“Noel” diye yazar İsveçli ilahiyatçı Hans Urs Von
Balthasar, “tarihteki bir olay değil, zamanın ebediyetin istilasına
uğramasıdır.” Kastettiği, Noel’in bir ânla ya da hatta bir dönemle kayıtlı
olmadığı, Noel’le ortaya serilenin, zamanın sınırlarına tabi olmadığıdır.
Zamanı akamete uğratan sonsuzluğun mümkün görünmeyişi, bizatihi Noel
hikâyesinin alâmeti farikası olan beklenmedik tersine çevirmeleri içeren uzun
listesinin başında yer alır.
Hikâyenin başlama vesilesi, şaşırtıcı birtakım
olaylardır: özel bir toplumsal konuma sahip bulunmayan bir kadın, bir melek
tarafından ziyaret edilir ve bakire kadın, oracıkta hamile kalır. Nişanlısı,
geleneklere ve dinin buyruklarına göre, onu kovma ya da infazına yol verme
haklarına sahiptir, ancak o, bunun yerine, onunla evlenmekten geri durmaz.
Günışığında dahi görülebilen çok parlak bir yıldızın altında çift, başka bir
şehre seyahat eder ve Tanrı’nın oğlunun anasına bir tek oda olsun bulamaz.
Böylece Mesih, hayvanlara ayrılmış bir yem teknesinin içine doğar ve oraya
yatırılır.
Pek ilginç, bir gariplikler silsilesidir mevzubahis
olan. Bunların içinde en garibi ise Tanrı’nın insanlıkla bir münasebette
bulunmaya niyetlenmesi hususu. Bu, Søren Kierkegaard’a göre, Hıristiyanlığın
bizatihi özünde yer alan bir abesliktir:
Hıristiyanlık, bu insan tekinin -ve buradan da erkek,
kadın, hizmetçi kız, kabine üyesi, tüccar, berber, öğrenci vesaire… her kim
olursa olsun her bir insan tekinin- Tanrı’dan önce var olduğunu, Tanrı’yla ne
zaman isterse O’nun tarafından işitileceğinden emin olarak konuşabileceğini
öğretir -sözün özü, bu insan, Tanrı’yla en büyük bir yakınlık içinde yaşamaya
davet edilmektedir! Dahası […] Tanrı, bu insanın hatırına dünyaya gelir, kendi
doğumuna, acı çekişine ve ölümüne rıza gösterir ve bu acı çeken Tanrı, ona
önerilen yardımı kabul etmesi için bu kişiye neredeyse yalvarır! Gerçekten de
birini aklını yitirme noktasına getirecek bir şey varsa, o da budur.
Kierkegaard haklıdır: bu kadar çok sayıdaki sıradan
insan ve güneş huzmeleri içindeki toz zerrecikleri için -evrenin yaratıcısı,
sonsuz ve her şeye kadir- Tanrı’nın insan bedenini ve dünyevi hayatı kabul
etmesi fikrinde gerçekten de bir delilik emaresi mevcuttur. Bu anlamda Noel,
bütünüyle hayret uyandırıcı bir planın uygulamaya konması mahiyetindedir.
Oysa çoğunlukla Hristiyan düşüncesi sterilize edilip
seyreltildi ve zamanla halka ait basit bir akla, daha da kötüsü, sağduyuya
dönüştürüldü. Kierkegaard’un tespitiyle, tüm insan aklı, bu ‘altın’ (daha doğru
bir ifadeyle ‘zırhlı’) ortalamaya indirgendi ve işte artık aşırılıklardan
kurtulmuştuk. Çok ufak, ama çok miktarda olan bir şey, her şeyi mahvetti. Akıl
ve irfan konusunda insanlar arasında süren tartışmada ortaya çıkan sonuç,
hayranlıkla karşılanıp yüceltildi. […] Ama Hristiyanlık, 'artık aşırılık yok'
anlayışını aşıp devasa bir adım attı ve abesliğe vardı. İşte Hristiyanlığın
başladığı yer de burası.”
Kierkegaard’un gözlemine göre, Hristiyanlığın
başladığı yer Noel. O, tuhaf ve beklenmedik olanla yüklü. O hâlde en uygun
olanı, onun Hristiyanlar tarafından geleneği geçmişten söküp çıkartacak bir
zaman kesiti olarak iş görmesi gerek. Bu gelenek, o yorgun düşmüş uygulamalar
değil, beklenmedik olan uygulamalar, bizi beklenmedik olanın peşinde mücadele
etmemizi sağlayacak pratikler için olmalı.
Her şeyden önce Hristiyanlığın içerisinde devrimci bir
şeyler var. Bu, her şeyi baş aşağı çeviren, terse döndüren, kökten dönüştüren
bir eğilim. Meryem’in magnificat isimli hamdüsenası, kuzeni
Elizabeth’le buluştuğunda söylediği ezgi, şunları söylüyor: “Ruhum Rabbimize
hamdüsena ediyor, kalbim Kurtarıcım olan Tanrı karşısında sevinç doluyor, çünkü
O, kulunun sadeliğini hoş karşılıyor. […] Güçlü olanları tahtlarından indiren
O, O’dur aşağıdakileri yukarı çıkartan. Açları güzel şeylerle doyurdu,
zenginleri ise eli boş gönderdi.” Burada zikredilenler, önceden tahayyül bile
edilemeyecek olan bir konuma taşınmış köylü bir kızın ağzından dökülüyor.
Noel’in kökünden altüst ettiği şeyleri bize bir bir sıralayan bu genç kadın,
toplumsal bir mevkiden mahrum ki bu, inanılması güç bir sapma hâli.
Hristiyanlığın devrimci niteliği, genelde onun içinden
sökülüp alınıyor ve bu dine atıfta bulunmanın faydalı olacağı özel politik
momentlere hapsediliyor. İşte bu seçiciliğin de ters yüz edilmesi şart.
Hristiyanlık, her zaman yoksullarla, zayıflarla ve
ezilenlerle ilgili. O, bu düzeni altüst etmeye dönük ilgisini hiç yitirmemiş,
her daim beklenmedik olanı hedeflemiş ve oraya ulaşmaya çalışmış. Ebediyetin
ele geçirdiği bir zaman olarak Noel, tüm zulmün ortadan kalktığı ânın hem
mümkün hem de gerekli olduğunun bir ifadesi. En imkânsızmış gibi görünen,
düzenin altüst oluşu gerçekleşir ve Hristiyanlık Noel ânıyla başlar, bu, onun
ana özelliği olarak varlığını korur.
Dolayısıyla devrimci olmayan bir Hristiyanlık yoktur.
Noel’i teselli edici ve keyifli Hristiyan kutlamalarından biri olarak
yorumlamak mümkünse de en doğrusu onu bir devrim çağrısı olarak yorumlamaktır.
O ândan itibaren artık eski düzene ait hiçbir şey olduğu gibi kalamaz: İsa,
yoksulu ve yaralı olanı yüceltmek için gelmiştir, O’nun örnekliği,
Hristiyanlığın fermanıdır.
Elizabeth Stoker Bruenig
25 Aralık 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder