Dinini dünya kılanlara karşı dünyasını din kılanların
kavgası… Bu kavga, sınıflar mücadelesine tabi. Kendisini tek gerçek, tek madde,
tek ruh kabul edenlerin anlamadığı bu.
“Hep iki sınıf var. Burjuvazi ve aristokrasi
arasındaki kavgada bir sınıf diğerine ideolojisini dayatıyor. Laiklik de
böylesi bir ideoloji” diyen kişi, kendisini esasında sınıf dışı, sınıflardan
münezzeh kabul ediyor, oradan konuşuyor. Buradan laiklik, ön kapıdan kovuluyor,
arka kapıdan içeri alınıyor.
Burjuvaziye ait ve ona dair bir talep olarak laiklik,
en uç ateist formları ile birlikte, budünyacılıktır. Kavganın aşkın ve aşka
dair yanlarını budamaktır. Bugün Cerrattepe için verilen mücadele, önce ve
sonra, aşağısı ve yukarısı, toprak, su ve hava için verilmektedir. Bunların
arasındaki varlığı mutlaklaştıran yaklaşımların mücadeleye soluk olması mümkün
değildir.
Her gün işi gücü “bu tek tek bireyler nasıl bir araya
gelebiliyor?” sorusunu sormak olanlar, maddî ve manevî ortaklaşmayı zerre
anlamak istemiyorlar. İstemediği için bu sorunun gölgesine sığınıyorlar.
Onların “bir araya gelme” diye gördüğü şey bir’in ve birr’in fiilîleşmesidir.
Cemre, önce havaya, sonra suya, ardından toprağa
düşer. Mesele, kavganın devrimci cemresidir. Arapçada “kor durumundaki ateş”
manasına gelen cemre, yüreklerden, bileğe, bilekten eyleme akmaktadır. Aşka
dair dolayımı ile müşterek hayat, orada arınmakta, yücelmekte, kökleşmektedir.
Demek oluyor ki burada, bugün ve budünya için verilen
çaba, mücadeleye dair anlamını başka yerlerde yüklenir. Burjuvazi ve devletin
mevcut gücüne olan gizli iman, tüm ağırlığı ile, mücadelenin anlam kazanmasının
önündeki engeldir. O ağırlıkta cemrenin düşmesi mümkün değildir.
Burjuva siyasetin ağırlığında Metin Lokumcu’nun
meslekî, siyasî veya bireysel varlığına anlam yükleyenler, onun ait olduğu dine
açıktan küfredenler, Artvin’i Bergama’ya asla bağlayamazlar. Burjuvazi, AKP
devleti eliyle, Kaz Dağları’nı Aladağlar’a, Cerrattepe’yi Sinop’a bağlamayı
bilir. Bu maharetini, kendisine karşı olduğunu iddia edenlerin bağlardan nefret
ediyor olmalarına borçludur.
Bilmediğimiz, bilmek istemediğimiz, içimizi yakmayan
horonu oynamanın, tulumu, kemençeyi çalmanın anlamı yoktur. Dilde evrilip
çevrilen kelimeler beyni alazlandırmıyorsa, beyhudedir.
Buzlar çözülüyordu. Bir arkadaş “cemre düştü” deyince,
diğer AKP’li ve ancak o sayede Müslüman kaldığını sanan arkadaş “Cemre de ne?
Göstersene!” diyordu. Böylece putperestlerin Peygamber’e dönük tavrını
güncelliyordu. O AKP’lideki maddecilik, elle tutulur, gözle görülür kazanımlar,
zaferler istiyor. Bu yüzden görmeyeceği, elle tutmayacağı hiçbir şeye talip
olmuyor. Öğrenmiyor.
Kârın ve mülk sahipliğinin konuştuğu dünyanın her
köşesinde olduğu gibi Artvinliler “din” içre direniyorlar. Kafa sayısı önem arz
etmiyor. Önemli olan, kavganın niteliği. Kurulan bağlar.
Sanılıyor ki burjuvazi, AKP’ye sırf yığınlara din
zehrini zerk edebildiği için tahammül ediyor. “Bu zehre panzehir olursak, yol
alabiliriz” diyorlar. Burjuvaziye yaranmayı, ona alternatif olmayı amaçlayan bu
yaklaşımın iler tutar bir yanı bulunmuyor. Kadrolarını maniple etme
yöntemlerini genele önerenler, bindikleri dalı kestiklerini fark etmiyorlar.
Özneliğin ancak kendi gerçekliğinde mümkün olduğunu
düşünenler, o yığınlara özne olmayı asla layık görmüyorlar. Tarihin sadece
kendisi gibi öznelerce yaratıldığını düşündüğünden, AKP dönemini tarih dışı
kabul ediyorlar. Somut gerçekle yüzleştiğinde ise hemen gerçek özne dediği
güçlerden yardım istiyorlar. Önce tek tek bireylerin din eliyle kapitalizme
uygun, kapitalizm öncesine özgü birer köleye dönüştürüldüğünü söylüyorlar,
ardından da bu kölelerin “sınırlı, eksikli, arızi, zayıf ve günahkâr” bir
sürüyü teşkil ettiğini iddia ediyorlar. Bu iddianın sahibi, aslında illaki
“sınırsız, eksiksiz, kalıcı, güçlü ve günahlardan ari” bir güç adına konuşuyor.
Felsefe zırhı, bilim mızrağı oluyor. O mızrağın ucuna da hep dinî metinler
asılıyor. İmansızlık, bunu gerekli kılıyor.
Oysa cemredir, düşüyor. Hayat başkasına karıştıkça
çoğalıyor. Kavga, mülkiyet ilişkilerini değil, aidiyeti besledikçe yol ve
yoldaş buluyor.
Eren Balkır
17 Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder