Hüsnü Mahalli, gazeteci zihniyetine[1] bir örnek.
2004’te Beşşar Esad’ın Türkiye’yi ziyareti sonrası
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, iade-i ziyarette bulunuyor. Bu ziyaretle
ilgili olarak bugün Esad yanlısı pozisyon alan Hüsnü Mahalli, şunları söylüyor:
“Türkiye
siyasi tercihleri içinde Suriye için çok çok önemli. […] Hatta bir Suriyeli
‘keşke biz de Türk olsaydık’ dedi. […] iki ülke arasında siyasal güvenlik,
diplomatik ve ekonomik ilişkilerde çok ciddi bir iyileşme ve ilerleme var. […]
Suriye toplumunda liberalleşme, açılma, demokratikleşme, özgürleşme yönünde
müthiş bir talep var.”
Devamında Mahalli, dört-beş yerde “özel” diyerek
konuşmasını bitiriyor. “Özel cep telefonlarından, bankalardan, gazetelerden
vs.” bahsediyor, “bunlar iyi ki geldi” diyor.
Bu gazeteci zihniyetinden sıyrılmadan, devlette süreklilik
olduğu, Türkiye devletinin bölgede bir koçbaşı gibi hareket ettiği, özel olanın
hücumunu gizlemek için çeşitli hamleler yapıldığı ve sevinilen o özel şeylerin
ülkeye özel silâhlarla birlikte geleceği görülmüyor. Mahalli gibilerin Esad
yanlılığı, bu liberalizmi asla gizleyemiyor.
* * *
Koçbaşı olarak devlet, sermayesiyle birlikte,
Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasını da içerecek biçimde, Suriye’ye yönelik bir
eğilim dâhilinde hareket ediyor. Devletin başında kim olursa olsun, kimlerle
temas kurduğuna bakarken, bu koçbaşı olma vasfının akıldan çıkartılmaması
gerekiyor. Ortadoğu, “özel” olana göre yeniden çiziliyor.
Mahmut Derviş’in[2] tespitine atfen, Eskiden beri
Avrupa’nın bölgedeki uzantısı, kolu olarak gördüğü İsrail, fazla “özel”. Bu
sebeple İsrail, konuyla ilgili genel adımları atamayacak bir yerde duruyor.
Türkiye, “İkinci İsrail” olarak devreye sokuluyor. Esad’la birlikte çekilen
dostluk fotoğraflarında dahi bir hinlik var. Mahalli’nin o gün desteklediği
Batı’ya entegrasyon, açılım ve liberalleşme, mülâkatında bahsettiği “derin
devlet” çekirdeğine takılıyor. İç savaş, bu gerilimin dışavurumu.
* * *
İngiltere’de bizdeki HDP’ye benzer bir süreci yönetmen
Ken Loach tetikledi ve Sol Birlik kuruldu. Bu partinin konferanslarında bir
partili sosyalist, şunu söylüyordu:
“Ortadoğu’yla
ancak millet meselesi üzerinden ilgilenebiliyoruz ve sadece Kürdistan ile
Filistin’e bakıyoruz. Bölgeye dair genel bir siyasetimiz yok.”
Bu sözleri IŞİD’e atfen söylüyor ve örgütün dayandığı
maddiyata işaret ediyor. IŞİD ise Müslümanlığı, daha doğrusu Sünniliği, “özel”
olana hapsederek ilerliyor. Sünnilik, hayatın kılcal damarlarından çekiliyor,
üst, yüksek siyasetin alanına kul ediliyor.
* * *
Türkiye’de liberalizmin fikir babası olarak Prens
Sabahattin gösteriliyor:
“Bir
toplumun, bir devletin temelini fertler teşkil eder. Toplumu kuran, ona varlık
bütünlüğü ve yaşama gücü kazandıran fert olduğu için, sosyolojinin, işe,
fertleri ele alarak başlaması gerekir. Fert, toplum için değil; toplum, fert
içindir.”
Buradan âdem-i merkeziyetçiliğe geliniyor.
AKP’li bir yönetici, “başkanlık meselesine halkımız
aslında alışık. Bugün belediyeler düzeyinde bir tür başkanlık sistemi
uygulanıyor” diyor. Başkanlık tartışması, demek ki Türkiye Büyükşehir
Belediyesi ile ilgili bir tartışma.
Ülkeye genel, kolektif bir perspektif sunamamanın
yarattığı boşlukta bu tip tartışmalar hükmünü yürütüyorlar. Kürd, Arap ve
Arnavut milliyetçileriyle yol almak isteyen Prens Sabahattin, hem
milliyetçiliği çözmek hem de onu mevcut iktidar çarklarının ihtiyaç duyduğu bir
yağ hâline getirmek istiyor. Suriye’deki gibi o dönemde de ittihatçılar, buna
direnç gösteriyorlar.
Perspektifin sunulmadığı yerde kitleler, özel olanın
peşine gidiyorlar. Kurtuluşlarının özel-öznel varlıklarına iman etmekten
geçtiğini düşünüyorlar. Özel olan bireye, birey de sermaye akışına kapanıyor.
İktidar, özel bireylerin önünde bir engel teşkil ettiğinde reforme ediliyor. O
özel bireyler, iktidarı mazlumlar-sömürülenler adına ele geçirmeyi, dönüştürüp
onun hizmetine sokmayı hiç düşünmüyorlar. Sadece “iktidar bizi bozar” diyorlar.
Dolayısıyla, bugün “Neo-Osmanlı” eleştirileri üzerinden Osmanlı’ya dair her
şeye küfredilirken, arka kapıdan Prens Sabahattin’in Osmanlı’sının sızdığı,
onun inşa edildiği görülmüyor.
* * *
Selahattin Demirtaş’ın bugün HDP içinde “Erdoğan sevdalısı
bir damar her zaman vardı” demesi de bu özelin siyasetiyle alakalı.
Açıklamasında, modeli Erdoğan’ın dayattığını, onu bu nedenle başkan
yaptırmadıklarını söylüyor. Hüsnü Mahalli gibi, bir şeyleri gizliyor:
açıklamada o modelin arkasındaki tarihsel-toplumsal gerçekler görülmüyor. Bir
“delinin hezeyanı”ymış gibi sunulan başkanlık modelinin devletin yönelimi
olduğu gerçeği karartılıyor. Erdoğan bu yüzden başta, bu anlaşılmıyor.
Erdoğan’a dinî kimliği üzerinden saldırınca o devlet daha da aklanıyor. Onun
bugün ihtiyaç duyduğu bu. Millî ve dinî olan, özel olana kul edilmek zorunda.
Sosyalistin o özel ile tarif ve tasnif edilmesi, hiçbir yaraya merhem sunmuyor.
Siyaset bu düzlemde özel’leştiriliyor, Erdoğan diye
özel bir şahsa hapsediliyor, “o gidince devrim olacak” zokası yutturuluyor,
biraz serbest bırakılan balık oltası, birden çekiliyor, balık böyle avlanıyor.
Kürd, Müslüman vs… Özel olma zokasını yuttukça, dağılıyor, çözülüyor, teslim
oluyor. Devletin istediği bu.
Ayrıca Selahattin Demirtaş’ın açıklamasının neden Cumhuriyet’e
yapıldığını sormak gerek. Diğer soru da şu: Erdoğancılar, neden önceden
milletvekili yapıldı da şimdi yapılmadılar? Kim kimi “özel” hissettiriyorsa, o
hissi ve hissettireni sorgulamalı.
İster doğru isterse yanlış bir hamle olsun, “HDP’de
Erdoğancı damar” açıklaması, özel olmanın, kendini öyle hissetmenin, birey üzerine
kurulu yapıya talib olmanın bir tezahürü. Oltanın çekildiği yer, burası.
Kürd’ün Türk’ü özel hissettirerek, kendi özel oluşuna
ikna etmesi mümkün değil. İkna, “fethetmek” demek. Fethedilen, hep Kürd
olacaktır. Özel olan, istesin ya da istemesin, hep devleti çağıracaktır.
Yukarıda bahsi geçen İngiliz sosyalistin sözüne atfen:
Ortadoğu’ya, yerin bir karış altından, oraya ait bir şeyler söyleyebilmek
gerekiyor. Özel kelimeler, özel çelik, özel cemaatler çare olmuyor. Devletin ve
burjuvazinin o kelimelerde, çelikte ve cemaatlerde kendisini nasıl yeniden
örgütlediğini anlamak gerekiyor.
Eren Balkır
11 Aralık 2015
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “A”, 7 Aralık 2015, İştirakî.
[2] Mahmut Derviş, “Avrupa’da Arap Karşıtlığı”, 10
Aralık 2015, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder