Her yalan, kendi özel tarihini yazar. Yazmak
zorundadır. Genel manada tarihin burjuva ile başladığı, koca bir yalandır.
Burjuva, bu yalanı herkesin zihnine elindeki tüm imkânları kullanarak nakşeder.
O, mevcut ve muhayyel, tüm özneleri kendisine göre kurar. Kendisine her fırsatta
dalkavuklar bulur.
Burjuva devrimleri tarihi, alttaki
mazlumların-sömürülenlerin müşterek devriminin gaspedilmesinin tarihidir.
Dolayısıyla, bugün tarihi burjuvaziye, toplumu kendi bireyliğine ve iradesine
indirgeyenler, hakikate karşı yalan söylemektedirler.
TKP’nin tarihinde 12 Eylül darbesini alkışlamak
yazılıdır. Orhan Gökdemir’in “Aydınlanma borcu”nu öderken kastettiği “dik
durmak”, o darbenin ayağa kalkarak alkışlanması ile alakalıdır.[1] Eskiden güya
“doğucu” olan Gökdemir’in bu seyri, Ortadoğu’ya Avrupa ve ABD’nin gelmesinin
bir tezahürüdür. Gökdemir de onlarla birlikte Ortadoğu’ya gelmiş, coğrafyanın dinamiklerini
batı adına incelemiş, sonrasında hazırladığı istihbarat raporları ile yuvasına
geri dönmüştür. Şimdi borç ödüyor, dünyalık biriktiriyor.
Demek ki geçmişe vurgunun, nostaljinin tehlikeli bir
yanı vardır. “Marketle bakkal bir mi?” ya da “eskiden bekçiler vardı” türünden
laflar, devletin kendisine özel bir halk örgütlemesidir. İlk lafı edenler,
efendilerine olan borçlarını ödüyorlar; ikinciler ise vakıflar, merdiven altı,
kayıt dışı kuruluşların kapatılması, üniversitelerde gerici-yobaz avına
çıkılması noktasında, eskinin bekçiliğine benzer bir göreve soyunuyorlar.
Gökdemir de “bakkal” sandığı burjuva devletinin
huzurunda diz çöküp, “borcumu ödemeye geldim efendim” diyor. Bu borç,
Digitürk’le, Fenerbahçe’yle ilgili şike soruşturmasıyla ve başka pratiklerle
ilgilidir. “Canımı, hayatımı size borçluyum” haykırışı, Aydınlanma denilen bir
kılıfa büründürülmüştür. Eskiden Cumhuriyet mitinglerine koşa koşa giden bu
zat, tedrisatını ve iktisadını muhtaç olduğu yere övgüler düzmeyi siyaset zannediyor.
Gökdemir bunu yaparken, yoksulları, işçileri de bu
suça ortak etmek derdindedir. Herkese “benim gibi olun, borcunuzu ödeyin,
başınızı akşam yastığa rahat koyun” Gökdemir, milleti devletin bakkal olduğuna
ikna etmek zorundadır. Marketleşen, AVM’leşen devletin Gökdemir gibi ajanlara
muhtaç olduğu açıktır.
Ortaçağ vebası, zenginler, burjuvalar, aristokratlar
için eşitleyiciliğin imgesidir. Gökdemir’in efendilerinin korkularını avama
yaymak istemesinin sebebi buradadır. O, Mısır’da darbeyi yapan Suud-ABD
iradesine ortaktır. “Ankara’nın düşürüldüğünden” dem vurur. Ankara’nın kimlerin
kanı ve teri üzerine kurulu olduğunu unutturmaya mecburdur. Gökdemir, bunun
için vardır, bu yüzden taltif edilmektedir.
Gökdemir, 1908’de dağa çıkan subayların safındadır,
1968’de dağa çıkanları ise sadece “gericilik karşıtı” oldukları iddiası
üzerinden sahiplenir ve esasen onlara düşmandır. Yalan, kendi tarihini örer.
1968 devrimcilerinin Gökdemir’in küçük burjuva çıkarlarına peşkeş çekilecek bir
niteliği haiz olmadıkları açıktır.
Gökdemir de bilir, Antalya-İzmir hattında batıyla
komprador ilişkisi kurmuş tefecilerin, kaçakçıların, toprak ağalarının,
burjuvazinin kendi yolunu nasıl açtığını. Bilir, çünkü o, borcu tespit etmek ve
onu ödeyip bireysel olarak rahata ermek ister. Burjuvazinin sırtına yüklediği
yük, ağır gelmektedir.
Ama Gökdemir şu hakikati bilmez: Antalya-İzmir hattına
bu toprakların mazlumların-sömürülenlerin tek kuruş borcu yoktur. Onların o
hattı kuranları önceleyen, zengin, derin, köklü bir mücadele geleneği zaten
vardır. Mesele, ona iştirak etmektir.
Bir küçük burjuva olarak tüketime, algıya-vergiye,
borca odaklanan Gökdemir’in herhangi bir şeye iştirak edebilmesi mümkün
değildir. O, öznelliğini burjuva ile kurar, onun devletine sarılır, kendi
"sınıfsızlığını ve sınırsızlığını" o devlette bulduğunu zanneder,
herkesi bu yalana örgütlemek ister.
Evet, verili koşullarda devlette tecessüm eden
sınıfsızlık ve sınırsızlık, şeklen ayrışmıştır. İlki CHP, ikincisi AKP şahsında
karşılık bulmaktadır. Bu açıdan artık “iki devlet” vardır. Dolayısıyla solda
makes bulan bu iki devletten biri, halka dışarıdan, tepeden bakarak “boyun
eğme!”; diğeri de “diz çökme!” diyecektir. Oysa boyun eğen de diz çöken de
yoktur. Eğilen boynu, çöken dizi başka yerlerde aramak gerekir. O boyun da diz
de küçük burjuvaziye aittir.
Orhan Gökdemir’in yolculuğunda bir durak Yalçın
Küçük’se diğeri Doğu Perinçek’tir. Bir ara marksizmi kurtarmaya bile soyunmuş
olan bu zatı anlamak için Küçük ile Perinçek arasında yaşanan son tartışmaya
bakılabilir. Perinçek, AKP’nin kendi çizgisine geldiğini söylemekte; Küçük ise
“AKP’yi ABD ya da başkası, kim yıkarsa yıksın!” demektedir. Ama tartışma
sonunda ikisi de “Türkiye, Irak ve Suriye’yi topraklarına katmalı” hususunda
anlaşmaya varmaktadır. İşte Gökdemir bu hocaların tilmizidir, borcu onlar
içindir ve onlara ödemektedir. Dolayısıyla, onun “Müslüman işçiler birleşin!”
diyen Mustafa Suphilere değil, Perinçek-Küçük gibilere minnettar olması
gerekir. Birinciler, Ortadoğu halklarının müşterek iradesine dâhil iken,
ikinciler o iradeye düşmandır, devletin muradını kitleler nezdinde örtbas
etmekse Gökdemir gibilerine düşmektedir. Hoca-öğrenci arasında işbirliği ve
işbölümü, bu yöndedir.
Orhan Gökdemir gibilerin bize takmak istedikleri
pranga, burjuvazinin aklının üstün olduğu yalanıdır. Onun gibiler, tarihi bu
sebeple bir yalana örmekte, örgütlemektedirler. Kurtuluşumuz, efendilerinden
kırıntı bekleyen küçük burjuvaların mızırdanmalarına değil, bu dünyaya ve
ötesine talip olan mazlumların devrimci kükreyişine dairdir.
Eren Balkır
25 Mart 2016
Dipnot:
[1] Orhan Gökdemir, “Aydınlanma Borcu”, 26 Mart 2016, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder