Bu
bakışta aşina olduğumuz bir şeyler var. Omzunda küçük bir çocuğu taşıyan bu
adamın gözlerinde güçlü bir kararlılık söz konusu. Bu takım elbiseli, kravatlı
adamın on yıl sonra askerî gücü ve Marksist devrimci coşkusu ile övgülere
mazhar olan, Castro’nun Küba’da öncülük ettiği isyanın bir kahramanı olacağına
inanmak pek zor. 1967’de ABD destekli Bolivya ordusu tarafından öldürülmesinden
sonra, Alberto Korda’nın çektiği, üzerinde kızıl yıldız bulunan beresi ile o
sakallı isyancıya ait fotoğrafın da sayesinde Ernesto “Che” Guevara, solun
Mesihvari bir efsanesi hâline geldi.
Fotoğraftaki
ufak çocuk, Che’nin en küçük kardeşi Juan Martin Guevara. Ağabeyinin ölümünden
elli yıl sonra hatıratını kaleme alan Juan’ın amacı,
“bu efsaneyle mücadele
etmek ve ağabeyine insanî bir yüz kazandırmak, onun bir insan olduğunu ortaya
koymak. Onu o kaideden indirmek gerek. […] O olsa, puta dönüştürülmüş olmaktan
nefret ederdi. […] Önemli olan, onu normal, hatta sıradan bir insan olarak yola
koyulduğunu, sonradan onun başkalarının taklit ettiği istisnaî bir kişiye
dönüştüğünü görmek önemli.”
Ernesto
Che Guevara, 1928’de Arjantin’in Rosario’da beş çocuklu bir ailenin en büyük
çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailenin durumu iyiydi. Celia de la Serna’nın
ailesi Buenos Aires’li zengin bir aileydi. Manastırda eğitim alan anne zeki ve
oldukça isyankâr bir isimdi. Celia, Arjantin’in ilk feministlerinden ve
pantolon giyen, sigara içen ve otomobil kullanan ilk kadınlardandı. Ernesto
Guevara Lynch, altı yaş büyüktü ondan. Kadın onun cazibesine fazla karşı
koyamadı. Yerinde duramayan, partilerde eğlenmeyi seven bu adam, saygın
ailesinin yüz karasıydı. İşçilerin ikili dans ettikleri, hâlâ çirkin görülen
dans partilerine sürekli katılan tangoculardandı. İkili alelacele evlendi. Altı
ay sonra da Che geldi dünyaya.
Celia
ve Ernesto, çocuklarını mali açıdan güçlü oldukları koşullarda, kural mural
tanımadan büyüttü. Düşünce ve eylem konusunda özgürlük, çiftin sürekli teşvik
ettikleri konulardı. Aile sabit bir yerde yaşamadılar. Anne ve babanın farklı
kişilikleri mevzubahisti. Anne, disipline ve çalışmaya hayranlık duyan
biriyken, baba, macerayı seven, ense yapmaya bayılan, sorumluluk nedir bilmeyen
biriydi. Bu da ilişkinin istikrarsız bir niteliğe sahip olmasına sebep
oluyordu. Buenos Aires’te olan Juan Martin, telefonda anne ve babasının Che’yi
çok fazla etkilediğini şu şekilde izah ediyor:
“Babam, kendisini bağlayan
bir şey olmadan yaşamak istiyordu. Çok özgürdü denilebilir. Ama bu özgürlük,
bize seyahat etmemizin, dünyayı gezmemizin mümkün olduğuna dair bir his
kazandırıyordu. Annemse çok daha ilkeli biriydi, onun fikirleri çok katiydi. Che’de
bu iki mizacın karışımı mevcuttu.”
Juan
Martin, ağabeyinden on beş yıl sonra, ağabeyinin omzuna çıktığı bu fotoğrafın
çekildiği Córdoba şehrinin kaplıcalarıyla ünlü kasabası Alta Gracia’da dünyaya
geldi. Aile, kuru dağ havasının Che’nin kronik astımının iyileşmesine katkı
sunacağı umuduyla taşınmıştı bu kasabaya. İyi de geldi aslında. Sağlığı
iyileştikçe yerinde duramayan bu gencin enerjisi de arttı. Doktor olduktan
sonra Latin Amerika’yı motosikletle dolaşmaya çıktı. İki yıl süren bu yolculuk
Walter Salles’ın Motosiklet Günlükleri filminin konusunu teşkil etti.
Yolculuk esnasında politik düşünceleri de şekillendi. Tanık olduğu eşitsizlik
ve yoksulluk konusunda ABD’nin önünde diz çökmüş olan kıtayı ve emperyalist
sömürüyü suçladı. (O yolculukta Florida’da geçirdiği kısa süreyi “ömrünün en
kötü iki haftası” olarak tarif etmişti.) Bu eşitsizliğinse, sıradan insanların
ayaklanıp iktidarı almasıyla ortadan kaldırılabileceği sonucuna ulaştı.
O
zorlu maceralarından döndüğünde aile çok sevindi ve Che ailesine fazlasıyla
bağlı olduğunu gösterdi. Kaleme aldığı, Ağabeyim Che isimli hatıratında
Juan Martin “bana evladıymışım gibi davranırdı” diyor. Fotoğrafta Che, onun
genç babası gibi görünüyor zaten. Aralarındaki ilişkinin niteliği bu şekilde
olabilir mi?
“Aramızda on beş yaş fark
vardı. Aynı yaştaki kardeşimden daha fazla dinliyordum onu. Babam gibi olduğunu
söyleyebilir miyim? Belki de ikinci babam gibiydi. Ama aynı zamanda sadece
kardeşlerin yaptığı şeyleri de yaptık. Futbol oynadık, eğlendik. […]
Ernesto’nun gölgesinde
büyüdüm. Ondan hiç kurtulamadım. 1956’ya dek ben Juan Martin Guevara’ydım.
1957’den itibaren Fidel Castro’nun yoldaşı ve korkusuz savaşçı devrimci Ernesto
Guevara’nın kardeşiydim. O zamanlar Che bir efsaneydi. Onun yokluğu beni çok
üzdü, ölümü beni mahvetti. Her zaman derim, o birilerinin kardeşi olmalıydı.”
Peki
bu bir yük müydü?
“Onun düşüncelerinin
ışığında büyüdüm. Bu bir ağırlık değil, sorumluluktu. O, düşündüğüm mânâda, bir
yoldaşımdı benim.”
Juan
Martin, ağabeyinin öldürüldüğü, Bolivya’daki o küçük Higuera Köyü’nde bulunan
sınıfa ancak 47 yıl sonra gidebilmiş. Ziyaret onu çok yıkmış, ama aynı zamanda
bazı yanlışları düzeltmek için gerekli işlemi de hızlandırmış. Che’nin
öldürüldüğü yer bugün turistler için bir tuzağa dönüşmüş. Che’nin imajı ticarî bir
mala dönüştürülmüş, tam da yıkmak istediği kapitalist sisteme ait bir ürün
hâline getirilmiş. Köylüler, Juan Martin’in kim olduğunu öğrenince “dilleri
tutulmuş ve ‘Mesih’in kardeşi olamaz’ demişler.” Che orada bir azize dönüşmüş,
sahip olduğu imajın karşısında dualar edilmeye başlanmış ve mucizeler beklenen
bir güç zannedilmeye başlanmış. Bunun üzerine Juan Martin, “ağabeyinin
düşünceleri ve ideallerinin aktarılacağı bir kanal açmaya yemin etmiş.”
Bolivya’da
ölmesinden önce Che, bir yoldaşına Juan Martin’in ve tüm kardeşlerinin manevi
vârisi olacağını söylüyor. Kardeşi Roberto ve kız kardeşi Celia ise Che
hakkında konuşmayı reddediyor. Esasında Celia da Juan Martin’i “medyada çok yer
almak”la suçluyor ve “Ernesto hakkında söylediklerime asla onay vermiyor”
diyor. Che’nin ölümü ona çok acı vermiş, bu yüzden yıllarca öldürülmesini
kabullenmemiş. Juan Martin, Celia’nın karakter ve inançlar konusunda tüm
kardeşler içerisinde Che’ye en fazla benzeyen kardeş olduğunu söylüyor. Martin,
Celia’ya kitaptan hiç bahsetmemiş, bu nedenle kitabı duyduğunda kendisiyle bir
daha hiç konuşmayacağından korkuyor ve “onun benimle ilgili eleştirilerini
dinleyeceğim” diyor.
Che
Guevara’nın hikâyesi inanılmaz bir hikâye, Juan Martin’inki de öyle. Martin
yetmişlerin sonunda ve seksenlerin başında, efsanevi bir isim olan Che’nin
akrabaları olmaları sebebiyle kendisinin ve ailesinin hâlen daha Küba’da hürmet
gördüğü dönemde, sağcı cuntanın başta olduğu Arjantin’de politik tutsak olarak
sekiz yılı aşkın süre hapis yatmış. Peki kendisi, dünyanın ağabeyi gibi birine
gene ihtiyaç duyduğunu düşündü mü hiç? Böyle bir kişi olmak mümkün müydü?
“Evet mümkündü. O
ilkörnek. Aynı onun gibi birisine ihtiyacımız var mı peki? Bir gerilla olarak
böyle bir isim lazım mı? Bence hayır. Alnı kızıl yıldızlı beresiyle dağlarda
yaşayan birine gerek yok. Bize ilkeleri olan, değişim konusunda düşüncelere
sahip, o ilkeleri ve düşünceleri paraya, şöhrete ve güce satmayacak insanlar
lazım. Bize Che’nin özelliklerine sahip birileri lazım. Evet. Bize gereken bu.
Dünya Che’nin yaşadığı yıllardaki dünyadan daha iyi durumda değil. Hatta daha
kötü durumda. Bizim o dünyayı daha iyi kılmak için mücadele etmemiz gerek.”
Rick Williams
8 Nisan 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder