Erdoğan, “bombalı saldırı olmasaydı daha gidip Ferhat
Göçer izleyecektik” demiş.[1] Her şeyin kontrol altında olduğuna dair bir ima
olsa gerek bu. Bu sebeple, saldırıda canlarını kaybedenler dâhil, AKP karşıtı
muhalif kesim de saldırının arkasında Erdoğan’ın başkanlık arzularını görüyor.
Bilumum liberal de, Oya Baydar ağzından, devletin ve PKK’nin birlikte
çalıştığını, artık açıktan ifade ediyor. Şiddet, aynıları aynı yere, ayrıları
ayrı yere savuruyor.
Kızılay saldırısının Halkların Birleşik Devrim
Hareketi’nin kuruluşunun ilânından iki gün sonra gerçekleşmesi ise başka bir
tuhaflık. Artık o bildiride imzası bulunan her bir örgütün eline Kızılay’da
dökülen kan bulaşmış durumda. En azından devlet bunun için uğraşıyor,
uğraşacak. Kısa yoldan devrim yapma hevesi kursakta kalacak. Belki de o
örgütlerin şeflerinin bildiği gerçeği aşar, devrim olur, cümlemiz kurtuluşa
ereriz.
Ama SoL sitesi, hemen bu yönde çalışmalara başlamış
bile.[2] Kızılay saldırısını HBDH’nin hanesine yazıyor. Zannediyor ki topladığı
kâğıtları satıp yirmi lirası ile karnını doyurmaya giden on dört yaşındaki genç,
yanlışı görüp kendi saflarına katılacak.
Kısa yoldan devrim hesapları başka bir mecrada da
ilerliyor. El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye tempo tutarak devrim olmayacağı
gibi, hasımlarının düştüğü hata karşısında el çırpıp göbek atarak da devrim
olmuyor. Devrim ve iktidar imkânlarını kendi dışımızda, başka yerlerde aramak
gerekiyor.
Göbek atanlar, hemen öne Hüseyin Aygün’ü sürüyorlar.
Sınıfsal ayrımlar, Aygün şahsında silikleşiyor. Onlar, AKP’nin “IŞİD de PKK de
bir” propagandasına eklemleniyorlar. Güvenlik uzmanlığı kılıfı altındaki
istihbarat elemanları, PKK’nin sahada IŞİD’den çok şey öğrendiğini söylüyor.
Benzerlik varsa, yıkım sürecine örgütlenmede aranabilir ki yıkıcı bir yapının
bu tarz bir yönelimi doğal. Ama Aygün gibiler, Kürt ve Müslüman düşmanlığı ile
birilerinin kendilerini çağırmalarını bekliyorlar. Fukaranın mezara girmesinin
hiçbir önemi yok. Ne kortejde, ne partide, ne siyasette ne de ideolojide…
Asıl mesele, devletin “teröristler”i önceden
bulamamasından, saldırıyı önleyememesinden şikâyet edenlerin solcu olması. O
solcular, demek ki güvenlikçi, despotik, her şeyi ve herkesi kontrol eden bir
üst yapıyı çağırmaktadırlar. Erdoğan’ın konserin iptalinden rahatsızlık
duyması, bir tür rahatlığa işaret etmektedir. Böylesi solcular bulmuşken, o
konseri rahatça izlemek istemektedir. Bugün “Tayyip’in etrafındaki halka
daralıyor”, “ABD üzerini çizdi”, “darbe kokusu alıyorum” gibi laflar, doğrudan
Tayyip’e yarıyor.
El çırpıp “kahrolsun faşizm” diye bağıranlarda da
benzer bir rahatlık var. Halktaki rahatsızlık üzerine kurulu devrim ve iktidar
hesapları çatlaklardan beslenmektedir. Çatlak, devrim ve iktidar arasındadır.
Erdoğan “iktidar”; PKK ve dostları “devrim” peşindedir. Oysa, Lenin’e atıfla,
“her devrim bir iktidar meselesidir.” Onlar ise milleti eğitmekten bahsetmekte,
milletten öğrenmeyi hor görmekte, batıya “halk” iktidarı, doğuya ise
“demokratik özyönetimler” vaat etmektedir. Devrim ve iktidar arasındaki çatlak,
Kürt ile Türk arasındaki çatlakla alakalıdır. Bu birlik, batıdan ayrışma
pahasına bir birliktir. Doğalında tasfiye içredir. Kendileri level atlamış, ele
silâh alıp fildişi kuleye yerleşmiştir, zavallı, cahil, sürü halk da kurtulmak
istiyorsa onlara benzeyip o level’a gelebilmelidir. Dedikleri budur.
Kızılay’daki bomba hem park içindeki polisleri hedef
alıp halkı vurmuş hem de Erdoğan’a yönelip ona karşı muhalefeti örgütleme
imkânı bulunan dinamikleri ezmiştir. Masabaşındaki küçük burjuva devrim
hesaplamalarının hakikatin duvarına çarptığı yer burasıdır. Hakikatin içinde
olarak, onu kuşanarak, ilmek ilmek örülecek mücadele bir başka bahara
kalmıştır. Gelen ise, artık bildiğimiz “Arap Baharı’dır.
Son yirmi yılını Lenin’i gerisine ve ötesine doğru
aşmaya çalışmakla geçirenlerin devrim ve iktidar arasındaki çatlağı fark
etmemeleri doğaldır. Lenin bir şey daha söyler: “Devrim yapılmaz, olur.” Bu
manada devrim’cilerin masabaşı hesapları, tuttuğu alkışlı tempo ile Erdoğan’ın
Ferhat Göçer konseri yan yanadır. Rojava, devrim karargâhı değilse hiçbir
şeydir.
Ferhat Göçer bir simgedir. O karargâh da aynı modern,
ileri ve burjuva olana meylettiği ölçüde, kapalı kapılar ardında dönen bir
dünyaya hizmet eden, benzer hesaplara gömülecektir.
Silâhın ve şiddetin bir masadaki koz olarak görülmesi
yanlıştır. Cemil Bayık, “AKP ve Erdoğan’ı yıkacağız” demektedir.[3] “Yerine
Abdullah Gül mü gelecek?” sorusu meşrudur. Gezi’den beri tüm liberaller, “son
iki yıl kötü, öncesi iyiydi, bu Erdoğan nobran, kaba, ondan kurtulalım”
demektedirler. Bu noktada Erdoğan üzerinden örgütlenen devlete laf etmek
gerekir.
Bu ülke, sınıf mücadelesinin mescidleri bile kestiği yerdir. Mısır’daki darbe hükümetinin adalet bakanı, “Peygamber yasalara uymasaydı, onu hapse atardım” diyebilmektedir.[4] Türkiye’de benzer bir darbe, odun kömürü yapımında kullanılan ateş gibi, içten içe gerçekleşmiştir. Mescidlerin bölünmesi bunun alametidir.
Peygamber, iki mescid bu tarz bir
ayrıma maruz kaldığı, özel insanların konforlu mekânı hâline geldiği için o
mescidleri yıkmıştır. Adalet bakanının kastettiği “yasadışılık” budur. Demek ki
bugün kendi konserimizde kendimize alkış tutacağımıza, on dört yaşındaki kâğıt
toplayıcısının yüreği, Peygamber’in öfkesiyle hareket etmek farzdır.
Eren Balkır
15 Mart 2016
Dipnotlar:
[1] “Erdoğan: Ferhat Göçer’i Dinleyecektik”, 14 Mart 2016, Sol.
[2] “PKK Saldırıyı Sahiplendi mi?”, 15 Mart 2016, Sol.
[3] “Ölüm Kalım Mücadelesi Veriyoruz”, 15 Mart 2016, T24.
[4] “Peygamber Yasalara Uymasaydı”, 15 Mart 2016, T24.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder