Batı’da İfade Özgürlüğüne Yönelik En Büyük Tehdit
İsrail İşgaline Karşı Yürütülen Faaliyetlerin Suç İlân Edilmesidir
Bugün itibarıyla Birleşik Krallık hükümeti, “kent
konseylerinin, kamu kurumlarının hatta kimi üniversitelerdeki öğrenci
birliklerinin silâh ticareti, fosil yakıtlar, tütün ürünleri alanlarında faal
olan şirketlerden veya işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan İsrail
yerleşimlerinden gelen mal ve hizmetleri satın almayı reddetmeyi yasadışı” ilân
ettiğini duyurdu. Dolayısıyla artık tüm dünya genelinde İsrail yerleşimlerinin
boykot edilmesine ilişkin çalışmaya destek veren veya bu boykota katılan herkes
“ağır cezalar”la karşılaşacak.
Burada öncelikle ifade ve politik faaliyet
hürriyetinin ihlal edildiği düşünülebilir, elbette öyle, ama aslında Batı’da
olağandışı başka şeyler yaşanıyor. Artık aksi geçerli. İsrail ve destekçileri
BDS kampanyasından korktukları için İsrail işgaline karşı yürütülen politik
faaliyetleri suç ilân etmek amacıyla koordineli ve gayet iyi finanse edilmiş
bir kampanya yürütüyorlar. Zira Güney Afrika’daki İsrail’in müttefiki olan ırk
ayrımcısı rejimi yıkan seksenlerdeki kampanyayı örnek alan bu çalışma başarılı
oluyor.
İsrail’de yayın yapan +972 isimli internet
sitesi, geçen yıl askıda bekleyen bir kanun tasarısına dair haberler yapmıştı.
Bu tasarı, “BDS hareketine destek veren, böylelikle Filistinlilerin haklarına
saygı duyulması ve İsrail’in uluslararası hukuka uyması konusunda baskı yapmayı
amaçlayan yabancıların ülkeye girişini yasaklamayı” öngörüyor. 2011’de
İsrail’de yürürlüğe giren bir yasa ise, “Batı Şeria’daki yerleşimlere veya
İsrail’e karşı ekonomik, kültürel veya akademik boykot çağrısı yapılmasını
yasaklıyor ve bu konuda ağır cezalar getiriyor.”
Ama mevcut sansür bu türden faaliyetleri sadece
İsrail’de değil, Batı ülkelerinde de suç hâline getirmeyi amaçlıyor. Üstelik bu
girişim başarıya da ulaşıyor.
İsrail’in onlarca yıldır süren işgaline karşı
yürütülen faaliyetleri yasadışı ilân etmeye dönük, salt İsrail’in boykot
edilmesini de içermeyen söz konusu eğilim, birçok Batı ülkesinde ve bu ülkelere
ait kurumlarda kendisine yer buldu. Ekim ayında yaptığımız bir haberde 12
eylemcinin Fransa’da yargılandığından bahsetmiştik. Bu insanların suçu
“Filistin’de onlarca yıldır süren askerî işgale son vermek için gerekli bir
araç olarak BDS’yi savunmaları”. Ülkedeki yüksek mahkeme cezaları onadı.
Tutuklanan bu kişiler üzerinde “Yaşasın Filistin, İsrail’i Boykot Et” yazan
tişörtler giydikleri için sorgulandılar. Bu kişilerin bir suçu da “İsrail
ürünlerinin satın alınması Gazze’de işlenen suçları meşrulaştırıyor” diyen
bildiriler dağıtmalarıydı.
Fransa’daki Yahudi cemaatlerinin şemsiye örgütü
CRIF’in avukatı Pascal Markowicz şunları söylüyor: “BDS’yi destekleyici
ifadeler tümüyle yasadışıdır. BDS’ciler ifade hürriyetinin ihlal edildiğini
söyleseler de en yüksek hukukî mercii bunun aksini iddia ediyor.” Örneğin geçen
yıl Kanada’da yetkililer BDS’ye destek veren herkesi yargılamakla tehdit
etmişti.
ABD’de bu türden faaliyetleri yasaklayan benzer
önlemler alındı. BDS’yi yasadışı ilân edecek bir kanun tasarısı hazırlandı.
Geçen Haziran’da Washington Post’un yaptığı habere göre, “ABD’nin her
yerinde BDS karşıtı yasalar çıkartılıyor.” Kongre’de hazırlanan bir dizi tasarı
BDS ile mücadele konusunda devletin harekete geçmesine neden oluyor.
New York Times’daki
habere göre, Kongre’nin hazırlayıp Beyaz Saray’a sunduğu gümrük yasası
tasarısı, “Amerikalı yetkililerin ileride yapılacak ticaret müzakerelerinde
yerleşimleri İsrail’in parçası olarak görmelerini mecburi hâle getiriyor.” Bu
hüküm bilhassa “BDS hareketi ile mücadele için konulmuş.” Ama habere göre, hiç
tartışılmayan bu yasa “Washington’ın Amerikan şirketlerinin İsrail’i boykot
eden devletlerle işbirliğini yasaklamasını” öngörüyor.
Bu yeni yasanın gerçek amacı ise tüm dünyanın yasadışı
kabul ettiği Batı Şeria’daki yerleşimlerin Amerikan şirketlerince İsrail’in bir
parçası görülmesini sağlamak. Bu da Batı Şeria ile çalışan şirketleri boykot
etmeye dönük her türden tavrın yasadışı ilân edilmesi suretiyle
gerçekleştiriliyor. Artık ABD’li şirketler işgal altındaki topraklarda üretilen
ürünleri İsrail’de üretilmiş gibi görecekler. Beyaz Saray, Amerika-İsrail Kamu
İşleri Komitesi’nin [AIPAC] desteklediği, yerleşim yanlısı hükme karşı olmasına
rağmen, yasa tasarısını imzalayacağını ilân etti bile.
ABD’de Filistin’in özgürlüğü için çalışanların
yurttaşlık ve anayasal haklarını korumak amacıyla kurulmuş olan Palestine
Legal [“Yasal Filistin”] grubundan Rahul Saksena konuyla ilgili şunları
söylüyor: “Gümrük yasası tasarısındaki BDS ile ilgili hüküm ve Kongre’yle tüm
ülke genelindeki eyalet meclislerine sunulmuş diğer onlarca BDS karşıtı tasarı
Filistin’in özgürlüğünü destekleyen, İsrail politikalarını eleştiren herkesin
ağzını kapatacak, İsrail’in şiddetli savunucuları ve yasa yapıcıları bunu
amaçlıyor. BDS’ye karşı çıkan, İsrail yanlısı J Street isimli grubun hükümet
işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Dylan Williams ise şu kanaatte: “İsrail kontrolündeki
topraklarla ilgili gümrük yasasına dönük her türden atıf aslında hem eyalet hem
ülke genelinde suyu bulandırma amacını güdüyor.”
Mevcut yasalar Amerikan şirketlerinin BDS’yi
destekleyen eylemlerin cezalandırılmasını öngörüyor. ABD’li şirketler ve
yabancı iştiraklerinin İsrail’in boykot edilmesine dönük Arap Birliği’ne ait
talepleri yerine getirmesini onlarca yıldır engelliyor. Bu yasaları ihlal
edenlere on yıla kadar hapis cezası veriliyor.
2010’da Kore’de bulunan, General Motors’a ait G M
Daewoo isimli otomobil ve teknoloji şirketi boykot karşıtı yasaları 59 kez
ihlal ettiği için Boykot Karşıtı Yasalara Uygunluk Bürosu’nca 88.500 dolar
cezaya çarptırıldı. Bir de gümrük formunda “Yük gemisinin Libya limanlarına
girişine izin verilmektedir.” ibaresi geçtiği için cezalandırıldı. O dönemde
Libya İsrail’e uğrayan İsrail mallarının veya gemilerinin Libya limanlarına
girmesine izin vermiyordu. Şirketin kaleme aldığı o uyduruk beyanatta Libya hukukuna
uyduğunu söylemesi ABD hükümetince İsrail’in boykot edilmesine destek olarak
yorumlandı, şirket sırf bu sebeple para cezasına çarptırıldı.
Amerikan üniversitelerinde işgal karşıtı faaliyetlere
yoğun bir baskı uygulanıyor. Bu, oldukça tuhaf bir durum. ABD’de geçen yıl
kampüslerde uygulanan sansürle ilgili medyada yoğun bir tartışma baş gösterdi.
Söz konusu sansürü açıktan eleştiren ve ifade özgürlüğünü savunduklarını iddia
eden, New York’tan Jonathan Chait gibi kimi uzmanlar, kampüslerdeki sansürün en
yaygın biçimini, İsrail’in eylemlerine karşı faaliyet yürütenlere ceza
verilmesini görmezden geliyorlar.
İsrail adına kampüslerde uygulanan bu sansür Palestine
Legal’ın geçen yılki “İfade Özgürlüğüne Filistin İstisnası” başlıklı
raporunda kapsamlı bir biçimde aktarıldı. Ülke genelinde uygulanan sansür
dâhilinde Filistin yanlısı profesörler işlerinden kovuldular, işgal karşıtı
öğrencilerin eğitim hakları askıya alındı, öğrenciler okuldan kovulmakla tehdit
edildiler, Filistin yanlısı gruplar daha önceden aldıkları para desteğinden
mahrum bırakıldılar, hatta Filistin bayrağı sallamak “suç”undan birçok
öğrenciye disiplin cezası verildi. Rapor, İsrail yanlısı grupların ve mezunların
“İsrail’in politikalarına yönelik eleştirileri susturma çabalarını
yoğunlaştırdıklarını” aktarıyor. Rapor şu açıklamayı sunuyor: “Bu eleştirilere
cevap vermek yerine söz konusu gruplar önemli kaynaklara ve lobi gücüne sahip
oldukları için Filistinlilerin haklarını destekleyenleri cezalandırmak veya
sansürlemek amacıyla üniversitelere, hükümet kurumlarına ve diğer kesimlere
baskı uyguluyorlar.”
Kampüslerde İsrail karşıtı görüşleri sansürlemeyi
meşrulaştıran öğrenciler ve idareciler ifade özgürlüğünü savunan uzmanlarca
görünüşte eleştirilen “güvenli alanlar”dan bahsediyorlar ve “nefret
söylemi”nden dem vuruyorlar. Gazze yanlısı tweetlerinden ötürü işten atılması
için Steven Salaita aleyhine kampanya başlatan, Illinois Üniversitesi öğrencisi
ve eski AIPAC stajyeri şunları söylüyor: “Nefret söylemi bordrolu bir iş için
başvuranlar konusunda asla kabul edilebilir bir şey değildir. Şiddete teşviki kimse
kabul edemez.” İfade özgürlüğü ile nezaket arasında belirli bir ilişki
olmalıdır.” Salaita’nın kovulmasını isteyen, İsrail yanlısı bir başka öğrenci
ise “meselenin kampüste insanın kendisini güvende hissetmesi” olduğunu
söylüyor.
Bu, kampüste baskıya dayalı sansürün klasik ve uç bir
örneği. Illinois Üniversitesi açtığı davanın sonuçlanması ardından Salaita’ya
bir milyon dolar ödedi. Uzmanlar “üniversitelerdeki sansür” girişimlerini ülke
geneline taşıma konusunda kıllarını kıpırdatmadılar. Bu davaya veya İsrail
karşıtı eleştirilerin susturulmasına ilişkin diğer olaylara dair tek laf
etmediler.
BDS’yi savunan ya da İsrail işgali aleyhine çalışma
yürüten öğrencilerin disipline sevk edilmesi ya da diğer yaptırım biçimleriyle
yüzleşmesi artık rutin bir hâl almış durumda. Zaten Palestine Legal raporu
da bunu söylüyor:
“Bu
zorba taktikler sıklıkla istediği etkiye ulaşıyor, kurumları insan hakları
aktivistlerine karşı bir dizi tedbir almaya itiyor, idarî yaptırımlara,
sansüre, soruşturmalara, eylemleri savunanların sınırlandırılmasına, hatta
yargılamalara sebep oluyor. Bu türden çabalar Filistinlilerin insanî hakları
için çalışan aktivistleri yıldırıyor, İsrail’e yönelik eleştirileri susturuyor,
Filistinlilerin haklarıyla ilgili meselelere dair adil bir yaklaşıma mani
oluyor.”
Kendi türünün ilk örneği olan bu rapor, ABD’de
Filistin’e yönelik savunuların nasıl ezildiğini belgeliyor. 2014’te Palestine
Legal Filistinlilerin haklarını savunanlara yönelik engellemeleri,
sansürleri ve cezalandırma süreçlerini içeren 152 olayı ele aldı. 68 kişi bu
türden eylemler konusunda hukukî yardım almak istedi. Sadece 2015’in ilk altı
ayında örgüt 140 kişinin isteğini yerine getirdi. 33 kişi ise baskılara karşı
yardım talep etti. Bu rakamlar yaşanan sürecin ağırlığını tam yansıtmıyor, zira
birçok kişi haklarının bilincinde değil ya da soruşturmalar karşısında susuyor
ve baskıya dair olayları haber vermiyor. 2015’in ilk yarısında yaşanan
olayların yüzde sekseni ve 2014’te yaşananların yüzde seksen dokuzunda hedefte
öğrenciler ve akademisyenler var. Çünkü Filistinlilerin hakları için yürütülen
harekette üniversiteler merkezî bir rol oynuyorlar.
Ülkedeki en büyük akademik sistemin adı olan
Kaliforniya Üniversitesi BDS faaliyetlerini antisemitizm olarak damgalamak
suretiyle bu faaliyetlerin yasadışı ilân edilmesine dönük önerileri tartıştı.
Burada birçok Yahudi’nin iştirak ettiği, İsrail’e karşı çıkan yaklaşımlar
Yahudilere yönelik düşmanlıkla bir tutuluyor. Asıl antisemitizm İsrail’i tüm
Yahudilerle bir tutmak. Oysa bu, uzun bir geçmişe sahip, çirkin bir antisemitik
edebiyat. İşgal karşıtı faaliyetlerin suç ilân edilmesi için orvelci taktikler kullanılıyor.
Burada faaliyetler antisemitizm veya nefret söylemiyle eş tutuluyor, ardından
da söz konusu temelde yasaklanıyor.
Kampüslerde işgal karşıtı eylemleri savunanların
bastırılmasına resmiyet kazandırma çabaları uzun zamandır var ve epey yaygın.
New York eyalet meclisi bir yasa çıkarttı. Burada amaç, İsrail’i boykot eden
gruplara fon aktaran eğitim kurumlara giden paraları kesmek. Bu yasa İsrail
İçin Birleşin isimli grubun bastırması ile yaygınlaştırıldı:
“Florida
ABD’de İsrail karşıtı BDS hareketine mani olmak için karar çıkartan beşinci
eyalet. Burada 21 Aralık’ta, geçen Nisan ayında Tennessee’de çıkan ilk BDS
karşıtı yasaya benzer bir yasa çıkartıldı.
Bu
yasayı çıkartarak Florida, Tennessee, New York, Indiana ve Pensilvanya’nın
içinde bulunduğu gruba katıldı. Söylenildiği kadarıyla 35 eyalet benzer bir
yasa çıkartmayı düşünüyor.”
Kampüslerde ifade özgürlüğünü savunan ama aynı zamanda
BDS hareketini de eleştiren FIRE isimli grup kampüslerde BDS savunusunun
yasadışı ilân edilmesine dönük çalışmaları eleştiriyor:
“FIRE’ın
İsrail’e odaklı BDS hareketine dönük konumunda belirleyici olan, öğrencilerin
ve profesörlerin akademik özgürlükleriyle, ayrıca akademik özgürlüğün bir
anlamlı kavram olarak süregiden önemiyle ilgili endişelerimizdir. Öğrenciler ve
profesörler İsrail veya başka ülkelere yönelik BDS hareketlerini özgürce
destekleyebilmeli, bu desteklerinden ötürü cezalandırılmamalıdırlar.
Bekleyeceğiniz üzere, FIRE BDS’yi destekledikleri için kimi örgütlere ceza
verilmesine karşı çıkmıştır. Biz profesörlerin İsrail’i, başka ülkeleri,
kişileri veya fikirleri eleştirme haklarını savunduk.”
Oysa bu BDS’yi ve diğer İsrail eleştirilerini
sansürleme çabaları tüm dünyada artarak devam ediyor. Nedenini anlamak o kadar
da güç değil. İsrail hükümeti ve kudretli destekçileri söz konusu sansürün
kurumsallaşması için yürütülen kampanyaya yüklü miktarlarda para aktarıp
politik katkı sundular.
Geçen yıl Cumhuriyetçi Parti üyesi milyarder Sheldon
Adelson ve Demokrat Parti üyesi milyarder Haim Saban kampüslerde BDS ile
mücadele etmek için on milyonlarca dolarlık bağışta bulundu. Gene geçen yıl
Netanyahu İsrail karşıtı yaptırımlarla mücadele etmek için özel bir görev
kuvveti kurulmasına dönük 2014 tarihli kararını uygulamaya soktu. Bu görev
kuvvetine yüz milyon şekel (yaklaşık 25,5 milyon dolar) verildi. BuzzFeed’den
Rosie Gray’in 2014 tarihli haberine göre, AIPAC’ın ana hedefi bir BDS yasasının
çıkartılması. Kaliforniya Üniversitesi ile ihtilaf içerisinde olan, Senatör
Dianne Feinstein’in kocası ve aşırı zengin yatırım bankacısı Richard Blum
üniversiteyi tehdit etti ve karısının eğer üniversite talep ettiği BDS karşıtı
tedbirleri almazsa, üniversite aleyhine kötü sonuçlar doğuracak eylemler
içerisine gireceğini söyledi.
Batı’da ifade özgürlüğüne yönelik tek tehdit işgal
karşıtı faaliyetlerin ezilmesi değil. Terörizm yasalarına binaen Batı’da
yaşayan Müslümanların ifade özgürlüğü üzerinden yargılanması, genel kabul
dışındaki görüşlerin cezalandırılmasına dair bir araç olarak nefret söylemi
yasasının ihlal edilmesi, “dine küfür eden” karikatürleri yayınlayanlara
yönelik şiddet ve tehditlerle hükümetin beğenmediği fikirleri yasaklamak için
sosyal medyaya uygulanan baskı bu asli özgürlüğün tehlikede olduğunun birer
delili.
Ama devletin desteklediği, ifade ve faaliyetlerle
ilgili cezaların resmiyete kavuşturulmasına yönelik sistematik girişimler
açısından bakıldığında, İsrail işgaline karşı faaliyetlerin suç ilân edilmesine
dönük tüm ülke genelinde giderek artan çabaların özel önemini görmek gerek.
Filistin Ulusal BDS Komitesi üyesi Rafif Ziyade şunları söylüyor: “İsrail ırk
ayrımcılığı ve yerleşime dayalı sömürgecilik üzerine kurulu rejimini, Gazze’de
Filistinlilere yönelik katliamlarını artık savunamıyor, bu nedenle kendisini
sigaya çekecek tedbirlere ve eleştirilere karşı zırh kuşanmak için ifade
özgürlüğünü geçersiz kılmak amacıyla ABD ve Avrupa’daki hükümetlerin desteğini
almaya çalışıyor.”
BDS’ye karşı bir şeyler söylemenin ve onu mağlup etmek
için faaliyet içerisine girmenin meşru olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ama
burada mesele, zorbalığı savunanların bu sefer İsrail işgalini hedefe koyan,
pratikte geçmişte Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına son vermiş bir faaliyet
türünün yasadışı ilân edilmesine destek veriyor olması (oysa İsrail’deki kimi
liderler bile işgal pratiklerini ırk ayrımcılığı ile kıyaslıyorlar). Neyin
doğru neyin yanlış olduğunun da bir önemi yok: kampüslerde ifade özgürlüğünü
genel manada savunan, ortalıkta bu konularla ilgili olarak hoplayıp zıplayan
ama ifade özgürlüğünde yaşanan bu kötücül aşınmayı tümüyle görmezden gelen
yorumcular ve aktivistler aslında ifade özgürlüğüne kesinlikle inanmıyorlar.
Glenn Greenwald
Andrew Fishman
16 Şubat 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder