Elimizde artık hayatı ve siyaseti Matrix filmiyle
tefsir eden bir gençlik var. Bunlar için işçi sınıfı kapitalizmi; halk da
devleti işaret ediyor. İşçi içinde olmak kapitalizmi; halk içinde olmak devleti
besliyor. Bu, bir ergenlik hastalığı olarak sağ “komünizm” şahsında vücud bulan
bir siyaset.
Buradan devlet ve sermaye, özel ajanlarına, özel yok-yerler, kaçış noktaları oluşturma emri veriyor. Özünde selefîlikle dövüşmek, sol içerisindeki selefîliği besliyor.
Kralın, hükümdarın, sultanın
veya padişahın özel varlığı ve konumu, siyaseti özel olana indirgiyor. Halk ve
sınıf içinde olmak, buradan küçümseniyor, hor görülüyor. Halkın ve sınıfın en
ufak kıpırdanışı, alay konusu ediliyor.
F-tipi toplum bu. Mücadele, tabiatı gereği hapsi, işkenceyi, sorguyu, papazı, mahkemeyi gerekli kılıyor. Bunlar tabiî olmaktan çıkartılıyor.
19 Aralık sonrası dönem, farklı bir sol siyasî özneyi koşulluyor.
Eski metinler giderek daha da eskiyorlar. Küf bağlıyorlar. Toplu koğuşlarda
okunan kitaplar, anlamını yitiriyorlar. Bin bir emekle, ince ince, el yazısıyla
yazılan ve yeniden üretilen kitaplar, dolaşımın hızına mağlup oluyorlar.
Fethullahî gerçeklik de bununla alakalı. Siyasetin
tabiatı boşluk tanımıyor. Fethullah’ın siyaseti solu; Erdoğan’ın siyaseti sağı
örgütlüyor. Devlet ve sermaye bu şekilde işliyor.
F-tipi, sadece hapishanelerle ilgili değil. Toplumun
hapishane kılınmasıyla alakalı. Orada direnmeyenler, dışarının direnişini
küçümsemek zorunda kalıyorlar. Fethullah, bu yüzden sıcak bulunuyor.
Devlet ve sermaye, kendi dişine uygun özneyi
koşulluyor. Kendi teknesinde yoğurduğu hamura ajanları biçim veriyor. Helvadan
put yapanlar, militanlara o putu yediriyorlar. Bugün alanlar, sokaklar,
bürolar, o helva lezzetsiz geldiği için boş.
* * *
Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları, farklı bir İslamî
siyaseti koşulluyor. Her seferinde fıkıh, içtihad ve siyaset aynasında o
saldıranların akislerine bakılıyor. Siyaset oradan biçimleniyor. 19 Aralık,
kendi öznesini inşa ediyor. Gezi, kendi dilini üretiyor. İlkinde sınıfa;
ikincisinde halka küfretmek öğreniliyor. Sınıf ve halk dışı özne, tanrı yerine
ikame ediliyor. Ekim Devrimi’nin yıldönümünde laiklik ayinleri düzenlemenin
sebebi burada.
Devlet ve sermaye, solda makes buluyor. Şirketi veya
devlet teşekkülünü yönetemeyenler, örgüt şefi oluyorlar. Örgüt şefleri,
örgütlerini birer şirket veya devlet kurumu gibi yönetiyorlar. Bu yönetişimdeki
benzerlik, örgütleri devlete veya sermayeye bağlıyor. Örgüt şefleri, aynı
işlemleri uyguluyorlar. Matrix filminde görüldüğü üzere, en fazla, Siyon’a,
İsrail’e işaret edebiliyorlar. “Bu karanlık, cahil ve geri coğrafya”da kaçacak
zihinsel yerler inşa ediyorlar. “Her yürek devrimci bir hücre” diye, o
hücreleri olan gerçekten arî, münezzeh kılmaya çalışıyorlar. İrade, akıl ve
kolektif kavga, özel şahısların selefî Marksizm yorumlarında berhava oluyor.
IŞİD, bu nedenle merkeze konuluyor. Çünkü Selefîlik,
sol içi tezahürünü yüceltmeye mecbur. O Sünnet’in ve Kitab’ın hayatın kılcal
damarlarından çekilmesi ve iktidarın özel alanına hapsedilmesi. Ali, bu nedenle
küfür olarak görülüyor. Hüseyin’e ağlamak, bu yüzden küçümseniyor.
İktidarın sınırsız ve sınıfsız oluşu, herkesi
cezbediyor. Öyle olması isteniyor. Bu nedenle işçi sınıfındaki sınırlılık;
halktaki sınıflılık, tehlikeli görülüyor. İktidarın aynadaki aksine
sığınılıyor. 19 Aralık ve Gezi sonrası iktidar bu şekilde örgütleniyor. Gerekli
teorik gıda, Batı’dan ithal ediliyor. Sol içinde muktedir olmak isteyenler,
mevcut iktidar ilişkilerine öykünüyorlar. Silâhın yegâne anlamı ve gerekçesi
bu.
Matrix’teki gibi bir kurtarıcı bekleme hâli, teoriyi
hükümsüz kılıyor. Eski metinlerden akılda sadece işe yarar, ekmeğe sürülecek
bir damla yağ kalıyor. Bunlar başarıcı, kariyerist bir dile tercüme ediliyor.
Onca iradecilik, terse bükülüp konformizme meylediyor. İrade merkeze konulunca,
her yere yayılınca, tabiatıyla yok oluyor. Her yerde ve her zamanda özel bir
iradenin reklâmını yapanlar, iradesizliğin propagandasını yapmış oluyorlar.
Devletin ve sermayenin ajanları, görevlerini ifa etmiş
olmanın ödülünü alıyorlar. Her şeyi bir olmaza, olmayacak bir duaya mahkûm
ederek, kitleleri apolitik bir alana hapsediyorlar. Hapse girmek, girmiş olmak,
yüceltiliyor, özel bir rütbe olarak omuzlarda taşınıyor. Sürekli
hatırlatılıyor. Kolektif koğuşların eğitim faaliyetleri, ezici ve bireyi
dışlayıcı bulunularak çöpe atılıyor. Bar masalarında bu rütbelerle öne
çıkılmaya çalışılıyor. Kadın, bu masalardaki ağın örümceği olarak görülüyor.
Alkol ve esrar, bu yüzden teorinin yerini alıyor.
Bu nedenle, kitle, topyekûn kadınlaştırılmak
isteniyor. O yüceltildiğinden değil, özel iktidar alanlarına yer açmayan, geri,
sığ, “faşist” kitleyi dize getireceği için istismar ediliyor. Kadın ve gençlik,
devletin ve sermayenin kitleyi hizaya sokması için gerekli sopalar olarak
kullanılıyor. Kadının ve gencin devrimciliğinden korkulması, özel sol öznelerde
karşılık buluyor.
İktidar, Gezi günlerinde “ey analar, Gezi Parkı’ndaki
çocuklarınıza sahip çıkın” dediğinde, parkın etrafında kol kola kenetlenen
analardan korkuyor. Sol da korkuyor. İdeoloji ve örgüt, tıpkı bir devlet
teşekkülü veya şirket gibi görüldüğünden, onun için gerekli alanın açılması
adına, kitleye saldırılıyor. Önce kadına ve gence vuruluyor. İlki
erkekleştiriliyor; ikincisi yaşlandırılıyor.
İktidarın biyopolitikası, solun varlığında, bir tür
selefîleşmeyi koşulluyor. Kalabalıklar içinde olmak, niteliğe değil niceliğe
dair bir mesele olarak ele alınıyor. Yıllar evvel İbn-i Rüşd, kadınların iş
sahasına girmelerini, özgür olmalarını telkin ediyor, bunu da toplumun
zenginleşmesi için şart olarak görüyor. İktidar adına ve onun için konuşuyor.
Amerikan nicelikçiliği, sola galebe çalıyor. Zenginleşmek için genç ve kadın,
basit birer araçtan başka bir şey değil. Koğuş eğitimlerinden, kitlesel
mitinglerden, devrimin zaruretinden kaçanlar, örgütlerini zengin göstermenin
yollarını gene devlet ve sermayeden öğreniyorlar.
Halk kurtuluşun; sınıf devrimin imkânlarını sinesinde
taşıyor, patika oralarda çiziliyor. 19 Aralık ve Gezi, birer mağlubiyet momenti
olarak, geleceğe imgesini bırakıyor. Dev aynaları kırılıyor. Kendini görme
biçimi başkalaşıyor. Kurtuluşun ve devrimin özel insanların uhdesinde olduğunu
söyleyenler, yalan söylüyorlar. İktidar, o yalanda örgütleniyor.
Eren Balkır
4 Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder