Bazı solculara göre, yeryüzünde devrim yapılmaması
gereken tek yer, Suriye. DSİP gibi bazı solculara göre ise devrim sadece
Suriye, Küba, Kuzey Kore için geçerli.
Bazı İslamcılara göre, yeryüzünde cihadın verilmesi
gereken tek yer, Suriye. Bazılarına göre ise cihadın tek gerçek hedefi İran,
Yemen, Hizbullah.
Son on yıldır Amerikan kaynaklarında “mezhep savaşını
körükleyin, bu bizim yararımızadır” talimatına sıkça rastlanıyor. Mezhepsel
gerilime karşı mesafeli olan El-Kaide bile IŞİD adı altında bölünüp, içi en
rezil mezhepçiliğin püsürü ile dolduruluyor.
Dolayısıyla, “Halep’te Müslüman kanı dökülüyor” diye
feveran edenlerin önce o ülkeye emperyalist çizmelerinin ardından girenlere
kızması gerekiyor. “Bu son seslenişim olabilir” başlıklı internet
açıklamalarını yapanların ilk kimin ses ettiğine bakması şart.
Halepli Müslüman kadın, “onlar doların uşakları”
diyor. Bu uşaklığı DSİP’liler başta olmak üzere, AKP ile rabıtalı “muhalefet”
yapıyor. Halep’in Esad güçlerinin eline geçmesi karşısında bu kesim, yalan
üzerine kurulu bir vicdan edebiyatının altına imza atıyor. Para kadar soğuk,
tank paletleri kadar katı yüreklerine bu vicdan gösterisi hiç yakışmıyor. Ölen
Haleplinin umurlarında olmadığı açık. Tek dertleri, kafalarındaki liberal
hezeyanların ufak da olsa karşılık bulması. Buna siyaset diyorlar. Bu siyasetin
bir parçası da DSİP’lerin ağzından çıktığı biçimiyle, Gezi günlerindeki Kabataş
yalanı. DSİP, ülke içinde güya “barış” edebiyatı yaparken, onca zaman
Suriye’deki savaşı destekledi. Mayaları bu.
Zira o çürümüş zihinlerde tasarlanmış, masabaşında
yapılmış devrimin gerçekliği bulunmuyor. Halk ve iradesi, her dem piyon olmaya
karşı kıyam etmeyi biliyor. Bu yalanlar, o kıyamı susturmak için var.
DSİP’liler ve cümle AKP muhalefeti, Suriye’deki okun
İran’ı hedeflediğinin farkında. Masabaşındaki coğrafî düzenlemeleri “devrim”
boyasına çalmak isteyenler, ne olursa olsun, bir halkın kıyamı ile gerçekleşmiş
İran devrimini silmeye yemin ediyorlar. Halep’te bir Müslüman’ın kanı
dökülmüşse, dökenin ülke içinde bir yerlerde olduğunu bilmek gerekiyor. Allah
katında ve halk nezdinde tüm varlık sebeplerini yitirenler, efendilerinin
emirlerini yerine getirmeyi varlık gerekçesi hâline getiriyorlar.
* * *
1880’lerde İngilizlerin başına Liberal Parti veya
Liberal Birlikçi Parti gibi yapılar geçiyor. Literatürde bu parti mensupları
“liberal emperyalist” olarak anılıyorlar. İmparatorluk, tüccarların, toprak
ağalarının, sermayenin özgürlüğü adına yeniden kurgulanıyor.
İslam’ı ve/veya solculuğu onlardan öğrenenler, liberal
emperyalistlerin her yaptığına “eyvallah” diyorlar. Bunlar, Suriye’yi
yağmalayabileceklerini zannediyorlar. Batan gemiden ganimet
toplayabileceklerini düşünüyorlar. Sağa sola kızıyorlar. Suriye muhalefeti
içerisindeki Alevi ve Hristiyan varlığı, zamanla, karşılıklı mezhebî
müdahalelerle tasfiye ediliyor. “Suriye devrimi”ni başta Türkiyeli liberal
emperyalistler daha ana rahminde öldürüyorlar. Onca “devrim” edebiyatı gerçek
devrimi öldürmek için var çünkü. Halka ve devrime imanı olmayanların elinden
ancak bu geliyor. Programlarının başında “iktidarı alamıyorsan, kimsenin
almasına izin verme” yazıyor.
Bugün hepsi “Halep Sünni şehridir” diyen Deniz Baykal
adına ve onun devleti için ağlıyorlar. Ama nafile: devletin ellilerden beri
gizli planlarının bir yerinde olan Suriye, halkıyla oyunları bir bir bozuyor.
Suriye halkına değil, o oyunları kuranlara kızmak gerekiyor.
* * *
Halkın kendi kaderini tayin hakkı varsa, kendi
kederini tayin hakkı da var. Neye güleceğini neye ağlayacağını o bilecek. Onun
adına gülenler ve ağlarmış gibi yapanlar, kendi devletlerinin uşaklarıdır.
Bu eleştirilerin altı yıldır sessiz kalan solu da
kestiği bilinmeli. Seksenler ve doksanlar boyunca Amerikan menşeli devrim ve
Sovyet eleştirileri ile pişenler, yaşananlara, kendi mutlak doğruları adına
sessiz kaldılar. Hakan Albayrak ne kadar suçlu ise onlar da o kadar suçlu.
Albayrak, Türk ordusuna “Suriye’ye silâh verin” deyip
durdu. Oysa Pentagon, ondan çok önce Libya’daki birliklerini ve milislerini
Suriye’ye kaydırmaya başlamıştı. O, üç-dört yıl önce gerekli teçhizatın
sağlanmasının kolay yolunu bulmuştu: “Soğuk Savaş döneminde Türkiye’ye
verdiğimiz silâhları verelim, savaşı ona taşere edelim.” O yüzden üç yıl önce
Afyon’da patlama oldu, onca asker öldü. Hatırlayan var mı?
* * *
Türkiye’nin ipiyle kuyuya inilir mi? Rehber, Dawkins,
Albayrak veya Türk devleti olabilir mi? Mavi Marmara davası ile Halep’in aynı
yere düştüğü açık değil mi?
Bu düşüş karşısında İslamî siyasetin ezilmesi için
AKP’yi fırsat olarak değerlendirenler, ellerini boş yere ovuşturmasın. Yıllarca
dediler ki İran’da solcular İslamcılarla yan yana geldiler. Kanları döküldü. O
öldürülenleri bu ülkede solcu sayacak tek bir kişi bile yok. Buna rağmen bir
İslamî siyaset varmış gibi yapıyorlar, ona karşı bıçaklarını bileyliyorlar. O
bıçakların devlete olduğunu, demirini sermayenin döktüğünü “görmüyorlar”.
Sanki İslamî devrim olmuş gibi davranılıyor. Batı’dan
bu yönde liberal ne kadar zehir varsa içiliyor. Bir İran daha yaşanmasın
diyedir tüm bunlar. Devletin genleri buna programlı. Sol da Şah’ın Savak’ı gibi
örgütleniyor. Olmayan İslamî devrime karşı, karşı-devrimcilikten medet
umuluyor. Olmayan bir hayalete yumruk sallanıyor. Her yumrukta gerçek devlet
güçleniyor. Böylelikle kendi isimlerini yaldızlamak için tarihte sadece
isimlere bakıyorlar. O nedenle İran devrimini omuzlayan dinamikleri, hareketi,
mücadeleyi görmüyorlar. Görmek istemiyorlar. Bugünde o dinamikler, hareket ve
mücadele var mı diye bakmıyorlar bile. Sadece kendilerinin görülmelerini arzu
ediyorlar. Üç kişinin sorumluluğunu üstlenmek, üç adımın, eylemin yükünü
omuzlamak onlar için zûl artık.
Bu yüzden kıyaslama yapılacaksa, Hitler’le değil, Rıza
Şah ile yapılsın. Hitler’le kıyaslama yapılıyor ki, Amerikan merkezli tüm
liberal yalanlar güncellenebilsin. O liberallerden bu yüzden öğütler
alınıyor.[1] İşin kolayına kaçılıyor. Kolaya kaçmak, sınıflar mücadelesinden
kaçmanın bir yansıması. Artık Batılı liberallerin ağzından akan kusmuk kimsenin
midesini bulandırmıyor.
* * *
Halep konusunda Rusya’yı protesto edenler, yıllarca
internet sitelerinde, yayınlarında bu liberallerin içi geçmiş yalanlarını
pazarlıyorlar. Kur’an’a değil, emperyalizmin iradesine iman edenler, kendi
ülkesinin yürüttüğü pazarlıklara, anlaşmalara tek laf etmiyorlar. Döveceklerse
kendi dizlerini dövsünler! Atacaklarsa kendi suratlarına atsınlar tokadı.
Mavi Marmara’yı batıran da Halep’i teslim eden de aynı
güçtür. O gücü görmeyip rezil bir mezhep düşmanlığı yapanlar, liberal
emperyalizmin ajanı, kuludurlar. Bunlar, halkların müşterek çıkarı,
sorumluluğu, varlığı, derdi, kavgası ne varsa düşmandırlar. Bireysel zevkini,
çıkarını düşünen tüccarlar, patronlar için özgürlük neyse bunlar için de
aynıdır. Artık ne Kitap’ın ağırlığı, ne de yolun zahmeti mevzubahistir.
Kurtulmak, serbestleşmek isteyenler, serlerini bir yerlere bağlamak
zorundadırlar.
Suriye’de çekilmiş bir belgeselde Ulusal Savunma
Güçleri denilen milis kuvvetlerine bağlı bir anne, “vatan bizim gelinimiz”,
kızı ise “vatan bizim anamız” demektedir. Halep’te yenilen bir şey varsa,
müşterek davayı, bağlılığı, sorumluluğu, çıkarı kendi kişisel hezeyanları ile
yerin dibine gömeceklerini zannedenlerin iradesidir. O irade, her daim zevâle
ve zillete mahkûmdur.
Eren Balkır
13 Aralık 2016
Dipnot:
[1] Timothy Synder, “Faşizm Altında Yaşayanlara 20 Ders”, 12 Aralık 2016, Kültür Servisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder