Laiklik, burjuvazinin benliğine indirgenmiş, pazara ve
kâra göre örgütlenmiş bir yaşam alancılıktır. Ulus-devletin çektiği sınırları
tanımama iradesini kırmak, bu aşamada asli hedeftir.[1] Pazar ve kâr
sınırsızlaştıkça, sınır bekçilerine daha çok ihtiyaç duymaktadır.
Dolayısıyla laiklik, bireye aşkın pazar ve kâr
tanrılarının hükmü için, onlara karşı gelecek her türden iradeyi düzlemek
demektir. Bu amaçla öncelikle bireyi aşan iman meselesi bireye hapsedilmek,
indirgenmek zorundadır. Laiklik, birbiriyle varolan her müşterek iradeyi yok
etmeye mecburdur.
Pazar ve kâr tanrıları, burjuvazinin
benmerkezciliğiyle alakalıdır. Burjuvazi kendi sıradanlığını, biricikliğini,
geçiciliğini ve bencilliğini sürekli örter. Onun mahir olduğu husus, bu
küfürdür. Laiklik, burjuvazinin kendisini gizleme, kendi günahlarını genele
teşmil etme becerisidir. Bir şeyi gizlemenin en iyi yolu, onu açıktan
yapmaktır. Burjuvazinin kendisi bir küfürdür, onu gizlemek için daha da görünür
kılınması şarttır. Görünürlük kapitalizmde yasadır.
Sokak ortasında yakalanan hırsızın “yetişin millet,
insan öldürüyorlar!” demesi gibi, laiklik de burjuvaların imdat çığlığıdır.
Burada “insan” yerine duruma göre farklı kimlikler ikame edilir. Her kimlik
savunusu, burjuvaziye has bir yan barındırır. O savunuda bir yönüyle konuşan,
pazar ve kârdır.
Bugün sol-sosyalist kesimde laiklik düşkünlüğü bu hâl
ile bağlantılıdır. Gördüğü zulmü genele teşmil etmek için burjuvazinin
yöntemine başvurulmaktadır. Bu kesim, laiklik vurgusu ile bireyi aşan her
şeyden kurtulacağını düşünmektedir. Her yerde tekil bireyler görülmekte, onlar
arasındaki görünmez bağlar “Tanrı yoktur” duası ile birlikte kopartılmaktadır.
Dolayısıyla ortaya “sadece kendini düşün, bencil ol,
beni merkezden hiç ayırma” diyen bir siyaset çıkmaktadır. Ben’in, nefsin
merkeze yerleştirilmesi, günümüz kapitalizm koşullarına uygundur. Kapitalizm,
biz’e her daim düşmandır.
* * *
Sosyalizmin fikrî açıdan laikleştirildiği
koşullardayız. Bu da politikayı sadece bireyin sınırlarında tanımlı, onun
çıkarlarına kapatılmış bir eyleyişe indirgiyor. Bireyi aşan her şeyi törpülemek
devrimcilik zannediliyor. Sonuçta geleceğin devrimi, bugündeki mevkiler ve
başarılar önünde diz çöktürülüyor. “Seni işçi olmaktan kurtaracağım” diyen
örgüt, üyesini sendikacı yapıyor. Sendika ile şirket arasındaki ayrım doğalında
siliniyor. Pazar ve kâr içimizde sinsice konuşuyor.
Burjuvaziye komünistler yıllardır “üretim araçlarınızı
elinizden alacağız” diyorlar. Burjuvazi de bu saldırıya karşı kendi
bireyselliğini genele teşmil ederek cevap veriyor ve milleti “neyiniz varsa bu
komünistler elinizden alacak” lafına ikna ediyor.
Laik sosyalistler, “üretim araçlarını
kolektifleştirme” iddiasından vazgeçtiklerinden, bu lafın askerliğini yapar
hâle geliyorlar. Ol sebepten her fırsatta “yaşam alanları”ndan ve o alanlara
sahiplikten bahsediyorlar. İkna edildikleri bu laf kulaklarına mülkiyetçiliği
fısıldıyor.
Benzer bir süreç AKP şahsında, bir muadil olarak, laik
İslamcılık şeklinde tezahür ediyor. Cübbeli Ahmet, “en azından İran Devrimi
öncesi Müslümanlar dilediği gibi yaşıyorlardı” diyor. Böylece devrime
küfrettiği için varolabildiğini ikrar ediyor. Müslümanlığın bireyin dilediği
gibi yaşaması gereken sınırlı bir eyleyiş olduğunu düşünüyor. Bireye halel
getirecek bir tehdit olarak sunmakla devrimi savuşturacağını zannediyor.
Müslümanlık da sosyalistlik de tüm kendisini aşan
iddialarından vazgeçiyor. Yaşam alanlarına hapsolmak, onları egemenlerin
dişlerinin kovuğuna uygun hâle getiriyor. “Alan” dedikleri şey yaşarken,
müşterek hayat ölüyor. Pazar ve kâr müşterekliği kabul etmiyor, herkesi kendi
alanına hapsediyor. Ona o alanın bekçiliği görevi veriyor.
* * *
Bugün ODTÜ üzerinden kopan tartışma benzer bir
akıntıda ilerliyor. Burjuva bir kurum olarak söz konusu üniversitenin internet
konusunda sahip olduğu özel yetki ve yetkeyi savunmak solculara; o okulun
arazisini burjuvaziye peşkeş çekmek Müslümanlara düşüyor. Okulun öğrencisine o
özel yetki ve yetkeyle övünmek öğretiliyor. Hedef şaşırtılıyor.
Laik sosyalistler, “üniversiteyi savunmak, bilimi,
aklı, doğayı, emeği, barışı savunmaktır” diyorlar. Eskiden “eşit bilimsel
eğitim” diyen solcular bu hedefe ulaşıldığını, artık bunu savunmak gerektiğini
söylüyorlar. Okulda “bilim, akıl, doğa, emek, barış” olduğunu söyleyenler
“bunlar kimin?” diye sormuyorlar. Bu soru sosyalistlerin kitabından silinmiş
görünüyor. Savundukları bilimin sermayeye ve askeriyeye hizmet ettiğini
görmüyorlar. O bilimi savunmanın neyi beslediğini anlamıyorlar. Mescide yürüyen
solun bir gün olsun kariyer günleriyle ilgili bir eylem gerçekleştirdiğine
tanık olunmuyor. Dolaylı olarak mescide saldıran, kariyer günlerinde tezgâh
kuranlar. O tezgâh, birey ve kariyeri dışında yüce bir gerçeğe asla tahammül
edemiyor. Allah biraz da “böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var” demek
için var. O, padişahları, firavunları, kralları aşma iradesinde dil buluyor.
Solda yaşananın adı, politik ricat. Geri çekildiği
yerse burjuvazinin kazanımları, becerileri, üstünlükleri. AKP’yi burjuvaziye ve
emperyalizme şikâyet edip duruyorlar. Bu da AKP’nin burjuvazi ve emperyalizm
eliyle bugüne getirilen bir yapı olduğu gerçeğini karartıyor. AKP solu verili
hâline, meziyetlerine, üstünlüklerine hapsederek tasfiye ediyor.
Herkes böylelikle bencilliğe ısındırılıyor. Varolan
hâlin en iyi hâl olduğu öğretiliyor. Başarı en üstün meziyet hâline geliyor.
Burjuvazi, tüm meziyetiyle AKP üzerinden aklanarak çıkıyor. O, kendisini
sosyalist ve Müslüman harekete yedirmesini iyi biliyor. İkisi arasındaki
atışmayı gülümseyerek, ellerini ovuşturarak izliyor.
* * *
Burjuvazi, kendisine has özellikleri, hasletleri,
becerileri genele teşmil edebildiği için muktedir. Artık onun başkasını içki
içemediği, kitap okuyamadığı, sevişemediği, düşünemediği, kendi çıkarına
odaklanıp başkalarına kör bakamadığı için eleştiren askerleri var. Laik
sosyalizm bu demek.
Laik sosyalizm, tıpkı Müslüman’a “inanç dediğin
bireyle tanrı arasındaki bir meseledir” denilmesi gibi, “bilgi ve akla
indirgenmiş siyaset de birey ve ideal arasındaki bir meseledir” demekten başka
bir şey söylemiyor. İşçi, halk veya ezilenden bile dem vurulmuyor artık.
Bunlar, kurtulmak zorunda olduğumuz, bizi ezen, küçülten, değersizleştiren
prangalar olarak takdim ediliyor. Kimsenin müşterek davayı yerden kaldırmak,
davayı müşterekleştirmek gibi bir derdi bulunmuyor. Bu, artık zûl kabul
ediliyor. Her dert ve her acı pazara; her eylem ve her fikriyat kâra endeksli.
Laik sosyalizmle laik Müslümanlığın bu kavuklu-pişekâr
atışmasına aldanmamak gerekiyor. Her ikisi de düşmanı zemine yayarak fark
edilmez kılıyor. Perdeleri yırtmak, ardındaki devleti görmek, her zamankinden
daha zaruri bir hâl alıyor.
Eren Balkır
29 Aralık 2015
Dipnot:
[1] Ian Birchall, “Yanlış Sekülerlik”, 19 Kasım 2015, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder