3 Temmuz 2013’te Mısır, çemberi kapattı: halkın tatbik
ettiği basınç, orduyu yeniden iktidara taşıdı. Oysa bir yıl önce halk,
“demokrasinin zaferi”ni kutluyordu.
3 Temmuz darbesi, Mısır’ın ilk “seçilmiş”
cumhurbaşkanının yönetimine son verdi. Mursi, aslında seçimle işbaşına gelen
ilk cumhurbaşkanı idi, zira seleflerinden farklı olarak o, seçimlerde birkaç
adayla yarıştı (bu, 1952 darbesinden beri Mısır’ın ilk kez tanık olduğu bir
durumdu.). Ama sadece bir yıl süren rejimin tek özgül yanı bu değildi. O,
2011’de başlamış olan Arap Baharı’nın “Mısır versiyonu”nda kütlesel halk
isyanlarının bir sonucuydu.
Mursi, aynı zamanda tüm Arap dünyasında İhvan kökenli ilk cumhurbaşkanıydı. Ülkenin başına ilk kez askerî geçmişi olmayan bir kişi geçiyordu. Dolayısıyla Mursi hükümeti, sadece destekçileri ve İhvan kadroları ile onu iktidara taşıyan seçimlere katılanlarda değil, ayrıca muhalifleri ve Mısır’la ilgilenen herkeste ümide yol açtı. 3 Temmuz darbesi, tüm bu ümitleri suya düşürdü.
Bu makale, darbenin Mısır devriminin geçici olarak
frenlenmesinden ibaret olduğuna dair tespiti incelemek için kaleme alındı.
I
Arap Baharı’nın yaktığı ateş, Batı Asya ve Kuzey
Afrika’daki tüm ülkelerin yüzüne vursa da Mısır, tüm dikkatleri üzerine çeken
tek ülke oldu. Bunun nedeni, ülkenin büyüklüğü, tarihi, jeopolitik önemi idi.
Bundan ayrı olarak Mısır, hep politik açıdan bölgede çok yönlü ve aktif bir
ülke olagelmişti. Politik alandaki canlılık, ordunun çoğulcu yaklaşımların
altını oymak ve bu yaklaşıma sahip olanları moralsizleştirmek için ortaya
koyduğu her türden gayrete tanıklık etti. Politik alanda farklı ideolojileri temsil
eden legal ve illegal birçok örgütün varlığı en önemli yönüydü, bu durum,
ülkede çoğulcu yaklaşımların oluşumu konusunda her türden ümidin canlanmasına
sebep oluyordu.
Mısır’ın (belli ölçüde Tunus’un) nispeten barışçıl
halk hareketliliğine tanık olmasının sebebi budur. Ama gene de başarılı bir
devrimi güvence altına almak için görüş ve ideolojilerdeki çeşitlilik yetmez.
Esasında tüm ideolojilerin ve örgütlerin eşit politik desteğe sahip olduklarını
iddia etmeleri bir sorun teşkil edebilir. Son üç yıl içinde Mısır’da tanık
olduğumuz “kafa karışıklığı”, bu çeşitliliğin bir sonucudur.
Son yüzyıllarda proletarya devrimlerinin başarıyla
örgütlenmesine tanıklık ettik. Bunun sebebi, bu devrimlerin “kafa
karışıklığı”nı önceden halletmiş olmalarıdır. Burada bu “kafa
karışıklıkları”ndan kitleleri çıkartacak ve pekişmelerini sağlayacak bir fikirler
kümesi ve liderler mevcuttur. Buradan Arap Baharı’nın veya 2008 sonrası yaşanan
diğer kitlesel başkaldırıların özgül ve hep el üstünde tutulan yönünün, belirli
bir liderlikten veya birleştirici bir ideolojiden mahrum olması olduğunu tespit
edebiliriz. Esasında bugün Arap Baharı, tüm ümitlerini yitirmenin eşiğinde ise
bunun sebebi, onun birleştirici bir liderlik ve ideolojiden mahrum olmasıdır.
Kitleler arasında “demokrasi” konusunda yaşanan
coşkunun birleştirici bir ideoloji olduğunu söyleyenler vardır. Bu kişiler,
Mısır’ın demokrasiyi talep ettiğinin şüphe götürmeyecek bir gerçek olduğunu
iddia ediyorlar. Ama bugün Mısırlıların ne tür bir demokrasiyi istedikleri
konusunda belirli bir kafa karışıklığı yaşadığı görülüyor. Bu sebeple,
“demokrasi” kelimesine birçok anlam yükleniyor. Dünya genelinde yaşanan politik
gelişmelere dair yorumlarda bulunanların çoğu, en güçlü örgütlü politik
hareketin teokratik bir devlet kurmayı düşlediği bir siyaset alanında, liberal
demokrasinin yol açtığı sonuçlara dair endişelerini dile getiriyor. İhvan’ın
Mübarek’in devrilmesinden sonra yapılan ilk seçimlerdeki performansı buna bir
örnektir.
Mursi’nin “demokratik yoldan” seçildiğini söyleyebilir
miyiz? Eğer söyleyemiyorsak, demokrasiyi tercih ettiğimize göre, halkın seçtiği
cumhurbaşkanını savunmak da bizim sorumluluğumuz değil midir? Hangi örgüt, ne
tür bir demokrasi istemektedir? Bu sorular cevaplanana dek bu devrimin
kazanımlarını pekiştirme görevini ifa etmek imkânsızdır.
II
1952’de Mısır kralına karşı yapılan darbe, bir halk
hareketi olarak değerlendirilmişti. Başında Muhammed Necib’in bulunduğu ordu, alışılagelmiş
“Arap cumhuriyetleri”nden birini kurdu. Bu gelişme, Veberci otorite anlayışına
dayalı bir miras bıraktı geride. “Arap cumhuriyetleri” kavramı, seçimlere dair
araçlarından çok sınıfsal yönelimi sebebiyle kullanılıyordu. Bu anlayış, bir
eğilim hâlini aldı ve tüm Arap dünyasına yayıldı. Irak, Suriye ve Libya’da
artık cumhuriyetler vardı. Arap Baharı, bu cumhuriyetçilik anlayışının yeniden
tanımlanması için gereken yolu açtı. Bence bu anlayışın vadesi çoktan dolmuştu.
Politik devrime dair birçok farklı anlayış mevcut. Üç
kategori belirlemek mümkün bu konuda: Aristocu, Marksçı ve liberal. Üçünde de
değişim reddedilmiyor, tartışma, esas olarak insan failliğinin rolü ve
değişimin yapısı ile ölçeği ile alakalı.
Aristo, devletin işlevi dâhilinde rol alan unsurlarca
gerçekleştirilen her türden değişimin devrim olarak görülebileceğini söylüyor.
Bu, “devrim” kelimesinin mekanik, motamot anlaşılmasının bir örneği.
Tocqueville, Huntington ve Chalmers Johnson gibi
liberallerse kelimeyi kendi tarzlarında anlıyorlar. Liberallerde ortak bir
anlayış söz konusu. Onlar, devrim istemiyorlar. Bu nedenle, eğer yeni toplum
kesimlerinin arzuları mevcut terkip tarafından dikkate alınmıyorsa, politik
huzursuzluğun kapsamlı bir değişime yol açabileceğine işaret ediyorlar. Burada
devrim, kaçınılmaz bir şey olarak kabul ediliyor, ama o, sistemin zaman
içerisinde, ihtiyaçlara uygun olarak değişememesinin bir sonucu olarak
değerlendiriliyor.
Her ne kadar literatürdeki farklılıkları
homojenleştirme riski barındırsa da şunu söylemek gerek: Marksizm de devrimin
tarihsel koşulların gerekli kıldığı köklü bir değişim aracı olduğunu, yeni bir
toplumun oluşumu için yol açtığını söylüyor. Başka bir deyişle ilerleme,
devrimle ilişkili bir konu. Marx’a ve diğer Marksist düşünürlere göre devrim,
her zaman sosyalist devrimle eşanlamlı değil. Bu nedenle bir devrim burjuva,
hatta feodal de olabilir.
Bu farklı devrim anlayışlarından neden bahsediyoruz?
Cevabı açık. Mısır ve Arap dünyasında yaşananlara dair yorumlarda bulunanların
çoğu hem devrim kelimesinin büyüsüne kapılıyor hem de bu konuda kafa
karışıklığı yaşıyor. Bu olaylara dair okumalar ve sonraki süreç de kafa
karışıklığını tetikliyor. Bu kafa karışıklıklarından kaçınmak için
kullandığımız kavramlara dair temel bir anlayışa sahip olmak lazım, zira bu
anlayışlar, büyük ölçüde postmodernist yorumcular eliyle oluşturulup göklere
çıkartılıyor.
İlk gününden itibaren Mısır’da yaşanan şeyin adı
devrimdir. Ama bu devrim, öncelikle Eycaz Ahmed’in 2011’de ifade ettiği
biçimiyle, “liberal bir devrim”dir. Ahmed, bu devrimi Fransız devrimi
çizgisinde ilerleyen bir burjuva devrimi olarak nitelemiştir. Zaman içerisinde
böyle kalıp kalmayacağı henüz belirsizdir. Fransız Devrimi’nin diktatörlükle
sonuçlanması bile yaklaşık yirmi yılı bulmuştur. O hâlde, Mısır devrimiyle
ilgili çıkarımlarda bulunma konusunda neden bu kadar acele ediliyor? Henüz iki
yıl oldu ve daha bugün ölüp gittiğinden bahsediyoruz.
Mısırlıların çoğu, eski politik sistemi reddetti ve
kendi değişim gündemini belirledi. Bu gündem yeterince kapsamlı. İlk seçtikleri
cumhurbaşkanı, selefini sınırsız iktidar bahşedecek yasalar çıkarma konusunda
taklit ettiğinde, halk birçok kez sokaklara döküldü. O hâlde, geçici ve kısmi
bir geri adım söz konusu ise, birçok yorumcunun aceleyle dile getirdikleri
gibi, tüm sürecin sona erdiği sonucuna ulaşmamız mümkün müdür?
Bence sona ermedi. Mısırlılar, orduya karşı harekete
geçmeye başladıklarında, kimse ordunun iktidara geleceğini ummuyordu. 6 Nisan, Kifaye,
hatta (İhvan hükümetine karşı orduyu harekete geçirme konusunda bir araç olarak
kullanılan) Temerrüd, halk hareketinin yeni bir aşamasına geçmek için hamleler
yaptı. Bugün sokaklardaki coşku düzeyi düşükse bunun nedeni, İhvan
destekçilerine karşı ordunun uyguladığı şiddettir. Bir nedeni de hayatta kalmak
için her hareketin bir molaya ihtiyaç duymasıdır. Örneğin Hindistan özgürlük
mücadelesi 1919-20’den 1942-43’e dek yayılma imkânı bulabilmiş bir hareketti.
Bence Mısır devrimi de bu kadar bir zaman alabilir. Ama böylesine büyük
sonuçlara yol açmış bir harekete bu kadar az zaman vermek, hiç adilane ve doğru
bir yaklaşım değil. Bu, hem Mısır hem de tüm dünya için geçerli bir tespittir.
Vicey Praşad şunları söylerken haklıdır:
“Mevcut
teknolojilerimizce talep edilen kısa soluklu dikkate benzeyen, halk arasında
oluşmuş sabırsızlığı, 2011’de birçok Arap liderin yıkıldığı manzara üretmiş
görünüyor. Ama devrimci dalgalar, farklı bir çevrimi takip ederler. Sadece kısa
erimli hareket etmezler.”
III
Dolayısıyla, Mısır devriminin kaderi hakkında konuşmak
pek olgun bir yaklaşım olmasa gerek. Gene de onu izah eden yönleri ele almak
mümkündür.
Mısır devrimi, bir tür demokrasinin kurulması ile mi
sonuçlanacak yoksa Fransız Devrimi’nde gördüğümüz üzere, bir diktatörlükle mi
sonuçlanacak? Bu konuda kimse somut bir tahmin ortaya koyamaz. Ancak avamın
sergilediği bilinç düzeyi ve her türden diktatöryel eylemin sert bir biçimde
reddedilmesi karşısında söylenebilir ki Sisi’nin Napolyon’a dönüşmesi, pek
mümkün değildir.
On dokuzuncu yüzyılda liberal demokrasi fikri oluşma
aşamasındaydı. Bu nedenle, Fransız Devrimi’nin ruhu başarısızmış gibi göründü.
Napolyon yönetimi, ne kadar “demokrasiye aykırı” olursa olsun, XVI. Louis ile
kıyaslanmayacak bir düzeydeydi. İlerlemenin bizim hilafımıza gerçekleştiğini
göremeyebiliriz. Yani bugün demokrasinin birçok toplumda istendiğini kim inkâr
edebilir. Tüm hatalarıyla birlikte liberal demokrasi, moderniteye dönük bir
hamledir. Ona göre, özgürlük anlayışını gerçekleyen, eşitlik anlayışıdır. Bu
bağlamda, Mısırlılar eski rejimi yıkmış, artık politik söylemlerindeki uzun
süre önce vadesi dolmuş modernleşme için mücadele etmektedirler.
Gelgelelim, Mısır devriminden kimlerin istifade
ettiğine bakmak gerekir. Bu soruya da dikkatle cevap verilmelidir. Devrimden
orta ve uzun vadede aynı insan grupları istifade edemeyeceklerdir.
Son seçimlerde de görüldüğü üzere, yeterli kaynağa
sahip, örgütlü olanların öne geçecekleri açıktır. En önde gelen grup,
İhvan’dır. Bu hareket, şu veya bu biçim altında varlığını muhafaza edecek, yeni
zengin sınıflar türünden gruplar orta vadede başa geçecektir. Zira dünya
genelinde nüfuzlu kesimlerin desteğine ve kaynaklara bunlar sahiptir. Politik
bilinçlerini koruyup uzun vadede çıkarlarını muhafaza etmek için faaliyet
yürütmek, artık tümüyle sınıfların meselesidir. Mısır’da devrim, Jakobenleri
iktidara taşımayacaktır, zira ortada tek bir Jakoben yoktur. İşçilerin ve
yoksulların çıkarlarını temsil ettiklerini iddia edenlerse örgütsüz, lidersiz
ve vizyonsuzdur.
Bu durum dâhilinde her şey, bağımsızlık sonrası
Hindistan’da yaşananlara benzemektedir. Yeni yönetici sınıflar, makyaj
niteliğine birkaç küçük değişiklik yapacak, ama liberal yapıların temellerini
değiştirecek tek bir adım atmayacaklardır. Sonuçta neoliberal politikalar
galebe çalacaktır. Neoliberalizmin hegemonyası tüm dünyayı kuşattığına göre,
Mısır da sosyalizm yönünde bir ümit beslemiyor diye suçlanamaz. Üstelik Baas
partisi ve Nasırcılık eliyle teklif edilen Arap sosyalizmi olarak ifade edilen
sosyalizm deneyimi de pek cesaret verici değildir.
Tıpkı Hindistan’daki Nehrucu sosyalizm gibi Arap
cumhuriyetlerindeki yönetici sınıflar da eşitlikçi toplum fikriyle fazla flört
etmişler, ama ona asla sevdalanmamışlardır. Bunun sonucunda halk, kütleler
hâlinde mahrumiyete sürüklenmiş, ekonomik açıdan fakirlikle boğuşmuştur. Bu
bağlamda Mısırlıların neoliberal deneylere av olması hayli güçtür. Dolayısıyla,
Mısır devrimi kitle potansiyelini elinde tutsa da ne yöne gidileceği, hangi
yola girileceği, tümüyle Mısırlıların ve liderlerinin kararına bağlıdır.
Abdul Rahman
8 Aralık 2013
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder