Kimlikçi siyaset, bir tür bencillik biçimi olarak
zuhur ediyor. Maddî ilişkileri dikine kesen dinamikler, bu sayede
etkisizleştiriliyorlar.
Fidel Castro’nun ölümünü takip eden bir gün içerisinde
onunla ilgili olarak edilen küfürlerde bir yandan eşcinsel edebiyatına, bir
yandan da Kürd edebiyatına sığınılıyor. Dolayısıyla, ABD rejimi ile Küba’daki
düzen arasındaki sınırlar kaldırılıyor. Castro’nun kendisi dışında, öznel
varlığı ötesinde kazandığı anlam ve bağlam, bu küçük burjuva siyaset şahsında
dağıtılmaya çalışılıyor.
Bugün bir bencillik biçimi olarak Müslüman olmakla,
Kürd olmak veya solcu olmak arasında yaşanan bir yarışa tanıklık ediliyor. Dikkatleri
başka yöne çekmek adına, başkaları eleştiriliyor. O eleştirilere bakarak, o
eleştirilerin sahiplerini eleştirmek mümkün. “Kürd”, bir tür bencil varlığın
ideolojik etiketi hâline geliyor. Bu, “kadın”, “sol” gibi etiketler için de
geçerli.
Düzenin ördüğü duvarları yıkmak zorunlu.
* * *
Almanya’daki Avakiancı hareketin şeflerinden Emrah
Cilasun, son dönemde bu hatta gerilediğini somut örneklerle kanıtlıyor. Artık
Tarafçı, liberal Ayşe Hür’ün çizgisine oturan Cilasun, Avakiancılığı sırf bu
bencilliğe fikrî gerekçe ve zemin sunduğu için benimsiyor. Tüm Amerikancı
troçkizmin savunucuları, Castro’ya küfrediyorlar. Cilasun da onlardan geri
kalmıyor. Çünkü Avakiancılığın o “büyük sentez”i, esasen Avrupa’nın kampüs
maoizmi ile Amerikan troçkizmi arasında gerçekleşiyor. Bu sentez, tarihte tepe
noktadaki şahısların “burjuva” ilân edilerek, kendi küçük burjuvalığını gizleme
amacını güdüyor. O liderleri şeytanlaştırıp taşlamak hiçbir sorunu halletmiyor,
sadece ameli bir olmazlığa fırlatıp atıyor.
Cilasun, Castro’yu burjuva kapitalist olmakla
eleştiriyor. Amerika’da çıkan burjuva dergilerden ilham alan bu yaklaşım,
Castro’yu dünyanın en zenginleri listesinde başa yazıyor. O dergiler,
toprakların ve fabrikaların sahibinin Castro olduğu tezviratını üretiyorlar.
Onlar ve Cilasun, özünde devrim öncesi hâkim olan pavyonların ve kumarhanelerin
sahipleri adına konuşuyorlar. Buna solcu kılıf bulmak ise ancak batı
aydınlanmacılığı övgüsü ile mümkün oluyor.
Cilasun, Maçoğlu’nu işte bu zeminde ateşe atıyor. Maçoğlu’nun
Bursa’daki bir CHP’li belediye başkanından plaket almasını eleştiriyor. Ama
kendisinin neden Enver Aysever’gille röportaj[1] yaptığına zerre izahat
getirmiyor. Çünkü Aysever’gillerin o belediye başkanından daha az Kemalist
olduğunu zannediyor. Böylelikle Said-i Nursi ile ilgili kitabını ona kimlerin
yazdırdığını, belgeleri kimlerin verdiğini örtbas etme imkânı buluyor. Ayrıca
Kaypakkaya’yı liberalizme bağlamaya çalışıyor. Kitabını basan yayınevinin
ardındaki zarfta Kemalist, mazrufta Fethullahçı olan eli sorgulamıyor. Bir tekinli
olarak, Tekin’sizlere saldırmayı iş belliyor.
* * *
Bob Avakian’ın tek esprisi, Maoizmin din hâline
geldiği tespiti.[2] Bunun üzerinden dine karşı savaş başlatıyor ve ABD
devletinin 11 Eylül sonrası açtığı savaşa bir biçimde eklemleniyor. Dile
dökülen allı pullu lafların hiçbir önemi bulunmuyor. Sentez, ancak bu zeminde
gerçekleşebiliyor.
Zannediyorlar ki 1968’in cinsellik, altkültür, kimlik
üzerine kurulu siyaseti, emperyalizme ve kapitalizme karşı geliştirilmiş. Oysa
o dönemin aktörleri, açıktan söylüyorlar, tek hedefin Sovyetler olduğunu. Bugün
o küfür edebiyatı, Castro’nun vefatı ile birlikte yeniden gündeme geliyor.
Çünkü efendiler, insanların kendileri dışında bir güç adına, kolektif bir
faaliyet içerisine girmesini istemiyorlar. Kendi özgürlük ve demokrasi
kurgusunun galebe çalması için uğraşıyorlar.
* * *
Sadece Kürd’ü gördüğünü söyleyen, Kürd’e kör. Salt
kadına bakan, kadına düşman. Yalnızca kendi sol fikirlerini yaldızlamakla
meşgul olan, sosyalizmin altını oyuyor. Dinimiz de dilimiz de, elimiz de
sömürülene ve ezilene göre biçimlenmeyi bekliyor. Efendilerin, “sadece
kendinizi düşünün” edebiyatına örgütlenenlerin bu ağır işi üstlenmeleri mümkün
değil.
Kendi bencil varlıklarını öne çıkartanlar, misal
Castro’yu da birey olarak değerlendiriyorlar. Raul’un Fidel’in kardeşi olduğu
için başa geçtiğini zannediyorlar, Raul’un devrim ordusunun komutanlarından
olduğunu görmek istemiyorlar. Castro’nun ahlaksızları, hırsızları, gaspçıları,
Batista uşaklarını cezalandırdığına kızıyorlar, üstelik sol adına.
* * *
AKP yanlısı Müslümanlar da benzer bir dili İran
üzerinden ediniyorlar. Suriye ve İran bağlamında, batıdan gelen tüm liberal
zırvaya kul oluyorlar. Ne emperyalizmle ne de kapitalizmle dertleri var. Bu
nedenle sol liberallerin Castro ile ilgili değerlendirmelerini paylaşıyorlar.
Kişinin dışındaki bir güce bağlanması, müşterek bir aidiyete örgütlenmesi ve
şiddetli bir dalga ile zulmün kalelerini dövmesi, ancak bu sayede önleniyor.
AKP, o dalgayı kırmak için var. Sol, her şeyi kendi üzerine alıyor!
Bugün Tayyip’in yerinde Alper Taş ya da Demirtaş ya da
Kemal Okuyan olsa, Tayyip’in yaptıklarına benzer şeyler yapmak zorunda. O
nedenle, kendilerinde gördükleri, laiklik, aydınlanma gibi vasıfları öne
çıkartıyorlar. İktidara gelseler, Syriza gibi olacaklarını biliyorlar. Bu
yüzden sadece biçimsel ayrımlara vurgu yapıyorlar. En özü, Avrupa solculuğuna
kaçıyorlar. AB savunuculuğu yapıyorlar.
“Bu ülkenin Syriza’sı benim” diye aralarında
yarışanlar, Syriza’ya yönelik saldırıyı protesto etmiyorlar, Syriza’nın halkına
yönelik saldırısına dair tek bir şey söylemiyorlar. Herkes, burjuva siyasetinin
prangalarından memnun. Sadece efendilerin kendilerini işaret edecekleri günü
bekliyorlar. Bu burjuva siyaset pazarında ihtiyaç yaratmak için uğraşıyorlar.
Solun önce kendi dalgakıranları ile uğraşması
gerekiyor. Kendine yeterli, kendinden menkul, kendi varlığını yücelten,
bencilliği solculuk zanneden yanını kesip atması şart.
Eren Balkır
27 Kasım 2016
Dipnotlar:
[1] Selnur Aysever, “Emrah Cilasun ile İbrahim Kaypakkaya Üzerine”, 30 Nisan
2017, Aykırı.
[2] Avakian ile ilgili bir eleştiri için bkz.: Pavel
Andreyev, “Bob Avakyan Eleştirisi”, 26 Ocak 2016, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder