Komintern Üçüncü Kongresi’ne
Sunulmuştur[1]
I
Milletler Cemiyeti, Paris’te üç kategori belirledi:
egemen devletler, tabi devletler ve vesayet altındaki yapılar [mandalar].
Suriye, Mezopotamya [Irak], Arabistan, Hindistan, Mısır, Kore ve Çin, Doğu’nun
neredeyse tüm ülkeleri bu vesayet kategorisi altında değerlendiriliyor. Tüm
bunlar, mandacı devletlerce acımasız bir biçimde sömürülen proleter devletler.
Bu nedenle biz, kapitalist toplumdaki sınıfsal ayrışmalara denk düşecek
biçimde, devletlerin nispi politik ağırlıkları üzerinden dünya emperyalizmi
dâhilinde sınıflandırılmasına tanık oluyoruz. Bir sanayici burjuva toplumda
işçileriyle nasıl bir ilişki kuruyorsa, hâkim devletler de kendilerine tabi
olan bağımlı ülkelerle aynı şekilde ilişki kuruyorlar. Ama burada önemli bir
farklılık söz konusu: hâkim güce bağlı müteşebbislerin elde ettikleri
artı-değer, ülke içindeki burjuvazinin eline geçiyor. Eğer müteşebbis, bu
artı-değeri söz konusu “proleter” devletlere ait piyasaların dışında elde
ediyorsa, tümüne el koyuyor.
II
Bu kıyaslama çabası, dünyadaki emperyalist sistem
dâhilinde, Doğulu sömürge ülkelerin yerine dair kaba bir resim sunuyor. Daha
doğru bir resim elde etmek için bizim söz konusu ülkeleri aşağıda ifade edilen
kategorilere ayrıştırmamız gerekiyor:
IIa
Makul düzeyde bir sanayileşmeyi tecrübe eden ve finans
kapitali üzerinden sömürgeci ülkeyle güçlü bağlar kurmuş olan sömürgeler.
IIb
Sanayileşme sürecini esas olarak savaş döneminde
gerçekleştirmiş olan ve sömürgeci ülkeyle zayıf bir bağa sahip bulunan
sömürgeler.
IIc
İleri düzeyde kapitalist ülkelere sadece hammadde
temin etme noktasında hizmet sunan sömürgeler.
Doğu’da ilk kategoriye girecek bir ülkeye
rastlanmıyor. Bu kategoriye Avustralya ve Kanada gibi ülkeler giriyor.
Buralarda burjuvazinin üst katmanları emperyalist kartellerin ve tröstlerin
yörüngesine girmiş durumda. Bu nedenle, Kanada’da çelik fabrikalarının
sahipleri veya hissedarları hâkim emperyalist çelik tröstü dâhilinde soğuruldu,
dolayısıyla, sadece kendi ülkesinin sömürülmesinden değil, toprağını
genişletmeyi amaçlayan sömürgeci ülkedeki finans kapitalin politikalarından da
pay alıyorlar. Bu tip bir sömürgeye olağan koşullarda somut ve kapsamlı bir
özerklik bahşediliyor, zira o sömürgeci ülkedeki tröstlerin çıkarlarını asla
tehlikeye sokmuyor.
III
Doğu’da bu birleşme süreci savaştan önce başladı, oysa
bu birleşme, sadece Hindistan’da ve belirli ama sınırlı bir ölçü dâhilinde
Çin’de gerçekleşti. Ancak savaş, ilgili ülkelerin sanayileşme sürecini önemli
oranda hızlandırdı, yereldeki burjuvaziye sağlam bir temel ve kendi ayakları
üzerinde doğrulma imkânı sundu. Bu da söz konusu ülkelerin ulusal düzeyde daha
güçlü bir konum elde etmesine neden oldu. Böylesi bir sanayileşme süreci, bugün
Türkiye’de tüm çıplaklığı ile yaşanıyor. Hindistan ve Türkiye burjuvazisinin
kimi korumacı propaganda faaliyetleri içerisine girmiş olması, bu ülkelerdeki
tüm üretim kollarında ciddi bir artışın yaşandığının bir delili. Yereldeki
kapitalistler, gelişmiş kapitalist ülkelerin yürüttüğü rekabetten yeni ortaya
çıkan sanayiyi korumak için korumacı politikalar uyguluyorlar.
Aynı zamanda, büyük kapitalist tröstlerden ayrı, iyice
belirginleşmiş bir sınıf olarak burjuvazi, yeni mülkiyet ilişkileri sayesinde
ortaya çıkma imkânı buluyor, politik iktidarı ele geçiriyor ve onu kendi
çıkarına uygun bir biçimde kullanıyor. Ama iktidar mücadelesi dâhilinde
yereldeki kapitalistler, ilkin Doğu’daki birçok ülkede politik iktidarı elinde
bulunduran feodal aristokrasi ile ikinci olarak da bu feodallerin yardımı ile
ilgili ülkeleri ekonomik açıdan sömüren Amerikalı ve Avrupalı emperyalistlerle
çatışma içine giriyor. Bu noktada mücadele daha da sertleşiyor ve dünya
emperyalizmi, yereldeki burjuvazinin iktidarı tümüyle ele geçirmesine mani
olmak için elinden geleni yapıyor.
IV
Savaş, sadece artı-değeri sömürgeci ülkedeki
kapitalistle paylaşmak istemeyen milli burjuvaziyi tahkim edip güçlendirmekle
kalmadı, ayrıca önceden çökmüş ve dağılmış olan yeni bir devrimci gücün sahneye
çıkmasını sağladı: el sanatları ile zanaat. Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmiş
merkezlerinden ucuz mamul ürünlerin ithal edilmesi bu katmanı yoğun bir krize
sürükledi. Binlerce insan, hayatta kalmak için ülkelerini terk etmeye veya
kendi ülkelerinde yarı aç yarı tok yaşayacakları sefalet koşullarında yaşamaya
zorlandı.
Savaş, bu kesimde yeni bir ruhun oluşmasını sağladı ve
onların üretimi piyasanın talebini karşılayacak ölçüde artırmasına imkân verdi.
Savaştan iki yıl sonra kapitalist ekonomide patlak
veren derin kriz, Doğu’daki sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde el sanatlarına
dayalı imalatın ağırlığını artırdı. Savaştan önce mahvolmuş olan esnaf ve
zanaatkârlar hayata geri döndüler ve kaderlerinin bağlı olduğu o iktidarı
ellerinde tutmak için her türlü çabayı ortaya koydular. Dünya kapitalizmiyle
giriştikleri bu çekişme, bir tür hayat-memat mücadelesi hâlini aldı. Henüz
düşmanı olarak görmedikleri genç yerli burjuvazi, bu durumdan istifade ederek
ilgili kesimi Avrupalı kapitalistlerin boyunduruğunu kırmak için verilen
mücadele içine çekti. Çin’de Japon, Hindistan’da İngiliz mallarının boykot
edilmesi üzerinden yapılan yürüyüşlerin yaygın bir destekle karşılanmasının sebebi
buydu.
V
Köylü hareketi konusunda Hindistan ve İran ayrı bir
yerde duruyor. Bu iki ülkede feodal burjuvazi, toprak mülkiyetini ele geçirdi.
Oysa Çin ve kısmen Türkiye’de küçük toprak sahipliği hükmünü sürdürdü. İran ve
Hindistan’da köylü hareketi günden güne büyüdü. Bilhassa Hindistan’da dönem
dönem ayaklanmalara ve huzursuzluklara tanık olundu. Bunlar, İngilizlerce
acımasız bir biçimde bastırıldılar. Dünya kapitalizmi, sömürge ve yarı-sömürge
ülkelerdeki hâkimiyetini sürdürdükçe köylülerin toprak ağalarından kurtulması
mümkün değil. Zira emperyalistler, esas olarak toprak sahibi aristokrasiye
sırtını yaslıyorlar, bu ülkelerde tröstler yereldeki kapitalistler arasında
henüz sağlam bir temel elde edemediler. Sonuçta köylü hareketi, kaçınılmaz
olarak yabancı işgalcilerin iktidarını hedef almıştı.
Emperyalist iktidarın yıkılması, aynı zamanda bilhassa
Hindistan’da savaş esnasında ve sonrasında hızla büyüyen işçi sınıfının da
hayrına olacak. Bu sınıf, hem yerli hem de yabancı burjuvazinin uyguladığı
sömürüden muzdarip. Kendisini her iki sömürücüden aynı anda kurtarması mümkün
değil. Zira örgütlü işçi sınıfı çok küçük ve henüz sınıf mücadelesi konusunda
gerekli becerileri haiz değil. Bu yönde bilinçsizce atılacak her türden adım,
sınıfın şu ana kadar birbirlerinin boğazlarını kesmeye hazır olan düşmanlarını
tahkim edecek.
VI
Bu minvalde dört en güçlü sınıf (burjuvazi,
zanaatkârlar/küçük burjuvazi, işçiler ve köylüler) kaçınılmaz olarak dünya
kapitalizminin uyguladığı sömürüye karşı ümitsiz bir mücadele içine girdi ve
eksiksiz bir milli kurtuluş için verilecek kavgaya yüzünü döndü. Başını
Müslüman din adamlarının üst tabakasının çektiği gerici panislamist hareket
bile İngiliz emperyalizmine karşı mücadele dâhilinde gelişen olaylar dizisine
bir biçimde dâhil oldu. Türk milliyetçileri eliyle Ankara’da ve İngilizler
eliyle Mekke’de iki panislamist kongrenin eşzamanlı toplanmış olmasının da
gösterdiği üzere, bu kampta bile dünya emperyalizminin hâkimiyetine karşı bir
mücadele uç veriyor.
Komünist Enternasyonal, tüm bu güçleri dikkate almak ve bunları dünya burjuvazisinin elindeki sömürgeci hâkimiyete ve esas olarak Britanya emperyalizmine karşı mücadeleye sevk etmek zorunda.
Britanya
emperyalizminin yıkılması dünya devriminin önkoşuludur. Doğulu ülkelerde milli
hareketin elde edeceği zafer, Avrupa ve Amerika’daki yönetici sınıfların yok
olmanın eşiğine geldiklerine dair bir alamet olacaktır.
Kısmi veya tam zafer kazanıldıktan sonra kimi
ülkelerdeki yerli burjuvazi, büyük güçlerle bir anlaşma içine girse de bu,
bizim cesaretimizi asla kırmamalıdır. Böylesi bir olay gayet doğaldır ve
devrimci hareketi kesinlikle durdurmayacaktır. Eğer Avrupa burjuvazisi, her
sömürge ve yarı-sömürge ülkede kendisine ait politik ve ekonomik imtiyazların
belirli bir kısmını bile terk etmeye zorlansa, dünya kapitalizminin iktidarı, o
iktidarın Doğu’ya uzanan kökleri sökülmezden önce, enternasyonal proletarya
tarafından ayaklar altına alınacaktır.
VII
Komünistlerin de mücadele ettikleri, dünya
kapitalizminin şiddetli saldırılarına dönük nefret düzleminde birleşmiş olan
Doğu’daki küçük burjuva güçlerin hâkim nüfuzu sebebiyle bu güçler, sıklıkla
komünist olarak resmediliyorlar. Bu sebeple, muhtelif gruplar altında
toplanabilecek kimi ülkelerde komünistliğe dair izler taşıyan milliyetçi veya
Müslüman komünistlere ait kimi oluşumlara tanık olunuyor. Bu gerçek, Millet
ve Sömürge Meseleleri Üzerine Tezler’in (e) maddesi dâhilinde, İkinci
Kongre’de ele alınmıştı:
“Gerçek
manada komünist olmayan geri kalmış ülkelerdeki devrimci kurtuluş
hareketlerinin komünist olarak gösterilmesi gayretine karşı kararlı bir
mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde
devrimci hareketleri desteklemek, Komünist Enternasyonal’in görevidir. Burada
tek koşul, ismen değil, gerçek manada da komünist olan tüm bileşenlerin ileride
kurulacak proleter partiler için bir araya getirilmesi ve bunların belirli
görevlerin bilincinde olacak şekilde eğitilmesidir. Bu görevler, temelde
ülkedeki burjuva demokratik harekete karşı mücadeleye ait görevlerdir. Evet,
Komünist Enternasyonal, sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde geçici kimi
anlaşmalara varmalı, hatta devrimci hareketle ittifak kurmalıdır. Ama bu
hareketle asla birleşilmemelidir.”[2]
Alınan bu konum, bugün hâlâ geçerli ve doğrudur. Bizim
bu konumu gerçek kılmak için kararlı bir faaliyet içerisinde olmamız gerekir.
Dünya kapitalizminin sahip olduğu iktidarı yıkmanın yegâne yolu budur. Bizim proletaryanın
uluslararası dayanışması fikrini Doğu’da güçlendirmemiz şarttır. Nihai zafer bu
şekilde gelecektir.
Ahmed Sultanzade
[Kaynak: To the Masses: Proceedings of the
Third Congress of the Communist International, 1921, Yayına Hazırlayan ve
Çeviren: John Riddell, Brill, 2015, s. 1187-1190.]
Dipnotlar:
[1] ‘Proekt tezisov po vostochnomu voprosu’dan çevrildi. Narody Dal’nogo
Vostoka (1921) içinde, 343–6. sütunlar. Metin ayrıca şuradaki metinle
kıyaslandı: Komintern arşivleri, RGASPI, 490/1/6.
[2] Yayına Hz.: Riddell, 1991, 2WC, 1, s. 288.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder