Pages

27 Aralık 2016

Acun ve Acul


İranlı bir müzisyenin konserinden önce, Türkiye’ye kaçmış, İranlı muhalif bir gençle sohbet ediyoruz. Rejime yığınla küfrediyor. Sosyalistlerle müzik çalışmaları yaptığından bahsediyor. Birkaç hafta sonra aynı genci Acun’un Yetenek Sizsiniz yarışmasında görüyoruz. O muhalefetle o sonuç arasında bir bağ olmalı.

İranlı bir müzisyen kadın, belgesel çekiyor. İran’da kadınların sahneye çıkamamasını protesto etmek için bir çalışma başlatıyor. Bu amaçla Fransız şarkıcılarla buluşuyor. İran şarkılarını çalışan bir müzisyen, “benim İran’da çalmam çok zor. İranlı müzisyenlerin videolarını izledim, yerlerinde sabit duruyorlar, bense deli gibi oramı buramı oynatıp duruyorum” diyor. Öte yandan, kadınların sahneye çıkamadığı İran’da bu şarkıcılar konser veriyorlar.

İlerleme ile ilgili yalan dolan, bu düzlemde örgütleniyor. Yalçın Küçük gibi Ali Koç da “Atatürk’ün gerisine düşemeyiz. Kadın istihdamı çok önemli” diyor. İlerleme iki kol buluyor, çarkı çevirmek için: gençlik ve kadın.

İkisi de doksanların çok kanallı dünyasında başka bir kıvama kavuşturuluyor. Magazin programları pıtrak gibi çoğalıyor. Futbolcularla mankenler üzerine kurulu bu kurgu, İzmit depreminin yaşandığı günlerde, genelkurmay başkanının bile “bu magazin programları insanı komünist yapar” tepkisine yol açıyor. İşte Acun, o magazin dünyasının bir çalışanı. Sonrasında aynı Acun’a gezi programı yaptırılıyor. Bir bölümünde Küba’ya gidiyor ve meydandaki Guevara resmine açıktan küfrediyor. Bugün kimi solcuların da Castro’ya “diktatör” dediği momentte, Acun belirli bir düzeyi temsil ediyor. Kimse, onca kana ve zulme rağmen oturup ses yarışması izlemeyi nasıl içine sindirebildiğini sorgulamıyor bile.

Bugün Dodan üzerinden açığa çıkan tartışma, bu bağlamda gerçekleşiyor. Kimse, o magazin dünyasına Ahmet Kaya’nın attığı çentiği tartışmıyor. “Ne var yani, çıksın, ünlensin, zenginleşsin” deniliyor. Sonuçta Radikal yazarı Ali Duran Topuz bile Acun’a ve yarışmasına dair kalem oynatıyorsa, ona soldan destek sunuyorsa, Acun’u gerçekten başarılı saymak gerekiyor.

Acun’sa, kendisi anlatıyor, mesleğe başladığı yıllarda Fransa’daki dünya kupasında olması gerekirken canlı yayına Kadıköy’de bağlandığını. O gün mesleğinin bitmesi gereken birinin bu kadar güçlenmesinin sebeplerini başka yerlerde aramak gerekiyor. Sahip olduğu mülkün gerçek sahibinin o olmaması lazım.

Asıl önemli olan, “bereyi Türk ordusuna saygımdan takıyorum” diyen bir jürinin karşısına çıkan Kürd-Alevi müzisyenin varlığının sorgulanmaması. Dolayısıyla, internet âleminde “faşizme karşı birleşemeyenler, zindanlarda birleşirler” diyenler, Acun’un zindanına hapsediyorlar kendilerini. O hapishanenin gardiyanı olan Acun, magazincilik günlerinden biliyor, lüks diskoların kapısında bekleyen tinercilerin başlarının okşanması gerektiğini.

O kadar bireyin imkânları, becerileri, yaldızları konuşuluyor ki… Artık böylece ana akımın aşındığı yalanına güvenle sarılma imkânı bulunuyor. Aman bireye halel gelmesin!.. Ana akım, sistemi eleştiren sanat ürünlerini kendi teknesinde yoğurmayı biliyor oysa. O, hoşgörülü, kültürel renklere açık, kapsayıcı bir güç olarak örgütleniyor. “Kürdler, Aleviler, sosyalistler birleşecek, özgürlük gelecek” manisini ağzından eksik etmeyenler, birliğin nerede ve nasıl gerçekleştiğini anlamıyorlar bile. Bu kadar kim’lik, ne olduğunu da unutturuyor insana.

Acun’un yarışmaları, kendiliğinden, plansız programsız gerçekleşmiyor. Ses yarışması, sosyolojik ve politik belirli hesaplar üzerinden işliyor. Kenar mahallelerde artan rap-hip hopun derhal sisteme entegre edilmesi, fukara gençlerin servet ve şöhret düşkünü kılınması gerekliyse, Acun devreye sokuluyor hemen. Bu konuda ince hesapların yapıldığı açık.

Kürd’ün tepesine bombalar inerken, Batman’dan bir genç bulunup hemen şampiyon yapılıyor. Birinci olan gence devletine, milletine teşekkür ettiriliyor. Mesela bir diğer örnek de “çözüm süreci”nin tüm esintileriyle yaşandığı dönemde Ahmet Kaya şarkıları söyleyen birinin şampiyon olması. Birkaç sene önce de Rıza Zarrab kavga ettiği jüri üyesi eşine Azerbaycan’dan şarkıcı ithal ediyor, o kişi birinci oluyor. Dodan’a sevinenler, işte bu gerçeği, buradaki ihtimalleri seviyorlar. Tunalı Hilmi’de buluşabilme ihtimali, diri tutuyor onları.

Dodan’sa kötü yorumu konusunda gelebilecek eleştirilerden kurtuluyor böylelikle. Özünde Topuz, bir reklâm çalışması dâhilinde yazıyor yazısını. Belirli bir cemaat, kendi yıldızına sahip olmak istiyor. Sistemse “tabii ne demek” diyor. Kimse, o barlardan başını çıkartmak bile istemiyor.

O ses yarışmasının kurgu olduğu açık. Dolayısıyla Erdal Bayrakoğlu, Dodan, Şeyhmus gibi isimlerin önceden aranmış olması muhtemel. Çünkü güruh-u naciye katmamak için özü, biraz R’leri kırarak, biraz ucuz rakçı gibi esriyerek şarkı söylemek para etmeli. Sözün, mânânın ne kıymeti var. Çok mütevazıyız nasıl olsa!

Ve bir de Hrant’ın arkadaşları gibi “Dodan’ın arkadaşları” çıkmalı piyasaya. Kimdir onlar, nedir, nerede yaşarlar, nereye hitap ederler, belli değil. Hrant gibi Alevi-Kürd müziği de piyasaya açılmalı, muhtevasını yitirmeli, ağırlığını kaybetmeli, herkes kimliği ile para edebilmeli. Hrant’ı ikinci kez, anma esnasında “duduk çalıyor arkadaşlar, slogan atmayın” diyenler öldürdü aslında. Şimdi de Türkiye’ye “o sesi dinle” diyorlar.

Alevi-Kürd veya Alevi/Kürd müziğinin doksanların bar-pavyon kültürüyle açılan yarasını Dodan’la kapatması mümkün değil. Dodan, o yaranın irini. Acun’un kucağına koşmadaki aculluk, bu yaranın merheminin bulunduğunun düşünülmesi. Yarayı açan onlar, merhemi satan da. Kimsenin bir eşiğe yüz sürüp, bir ustanın, dedenin yanına diz çökme niyeti yok. Acun el edince, tabii ki koşa koşa gider bunlar. Tabii ki yüzdeki o benler aldırılır.

Devrimin ne olduğu, biraz da İran müziğinin gelişiminde görülebiliyor. Sanatçı, ait olduğu muhtevayı, tarihi, sesi ve tavrı gözeterek yapıyor müziğini. O yüzden üç kişilik bir grup, orkestraya denk bir ağırlıkta icra edebiliyor şarkısını. Aritmetik toplama dayalı birlik edebiyatçılarını, para sayma makinesi gibi düşünenleri, bireysel varlığını yaldızlama derdinde olanları idrake sevk eden bir gerçeklik var orada. Ama önce kendimize dair, kendimize ait iğvalardan kurtulmak gerek.

Eren Balkır
27 Aralık 2016

Dipnot:
[1] Ali Duran Topuz, “Dodan’ın Parçalandığı An”, 26 Aralık 2016, Duvar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder