Meredith Tax’in A Road Unforeseen: Women Fight the
Islamic State [“Umulmadık Bir Yol: Kadınlar İslam Devleti’yle Savaşıyor”]
isimli kitabının arka kapağında, Suriye’de yaşanan yıkımın orta yerinde, “cephe
hatlarında birer çetin savaşçıya ve lidere dönüşmüş olan kadınlar”ın
omuzlarında yükselen bir “demokratik toplum”dan söz ediliyor. Rojava isimli bu
yeni toplum, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye’deki uzantısı olan
Demokratik Birlik Partisi (PYD) tarafından kuruldu.
Rojava, 2014’teki Kobanê savunması esnasında yaygın
bir ilgiye mazhar oldu. Tax’in kitabının amacı da Kürd ulusal hareketinin ve
onun Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı verdiği kahramanca mücadelenin tarihini
öğrenmek isteyen okurlara bu konuyu takdim etmek. Ama Tax, ikna edici biçimde,
solun Kürd kurtuluş hareketini desteklemesi gerektiğini söylese de kitabı Kürd
tarihine dair çapaklı bir değerlendirmeden muzdarip. Çalışma, özünde hareketin
attığı yanlış adımları gizlemek gibi bir işleve sahip.
İki Vizyon
Yazar, Kürd ulusal hareketi dâhilinde öne çıkan iki
önemli politik geleneğe odaklanıyor: PKK ve nispeten daha muhafazakâr olan
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP).
1946’da KDP, modern tarihin tek Kürd devleti olan, bir
yıldan az bir süre varlığını koruduktan sonra İran’ın eline geçen Mahabad
Cumhuriyeti’nde, Mustafa Barzani tarafından kuruldu. Hem İran’a hem de Irak’a
karşı silâhlı mücadele vermiş olan Barzani, Mahabad’ın yaşadığı yenilgi sonrası
sürgüne gönderildi, ardından da ABD ile ittifak kurdu. ABD, bu ittifaka
Kürdlerin Irak’taki Baas rejimine yönelik direnişi dâhilinde ihanet etti.
Barzani, birçok Kürd için hâlen daha çok önemli bir isim. KDP’nin bugünkü liderli
oğlu Mesud Barzani, o aynı zamanda Irak Kürdistan Bölgesi’nin cumhurbaşkanı.
Meredith Tax, KDP’yi PKK’nin zıttı olarak takdim
ediyor. KDP, gelenekçi bir parti. Barzani aşiretinin parti içerisinde devam
eden rolü, partinin emperyalist güçlerle kurduğu ittifaklar ve geleneksel Kürd
ulus-devleti talebi bu gelenekçiliğin birer delili. PKK ise devrimci.
Tax’in değerlendirmesine göre, PKK hem Kürd
toplumundaki geleneksel yapılara hem de modern ulus-devlete karşı çıkıyor, aynı
zamanda Kürdlerin, bilhassa kadınların tam kurtuluşunu talep ediyor. Başta
Marksist-Leninist bir parti olarak kurulmuş olan PKK, her şeyden önce doğrudan
karmaşık bir ekosistemden ilham alan ve orada örgütlenen, Suriye’deki PYD de
dâhil farklı ülkelerdeki politik ve toplumsal yeraltı örgütlerinden oluşan bir
yapı.
KDP de PKK de Kürd halkını temsil ettiği iddiasında.
Aralarındaki sert bir rekabet söz konusu. Kürd toplumunun geleceğine dair
farklı vizyonlarına destek bulmak için yoğun bir rekabet içerisindeler.
Irak Kürdistan Bölgesi, daha çok KDP’nin vizyonuna
yakın. “PKK hareketi”nin vizyonu ise Kuzey Suriye’deki Kürd bölgelerinde
uygulamaya konuluyor.
Tax’in izahına göre, Rojava mevcut hâlinin korunduğu
bir Suriye devletinde özerk bir bölge olarak kalmak umudunda. Burada
etnisitesine, cinsiyetine veya dinine bakılmaksızın herkes eşit haklara sahip.
Ekonomi, kooperatiflere vurgu yapan topluma hizmet edecek şekilde örgütleniyor.
Politik iktidar, seçimle işbaşına gelmiş konseylerden oluşan karmaşık bir ağın
elinde. Bu sayede hareket, “devletsiz demokrasi” inşa ettiğini söylüyor, zira
toplumun verili yapısının birçok devlete gücünü veren baskı aygıtından arındırıldığı
iddia ediliyor. Partinin lideri Abdullah Öcalan’ın ideolojisine göre biçimlenen
bu modele “konfederal demokrasi” deniliyor.
Değişen İttifaklar
PYD ile PKK, kadınların kurtuluşu konusunda ortak bir
vurguya sahip. Tax, iki örgütün bu yönüne vurgu yapıyor, bu noktada 1979’da
tutuklanan, PKK’nin kurucu üyelerinden Sakine Cansız’ı tüm detaylarıyla takdim
ediyor ve onun her iki partinin gelişimini etkilediğinden bahsediyor.
1980 darbesiyle iktidarı ele geçirdikten sonra Türk
ordusu, hem solu hem de Kürd hareketlerini baskı ve zulümle ezdi. Cansız, kötü
bir şöhrete sahip olan Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere cesaretle direndi ve
mücadelenin önemli bir simgesi hâline geldi.
Kuruluşundan itibaren PKK, kadın örgütlerini önemli
ölçüde araçsal ele aldı. Ama PKK’nin doksanların ortalarında gerilla grubundan
bir kitle hareketine evrilmesi ile birlikte bu durum değişmeye başladı. Partiye
daha çok sayıda kadın katıldı ve eylemci, savaşçı olarak partide yer edindi.
1999’da Türk devletinin Öcalan’ı ele geçirmesi
ardından, hareketin ideolojik evrimi hızlandı. Hapisteyken Öcalan yeni bir
ideoloji geliştirdi. Bu ideoloji, iktidarın zorla ele geçirilmesi fikrinden ve
Kürd ulus-devleti hedefinden vazgeçmekteydi.
Bu yeni yönelim karşısında birçok destekçisi ihanete
uğradığını düşünse de süreç dâhilinde, özörgütlenme konusunda kadınlar daha
fazla imkâna kavuştular. Esasında hareketin kadın kolu, şuan hapiste bulunan
liderlerinin en güçlü destekçisi.
Tax, PKK ve KDP arasındaki farkları belirlerken,
Hollandalı antropolog Martin van Bruinessen’in Ağa, Şeyh ve Devlet:
Kürdistan’ın Toplumsal ve Politik Yapıları isimli çalışmasından
faydalanıyor.
Van Bruinessen, KDP’nin gelenekçi karakterini Kürd
toplumunda aşiretlerin oynadıkları role dair izahatı üzerinden ortaya koyuyor.
Yazarın ifadesiyle, bu aşiretler eskinin birer kalıntısı değiller. Devleti
önceleyen toplumsal ve politik oluşumdan çok devletin” yarattığı birer güç.
Ulusal hükümetler, uzun zamandan beridir kendi
sınırlarında yaşayan Kürd azınlıklara hükmedebilmek adına böl-yönet taktiğine
başvuruyorlar. Bunlar geleneksel yöneticileri destekliyorlar. Bu yöneticilerin
gücü toplum modernleştikçe, yeni ve kendilerine meydan okuyan daha radikal
dinamikler karşısında sönümleniyorlar. Kültürel olduğu düşünülen bu türden
özelliklere yönelik tarihsel bir yaklaşım üzerinden Tax, meseleye yüzeysel
yaklaşan yorumcuların çoğunun düştüğü tuzağa düşmüyor. Bu yorumcular, genelde Kürdleri
ve Arapları birer homojen grupmuş gibi karşı karşıya getiriyorlar.
Gelgelelim PKK ve PYD, aşiret liderlerinden değil,
halkın geniş kesiminden destek toplamayı biliyor. Barzani ve Irak
Kürdistanı’ndaki diğer büyük Kürd partisi Kürdistan Yurtseverler Birliği (PUK)
lideri Celal Talabani’den farklı olarak Öcalan önde gelen bir aşiretin mensubu
değil.
PKK’nin bilhassa Türkiye Kürdistanı’nda elde ettiği
popülarite, bu aşiret sisteminin hatasından kaynaklanıyor. Devletin baskısı,
birçok Kürd liderinin ya güçsüz ya da işbirlikçi olduğunu ortaya çıkartıyor.
Devrimcileşen Kürdler, PKK’ye destek veriyorlar.
Suriye’deki gelişmeler de benzer bir güzergâhı takip
ediyor. Tax’in izahatına göre, PYD Suriye devletinin PKK ile ittifakına son
vermesi ardından, 2003 yılında kuruluyor. Seksenlerin başından itibaren rejim,
PKK’nin Türkiye’ye kuzey Suriye üzerinden saldırılar düzenlemesine izin
veriyor. Harriet Allsop’un da yazdığı biçimiyle, Suriye devleti PKK’yi “Fırat
Nehri’nin akışını kontrol eden Türkiye’ye karşı dengeleyici bir baskı unsuru”
olarak değerlendiriyor.
PKK’nin Türk devletine karşı yürüttüğü savaş, onun
Suriyeli Kürdler arasında da destek bulmasını sağlıyor. Allsop’un tespitine
göre, savaş esnasında yedi ilâ on bini ya ölüyor ya da kayboluyor. PKK, zamanla
Suriye’deki Kürd siyasetini domine etmeye başlıyor. Thomas Schmidinger’in
ifadesiyle, o, Küçük Kürdistan denilen yerde paralel devlet olarak faaliyet
yürütüyor. Bu güvenli bölge karşılığında parti, Suriye siyasetinin dışında
duruyor.
PKK’nin sahip olduğu nispi özgürlük, onu diğer
Suriyeli Kürd partilerinden ayırıyor. Ama Tax, kitabında bu meseleden maalesef
hiç bahsetmiyor. Söz konusu gruplar, kendilerini Arap şovenisti Baas rejiminin
zımnen belirlediği sınırlar sayesinde politik bir açmazın içinde buluyorlar.
Resmi planda yasadışı olan bu Kürd partileri, sadece destekçileri için kültürel
ve sosyal aktiviteler örgütleyebiliyorlar. Kürd devleti talep ettiklerinde veya
rejimin ırkçılığını açıktan eleştirdiklerinde, Suriye güvenlik güçleri onları
hiç acımadan eziyor.
Zamanla bir dizi Suriyeli Kürd partisi, Baas rejimi
ile düşmanlık ve işbirliğine dair farklı düzeyleri iç içe geçiren bir tür
ilişki geliştiriyorlar. Devrimden yıllar önce bu grupların bazılarının
başındaki isimler, devletin güvenlik güçleriyle resmî olmayan, düzenli temaslar
kuruyorlar.
Allsop’un tespitiyle, PKK’nin Baas rejimi ile dolaylı
olarak kurduğu işbirliğine ve Türkiye’ye odaklanması, cazibesinin azalmasına
neden oluyor. Buna katkı sunan diğer bir olgu da Öcalan’ın 1996 tarihli bir
röportajı. Orada Öcalan, birçok Suriyeli Kürd’ün esasında Türkiyeli olduğunu ve
onların Türkiye’ye geri dönmelerinin onların hayrına olacağını söylüyor.
Geçmişte Baas rejiminin, on binlerce Suriyeli Kürd’ü vatandaşlıktan çıkartmak
için buna benzer argümanlar kullandığı biliniyor.
1998’de Türkiye, PKK’yi barındırmaya devam ettiği
takdirde Suriye’ye saldıracağı tehdidinde bulunuyor, bunun üzerine parti
ülkeden çıkartılıyor. Birkaç ay sonra Türk ajanları Öcalan’ı tutukluyor.
Hareketin ana üsleri kuzey Irak’a taşınıyor. PYD ise birkaç yıl sonra
örgütlendiğinde PKK’nin Suriyeli Kürdler arasındaki desteğinin önemli bir
kısmını arkasına alıyor.
Yeni Dinamikler
Tax, daha çok PKK’nin mevcut gelişimi ile ve nispeten
daha dar bir çerçevede Irak Kürdistanı’ndaki KDP ile ilgilendiğinden, bu
politik tarihin önemli bir kısmı kitabında kendisine yer bulmuyor. Kitabının
bizim Rojava projesini Suriye devriminin mevcut bağlamına oturtmamıza imkân
sağlamaması önemli bir talihsizliği.
Örneğin Tax, PYD’nin Rojava projesinin örgütlenmesinde
ne kadar önemli bir yerde durduğuna vurgu yapıyor, ama örgütün bu işi onlarca
yıllık örgütlenme ve kadro eğitimi üzerine inşa edilmemiş olan bir yapının 2011
ayaklanmasının sunduğu fırsatlardan yararlanmadan bu işi başaramayacağını
irdelemiyor.
Devamında Tax, PYD ile Esad arasındaki işbirliğine
dair kesintisiz süren dedikoduları da değerlendirmeye tabi tutmuyor. En önemli
suçlamalardan biri de partinin, daha henüz barışçıl isyanın yeni silahlanıp
silâhlı bir ayaklanmaya evrildiği ilk aşamada rejimle gizli bir anlaşma yaptığı
ile ilgili.
Nisan 2011’de PYD lideri Salih Müslim Suriye’ye döndü.
Allsop’un açıklamasına göre, PYD’yi eleştirenler, bu dönüşün Esad’la yapılmış
bir anlaşmanın parçası olarak gerçekleştiği iddiasındaydı. Bu anlaşma, aynı
zamanda Temmuz 2012’de Rojava’nın Suriye hükümetince hiçbir şiddet yoluna
başvurmaksızın çekilmesini de içeriyordu. Bunun karşılığında PYD isyancılara
katılmayacak, kuzeyden Esad’a saldırmayacaktı.
PYD, bu değerlendirmeleri kabul etmiyor. Rejimin bölge
için daha fazla kaynak harcamama kararından bahsediyor ve Suriye güçleriyle
sonrasında yaşadığı çatışmalara işaret ediyor. Bu hususlar, partinin Esad’la
ilişkisi konusunda şüpheye düşmek için iyi birer sebep.
Öncesinde Salih Müslim, Demokratik Değişim Güçleri
Ulusal Koordinasyon Komitesi delegesiydi. Bu komite, sürecin başında Esad’la
diyalog kurulmasını talep etmişti. Suriye Ulusal Konseyi ve Yerel Koordinasyon
Konseyleri, komitenin göstermelik olduğunu söyledi ve onun Esad rejiminin sanki
reform istiyormuş gibi görünmesini sağlayan, iktidara “sadık bir muhalefet”
olduğunu iddia etti. Gerçek ne olursa olsun şurası açık: Meredith Tax’in kitabı
bu tartışmaya hiç değinmiyor.
Ayrıca Tax’in Kürd siyasetini Barzani ile PKK’li
devrimciler arasındaki ikilik üzerinden yorumlaması da 2004 sonrası ortaya
çıkan yeni dinamikleri kesinlikle açıklamıyor.
Tax, 2004’te “PYD Suriyeli Kürdlerin ilk büyük
ayaklanmasının örgütlenme sürecine katıldığını söylüyor. Kamışlı ayaklanması
ile ilgili bu tespitinde yazar partinin rolünü abartıyor. Kürdlere karşı
uygulanan şiddet ve zulme karşı bu kendiliğinden gerçekleşen protestoyu hiçbir
partinin örgütlemediğini söylemek daha doğru. Kabul etmek gerek ki PYD,
protestolar başladıktan sonra onlara destek vermek noktasında önemli bir rol
oynadı, ama bu desteği Yekîtî (Birlik) partisi gibi nispeten daha militan başka
Suriyeli-Kürd gruplar da vermişti. Ama ayaklanma, sona erdikten sonra hem
PYD’yi hem de Suriye devletini eleştiren yeni gruplar da oluşmuştu.
Bunlardan biri de Kürd Gençlik Hareketi. Ağırlıklı
olarak gençlerden oluşan bu hareket, Baas rejimine karşı ilk silâhlı direnişi
başlatmaya çalıştı. Hareket, PYD’yi devletle çalışmakla suçluyordu.
Kürd Gelecek Hareketi de Kamışlı ayaklanması sonrası
kurulmuş bir örgüttü. O da PYD’nin devletle işbirliği içerisinde olduğuna dair
iddialar üzerinden PYD’ye karşı çıktı. Bu grup, Arap muhalefet güçleriyle
çalışarak, rejimin kırmızı çizgisini ihlal etti. Devrimin başladığı günden beri
hükümetin devrilmesinden başka bir talep dillendirmedi. Temmuz 2011’de
hareketin lideri Meşal Temo, hükümetle diyalogun imkânsız olduğunu söyledi:
“Kendi halkını öldüren bir rejimle konuşamazsınız.”
A Road Unforeseen isimli
kitap, Temo’yu önemsiz bir kişi olarak görüyor. Onu “Kürdlerin Suriye Ulusal
Konseyi’nde kalmalarını isteyen bir aktivist” olarak tarif ediyor. Bu yaklaşım,
Temo’nun Kürd siyasetindeki önemli rolünü kenara atıyor. Ekim 2011’de
öldürülmesi sonrası cenaze törenine Kamışlı’da elli bin kişi katılıyor; Halep,
Lazkiye ve Haseke’de düzenlenen gösterilerse daha büyük.
Tax, PYD’nin Temo’ya yönelik suikastın parçası
olduğuna dair suçlamaların ispatlanamadığını söylüyor ve Suudi haber kanalı Arabiya’nın
yayınladığı, Temo’nun Esad rejiminin emriyle öldürüldüğüne gösteren belgelere
atıfta bulunuyor.
Oysa bu mesele açıklığa kavuşturulmuş değil. Ölümünden
kısa bir süre önce Temo, rejimin ve PYD’nin kendisini ortak düşman olarak
gördüğünü, ikisinin hayatına kastedeceğini söylüyor. PYD, ilkin Temo’nun
ölümünden Türk hükümetini, ardından da Esad’ı suçluyor. Liderinin ölümüyle
giderek güç kaybeden Kürd Gelecek Hareketi, hâlâ cinayetten PYD’yi sorumlu
tutuyor.
Tax, bu suçlamaları “Batı hükümetleri ve STK’ları”
arasında dolaşımda olan “Rojava karşıtı anlatının” parçası olarak tarif ediyor.
Oysa yukarıda kabataslak aktardığımız, PKK ile Baasçı devlet arasındaki
ortaklık, Arap ve Kürd, birçok insanın ona güvenmemesine neden oluyor. Ayrıca
PYD’nin desteğinde gerçekleşen politik baskıya dair yakın döneme ait olayların
da bir kenara atılması pek mümkün değil. Rojava’da partiye karşı bir dizi
protesto gerçekleşti. Bu tür saldırılar yüzünden Rojava yönetimi özür diledi ve
bazı değişiklikler yapmaya çalıştı.
Eleştirel Dayanışma
Meredith Tax’in kitabı, Suriye devrimine sempatiyle
yaklaşırken, Rojava’nın kaderinin o devrimle nasıl iç içe geçtiğini pek
görmüyor. Şurası açık: Esad rejimi bir biçimde yıkılmaz ise, o özerk bir
bölgenin, bilhassa Kürdlerin hâkim olduğu bölgenin oluşmasına hoşgörüyle
yaklaşmayacak.
Suriye’de sürmekte olan savaşa PYD yayınlarında ve
bildirilerinde pek değinilmiyor. Ocak 2016’da PYD temsilcisi Zuhat Kobani,
Rojava’nın diğer bölgelere üstün olduğunu ispatlamak için bölgede zayiat
oranlarının düşük olduğunu söyledi. Oysa bu farklılık Rojava değil, Esad ile
ilişkili. Esad, güçlerini daha çok başka yerlere odaklamış durumda.
Esad, Kürdlerin kendi kaderlerini tayin hakkını
tanımadığını açıktan söyledi. Eğer devrimci kalkışma başarısız olursa, varil
bombaları ileride Rojava’nın üzerine yağacak.
Suriye devriminin trajedilerinden biri de bilhassa
Esad karşıtı güçlerle Kürdler gibi ülkenin ezilen grupları arasındaki kavga ve
ayrımdır.
Birçok muhalefet lideri, Kürdlerin kendi kaderlerini
tayin hakkını tanımıyor. Hatta alabildiğine ırkçı ifadelere başvuruyor. 2013’te
Nusra, Ahraru’ş Şam ve diğer İslamcılar Kürd bölgelerine saldırdıklarında,
muhalefetin büyük bir kısmı sessiz kaldı. Bu, Kürdlere Kamışlı ayaklanması
sonrası bu kesimlerdeki sessizliği anımsattı.
PYD’nin rejime yönelik muğlâk konumu ve muhalefeti
görmezden gelmesi birçok isyancıyı kızdırıyor. 2013’te verdiği bir röportajda
Salih Müslim, Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlı grupların Amerikan emperyalizminin
kuklası olduğunu söyledi. YPG güçlerinin Esad’la birlikte
kurduğu fiilî ittifak, en açık örneğini Halep kuşatmasında ortaya
koydu. Müslim’in Rus müdahalesini övmesi de öfkeyi iyice artırdı. Ama şunu
söylemek lazım: söz konusu trajedinin gerçek temeli, Suriye muhalefetinin
Kürdlerin kendi kaderlerini tayin hakkını destek vermeyi reddetmesi.
PYD projesi, muğlâklığını hâlen koruyor. Bir yandan
Rojava’daki etnik ve dinî çoğulculuk, bölgeyi azınlıklar için nispeten güvenli
bir bölge hâline getirdi. Ayrıca mazlum Kürdler için önemli demokratik
kazanımlar elde edilmesine tanık olundu. PYD destekçileri, Rojava’yı tüm ülke,
bölge, bazen de dünya için bir alternatif olarak takdim etmeye başladılar.
Onlara göre, PKK’nin ideolojisi artık milliyetçi değil.
Ama hareketin sorgulanamayacak ideolojik ve politik
lideri olan Öcalan’a göre, Kürd hareketi sadece yeni bir tür demokrasi
kurmuyor. Onun kanaatince, Kürd’ün özel nitelikleri yeniden doğuyor: Öcalan,
Kürdlerin demokrasinin seçilmiş halkı olduğunu söylüyor.
Bu yaklaşım, hareketin enternasyonalizmini de muğlâk
kılıyor. “Suriye muhalefetinin PYD’ye yönelik garezi” dediği hususla ilgili
olarak Tax, Müslim’in şu sözünü aktarıyor: “Bizim sorunumuz, iktidar değil.
Şam’daki iktidar gelir gider. Biz Kürdler için bu hususun bir önemi yok. Bizim
için önemli olan, varlığımızı ortaya koymak.”
Tax’in kitabı, Rojava ile ilgili, ucu açık bir dizi
soru ile sona eriyor. Yazar, “PKK gibi yukarıdan aşağı inşa edilmiş bir
örgüt”le “komünlerin ve konseylerin halka dayalı, yukarıdan aşağı teşkil
edilmiş demokratik siyaset” arasındaki çelişkiye işaret ediyor. Ayrıca yazar,
Öcalan’ın ideolojisinin sorgulanması noktasında “kurulmakta olan Rojava’nın
yeterince yer açmadığından endişelendiğini söylüyor.
Bu sorulara başka sorular da eklemek mümkün: PKK
içeride nasıl hareket ediyor? Rojava yönetimi, devre dışı bırakılamayan
sınırsal ayrımlarla veya bölgesel farklılıklarla nasıl başa çıkacak? “Toplum
kendisini yönetmeli” görüşü ile hareketin özgürlük hedeflerine dair sınırlara
karar verenleri nasıl uzlaştıracak?
Tax, Kültür Devrimi’nin zirvede olduğu dönemde 1973’te
gündeme gelen ve kendisinin de parçası olduğu “devrimci turizm” deneyimine dair
eleştiriler getiriyor. “Kısa süre baktığım her konuyu sorgulayacak kadar
saftım” diyor. Şimdi ise solun daha temkinli bir görüş geliştirmesini istiyor.
Kitap, ikna edici tarzıyla, Rojava’da “insanların bir
şeyler yapmaya çalıştığını ve kadınların merkezde olduğunu” söylüyor. Bu çaba
ve onu mümkün kılan Suriye devrimi, dikkatimizi ve dayanışmamızı hak ediyor.
Alex de Jong
30 Kasım 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder