Mehmet Fatih Traş…
Genç bir insan, sevgi dolu, naif… Alçakgönüllülüğü ile
en sıradan insanı utandıran cinsten…
Sanata, bilime ve insana dair ne varsa bitip tükenmek
bilmeyen bir merak ve coşkuyla yaşadı.
Aynı zamanda genç bir akademisyendi…
25 Şubat 2017 gününün ilk saatlerinde sessiz sedasız
çekilip gitti aramızdan. Çekip giderken kimseye bir laf etmedi. Çıkışsızlığını
günbegün gösterse de en yakınındakilere, o derin sessizliğin böyle bir sonuca
varacağını tahmin edemedi hiç kimse. Birkaç arkadaşına elveda demekle yetindi.
Bu intihar, aynı zamanda politik bir cinayettir. Bu
yazı, en yakınındaki arkadaşlarından biri tarafından, bu gerçeği göstermek için
yazılıyor.
Fatih, Barış İçin Akademisyenler tarafından yazılan
Barış Bildirisi’nin imzacılarından biri. Tam doktorayı bitirmek üzereyken
attığı bu imzanın bedelleriyle ilk günden itibaren karşılaşmaya başladı.
Çevresinde değer verdiği “hocaları” bu imzayı önce atmaması, devamında geri
çekmesi için defalarca dostça nutuklar çektiler. Hepsine gülüp geçti…
Sonra tüm güçlüklere rağmen doktorasını bitirdi. Artık
iktisat ve ekonometri alanlarında uzmanlığını kanıtlamış bir doktor olmuştu.
Önce doktora derecesini aldığı Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi’nde bir iş arayışı oldu. Tüm rektörlerin doğrudan RTE’nin talimatıyla
hizaya girdiği bir ortamda Fatih’e kadro vermek pek göze alınacak bir karar
değildi. Bir şekilde Fakülte, Fatih’e ücretli ders ayarladı. Onun için attığı
imzanın bedellerini ödemek çok da mühim değildi. Mühim olan, dost yüzlü dost
gülücüklü insanlarla bu bedelleri öderken karşı koyabilmekti. O yüzden, ilk
defa kendi adına açılan ve tek başına yönettiği üç derse emek vermek, belki de
meslekî anlamda en keyif aldığı işti. Tüm heyecanı ve coşkusuyla öğrencilerine
yoğunlaşmışken, dönemin ortasında bir anda tuhaf bir gelişme oldu. Fakülte
Kurulu toplanıp Fatih’in üstlendiği ders verme görevine son vermişti. Peki
gerekçe neydi? Gerekçe yoktu! Kâğıtlara “görülen lüzum üzerine” yazmakla
yetindiler. Attığı imzanın ilk ağır bedeli ile karşı karşıyaydı. Sakın yanlış
anlaşılmasın, burada Fatih’i üzen şey, derslerden aldığı “üç kuruşun bile
altındaki” para değildi. Onu üzen şey, tüm ısrarlarına rağmen üç dersin -ve o
dersi alan öğrencilerin- yarı yolda bırakılmasıydı. “En azından dönemin
bitmesini bekleselerdi” demekle yetindi. Bu kararda sorumluluk, Fakülte
Kurulu’na aitti. Kurula öneriyi getiren “hoca”, toplantıda ısrarla Fatih’in
“terörist” olduğunu iddia etti. Kendisine kaynağı sorulduğunda ise gizli polisi
ima etti. Ama Fatih’in onurunu esas kıran nokta, güvendiği ve dost bildiği
“Hoca”larının bu kararı kendisine tüm açıklığı ve gerçekliğiyle izah etmekten
imtina edişi oldu.
Takip eden ayların Fatih için zorlu geçeceği artık sır
değildi. Çok geçmeden Mardin Artuklu Üniversitesi’nden bir dostu Fatih’i
fakülteye önerdi. Fakülte, telefonla iletişim kurup Fatih’in “tam da aradıkları
eleman” olduğunu söyledi. Yine heyecanlandı, yine umutlandı. Daha iki gün
geçmeden çalan telefonunu Mardin Artuklu Üniversitesi’nden bir görevli
arıyordu. Görüşme çok kısa geçti. Yine “görülen lüzum üzerine” böyle bir
atamanın yapılmasının olanaksız olduğunu anlatıyordu karşıdaki ses.
Çok geçmeden İstanbul Aydın Üniversitesi’ne başvurdu
Fatih. Mütevelli Heyeti, Rektör Yardımcısı, Fakülte Dekanı çok etkilenmişlerdi
Fatih’in özgeçmişinden. Vereceği dersleri uzun uzun konuştular. Alacağı ücret
konusunda da anlaşıp kontrat imzaladılar. Hatta “kendine ev bak İstanbul’dan”
dediler. Yine çok heyecanlıydı. Artık mesleğini icra edebileceğine inanmıştı.
Sonra yine yetkili biri aradı ve Fatih’in “maalesef terörist” olduğunu ima
etti.
En çok da Toros Üniversitesi’ne içerledi Fatih. Türlü
sınavlar, mülakatlar ve seremoniler neticesinde aradıkları “adamı” bulmuşlardı.
Hatta yakında başlayacağı bölümün ders programını, ders içeriklerini vb. bile
hazırlattılar. Ama o göreve başlayacağı “yakın tarih” bir türlü gelmedi.
Son dönemde doktorasını aldığı Çukurova
Üniversitesi’nde bir proje kapsamında çalışıyordu. Üzerindeki baskıya,
aşağılanmaya ve hedef gösterilmeye rağmen hep o biricik hedefine ilerlemeye
çalıştı. Ama olmadı. Olamadı…
İntihar, insanlık tarihinde hep
anlaşılmayan-anlaşılamayan bir davranış olarak kalmıştır. Tıpkı aşk gibi, sevgi
gibi… Ola ki “bunalıma girdi intihar etti” derlerse, emin olun ki yalan
söylüyorlar! Fatih katledildi! Politik iktidar aldı aramızdan en değerlilerimizden
birini.
Hesabı sorulacak…
Paul Eluard’ın Gabriel Peri’ye yazdığı şiirle
hatırlayacağım seni çocuk… Yaşatacağım kalbimin en derininde, bilincimde,
eylemimde…
Gabriel Peri
bir insan öldü başka silah bilmeden
hayata açılmış kollarından gayrı
bir insan öldü başka yol bilmeden
mavzerlerin kıpraştığı yollardan gayrı
bir insan öldü vazgeçmez hâlâ döğüşten
ölüme karşı o karanlığa karşı
madem onun istediği şeyleri
biz de istiyoruz
esenlik diyoruz ışısın bir
gözlerin gönüllerin derininde
adalet diyoruz ışısın yeryüzünde
insanı yaşatan kelimeler vardır
hani yunmuş arınmış sözler
sıcaklık diyelim güven diyelim
mesela aşk adalet hürriyet kelimesi
çocuk kelimesi insanlık kelimesi gibi
ve bazı çiçeklerin ülkelerin ismi
mesela yiğitlik kardeşlik arkadaşlık
çalışma kelimesi gibi
sonra bazı kadınların bazı dostların ismi
bizim peri de onların arasında
bizim dediysem boşuna değildi vurulduğu
peri öldüyse bu hayat yaşamaya değsin diyeydi
ondan öğrendik gücümüzün nelere yeteceğini
biz diyorsam onun umudu hâlâ harlı diyedir.
Lütfi Uçal
26 Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder