Pages

02 Aralık 2016

Rojava Projesi

Meredith Tax’in A Road Unforeseen: Women Fight the Islamic State [“Umulmadık Bir Yol: Kadınlar İslam Devleti’yle Savaşıyor”] isimli kitabının arka kapağında, Suriye’de yaşanan yıkımın orta yerinde, “cephe hatlarında birer çetin savaşçıya ve lidere dönüşmüş olan kadınlar”ın omuzlarında yükselen bir “demokratik toplum”dan söz ediliyor. Rojava isimli bu yeni toplum, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye’deki uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) tarafından kuruldu.

Rojava, 2014’teki Kobanê savunması esnasında yaygın bir ilgiye mazhar oldu. Tax’in kitabının amacı da Kürd ulusal hareketinin ve onun Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı verdiği kahramanca mücadelenin tarihini öğrenmek isteyen okurlara bu konuyu takdim etmek. Ama Tax, ikna edici biçimde, solun Kürd kurtuluş hareketini desteklemesi gerektiğini söylese de kitabı Kürd tarihine dair çapaklı bir değerlendirmeden muzdarip. Çalışma, özünde hareketin attığı yanlış adımları gizlemek gibi bir işleve sahip.

İki Vizyon

Yazar, Kürd ulusal hareketi dâhilinde öne çıkan iki önemli politik geleneğe odaklanıyor: PKK ve nispeten daha muhafazakâr olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP).

1946’da KDP, modern tarihin tek Kürd devleti olan, bir yıldan az bir süre varlığını koruduktan sonra İran’ın eline geçen Mahabad Cumhuriyeti’nde, Mustafa Barzani tarafından kuruldu. Hem İran’a hem de Irak’a karşı silâhlı mücadele vermiş olan Barzani, Mahabad’ın yaşadığı yenilgi sonrası sürgüne gönderildi, ardından da ABD ile ittifak kurdu. ABD, bu ittifaka Kürdlerin Irak’taki Baas rejimine yönelik direnişi dâhilinde ihanet etti. Barzani, birçok Kürd için hâlen daha çok önemli bir isim. KDP’nin bugünkü liderli oğlu Mesud Barzani, o aynı zamanda Irak Kürdistan Bölgesi’nin cumhurbaşkanı.

Meredith Tax, KDP’yi PKK’nin zıttı olarak takdim ediyor. KDP, gelenekçi bir parti. Barzani aşiretinin parti içerisinde devam eden rolü, partinin emperyalist güçlerle kurduğu ittifaklar ve geleneksel Kürd ulus-devleti talebi bu gelenekçiliğin birer delili. PKK ise devrimci.

Tax’in değerlendirmesine göre, PKK hem Kürd toplumundaki geleneksel yapılara hem de modern ulus-devlete karşı çıkıyor, aynı zamanda Kürdlerin, bilhassa kadınların tam kurtuluşunu talep ediyor. Başta Marksist-Leninist bir parti olarak kurulmuş olan PKK, her şeyden önce doğrudan karmaşık bir ekosistemden ilham alan ve orada örgütlenen, Suriye’deki PYD de dâhil farklı ülkelerdeki politik ve toplumsal yeraltı örgütlerinden oluşan bir yapı.

KDP de PKK de Kürd halkını temsil ettiği iddiasında. Aralarındaki sert bir rekabet söz konusu. Kürd toplumunun geleceğine dair farklı vizyonlarına destek bulmak için yoğun bir rekabet içerisindeler.

Irak Kürdistan Bölgesi, daha çok KDP’nin vizyonuna yakın. “PKK hareketi”nin vizyonu ise Kuzey Suriye’deki Kürd bölgelerinde uygulamaya konuluyor.

Tax’in izahına göre, Rojava mevcut hâlinin korunduğu bir Suriye devletinde özerk bir bölge olarak kalmak umudunda. Burada etnisitesine, cinsiyetine veya dinine bakılmaksızın herkes eşit haklara sahip. Ekonomi, kooperatiflere vurgu yapan topluma hizmet edecek şekilde örgütleniyor. Politik iktidar, seçimle işbaşına gelmiş konseylerden oluşan karmaşık bir ağın elinde. Bu sayede hareket, “devletsiz demokrasi” inşa ettiğini söylüyor, zira toplumun verili yapısının birçok devlete gücünü veren baskı aygıtından arındırıldığı iddia ediliyor. Partinin lideri Abdullah Öcalan’ın ideolojisine göre biçimlenen bu modele “konfederal demokrasi” deniliyor.

Değişen İttifaklar

PYD ile PKK, kadınların kurtuluşu konusunda ortak bir vurguya sahip. Tax, iki örgütün bu yönüne vurgu yapıyor, bu noktada 1979’da tutuklanan, PKK’nin kurucu üyelerinden Sakine Cansız’ı tüm detaylarıyla takdim ediyor ve onun her iki partinin gelişimini etkilediğinden bahsediyor.

1980 darbesiyle iktidarı ele geçirdikten sonra Türk ordusu, hem solu hem de Kürd hareketlerini baskı ve zulümle ezdi. Cansız, kötü bir şöhrete sahip olan Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere cesaretle direndi ve mücadelenin önemli bir simgesi hâline geldi.

Kuruluşundan itibaren PKK, kadın örgütlerini önemli ölçüde araçsal ele aldı. Ama PKK’nin doksanların ortalarında gerilla grubundan bir kitle hareketine evrilmesi ile birlikte bu durum değişmeye başladı. Partiye daha çok sayıda kadın katıldı ve eylemci, savaşçı olarak partide yer edindi.

1999’da Türk devletinin Öcalan’ı ele geçirmesi ardından, hareketin ideolojik evrimi hızlandı. Hapisteyken Öcalan yeni bir ideoloji geliştirdi. Bu ideoloji, iktidarın zorla ele geçirilmesi fikrinden ve Kürd ulus-devleti hedefinden vazgeçmekteydi.

Bu yeni yönelim karşısında birçok destekçisi ihanete uğradığını düşünse de süreç dâhilinde, özörgütlenme konusunda kadınlar daha fazla imkâna kavuştular. Esasında hareketin kadın kolu, şuan hapiste bulunan liderlerinin en güçlü destekçisi.

Tax, PKK ve KDP arasındaki farkları belirlerken, Hollandalı antropolog Martin van Bruinessen’in Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Toplumsal ve Politik Yapıları isimli çalışmasından faydalanıyor.

Van Bruinessen, KDP’nin gelenekçi karakterini Kürd toplumunda aşiretlerin oynadıkları role dair izahatı üzerinden ortaya koyuyor. Yazarın ifadesiyle, bu aşiretler eskinin birer kalıntısı değiller. Devleti önceleyen toplumsal ve politik oluşumdan çok devletin” yarattığı birer güç.

Ulusal hükümetler, uzun zamandan beridir kendi sınırlarında yaşayan Kürd azınlıklara hükmedebilmek adına böl-yönet taktiğine başvuruyorlar. Bunlar geleneksel yöneticileri destekliyorlar. Bu yöneticilerin gücü toplum modernleştikçe, yeni ve kendilerine meydan okuyan daha radikal dinamikler karşısında sönümleniyorlar. Kültürel olduğu düşünülen bu türden özelliklere yönelik tarihsel bir yaklaşım üzerinden Tax, meseleye yüzeysel yaklaşan yorumcuların çoğunun düştüğü tuzağa düşmüyor. Bu yorumcular, genelde Kürdleri ve Arapları birer homojen grupmuş gibi karşı karşıya getiriyorlar.

Gelgelelim PKK ve PYD, aşiret liderlerinden değil, halkın geniş kesiminden destek toplamayı biliyor. Barzani ve Irak Kürdistanı’ndaki diğer büyük Kürd partisi Kürdistan Yurtseverler Birliği (PUK) lideri Celal Talabani’den farklı olarak Öcalan önde gelen bir aşiretin mensubu değil.

PKK’nin bilhassa Türkiye Kürdistanı’nda elde ettiği popülarite, bu aşiret sisteminin hatasından kaynaklanıyor. Devletin baskısı, birçok Kürd liderinin ya güçsüz ya da işbirlikçi olduğunu ortaya çıkartıyor. Devrimcileşen Kürdler, PKK’ye destek veriyorlar.

Suriye’deki gelişmeler de benzer bir güzergâhı takip ediyor. Tax’in izahatına göre, PYD Suriye devletinin PKK ile ittifakına son vermesi ardından, 2003 yılında kuruluyor. Seksenlerin başından itibaren rejim, PKK’nin Türkiye’ye kuzey Suriye üzerinden saldırılar düzenlemesine izin veriyor. Harriet Allsop’un da yazdığı biçimiyle, Suriye devleti PKK’yi “Fırat Nehri’nin akışını kontrol eden Türkiye’ye karşı dengeleyici bir baskı unsuru” olarak değerlendiriyor.

PKK’nin Türk devletine karşı yürüttüğü savaş, onun Suriyeli Kürdler arasında da destek bulmasını sağlıyor. Allsop’un tespitine göre, savaş esnasında yedi ilâ on bini ya ölüyor ya da kayboluyor. PKK, zamanla Suriye’deki Kürd siyasetini domine etmeye başlıyor. Thomas Schmidinger’in ifadesiyle, o, Küçük Kürdistan denilen yerde paralel devlet olarak faaliyet yürütüyor. Bu güvenli bölge karşılığında parti, Suriye siyasetinin dışında duruyor.

PKK’nin sahip olduğu nispi özgürlük, onu diğer Suriyeli Kürd partilerinden ayırıyor. Ama Tax, kitabında bu meseleden maalesef hiç bahsetmiyor. Söz konusu gruplar, kendilerini Arap şovenisti Baas rejiminin zımnen belirlediği sınırlar sayesinde politik bir açmazın içinde buluyorlar. Resmi planda yasadışı olan bu Kürd partileri, sadece destekçileri için kültürel ve sosyal aktiviteler örgütleyebiliyorlar. Kürd devleti talep ettiklerinde veya rejimin ırkçılığını açıktan eleştirdiklerinde, Suriye güvenlik güçleri onları hiç acımadan eziyor.

Zamanla bir dizi Suriyeli Kürd partisi, Baas rejimi ile düşmanlık ve işbirliğine dair farklı düzeyleri iç içe geçiren bir tür ilişki geliştiriyorlar. Devrimden yıllar önce bu grupların bazılarının başındaki isimler, devletin güvenlik güçleriyle resmî olmayan, düzenli temaslar kuruyorlar.

Allsop’un tespitiyle, PKK’nin Baas rejimi ile dolaylı olarak kurduğu işbirliğine ve Türkiye’ye odaklanması, cazibesinin azalmasına neden oluyor. Buna katkı sunan diğer bir olgu da Öcalan’ın 1996 tarihli bir röportajı. Orada Öcalan, birçok Suriyeli Kürd’ün esasında Türkiyeli olduğunu ve onların Türkiye’ye geri dönmelerinin onların hayrına olacağını söylüyor. Geçmişte Baas rejiminin, on binlerce Suriyeli Kürd’ü vatandaşlıktan çıkartmak için buna benzer argümanlar kullandığı biliniyor.

1998’de Türkiye, PKK’yi barındırmaya devam ettiği takdirde Suriye’ye saldıracağı tehdidinde bulunuyor, bunun üzerine parti ülkeden çıkartılıyor. Birkaç ay sonra Türk ajanları Öcalan’ı tutukluyor. Hareketin ana üsleri kuzey Irak’a taşınıyor. PYD ise birkaç yıl sonra örgütlendiğinde PKK’nin Suriyeli Kürdler arasındaki desteğinin önemli bir kısmını arkasına alıyor.

Yeni Dinamikler

Tax, daha çok PKK’nin mevcut gelişimi ile ve nispeten daha dar bir çerçevede Irak Kürdistanı’ndaki KDP ile ilgilendiğinden, bu politik tarihin önemli bir kısmı kitabında kendisine yer bulmuyor. Kitabının bizim Rojava projesini Suriye devriminin mevcut bağlamına oturtmamıza imkân sağlamaması önemli bir talihsizliği.

Örneğin Tax, PYD’nin Rojava projesinin örgütlenmesinde ne kadar önemli bir yerde durduğuna vurgu yapıyor, ama örgütün bu işi onlarca yıllık örgütlenme ve kadro eğitimi üzerine inşa edilmemiş olan bir yapının 2011 ayaklanmasının sunduğu fırsatlardan yararlanmadan bu işi başaramayacağını irdelemiyor.

Devamında Tax, PYD ile Esad arasındaki işbirliğine dair kesintisiz süren dedikoduları da değerlendirmeye tabi tutmuyor. En önemli suçlamalardan biri de partinin, daha henüz barışçıl isyanın yeni silahlanıp silâhlı bir ayaklanmaya evrildiği ilk aşamada rejimle gizli bir anlaşma yaptığı ile ilgili.

Nisan 2011’de PYD lideri Salih Müslim Suriye’ye döndü. Allsop’un açıklamasına göre, PYD’yi eleştirenler, bu dönüşün Esad’la yapılmış bir anlaşmanın parçası olarak gerçekleştiği iddiasındaydı. Bu anlaşma, aynı zamanda Temmuz 2012’de Rojava’nın Suriye hükümetince hiçbir şiddet yoluna başvurmaksızın çekilmesini de içeriyordu. Bunun karşılığında PYD isyancılara katılmayacak, kuzeyden Esad’a saldırmayacaktı.

PYD, bu değerlendirmeleri kabul etmiyor. Rejimin bölge için daha fazla kaynak harcamama kararından bahsediyor ve Suriye güçleriyle sonrasında yaşadığı çatışmalara işaret ediyor. Bu hususlar, partinin Esad’la ilişkisi konusunda şüpheye düşmek için iyi birer sebep.

Öncesinde Salih Müslim, Demokratik Değişim Güçleri Ulusal Koordinasyon Komitesi delegesiydi. Bu komite, sürecin başında Esad’la diyalog kurulmasını talep etmişti. Suriye Ulusal Konseyi ve Yerel Koordinasyon Konseyleri, komitenin göstermelik olduğunu söyledi ve onun Esad rejiminin sanki reform istiyormuş gibi görünmesini sağlayan, iktidara “sadık bir muhalefet” olduğunu iddia etti. Gerçek ne olursa olsun şurası açık: Meredith Tax’in kitabı bu tartışmaya hiç değinmiyor.

Ayrıca Tax’in Kürd siyasetini Barzani ile PKK’li devrimciler arasındaki ikilik üzerinden yorumlaması da 2004 sonrası ortaya çıkan yeni dinamikleri kesinlikle açıklamıyor.

Tax, 2004’te “PYD Suriyeli Kürdlerin ilk büyük ayaklanmasının örgütlenme sürecine katıldığını söylüyor. Kamışlı ayaklanması ile ilgili bu tespitinde yazar partinin rolünü abartıyor. Kürdlere karşı uygulanan şiddet ve zulme karşı bu kendiliğinden gerçekleşen protestoyu hiçbir partinin örgütlemediğini söylemek daha doğru. Kabul etmek gerek ki PYD, protestolar başladıktan sonra onlara destek vermek noktasında önemli bir rol oynadı, ama bu desteği Yekîtî (Birlik) partisi gibi nispeten daha militan başka Suriyeli-Kürd gruplar da vermişti. Ama ayaklanma, sona erdikten sonra hem PYD’yi hem de Suriye devletini eleştiren yeni gruplar da oluşmuştu.

Bunlardan biri de Kürd Gençlik Hareketi. Ağırlıklı olarak gençlerden oluşan bu hareket, Baas rejimine karşı ilk silâhlı direnişi başlatmaya çalıştı. Hareket, PYD’yi devletle çalışmakla suçluyordu.

Kürd Gelecek Hareketi de Kamışlı ayaklanması sonrası kurulmuş bir örgüttü. O da PYD’nin devletle işbirliği içerisinde olduğuna dair iddialar üzerinden PYD’ye karşı çıktı. Bu grup, Arap muhalefet güçleriyle çalışarak, rejimin kırmızı çizgisini ihlal etti. Devrimin başladığı günden beri hükümetin devrilmesinden başka bir talep dillendirmedi. Temmuz 2011’de hareketin lideri Meşal Temo, hükümetle diyalogun imkânsız olduğunu söyledi: “Kendi halkını öldüren bir rejimle konuşamazsınız.”

A Road Unforeseen isimli kitap, Temo’yu önemsiz bir kişi olarak görüyor. Onu “Kürdlerin Suriye Ulusal Konseyi’nde kalmalarını isteyen bir aktivist” olarak tarif ediyor. Bu yaklaşım, Temo’nun Kürd siyasetindeki önemli rolünü kenara atıyor. Ekim 2011’de öldürülmesi sonrası cenaze törenine Kamışlı’da elli bin kişi katılıyor; Halep, Lazkiye ve Haseke’de düzenlenen gösterilerse daha büyük.

Tax, PYD’nin Temo’ya yönelik suikastın parçası olduğuna dair suçlamaların ispatlanamadığını söylüyor ve Suudi haber kanalı Arabiya’nın yayınladığı, Temo’nun Esad rejiminin emriyle öldürüldüğüne gösteren belgelere atıfta bulunuyor.

Oysa bu mesele açıklığa kavuşturulmuş değil. Ölümünden kısa bir süre önce Temo, rejimin ve PYD’nin kendisini ortak düşman olarak gördüğünü, ikisinin hayatına kastedeceğini söylüyor. PYD, ilkin Temo’nun ölümünden Türk hükümetini, ardından da Esad’ı suçluyor. Liderinin ölümüyle giderek güç kaybeden Kürd Gelecek Hareketi, hâlâ cinayetten PYD’yi sorumlu tutuyor.

Tax, bu suçlamaları “Batı hükümetleri ve STK’ları” arasında dolaşımda olan “Rojava karşıtı anlatının” parçası olarak tarif ediyor. Oysa yukarıda kabataslak aktardığımız, PKK ile Baasçı devlet arasındaki ortaklık, Arap ve Kürd, birçok insanın ona güvenmemesine neden oluyor. Ayrıca PYD’nin desteğinde gerçekleşen politik baskıya dair yakın döneme ait olayların da bir kenara atılması pek mümkün değil. Rojava’da partiye karşı bir dizi protesto gerçekleşti. Bu tür saldırılar yüzünden Rojava yönetimi özür diledi ve bazı değişiklikler yapmaya çalıştı.

Eleştirel Dayanışma

Meredith Tax’in kitabı, Suriye devrimine sempatiyle yaklaşırken, Rojava’nın kaderinin o devrimle nasıl iç içe geçtiğini pek görmüyor. Şurası açık: Esad rejimi bir biçimde yıkılmaz ise, o özerk bir bölgenin, bilhassa Kürdlerin hâkim olduğu bölgenin oluşmasına hoşgörüyle yaklaşmayacak.

Suriye’de sürmekte olan savaşa PYD yayınlarında ve bildirilerinde pek değinilmiyor. Ocak 2016’da PYD temsilcisi Zuhat Kobani, Rojava’nın diğer bölgelere üstün olduğunu ispatlamak için bölgede zayiat oranlarının düşük olduğunu söyledi. Oysa bu farklılık Rojava değil, Esad ile ilişkili. Esad, güçlerini daha çok başka yerlere odaklamış durumda.

Esad, Kürdlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımadığını açıktan söyledi. Eğer devrimci kalkışma başarısız olursa, varil bombaları ileride Rojava’nın üzerine yağacak.

Suriye devriminin trajedilerinden biri de bilhassa Esad karşıtı güçlerle Kürdler gibi ülkenin ezilen grupları arasındaki kavga ve ayrımdır.

Birçok muhalefet lideri, Kürdlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımıyor. Hatta alabildiğine ırkçı ifadelere başvuruyor. 2013’te Nusra, Ahraru’ş Şam ve diğer İslamcılar Kürd bölgelerine saldırdıklarında, muhalefetin büyük bir kısmı sessiz kaldı. Bu, Kürdlere Kamışlı ayaklanması sonrası bu kesimlerdeki sessizliği anımsattı.

PYD’nin rejime yönelik muğlâk konumu ve muhalefeti görmezden gelmesi birçok isyancıyı kızdırıyor. 2013’te verdiği bir röportajda Salih Müslim, Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlı grupların Amerikan emperyalizminin kuklası olduğunu söyledi. YPG güçlerinin Esad’la birlikte kurduğu fiilî ittifak, en açık örneğini Halep kuşatmasında ortaya koydu. Müslim’in Rus müdahalesini övmesi de öfkeyi iyice artırdı. Ama şunu söylemek lazım: söz konusu trajedinin gerçek temeli, Suriye muhalefetinin Kürdlerin kendi kaderlerini tayin hakkını destek vermeyi reddetmesi.

PYD projesi, muğlâklığını hâlen koruyor. Bir yandan Rojava’daki etnik ve dinî çoğulculuk, bölgeyi azınlıklar için nispeten güvenli bir bölge hâline getirdi. Ayrıca mazlum Kürdler için önemli demokratik kazanımlar elde edilmesine tanık olundu. PYD destekçileri, Rojava’yı tüm ülke, bölge, bazen de dünya için bir alternatif olarak takdim etmeye başladılar. Onlara göre, PKK’nin ideolojisi artık milliyetçi değil.

Ama hareketin sorgulanamayacak ideolojik ve politik lideri olan Öcalan’a göre, Kürd hareketi sadece yeni bir tür demokrasi kurmuyor. Onun kanaatince, Kürd’ün özel nitelikleri yeniden doğuyor: Öcalan, Kürdlerin demokrasinin seçilmiş halkı olduğunu söylüyor.

Bu yaklaşım, hareketin enternasyonalizmini de muğlâk kılıyor. “Suriye muhalefetinin PYD’ye yönelik garezi” dediği hususla ilgili olarak Tax, Müslim’in şu sözünü aktarıyor: “Bizim sorunumuz, iktidar değil. Şam’daki iktidar gelir gider. Biz Kürdler için bu hususun bir önemi yok. Bizim için önemli olan, varlığımızı ortaya koymak.”

Tax’in kitabı, Rojava ile ilgili, ucu açık bir dizi soru ile sona eriyor. Yazar, “PKK gibi yukarıdan aşağı inşa edilmiş bir örgüt”le “komünlerin ve konseylerin halka dayalı, yukarıdan aşağı teşkil edilmiş demokratik siyaset” arasındaki çelişkiye işaret ediyor. Ayrıca yazar, Öcalan’ın ideolojisinin sorgulanması noktasında “kurulmakta olan Rojava’nın yeterince yer açmadığından endişelendiğini söylüyor.

Bu sorulara başka sorular da eklemek mümkün: PKK içeride nasıl hareket ediyor? Rojava yönetimi, devre dışı bırakılamayan sınırsal ayrımlarla veya bölgesel farklılıklarla nasıl başa çıkacak? “Toplum kendisini yönetmeli” görüşü ile hareketin özgürlük hedeflerine dair sınırlara karar verenleri nasıl uzlaştıracak?

Tax, Kültür Devrimi’nin zirvede olduğu dönemde 1973’te gündeme gelen ve kendisinin de parçası olduğu “devrimci turizm” deneyimine dair eleştiriler getiriyor. “Kısa süre baktığım her konuyu sorgulayacak kadar saftım” diyor. Şimdi ise solun daha temkinli bir görüş geliştirmesini istiyor.

Kitap, ikna edici tarzıyla, Rojava’da “insanların bir şeyler yapmaya çalıştığını ve kadınların merkezde olduğunu” söylüyor. Bu çaba ve onu mümkün kılan Suriye devrimi, dikkatimizi ve dayanışmamızı hak ediyor.

Alex de Jong
30 Kasım 2016
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder