Pages

07 Ocak 2016

Charlie Hebdo


Charlie Hebdo:

Kim İçin ve Ne Söylemek İçin İfade Özgürlüğü?

 

Giriş

Charlie Hebdo katliamı ardından Batı medyası liberal toplumlarımızda “ifade özgürlüğü”nün değeriyle ilgili olarak borusunu öttürmekte hiç vakit kaybetmedi.

Bu “ifade özgürlüğü” savunusuyla alakalı olarak bizler ne düşünmeliyiz?

Geride 12 ölü ve birçok yaralı bırakan Charlie Hebdo katliamı kuşkusuz ki korkunç bir zulümdür. Her hassas insan bu saldırıyı kınamalıdır ki neredeyse herkes zaten kınamış durumda. Ancak Charlie Hebdo’da yaşanan katliamı ifade özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak görmemek gerek. Derginin saldırıya uğramasının sebebi El-Kaide ve IŞİD gibi radikal İslamcı grupların liberal demokrasiyle savaş hâlinde olmasıdır. Charlie Hebdo bu grupları ve İslam’ı eleştiren bir dergidir, tam da bu sebeple böylesi bir saldırının hedefi olmuştur. Mesele şu ki eğer biz bu saldırıyı ifade özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olarak görürsek, en soyut manada “ifade özgürlüğü”nün parıltılı bir örneği olduğu gerekçesiyle Charlie Hebdo’yu desteklemek zorunda kalırız.

Peki Ya Charlie?

Charlie Hebdo, gerçekten de “ifade özgürlüğü”nün parıltılı bir örneği mi?

Derginin Müslümanları ve Ortadoğu’yu resmetme tarzında açıktan ırkçı olduğu söyleniyor. Bir de buna homofobi ve kadın düşmanlığı ile ilgili eleştiriler de ekleniyor. Dergi her daim tartışmalara yol açan bir kurum. Bu suçlamalara karşın dergiyi destekleyen birçok okur ve sempatizan, derginin yaptığı hicvin yanlış anlaşıldığını söylüyor. Dergi dinî inanca açıktan saldırsa da onun içerik açısından ırkçı ve İslamofobik herhangi bir şey içermediği iddia ediliyor.

Birçok karikatürünü görmüş biri olarak benim derginin “ırkçılık ve teizm karşıtı” dostları kadar yüce gönüllü olmam mümkün değil. Karakterlerin, bilhassa Müslüman ve Yahudilerin sunulma biçiminde ırk ayrımcılığına çalan bir yönelim mevcut. Etnik özellikler öne çıkartılıyor. Dergi ve şürekası niyetlerinin adil veya dengeli olduğunu iddia etse de eserlerinin her yanından ırkçılık akıyor.

Dergiyle ve “ifade özgürlüğü” ile ilgili derin düşüncelere dalan bu insanlar şu önemli gerçeği unutuyorlar: Charlie Hebdo karikatürlerini kozmik bir boşlukta çizmiyor.

Gerçekte Müslümanlar Batı Avrupa’da kenara itilmiş bir toplum. Nüfusun önemli bir kısmını teşkil ettikleri Fransa’da hapishanelerdeki tutsakların yüzde 60 ilâ 70’i Müslüman. Müslümanlara yönelik uygulanan bu sistemsel zulüm Fransa’daki camilerin kısa süre önce bombalanmasının ardından kendisini açık biçimde ortaya koymaya başladı. Bu saldırılar son katliamın “intikam”ını almak için gerçekleştirildi. Demek ki Müslümanlarla ve İslam’la dalga geçen derginin konumunun “ifade özgürlüğü” ile değil, şovenist gidişatla bir alakası var.

İslamcı militanların saldırdığı da “ifade özgürlüğü” değil, dürüst olmak gerekirse, İslam’ın aşağılayıcı ve ahlaksız bir üslupla “hicvedilmesi”. Bu, katliamı gerçekleştirenlerin işledikleri suçtan ötürü kulağını çekmek için söylenmiyor, giderek harlanmış olan ideolojik savaşın bir sonucu olan bu saldırıların belirli bir bağlama oturtulması gerekiyor. Söz konusu savaş Avrupamerkezci liberalizmle İslamcı faşizm arasında sürüyor. Burada tek taraflı bir terör eyleminden söz etmek mümkün değil. Her iki tarafın inanılmaz gaddarlıklara imza attıkları bu ideolojik savaşta Batılı liberaller Ortadoğu ve Afrika halklarına karşı taraftan daha fazla şiddet uyguluyor. Dahası, tarihten haberdar olan herkesin aşırı dinî köktencilikle batı liberalizmi arasındaki şiddetli çatışmanın İslam’a has ve özel bir yanı bulunmadığını hatırda tutması gerekiyor. Bu çatışmalar, birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan düşmanlar arasındaki büyük çatışma süreci içerisinde ortaya çıkıyor.

Birer İlke Olarak İfade Özgürlüğü ve Eleştiri

O hâlde İslam’la alay etmek taca mı çıktı? “İfade özgürlüğü” bir şey ifade etmiyor mu?

Kuşkusuz herkes herhangi bir misilleme korkusu duymaksızın bir dinle veya dinî figürle alay edebilmelidir. Bu, açık bir toplum için birçok diğer ilke gibi çıkarımda bulunulabilecek özgürlükçü bir ilkedir, sadece liberal demokrasinin bir göstergesi değildir. Canlı ve eleştirel bir söylem için her sosyalistin, komünistin ve genelde ilericilerin bu hakkı savunmaları gerekir. Ancak bu soruyu soyut bir alana terk etmemek ve “ifade özgürlüğü”nün güç ilişkileri üzerinden maniple edilmeyen bir şeymiş gibi ele alınmasına izin vermemek gerek.

Kendimize sormamız gereken temel soru şu: Kim için ve ne söylemek için ifade özgürlüğü?

Sınıflı toplum tüm söylem alanlarında işler. Burada bu söylemlerin ne kadar ilkeli veya nesnel olduğunun bir önemi yoktur. Esasında kapitalist toplum “ifade özgürlüğü” veya “din özgürlüğü” gibi özgürlükçü düşüncenin temel dayanaklarını bile kendisine göre büker. Bu, ışığın seyrinin yerçekimince değişmesine benzer. Böylelikle kapitalist toplum temel eşitsizliklerin sürmesine hizmet edecek şekilde bu tür söylemler üretir. Dolayısıyla bizim hegemonyaya karşı koyacak ifadeyle onu güçlendirecek ifade arasında bilinçli bir ayrım yapmamız gerekir.

Hegemonyayı zalimin savunulması veya mazlumun küçümsenmesi üzerinden güçlendiren bir ifade eleştirilmeli ve reddedilmelidir.

Mazlumun güçlendirilmesi veya zulmün eleştirisi üzerinden hegemonyaya karşı koyan bir ifade savunulup güçlendirilmelidir.

Bu iki ifade türünün nitelik açısından aynı olduğunu düşünmek modern liberalizmin bir tuzağıdır. En incelikli hâliyle liberalizm içerik açısından ilericiymiş gibi görünür ama belirli bir bağlama oturtulduğunda hemen gericileşir. Charlie Hebdo’ya yönelik liberal savunu bunun mükemmel bir örneğidir. “Herkes özgürce konuşma hakkına sahip olmalıdır” cümlesinde “herkes” Muhammed’i çıplak çizenleri içerirken, hapishanelere kapatılan Müslümanları kapsamaz.

Ayrıca tüm o harika liberal ilkeler gibi “ifade özgürlüğü” de kavrandığı biçimiyle işlemez. Kapitalizmde medya özel ellerde toplaşmıştır. Senaryoları yazanlar onlardır, konuşmaları ayarlayanlar onlardır, “haber konularını” resmi planda imal edenler de onlardır. Gerçekte karar alma süreçlerini etkileyen ve kendince önemli gördüğü hikâyeleri anlatan ifade onların ağzına aittir. “İfade özgürlüğü”ne sahip olmanız mümkündür ama özgürlük bir köpeğin tasmasından fazlası değildir. O, esasında rahat etme serbestiyetine dair bir yanılsamadır.

Dolayısıyla bir sosyalist için “ifade özgürlüğü” Müslümanları ve İslam inancını aşağılayıcı karikatür ve ifadelerle hicveden Charlie Hebdo’yu, ayrıca aynı düzlemde Müslüman cemaatten gelen açıklamaları da içermez. Gerçek “ifade özgürlüğü” emekçi insanların içinde bulundukları zor durumların dinlenmesini, nefret yüklü gericilerin anlamlı bir söylemin dışında tutulmasını ifade eder. O, haberlerin milyarder medya holdinglerinin tekelinde olmamasıdır. Buradan şu sonuca ulaşılmalıdır: “ifade özgürlüğü” efendinin kölelerine onları aşağılayarak konuştuğu noktada asla özgür değildir.

Nihayetinde hiciv iktidara meydan okumalı, onu komik duruma düşürmeli, yoksula ve mazluma fırça çekmemelidir.

Evet, dini eleştirmenin doğru ve yanlış yolları vardır. İlkin eleştirilen insanları tanımak ve o inancın arkasındaki kişiye saygı duymak gerekir (örneğin o inancın müritleri birer hayvan veya aşağılık bir ırk olarak resmedilmemelidir.). İkinci olarak dinin özsel manada muhafaza edilmesi gereken birçok yönü mevcuttur: tutku, cemaat, düşüncelilik, aşk vs. Dine yönelik her türden verimli eleştiri bu hususu kabul etmek zorundadır. Üçüncü olarak bu özsel unsurlar din çerçevesinin, hiyerarşinin, dogmanın ve bıktırıcı metafiziğin dışına çıkartılmalıdır.

Dinin en güçlü eleştirisi her inanç sisteminde adil olan kimi ilkeleri kabul edip geri kalanı atmakla olur. Bunu yapabilme meselesi, örgütlü dinî inanç ile bir meselemiz olmaması ile ilgilidir.

“İfade özgürlüğü”nün ilerici tarzda anlaşılması bağlamında dini eleştirmenin birçok yolu mevcuttur. İnananların kültürel kimliğine halel getirilmediği sürece, alaycı, dobra ve “kırıcı” eleştiri bile kabul edilebilir. Burada anlaşılması gereken, eleştirinin kendisini mizah dâhilinde gerçekleştirilecek bir misillemenin asli konusu hâline getirebilmesidir.

Sonuç

Ben Charlie Hebdo değilim. Eğer siz de ilerici iseniz, siz de Charlie Hebdo değilsiniz. Yaşanan katliamın “ifade özgürlüğü” ile bir alakası yok, hatta bizim kapitalist ve beyaz üstünlüğüne dayalı bir toplumda “ifade özgürlüğü”nün ne ifade ettiğini eleştirmemiz gerekli.

Katliam ardından “ifade özgürlüğü”nü savunan aynı milletler düdük çalanları hapse tıkmakta, Filistin’le dayanışma eylemlerini yasaklamakta, gazetecileri öldürmektedir. Gene de “ifade özgürlüğü”nün daha adil bir yorumu mümkündür, bu da konuşmanın kapitalist toplumda nasıl işlediğine dair anlayışımıza dayanır. Temelde “kim için ve ne söylemek için ifade?” sorusu kolayca tava gelen toplumsal mekanizmaya dair pervasız ve soyut anlayışlara tepki geliştirirken bize rehberlik etmelidir.

“İfade özgürlüğü”, ezilenler prangalarından ötürü konuşamadıkları sürece özgür değildir.

Zak Brown
15 Ocak 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder