Charlie Hebdo:
Kim İçin ve Ne Söylemek İçin İfade Özgürlüğü?
Giriş
Charlie Hebdo katliamı ardından Batı medyası liberal
toplumlarımızda “ifade özgürlüğü”nün değeriyle ilgili olarak borusunu
öttürmekte hiç vakit kaybetmedi.
Bu “ifade özgürlüğü” savunusuyla alakalı olarak bizler
ne düşünmeliyiz?
Geride 12 ölü ve birçok yaralı bırakan Charlie Hebdo
katliamı kuşkusuz ki korkunç bir zulümdür. Her hassas insan bu saldırıyı
kınamalıdır ki neredeyse herkes zaten kınamış durumda. Ancak Charlie Hebdo’da
yaşanan katliamı ifade özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak görmemek gerek.
Derginin saldırıya uğramasının sebebi El-Kaide ve IŞİD gibi radikal İslamcı
grupların liberal demokrasiyle savaş hâlinde olmasıdır. Charlie Hebdo bu
grupları ve İslam’ı eleştiren bir dergidir, tam da bu sebeple böylesi bir saldırının
hedefi olmuştur. Mesele şu ki eğer biz bu saldırıyı ifade özgürlüğüne yapılmış
bir saldırı olarak görürsek, en soyut manada “ifade özgürlüğü”nün parıltılı bir
örneği olduğu gerekçesiyle Charlie Hebdo’yu desteklemek zorunda kalırız.
Peki Ya Charlie?
Charlie Hebdo, gerçekten de “ifade özgürlüğü”nün
parıltılı bir örneği mi?
Derginin Müslümanları ve Ortadoğu’yu resmetme tarzında
açıktan ırkçı olduğu söyleniyor. Bir de buna homofobi ve kadın düşmanlığı ile
ilgili eleştiriler de ekleniyor. Dergi her daim tartışmalara yol açan bir
kurum. Bu suçlamalara karşın dergiyi destekleyen birçok okur ve sempatizan,
derginin yaptığı hicvin yanlış anlaşıldığını söylüyor. Dergi dinî inanca
açıktan saldırsa da onun içerik açısından ırkçı ve İslamofobik herhangi bir şey
içermediği iddia ediliyor.
Birçok karikatürünü görmüş biri olarak benim derginin
“ırkçılık ve teizm karşıtı” dostları kadar yüce gönüllü olmam mümkün değil.
Karakterlerin, bilhassa Müslüman ve Yahudilerin sunulma biçiminde ırk
ayrımcılığına çalan bir yönelim mevcut. Etnik özellikler öne çıkartılıyor.
Dergi ve şürekası niyetlerinin adil veya dengeli olduğunu iddia etse de
eserlerinin her yanından ırkçılık akıyor.
Dergiyle ve “ifade özgürlüğü” ile ilgili derin
düşüncelere dalan bu insanlar şu önemli gerçeği unutuyorlar: Charlie Hebdo
karikatürlerini kozmik bir boşlukta çizmiyor.
Gerçekte Müslümanlar Batı Avrupa’da kenara itilmiş bir
toplum. Nüfusun önemli bir kısmını teşkil ettikleri Fransa’da hapishanelerdeki
tutsakların yüzde 60 ilâ 70’i Müslüman. Müslümanlara yönelik uygulanan bu
sistemsel zulüm Fransa’daki camilerin kısa süre önce bombalanmasının ardından
kendisini açık biçimde ortaya koymaya başladı. Bu saldırılar son katliamın
“intikam”ını almak için gerçekleştirildi. Demek ki Müslümanlarla ve İslam’la
dalga geçen derginin konumunun “ifade özgürlüğü” ile değil, şovenist gidişatla
bir alakası var.
İslamcı militanların saldırdığı da “ifade özgürlüğü”
değil, dürüst olmak gerekirse, İslam’ın aşağılayıcı ve ahlaksız bir üslupla
“hicvedilmesi”. Bu, katliamı gerçekleştirenlerin işledikleri suçtan ötürü
kulağını çekmek için söylenmiyor, giderek harlanmış olan ideolojik savaşın bir
sonucu olan bu saldırıların belirli bir bağlama oturtulması gerekiyor. Söz
konusu savaş Avrupamerkezci liberalizmle İslamcı faşizm arasında sürüyor.
Burada tek taraflı bir terör eyleminden söz etmek mümkün değil. Her iki tarafın
inanılmaz gaddarlıklara imza attıkları bu ideolojik savaşta Batılı liberaller
Ortadoğu ve Afrika halklarına karşı taraftan daha fazla şiddet uyguluyor.
Dahası, tarihten haberdar olan herkesin aşırı dinî köktencilikle batı
liberalizmi arasındaki şiddetli çatışmanın İslam’a has ve özel bir yanı
bulunmadığını hatırda tutması gerekiyor. Bu çatışmalar, birbiriyle uzlaşması
mümkün olmayan düşmanlar arasındaki büyük çatışma süreci içerisinde ortaya
çıkıyor.
Birer İlke Olarak İfade Özgürlüğü ve Eleştiri
O hâlde İslam’la alay etmek taca mı çıktı? “İfade
özgürlüğü” bir şey ifade etmiyor mu?
Kuşkusuz herkes herhangi bir misilleme korkusu
duymaksızın bir dinle veya dinî figürle alay edebilmelidir. Bu, açık bir toplum
için birçok diğer ilke gibi çıkarımda bulunulabilecek özgürlükçü bir ilkedir,
sadece liberal demokrasinin bir göstergesi değildir. Canlı ve eleştirel bir
söylem için her sosyalistin, komünistin ve genelde ilericilerin bu hakkı
savunmaları gerekir. Ancak bu soruyu soyut bir alana terk etmemek ve “ifade
özgürlüğü”nün güç ilişkileri üzerinden maniple edilmeyen bir şeymiş gibi ele alınmasına
izin vermemek gerek.
Kendimize sormamız gereken temel soru şu: Kim için ve
ne söylemek için ifade özgürlüğü?
Sınıflı toplum tüm söylem alanlarında işler. Burada bu
söylemlerin ne kadar ilkeli veya nesnel olduğunun bir önemi yoktur. Esasında
kapitalist toplum “ifade özgürlüğü” veya “din özgürlüğü” gibi özgürlükçü
düşüncenin temel dayanaklarını bile kendisine göre büker. Bu, ışığın seyrinin
yerçekimince değişmesine benzer. Böylelikle kapitalist toplum temel
eşitsizliklerin sürmesine hizmet edecek şekilde bu tür söylemler üretir.
Dolayısıyla bizim hegemonyaya karşı koyacak ifadeyle onu güçlendirecek ifade
arasında bilinçli bir ayrım yapmamız gerekir.
Hegemonyayı zalimin savunulması veya mazlumun
küçümsenmesi üzerinden güçlendiren bir ifade eleştirilmeli ve reddedilmelidir.
Mazlumun güçlendirilmesi veya zulmün eleştirisi
üzerinden hegemonyaya karşı koyan bir ifade savunulup güçlendirilmelidir.
Bu iki ifade türünün nitelik açısından aynı olduğunu
düşünmek modern liberalizmin bir tuzağıdır. En incelikli hâliyle liberalizm
içerik açısından ilericiymiş gibi görünür ama belirli bir bağlama
oturtulduğunda hemen gericileşir. Charlie Hebdo’ya yönelik liberal savunu bunun
mükemmel bir örneğidir. “Herkes özgürce konuşma hakkına sahip olmalıdır”
cümlesinde “herkes” Muhammed’i çıplak çizenleri içerirken, hapishanelere
kapatılan Müslümanları kapsamaz.
Ayrıca tüm o harika liberal ilkeler gibi “ifade
özgürlüğü” de kavrandığı biçimiyle işlemez. Kapitalizmde medya özel ellerde
toplaşmıştır. Senaryoları yazanlar onlardır, konuşmaları ayarlayanlar onlardır,
“haber konularını” resmi planda imal edenler de onlardır. Gerçekte karar alma
süreçlerini etkileyen ve kendince önemli gördüğü hikâyeleri anlatan ifade
onların ağzına aittir. “İfade özgürlüğü”ne sahip olmanız mümkündür ama özgürlük
bir köpeğin tasmasından fazlası değildir. O, esasında rahat etme serbestiyetine
dair bir yanılsamadır.
Dolayısıyla bir sosyalist için “ifade özgürlüğü”
Müslümanları ve İslam inancını aşağılayıcı karikatür ve ifadelerle hicveden
Charlie Hebdo’yu, ayrıca aynı düzlemde Müslüman cemaatten gelen açıklamaları da
içermez. Gerçek “ifade özgürlüğü” emekçi insanların içinde bulundukları zor
durumların dinlenmesini, nefret yüklü gericilerin anlamlı bir söylemin dışında
tutulmasını ifade eder. O, haberlerin milyarder medya holdinglerinin tekelinde
olmamasıdır. Buradan şu sonuca ulaşılmalıdır: “ifade özgürlüğü” efendinin
kölelerine onları aşağılayarak konuştuğu noktada asla özgür değildir.
Nihayetinde hiciv iktidara meydan okumalı, onu komik
duruma düşürmeli, yoksula ve mazluma fırça çekmemelidir.
Evet, dini eleştirmenin doğru ve yanlış yolları
vardır. İlkin eleştirilen insanları tanımak ve o inancın arkasındaki kişiye
saygı duymak gerekir (örneğin o inancın müritleri birer hayvan veya aşağılık
bir ırk olarak resmedilmemelidir.). İkinci olarak dinin özsel manada muhafaza
edilmesi gereken birçok yönü mevcuttur: tutku, cemaat, düşüncelilik, aşk vs.
Dine yönelik her türden verimli eleştiri bu hususu kabul etmek zorundadır.
Üçüncü olarak bu özsel unsurlar din çerçevesinin, hiyerarşinin, dogmanın ve bıktırıcı
metafiziğin dışına çıkartılmalıdır.
Dinin en güçlü eleştirisi her inanç sisteminde adil
olan kimi ilkeleri kabul edip geri kalanı atmakla olur. Bunu yapabilme
meselesi, örgütlü dinî inanç ile bir meselemiz olmaması ile ilgilidir.
“İfade özgürlüğü”nün ilerici tarzda anlaşılması
bağlamında dini eleştirmenin birçok yolu mevcuttur. İnananların kültürel
kimliğine halel getirilmediği sürece, alaycı, dobra ve “kırıcı” eleştiri bile
kabul edilebilir. Burada anlaşılması gereken, eleştirinin kendisini mizah
dâhilinde gerçekleştirilecek bir misillemenin asli konusu hâline
getirebilmesidir.
Sonuç
Ben Charlie Hebdo değilim. Eğer siz de ilerici iseniz,
siz de Charlie Hebdo değilsiniz. Yaşanan katliamın “ifade özgürlüğü” ile bir
alakası yok, hatta bizim kapitalist ve beyaz üstünlüğüne dayalı bir toplumda
“ifade özgürlüğü”nün ne ifade ettiğini eleştirmemiz gerekli.
Katliam ardından “ifade özgürlüğü”nü savunan aynı
milletler düdük çalanları hapse tıkmakta, Filistin’le dayanışma eylemlerini
yasaklamakta, gazetecileri öldürmektedir. Gene de “ifade özgürlüğü”nün daha
adil bir yorumu mümkündür, bu da konuşmanın kapitalist toplumda nasıl
işlediğine dair anlayışımıza dayanır. Temelde “kim için ve ne söylemek için
ifade?” sorusu kolayca tava gelen toplumsal mekanizmaya dair pervasız ve soyut
anlayışlara tepki geliştirirken bize rehberlik etmelidir.
“İfade özgürlüğü”, ezilenler prangalarından ötürü
konuşamadıkları sürece özgür değildir.
Zak Brown
15 Ocak 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder