Bugün aynı partinin eşbaşkanı (Demirtaş), “Taksim
takıntısı boşuna, herkes kendi kapısının önünde halay çeksin” diyor, oysa aynı
partinin üyeleri emekçileri, Taksim’e çağırıyorlar. Bu, kendi çelişkili
hâlimizdir. Çelişkili hâl ile hâlin çelişkisi, başka şeylerdir.
Doksanlar, biraz da sınıflar mücadelesinin edebiyata
doğru kapatıldığı, defterden, eylemden silindiği dönemdir. Herkes, postmodern
sularda, meslekî varlığının ideolojisini öne çıkartma imkânı bulmuştur.
Ayrımsız, politikayı tek tek insanlara açma çabası, insanların kolektif
pratiğini dışlamıştır. Artık birileri, politika bilgilerinin takdir edilmesi
için uğraşmayı politika zannedeceklerdir.
Düşman, baskı uygulamış, “iktidarın değdiği yerde
direniş” yücelme adına gerçekleştirilmiş, direniş, mülkiyet ve rekabet
ilişkileri ile birlikte varolmuştur. Yani iktidar, hepimize ötesini ve ötekiyi
unutmayı öğretmiş, sadece kendi varlığımızı önemsememizi telkin etmiştir.
Direnen, onların mülkü, parasıdır. Baskı ise bunu öğretmek için vardır.
Sınıf silinince, onlarla aynı masada, aynı ortamda
olunacağı vehmine kapılmak kolaydır. Aynı tespit, Müslüman hareket için de
geçerlidir. Kur’an ve Sünnet’teki kavga, ayıraç olarak silinince, bireysel
düzlemde birileriyle aynı ortamda olmakta bir beis görülmemektedir. Dolayısıyla,
onların sendelediği, düştüğü yerde solun yükseleceğini zannetmek, nafiledir.
Aynı tuzaklara düşülmektedir.
Tuzak, ordudan darbe, ABD’den medet, Cemaat’ten himmet
beklemektedir. Doksanlarda bunların üçü, hafızalarda 12 Eylül başlığı altında,
bir arada idi. Özellikle son on yıldır, doksanlarda sınıfı ve kıyamı
silenlerce, bu başlık geçersizleşmiştir. 12 Eylül onlarla, onlarda tamama
ermiştir. 12 Eylül, onunla dövüşmeyenlerin ama onun edebiyatıyla yaşayıp bugüne
gelenlerin varlığında sürmektedir.
Bu, onların günahı değildir, zira aslında 12 Eylül,
2003’te AKP’nin iktidara gelmesiyle tamama erip bitmiştir. O günleri
nostaljiyle ve ütopya ile anmak geçersizleşmiştir. “Neydi o günler!” demenin
anlamı kalmamıştır. On üç yıldır iktidarda olan bir partinin içinde olduğu
bağlam üzerinden, anlamın ve de değerin nerede ve ne vakit oluştuğu üzerinde
durulmamıştır. Bugün bağlam basit bir AKP karşıtlığıdır, çünkü artık o,
muktedir değildir. Muktedir olması için gereken Kürt kolu ve Cemaat kolu
kesilmiştir. Geriye torso kalmıştır. Yükseklerdeki rüzgârlarla uçacağını
düşünenler, düşmemek için aşağıyı sürekli aşağılamak zorundadırlar.
Ama 12 Eylül, o uçanlarda tamama ermektedir. 1977’de
saldıranlar kimlerse ve ne istiyorlarsa, bugün de değişen bir şey yoktur. O gün
Taksim’de olanlar sağa sola kaçışmışlardır. Bir kısmı “doğum günü partisi”; bir
kısmı da gazeteciler derneği olabilmiştir. Misal, Ufuk Uras, birinin büyüttüğü,
diğerinin yaldızladığı bir isimdir. Demek ki Ufuk Uras şahsında alınması gereken
ders şudur: Dev-Yol ve TKP’nin karışımı olmak, çare değildir, işçi sınıfına ve
ezilenlere bu karışımın bir hayrı olmayacaktır.
Bu isimlerin hükmü altında, Parti bugün yoktur. 2007
sonrası liberal rüzgâra saçlarını kaptıranların istemediği, böylesi bir parti
disiplinidir. Herkes, takdir ve takdis edilme derdindedir.
Onlar, devletle veya burjuvaziyle aynı masada
olabileceklerini düşünmüşlerdir. Teori, ideoloji, birkaç kişiyi avlamakla
ilgilidir sadece. Gerisi boştur. Teknikçi bir kafa, basit işlemlerle yol almaya
çalışmaktadır. Her şey aritmetiktir. Sınıfsal ayıraç, iptal olmuştur. Eskiden
işçi sınıfına, “sen de büyüksün, yücesin, gücünü bilmiyorsun, gel benle tanrı
ol” diyenler, eski metinlerinde “işçi sınıfı” geçen yerlere “kadın, Kürt, LGBT”
kelimelerini koyarak kendilerini tekrar piyasaya sürmektedirler. Bahsi geçen
cümlenin ardındaki mantığı sorgulayana rastlanmamaktadır.
12 Eylül, o cümlelerin sahiplerince, sahiplerce
kökleşmiştir. AKP, onlara basarak yükselmektedir. Onların boşalttıkları yerleri
doldurmaktadır. Küçümsedikleri, hor gördükleri yoksulları, sahipsizleri, hiçbir
şeye sahip olmayanları AKP avlamaktadır, üstelik devlet adına. Bugün Ensar’a
küfredenler, yoksulları, çocuklarını okutmaya çalışan emekçi halkı bugüne dek
aşağılık kabul etmiş olduklarını unutturma derdindedirler.
12 Eylül olmuştur. Küçük burjuvalar sağa sola
kaçışmıştır. Bazen toplumdan, bazen tarihten bazen de hayatın kendisinden
takdir ve kıymet dilenmiştir. İktidarsa bazen ağzının payını vermiş, bazen de
ağzına bir parmak bal çalmıştır. Bu pay ve bal, halkın kılcalından
uzaklaşılması, iliğinden uzak durulması ile ilgilidir. Bedel ödenmiştir.
12 Eylül’ün isteyip de bir türlü yapamadığı, herkesin
muhbirleşmesidir. Devletin aşağıya sinmesidir. Bugünkü teknolojik imkânlarla
herkes, bu yola sokulmuştur. ABD, ordu, cemaat, iç içe geçmiştir. Halk dışı ve
karşıtı ne varsa, yoldaş olmuştur, yol onların tarlasından geçmekte, onların
menziline uzanmaktadır. Devlet, belirli bir kitleyle kendisini yeniden
kurmaktadır. Sol, uzun zaman Kemalizmi sadece iktidarı yukarıdan aşağı kurduğu
için eleştirmiştir. Bu, “ben onu aşağıdan ama gene Kemalizmle kuracağım”
anlamına gelir. Bugün olan budur.
Bir devlet kurulmaktadır. Bir iktidar tesis
edilmektedir. Köy enstitüleri yerine kent enstitüleri zaruridir. AKP ne kadar
büyültüldükçe, ne denli yüceltilirse, ne ölçüde her şeye hâkim özne olarak
takdim ve takdis edilirse, bu devlet ve bu iktidar kökleşmektedir. Daha doğrusu,
bu ifadeler, o devlet ve iktidarın köklerinin derine inme sancılarıdır. AKP
dolayımdır, mecazîdir.
Acun, yaptığı programlarla insanların hayatlarına bir
dokunuş gerçekleştirmek istediğini söylemektedir. İstediği, istenilen, hayatsız
hayattır. O hayat ki ancak kendilerinin yaşayabileceği bir hikâyedir.
Ayrımları, ayıraçları silenler, bir sözle, bir
eylemle, ahmak kitleleri sürükleyeceklerini zannedenler, egemenlerin masasında
yer kapma derdinde olanlar, bireysel siyaset meziyetlerinin takdir edilmesini
bekleyenler, politikasız politika derdindedirler. O politika ki ancak
kendilerinin idrak edeceği bir masaldır.
Kıyamı, kavgayı, hakla batılı, müşrikle muvahhidi
unutanlar, dinsiz din istemektedirler. O din ki sadece kendilerinin
inanabileceği bir yalandır.
O hayatta yaşama kavgasına yer yoktur. O politika,
öteye ve ötekiye kapalıdır, bugün işe yarıyorsa, açıktır. O dinde Allah
yoktadır, yoktur.
Eren Balkır
21 Nisan 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder