Sağlıklı işleyen seçim süreci ve seçimlere yüksek
katılım düzeyi ile İranlılar hangi mesajları verdiler? Batı’daki huysuz
çevreler ülkede bir hoşnutsuzluğun bulunduğunu iddia ediyorlar. Ama belki de
hasetle yaklaşıyorlar, zira Batı’da hoşnutsuzluk had safhada, siyasetse çok
sıkıcı, daha da kötüsü, giderek sirke dönüşmüş durumda. İslam devrimi Batı’dan
ta başından beri hep kötü eleştiri aldı, ama sonuçlar Batı’ya kıyasla özgürlük
düzeyinin İran lehine gelişkin olduğunu gösteriyor ve 2009 seçimlerinin kötü adamlarca
çalındığına dair o dile pelesenk olmuş lafları geçersiz kılıyor.
Tahran’daki otuz reformist ismin tamamı da yüksek oy
oranları ile kazandı, sonrasında Ayetullah Hameney oy kullanmanın dinî bir
vecibe olduğuna dair bir fetva yayınladı, tüm adaylara onay verdi ve İranlıları
seçimler konusunda tebrik etti. “İrfan sahibi, kararlı İran milletine teşekkür
ediyorum, inşallah yeni kurulacak meclis halka ve Allah’a karşı sorumlulukla
hareket eder. İranlılar dünyaya dinî demokrasinin parlak ve güçlü yüzünü
gösterdiler. Bunlar hassas zamanlar ve önümüzdeki meclisin sırtındaki sorumluluk
ağır.” Hameney üstelik İslam Cumhuriyeti’ne inanmayanlardan da oy kullanmasını
istedi, zira hükümet herkese güvenlik sağlıyordu.
Uzmanlar Meclisi seçiminde Rafsancani ve Ruhani
seçildi. İlkinin Halkın Uzmanları, ikincisinin Umut Partisi sırasıyla 19 ve 27
koltuk kazandı. Bu, onlara çoğunluğu sağladı ve bir sonraki dinî liderin kim
olacağına karar verme konusunda ikilinin elini güçlendirdi.
“İlkeciler" Yenildi mi?
Reformistler ve merkezciler bu sefer Umut Listesi adı
altında girdiler seçime. Logoları ve sloganları “ikinci adım”dı. 2013’te
cumhurbaşkanı seçilen reformist Ruhani’nin döneminin sona ermesini istiyorlar.
Bu seçim Ruhani’nin üç yılının da oylandığı bir tür referandum. Bu döneme
damgasını nükleer anlaşması ve batının uyguladığı yaptırımların sona ermesi
vurdu. Batı basınında yanlış bir adlandırmaya yer verilerek “tutucular”
deniliyor. Muhafazakârlar burada “ilkeciler” olarak anılıyor. Bu kesimin
manifestosu esas olarak İslam’a ve İran Devrimi’ne sadık kalmaya, Dinî Lider’e
itaate ve Velayet-i Fakih ilkesine teslimiyete odaklanıyor.
İran’da hiç kimse Batı ile aradaki mesafenin
kaldırılmasına, yaptırımların son bulmasına karşı değil. Evet muhafazakârlar
eleştirel yaklaşıyorlar bu sürece ve ABD’nin hâlihazırda yeniden yaptırımları
dayatmak için bir plan yaptığından, bir oyun çevirdiğinden endişeleniyorlar.
İranlıların Sam Amca’ya güvenmemek için iyi bir sebebi var. Bu nedenle tercih
daha çok iyimserlik ile ihtiyat arasında yapılıyor.
İran’daki üç ana politik kamptan (reformistler,
bağımsızlar ve ilkecilerin) hiçbirisi, 290 sandalyeli yasama meclisinde
çoğunluğu elde edemedi. Batı’ya göre seçim dürüst gerçekleşse de oyların
sayımına hile karıştırılıyor. İstemeden de olsa reformistlerin yönetmesine izin
veriliyor ve onlar kazanıyor. Seçime yüksek katılım İranlıların İslam
devletlerini protesto etmek için her türden şanstan faydalandığını gösteriyor.
Gerçekte ise (Tahran’da) daha fazla sayıda liberal
aday varken, taşrada yok. Meclisteki 260 sandalye konusunda daha önemli olan
yerel meseleler, altyapı ve ekonomik koşullar (istihdam, barınma vb.) gibi
bölgesel meseleler. Nisan’daki seçimde 70 sandalye için bir seçim daha
yapılacak.
Durumu Ustalıkla Yönetme
İran’da seçimlere katılım her zaman yüksek. Geçen
sefer yüzde yetmiş beşti. Bu sefer yüzde seksene yaklaşacak gibi görünüyor.
Bazı sandıklar Tahran’da gece yarısı açıldı. ABD’de durum tam tersi. Burada
2008 başkanlık seçiminde nüfusun sadece yüzde 55’i oy kullanmıştı. Seçimlere
katılım yıllar içinde hep farklılık arz etti. 1996’da yüzde 49 iken 1952’de
yüzde 63’tü. 86 ülkede seçimlere katılım oranı epey yüksek seyrediyor.
Cumhuriyetçiler ve Kanada’daki muhafazakârlar
iktidarda iken seçim reformu üzerinden bir dolap çevirdiler ve seçmenlerin
haklarını sınırladılar. Taşralı seçmenlerine bel bağlayarak onların sorunsuz
listelere dâhil olmasını sağladılar. Evet, sağcılığın ahbap çavuş ilişkilerine
uyarlanmış bir demokrasi işliyor oralarda. Uruguay ve Avustralya gibi kimi
ülkelerde oy kullanmak mecburi, oysa bu bile seçim sonuçlarını ciddi bir
biçimde değiştirmiyor. Önemli olan insanların gerçek tercihler yapabilmesi.
Peki ya insan hakları? Bu alanda eleştiriye her zaman
yer açmak gerek. Üniversite öğrencilerinin yüzde altmışı kadın. Tahran’daki
reform listesinde sekiz kadın vardı, hepsi de seçildi. Meclise yirmi kadının
girmesi bekleniyor. Bu, İslam cumhuriyeti için bir rekor. Beş bin adayın beş
yüzü kadındı. 2013’te cumhurbaşkanı seçilmesi ardından Ruhani kadın, hukuk
işleri ve çevre konusunda kadın yardımcılar atamıştı.
Uluslararası Sendika Konfederasyonu kısa süre önce
sendikacıların “ulusal güvenlik karşıtı eylemler içine girme, kamu huzurunu
bozma ve yasadışı toplantılara katılma” suçları üzerinden mahkûm edilmesini
protesto etti. Ama bu meselelerin bir de bağlamına bakmak lazım. Bağımsız
sendikalar mevcut. İslam toplumda tekfire hoş bakmadığı için kimi güçlüklere
sebep oluyor. Eğer herkes samimi bir Müslüman ise o vakit hepimizin somut
varlığına dayanan bir sosyal adalet varolmalı, kimsenin cepheleşmeye dayalı bir
“sınıf mücadelesi”ne ihtiyacı kalmamalı. Batı, kapitalizmin ve açgözlülüğün
birer “altın buzağı” olarak tapınıldığı yer. Burada birey ulvi olana hükmediyor
ve sınıf mücadelesine ihtiyaç duyuyor. Sovyetler Birliği için de mesele buydu.
O da batı modeline uygun değildi. İran da öyle.
İran’daki politik söylemin özü şu: ya Batı’yı taklit
et ya da demokrasiyi İslamî bağlama oturt.
İran Usulü Popülizm
Birçok meselede İran’daki değerler Batı’dakinden daha
iyi. Saddam’ın 1980’de açtığı, o acımasız ve her türlü duygudan muaf (Batı’nın
kışkırttığı) savaşa rağmen devrim sonrası İran’ında hâlâ hayranlık duyulacak
şeyler var:
* Köylülere toprak dağıtıldı, binlerce kooperatif
kuruldu.
* Zirai ürün fiyatları arttı, ülke tahıl üretiminde
kendine yeterli bir hâle geldi.
* Okuma-yazma seferberliği sayesinde bugün tüm
İranlılar okuyup yazabiliyor.
* Yollar, elektrik, temiz su ve sağlık klinikleri
köylere kadar taşındı.
* En fakir köylü bile modern tüketim mamullerine
erişebiliyor.
* Ortalama yaşam süresi yetmişlerde 56 iken 2000’de
70’e çıktı.
* Bebek ölüm oranı bine 104 iken şimdi 25.
* BM İran’da doksanlarda başlayan doğum kontrol
programını övdü.
* İşçilere temel ürünler düşük fiyatlara veriliyor,
haftalık çalışma süresini düzenleyen, iş güvenliği sağlayan iş kanunları
mevcut, 1 Mayıs yürüyüşleri sosyalist sloganların eşliğinde kutlanıyor.
Sovyetler Birliği’nde görüldüğü üzere burada da
sistemin dışarıdan yıkılmasına dönük çabalara karşı halkın çoğunluğu belirli
bir direnç geliştirmiş durumda. Bu direnci sadece ekonomideki elitler
sergilemiyorlar. Devrimin savunulması konusunda gösterilen dikkat üzerinde
önemle durulan bir husus. Allah İran’ı bir Gorbaçov’dan korusun. Komünizmin
çöküşü sonrası Rusya’nın kaderi parlak bir geleceğe dair tanıtım filmi gibi
izlenebilecek bir şey değil.
Ortadoğu’nun Anahtarı İran’da
Obama’yı bankaları hortumladığı ve Bush’un savaşla
yüklü mirasını sürdürdüğü için eleştirsek de onun İran’ı ve Küba’yı açıktan
tanıdığını da görmek gerek. ABD’nin dünyadaki gelişmelere etkin katılımı
iktidarın ABD’deki tutucuların elinden çekip alınmasını gerekli kıldı, o da
bunu yaptı. İran’ın yeni kâmil diplomasi ustaları Reagan-Bush ile neokonların
geride bıraktığı pisliğin bir kısmını ortadan kaldırması konusunda ABD’nin bu
zeki başkanına kimi fırsatlar sunuyor. İsrail lobisini alt edip ihtiyatlı bir
biçimde İran’la “yumuşama” yoluna girmek suretiyle Obama Afganistan, Irak ve
Suriye’de gerçek bir ilerleme için gerekli kapıyı aralamış oldu. Belki de bu
gelişme Filistin’i de içeriyor.
Suudilerin kalleşliği her geçen gün daha da net
görülüyor. Dünyadaki tüm petrodolarları toplasanız gene de barış gelmez.
Dünyanın bu son mutlakiyetçi monarşiye radikal bir ayar vermesi gerekiyor ve
İran gerçek seçimlere hasret kalmış olan dindar Suudilere model teşkil edecek.
Kadınların toplumda oynayacakları haysiyetli rol, insanları birbirine düşüren
mezhepçiliğe son verilmesi ve terörizme perde arkasından destek sunulmasına
karşı çıkmak için bu gerekli. Müslüman dünyadaki tüm sıcak noktalar İran’ın bir
dünya oyuncusu olarak kabul görmesinden istifade edecek. Winston Churchill’in
Soğuk Savaş günlerinde dile getirdiği, “Ortadoğu’nun üzerinde dolaşan bir
hayalet” olarak Şii yayı diye bir şey yok.
Eric Walberg
4 Mart 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder