmak kaçınılmaz bir hâl alır. İlkinde devletle; ikincisinde burjuvaziyle
aynı masada olunduğuna dair yanılsama zemin bulur kendisine. Aradaki salınımın
siyaset ve teori diye adlandırılması mümkün değildir. Referandum, İsimsizler,
Söz gibi dizilerin sahnesidir. Mısır'daki Sisi darbesinde kızı için
ağlayan Erdoğan, o sahnede her role hazırdır.
* * *
Başkanlık, kadim bir tartışmadır. Şahsın kendisi ile
alakası yoktur. Devlete ait, devlete dair bir tartışmadır. AKP, muhafazakâr
kitle içerisindeki olası pürüzleri temizlemiştir. Sola ise laik ve modern
kesimlerdeki çapakları temizlemek düşmektedir. Çünkü mesele başkanlık değil,
Erdoğan’dır. Böylelikle başkanlık, fikir olarak tüm olumlu-olumsuz veçheleriyle
içselleştirilmiştir. Sol ise tepeden inmecilik eleştirisiyle alttan kitle
örmekle meşguldür. Ne tepeye ne de inmeye karşıdır, tek karşı olduğu şey,
halktaki örgü, örgünün halklaşmasıdır.
Bu gidişat, ezilenlerin kudret mücadelesi açısından
değerlendirilmemektedir. Zira asıl nefret, devlete değil, ezilenlere yöneliktir.
Onlardaki belirsizlik, rahatsız edicidir. Brumaire’de Marx’ın birkaç
yerde vurguladığı biçimiyle, “Fransa huzur istemektedir” ve Erdoğan eliyle
devlet, kendisini huzurun ana jeneratörü olarak örgütleme çabasındadır. Bugün
bazı sol mahfillerde bahsi edilen “kuruculuk”, bu huzur fikrinin bir
çıktısıdır. Artık yanmış insan kokusu düetlerle örtbas edilebilmelidir.
Mahallede silâhlı “hayır” propagandası yapanların videosu paylaşılmalı, ilk
fırsatta A örgütüne yönelik küfür çıkını ortalığa serilmelidir. Kimse, devlet
kadar ciddi değildir.
Referandum öncesi CHP ve MHP pratiğine kilitlenmiş sol
pratik de bu huzur arayışının parçasıdır. Yüksek siyaset ehilleri, herkese
nizamat verme derdindedirler. Brumaire’de Marx’ın dilinden dökülen
sınıfsal tahlilin binde birine tanık olunmaz bu çabada. Sadece sınıfsız,
sınıfsal ilişkilerden ari olan devlet klikleri vardır ve aslolan, o kliklerden
birinin koltuk altına ilişmektir. “Zincir” mecazı da bu sınıfa soğuklukla
alakalıdır.
Bu açıdan, eski TKP’li hasmının “halk, kendi devletini
kurmak için adım atıyor” sözüne Birgün gazetesinin neden içerlediğini,
dönemin Adalet Partili gazetelerinin Fatsa ve Terzi Fikri ile ilgili sözlerine
benzer sözleri neden sarfettiğini açıklığa kavuşturması gerekir. Birgün gibi
solcuların rahatsızlığı, halkla değil, devletle alakalıdır ve onlar, sadece o
halkın devlete uyumunu önemseyebilmektedirler. Artık onlar, halkın devlet kurma
iradesine, iradenin muktedir olma ihtimaline yönelik bir küfürdür. Onlardaki
“Hayır”a tam da bu noktada itiraz etmek gerekir.
* * *
Belediye seçimi, cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçim
ve en son 15 Temmuz’da kursakta kalan hevesin adı hâline gelmiştir sol.
Referandum süreci de benzer bir akıbetle yüzleşirse, o, halktan kopuşunu
taçlandıracak, gizemli bir “devlet”e daha da bağlanacaktır. Devlet geleneğine
karşı başka bir geleneğe bakmayı tehlikeli görenler, her yılı, her momenti
kendisine özel zannetmeyi sürdürecek, yeniden başlayacak, öyle olduğunu
düşünecek, her şeyi kendisine bükecek, gerçeklikle ilişkisi daha da kopacak,
kutsal asanın sahibini beklemek alışkanlık hâlini alacak, düzen partisi bir
salgı gibi her yanı kuşatacak, kırılmalar, ayrışmalar marazi kabul edilecek,
burjuva siyasetiyle aradaki ayrımlar iyice silikleşecektir.
Referandum bağlamında evetçilerin “evet” dediğine
“hayır”; hayırcıların “hayır” dediğine “evet” demek şarttır. Çünkü her ikisinde
de halk lehine hiçbir şey yoktur.
Eren Balkır
14 Nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder