Bugünkü politik ortamda herkes, 1936’da Mustafa
Kemal’in ideolojiler üstü bir varlık hâline gelmesini emrettiği ordunun pirüpak
konumuna esir edilmiştir. Bugün herkes, o saf ve pirüpak konum ile bireysel
varlığı arasında bağ kuruyor, böylelikle sınıftan ve sınırdan kurtuluyor. Bir
türlü gerçekleşmeyen darbenin beklentisiyle yaşıyor veya o orduya güvenle, ona
sırtını yaslayarak konuşuyor. Oysa darbe olmuştur. Dolayısıyla her söz boştur.
Bugün 19 Ağustos 1978’de, İran’da bir sinemada çıkan
yangınla ilgili isimsiz yazı, bu sebeple piyasaya sürülüyor. Yazı, İslamcıların
bu eylemle insanları korkutup evlerine hapsettiklerini ve iktidara yerleştiğini
söylüyor. Bir dizi yalanı sıralayanlar bu yazı aracılığıyla o yalanların
doğruya dönüşeceğini düşünüyor olmalılar.
Aylak kargalar dahi bu korkuluğa konuyorlar.[1]
Eylemin uyuşturucu bağımlısı bir gence yaptırıldığı söyleniyor, bu gencin
önceden din eğitimi aldığından ve o mollaların emriyle sinemayı yaktığından
bahsediliyor. Ama o mollaların Şah’ın mollası olma ihtimali üzerinde hiç
durulmuyor. Bu tip olaylara Taksim’de namaz kılma türünden, Türkiye’de de
rastlamak mümkün. Hatta Kubilay Vakası’nda kendisini mehdi ilân eden adamın
esrarkeş olduğu söyleniyor. Bu topraklar, bu tür hilelere aşina.
Bugün Kemalist tarihçiler de Menemen vakasının bir
operasyon olduğunu kabul ediyorlar. Bu operasyon esas olarak Nakşibendi
tarikatı ve onunla ilişkili güce çekiliyor. Operasyonu yürütenler, bilerek ve
kasten, Teğmen Kubilay'ı kurban ediyorlar. Sonrasında vakayı bahane eden
devlet, baskı aygıtı oluşunu herkese vura vura öğretiyor.
Bugün dolaşıma sokulan yazıda bahsi edilen sinema
yangını konusunda başka tanıklıklar ortaya çıkıyor. Rex Sineması katliamı
esnasında İran’da olan bir Amerikalı diplomatın kızı, yıllar sonra şunu
yazıyor: “Birçoğumuz, bu saldırının İslamcı bağnazların işi olduğuna inansak da
Şah’ın muhalefeti lanetlemek için bu zulmün altına imza atmış olması büyük
olasılıktır.”[2]
Söz konusu Rex yazısını bilumum sol-sosyalist isim ve
çevre dahi paylaşabiliyor, çünkü onlar, İran Devrimi’nde halkın ve
devrimcilerin payından haberdar bile değildirler. O yazıda “en çok birliğimizi,
kardeşliğimizi, bölünmezliğimizi, özgürlüğümüzü kaybetmekten korkmalıyız”
denildiğine ve bu yazının altına imza atıldığına göre, bu birlik-kardeşlik
harcına ilgili kesimler, demek ki kendilerini katmakta bir beis görmüyorlar.
Yakında Tahran’a düşecek bombaların akıtacağı kan, o
solcuların eline, gömleğine bugünden bulaşmıştır. Çünkü Şah’ın rejiminin
hilelerine, operasyonlarına bugün ortak olunmaktadır.
Sinemanın yakıldığı yer, refahın, orta sınıfın bol
olduğu bir kenttir ve Şah karşıtı gösterilerin pek görülmediği bir yerdir.
Abadan, Şah laikliğinin kalesi durumundadır. Devletin operasyonlarını bu
gözlükle okumak gerekmektedir. Bu operasyon, elbette ki birilerini kendisine
mecbur etmekle alakalıdır.
1963’teki toprak reformuna, emperyalizme ve
burjuvalara fayda sağlayacağı konusunda ısrarla eleştiri yönelten kesimi
susturmak için devlet, hamleler yapmak zorundadır. Bu da “elinizdeki birikimi
bana borçlusunuz, bu mollalar onları çalacak” manipülasyonu ile
gerçekleştirilmektedir.
Bugün de İslamî açıdan hangi gerekçeyle olursa olsun,
emperyalist, Siyonist ve kapitalist tüm yönelimlere, gelişmelere doğal olarak
karşı çıkartılan mızraklar, içeriden ve dışarıdan bir bir kırılıyorlar. Bunun
ilerlemecilik adına sahiplenilir bir yanı yoktur. Çünkü “sinema yaktı o
gericiler” dedikleri İran Devrimi, dünya sinema tarihine kalıcı bir çentik
atmayı bilmiştir. Kültür bakanlığından, Euroimage, Soros fonlarından beslenen
solcuların önce bu gerçeği düşünmesi gerekir.
Devrimdir bir şeyleri dağıtır, bir şeyleri toparlar.
Zarfa değil mazrufa bakacaksak, bahsi geçen Rex yazısı, özü itibarıyla,
karşı-devrimci bir yazıdır.
Lübnanlı devrimci Enis Nakkaş, bir röportajında “bize
eğitim için Türkler de geldi İranlılar da. Siz yapamadınız devrimi, ama
İranlılar yaptı” demektedir. Bu yapamamanın bedelidir ödenen.
Küçük burjuva şefler, kendi zaaflarını, eksiklerini ve
yanlışlarını kamusallaştırmanın bir yolunu buluyorlar. İran’a dair söylenen her
söz, o yüzden yalandır. Bunu hem politik hem de geleceğe projeksiyon açısından,
İran’ın tasfiyesi bağlamında, görmek gerekmektedir.
Devrimden vazgeçmişliğin adı, geçmişe biat, pirüpak
gerçeğe kul olmaktır. Artık bu tarz resimler paylaşılmakta, altına “anlayın
artık Kemalist Türkiye’nin kıymetini” yazıları döşenmektedir. Bu lafları,
1935’te devlet bürokrasisinde çeviri, sanat vs. işleri bekleyen solun torunları
söylemektedir. Sosyalizm, komünizm, ancak ilericiliğin bir simgesi, Özgür
Dünya’ya layık olmanın bir alameti olarak anlam ifade etmektedir. Bu resimleri,
Arin Mirkan resmi olan bir site bile paylaşmaktadır. Rex yazısı ile birlikte
mesaj ve mesajın verildiği yer açıktır.
Bu açıdan bir dönem ABD stratejisi bağlamında
Sovyetler’i tuzağa çekme açısından İslamcılara verilen destekten tuhaf sonuçlar
çıkartmanın anlamı yoktur. “Nereden çıktı bu cihadcılar?” sorusunu soranlar,
Reagan’ın İslamcılara, “sizler bizim kurucu babalarımızın ahlakî dengisiniz”
dediğini aktarmaktadırlar.[3] Bu, geçmişte kalmış bir meseledir. Mesele, bugün
Thatcher’ın ve Reagan’ın “Özgür Dünya’nın kalbi” dediği şey olmamaktır. Bugün
kurucu babaların dengi olma yarışına girenler, bu gerçeği göz önünde bulundurmalıdırlar.
Özgür Dünyacılar, Türkiye’nin “AB’ye girdiğinin ilân
edilip” havai fişekler patlatıldığı günlerde AB fonuna yakışan TKP kuranlardır.
O fon hükmünü yitirince, “parti” de krize girmiştir. Olan budur. Bugün fon
farklıdır ve iç tartışma, bununla ilgilidir: askerin hakiliği, o fona rengini
çalmıştır. Oraya turuncu, kırmızı başka bir renk eklemeye çalışanlar,
sırtlarını nereye dayadıklarını sorgulamak zorundadırlar.
Foti ve Yıldırım da Ayşe Hür gibi müesses nizama vurgu
yapmakta, “Erdoğan-ordu ikiliği”ne işaret etmekte, asıl sorunun
“birlik-bütünlüğü kim sağlayacak?” olduğunu söylemektedir.[4] İki yazar, Özgür
Dünya’nın akademyasına sıcak gelecek kavramlarla boğdukları yazılarında, “bir
teknokrat nasıl düşünür?” sorusuna cevap vermekte, ordunun doktrin merkezindeki
bir subay gibi akıl yürütmekte, sınıfsız sınırsız bir birlik-bütünlük
önkabülüyle kalem oynatmaktadır.
Oysa bu kadar taklaya gerek yoktur: zira herkes, Rex
Sineması yazısı ve 1935 tarihli resimde görüldüğü üzere, birliğin-bütünlüğün
adresini çoktan bulmuştur. Bu açıdan iki yazarın, “Kürd hareketi, Gezi dinamiği
ve işçi hareketi arasındaki birleşme, Türkiye’nin otoriteryan gidişatını
durduracak yegâne umuttur” demesine hacet yoktur.
Ayrıca bu teknokrat aklın bir karşılığı
bulunmamaktadır. Soyut, pirüpak bir yerde durup, masanın üzerinde bulduğu
malzemeden kitle çıkartmaya çalışmak, saçmalıktır. Sayılan üç dinamiğin içini
kim oydu, aradaki bağları kim koparttı, politik ağırlığını kim hafifletti, asıl
buralara bakmak gerekir. Bu, korkuluğa konmuş kargaların işi değildir. Onlar,
günahlarını, suçlarını, hatalarını Neşet Baba gibi kendinde görecek bir
hasletten yoksundurlar.
Eren Balkır
7 Ocak 2017
Dipnotlar:
[1] Ege E., “Sinema Rex ve Hatırlattıkları”, Aylak Karga.
[2] “1978: One Last Fling in Iran Before the
Revolution”, 4 Şubat 2015, Guardian.
[3] Aytek Soner Alpan, “Nereden Çıktı Bu Cihat ve
Cihatçılar”, 3 Ocak 2017, Sol.
[4] Foti Benlisoy ve Barış Yıldırım, “Turkey’s Fragile
Bonapartism”, 6 Ocak 2017, Left East.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder