İran’la ilgili bir resim paylaşılıyor. “Aman İran
olmayalım” diyen her kesimden insan, o resmin altına imza ve yorum atıyor. Biri
şu şekilde: “Türk yurdu Araplaşmaz. Kimse boşuna kıçını yırtmasın. Altaylardan
bu topraklara boşuna gelmedi atalarımız. Tarihimiz zaferle dolu. Gerekirse yine
yazarız. Türk ata biner deveye değil.” Solcu molcu, herkes, bu resimle bu
yorumun altına imza atıyor.
Mesele yaradan, dertten, öfkeden düşünmemek, onları
örtbas etmek. O nedenle güçlü olan üzerinden biçimleniyor ideoloji. En
sosyalistinden en Türkçüsüne geniş bir kesimi yan yana getiren, yaraya, derde,
öfkeye küfredilmesi. Kiminin atı deveden üstün, kiminin ideolojisi, kiminin
tarih bilgisi, kiminin akademik titri… Aslolan yara.
Check-up yaptıran kişinin “başım ağrıyor” diyene
aşağılayarak bakması gibi. Belirli bir biyopolitik konumdan bakılıyor dünyaya.
İdeoloji buradan şekilleniyor, geçmiş bilgisi buradan oluşuyor, bugün buradan
okunuyor. “AKP’nin bu ülkeyi neden ateşe verdiği” bu yüzden anlaşılamıyor.
Çünkü ona yukarıdan, dertsiz, yarasız, öfkesiz bir yerden, mutlak bir konumdan,
şahsi bir kurgudan bakılıyor. Kitlelerin, tarihin ve geleceğin ona karşıtlığına
örgütlenmek, kimseyi ilgilendirmiyor.
AKP yara açıyor diye kızılıyor, yaralarımızı
kanattığı, deştiği için değil. Yaranın çığlığı bu yüzden olunamıyor. Yaradan
tiksiniliyor, AKP’den değil. O nedenle yarasız beresiz bir yere sığınılıyor.
Yaralar saklanıyor. İdeoloji, bilgi, teori onun saklanması amacıyla teşkil
ediliyor. Onlarda bir yara yoksa, hiçbir bir anlam ve değer kazanmıyor.
Kentsel dönüşümün girdiği bir mahallede iki katlı bina
yıkılıyor. Önüne bir paravan konuluyor. Hazirancılar, onun üzerine “AKP
varolduğu sürece güvende değiliz” yazılaması yapıyor. Binanın karşısındaki
kahvede cami imamı esnafın okeyini izliyor. Yüz metre ilerideki meyhanede o
Hazirancıların şefleri, gayet güven içerisinde, içkilerini yudumluyorlar.
Siyaset sahnesi bugün bu şekilde.
Kentsel dönüşüm, devletin dönüşümü, siyasetin
dönüşümü, kültür-ideolojinin dönüşümü… Tüm bunlar şahsi bir yerden
karşılanamayacak gelişmeler. En kolayı ise itirazı şahsileştirmek. AKP’nin yol
açtığı maraz bu. Kişiler boncuk değil ki yan yana dizildiğinde tespih olsun!
Güvenlik devletine yaralar saklandığı için selam
çakılıyor. Söz konusu yazılamada çağrılan, seslenilen devlet. “Gel bizi kurtar”
deniliyor.
Kentsel dönüşüm, 17 Ağustos depremi üzerinden başladı.
O Hazirancılar, mahalle temizliğine koştu, deprem bölgeleri arayışına girişti.
Bölgelerin rantı arttı. Kimse, o dönüşüme dair bir şey yapmadı. Dönüşüm,
ilerlemeydi, ses edilmemeliydi. Nasıl olsa AKP, “gerçek burjuva devrimi”ni
gerçekleştiriyordu. Herkes, bu yüzden sustu. Bugün konuşuyor olmaları kimseyi
yanıltmasın. O dönemde AKP yaraları örtüyor zannediliyordu, şimdi onları açığa
çıkardığı, bizi utandırdığı için kızıyoruz. Yaralarından utanan, o utançtan
yerin dibine girsin!
Örgütlenecekse yaralar örgütlenmeli. AKP’yi
aşağılayarak, üste yerleşerek, “bu cahiller bu ülkeyi yönetemez” diyerek bir
yere varılmıyor. AKP, yaralara sarılan sargı olmamalı. Bıçağı alıp o yara daha
da yarılmalı. Eksik olunduğu hissine yol açtığı için AKP’ye kızılmamalı,
eksiksek daha fazla çoğalmalı. Yaraları görmeyenin çoğalması mümkün mü?
Mesele burada: yaraların gizlenmesinden başka bir işe
yaramayan teorinin, ideolojinin ve politikanın varacağı bir menzili yok.
Yaralarla kanayan bir teori, ideoloji ve politika lazım. Kimseyi aşağılamadan,
aksine aşağıdan, sokaktan, sancılarımızdan, gerilimlerimizden konuşmak,
yüreğimizin çığlığını haykırmak gerek.
Bu yüzden düzenin baskısı, yaralarımıza dövme yapmayı
öğütlüyor, öğretiyor. Vazgeçelim. Yaramıza bakarak, yaramızdan akan kanla
düşünüp eylemek lazım. O dövmeler, zaten güçlü olduğunu düşündüğümüz
kesimlerin, odakların eteğine yapışmamıza sebep oluyor. Kendimize yeterli, güç
tasarımlarından uzak duralım. Halkla olmayan gücün etkisi yok.
Develere karşı atlar… O develere ve atlara binenler
önemli. Sahipleri kim? Yarayı görmeyen, en yakın gücün yanına koşan siyaset,
sahiplere kör. Atla, deveyle övünmenin anlamı yok.
Başkanlık ya da değil… Eskisi neydi ki yenisi ne
olsun! Ne yaralarımız iyileşecek zannedelim, ne de yaralarımız açığa çıktığı
için utançtan öleceğimizi düşünelim. Yaralardır bizleri büyütecek olan.
Eren Balkır
9 Ocak 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder