Pages

30 Aralık 2015

Laik Sosyalizm


Laiklik, burjuvazinin benliğine indirgenmiş, pazara ve kâra göre örgütlenmiş bir yaşam alancılıktır. Ulus-devletin çektiği sınırları tanımama iradesini kırmak, bu aşamada asli hedeftir.[1] Pazar ve kâr sınırsızlaştıkça, sınır bekçilerine daha çok ihtiyaç duymaktadır.

Dolayısıyla laiklik, bireye aşkın pazar ve kâr tanrılarının hükmü için, onlara karşı gelecek her türden iradeyi düzlemek demektir. Bu amaçla öncelikle bireyi aşan iman meselesi bireye hapsedilmek, indirgenmek zorundadır. Laiklik, birbiriyle varolan her müşterek iradeyi yok etmeye mecburdur.

Pazar ve kâr tanrıları, burjuvazinin benmerkezciliğiyle alakalıdır. Burjuvazi kendi sıradanlığını, biricikliğini, geçiciliğini ve bencilliğini sürekli örter. Onun mahir olduğu husus, bu küfürdür. Laiklik, burjuvazinin kendisini gizleme, kendi günahlarını genele teşmil etme becerisidir. Bir şeyi gizlemenin en iyi yolu, onu açıktan yapmaktır. Burjuvazinin kendisi bir küfürdür, onu gizlemek için daha da görünür kılınması şarttır. Görünürlük kapitalizmde yasadır.

Sokak ortasında yakalanan hırsızın “yetişin millet, insan öldürüyorlar!” demesi gibi, laiklik de burjuvaların imdat çığlığıdır. Burada “insan” yerine duruma göre farklı kimlikler ikame edilir. Her kimlik savunusu, burjuvaziye has bir yan barındırır. O savunuda bir yönüyle konuşan, pazar ve kârdır.

Bugün sol-sosyalist kesimde laiklik düşkünlüğü bu hâl ile bağlantılıdır. Gördüğü zulmü genele teşmil etmek için burjuvazinin yöntemine başvurulmaktadır. Bu kesim, laiklik vurgusu ile bireyi aşan her şeyden kurtulacağını düşünmektedir. Her yerde tekil bireyler görülmekte, onlar arasındaki görünmez bağlar “Tanrı yoktur” duası ile birlikte kopartılmaktadır.

Dolayısıyla ortaya “sadece kendini düşün, bencil ol, beni merkezden hiç ayırma” diyen bir siyaset çıkmaktadır. Ben’in, nefsin merkeze yerleştirilmesi, günümüz kapitalizm koşullarına uygundur. Kapitalizm, biz’e her daim düşmandır.

* * *

Sosyalizmin fikrî açıdan laikleştirildiği koşullardayız. Bu da politikayı sadece bireyin sınırlarında tanımlı, onun çıkarlarına kapatılmış bir eyleyişe indirgiyor. Bireyi aşan her şeyi törpülemek devrimcilik zannediliyor. Sonuçta geleceğin devrimi, bugündeki mevkiler ve başarılar önünde diz çöktürülüyor. “Seni işçi olmaktan kurtaracağım” diyen örgüt, üyesini sendikacı yapıyor. Sendika ile şirket arasındaki ayrım doğalında siliniyor. Pazar ve kâr içimizde sinsice konuşuyor.

Burjuvaziye komünistler yıllardır “üretim araçlarınızı elinizden alacağız” diyorlar. Burjuvazi de bu saldırıya karşı kendi bireyselliğini genele teşmil ederek cevap veriyor ve milleti “neyiniz varsa bu komünistler elinizden alacak” lafına ikna ediyor.

Laik sosyalistler, “üretim araçlarını kolektifleştirme” iddiasından vazgeçtiklerinden, bu lafın askerliğini yapar hâle geliyorlar. Ol sebepten her fırsatta “yaşam alanları”ndan ve o alanlara sahiplikten bahsediyorlar. İkna edildikleri bu laf kulaklarına mülkiyetçiliği fısıldıyor.

Benzer bir süreç AKP şahsında, bir muadil olarak, laik İslamcılık şeklinde tezahür ediyor. Cübbeli Ahmet, “en azından İran Devrimi öncesi Müslümanlar dilediği gibi yaşıyorlardı” diyor. Böylece devrime küfrettiği için varolabildiğini ikrar ediyor. Müslümanlığın bireyin dilediği gibi yaşaması gereken sınırlı bir eyleyiş olduğunu düşünüyor. Bireye halel getirecek bir tehdit olarak sunmakla devrimi savuşturacağını zannediyor.

Müslümanlık da sosyalistlik de tüm kendisini aşan iddialarından vazgeçiyor. Yaşam alanlarına hapsolmak, onları egemenlerin dişlerinin kovuğuna uygun hâle getiriyor. “Alan” dedikleri şey yaşarken, müşterek hayat ölüyor. Pazar ve kâr müşterekliği kabul etmiyor, herkesi kendi alanına hapsediyor. Ona o alanın bekçiliği görevi veriyor.

* * *

Bugün ODTÜ üzerinden kopan tartışma benzer bir akıntıda ilerliyor. Burjuva bir kurum olarak söz konusu üniversitenin internet konusunda sahip olduğu özel yetki ve yetkeyi savunmak solculara; o okulun arazisini burjuvaziye peşkeş çekmek Müslümanlara düşüyor. Okulun öğrencisine o özel yetki ve yetkeyle övünmek öğretiliyor. Hedef şaşırtılıyor.

Laik sosyalistler, “üniversiteyi savunmak, bilimi, aklı, doğayı, emeği, barışı savunmaktır” diyorlar. Eskiden “eşit bilimsel eğitim” diyen solcular bu hedefe ulaşıldığını, artık bunu savunmak gerektiğini söylüyorlar. Okulda “bilim, akıl, doğa, emek, barış” olduğunu söyleyenler “bunlar kimin?” diye sormuyorlar. Bu soru sosyalistlerin kitabından silinmiş görünüyor. Savundukları bilimin sermayeye ve askeriyeye hizmet ettiğini görmüyorlar. O bilimi savunmanın neyi beslediğini anlamıyorlar. Mescide yürüyen solun bir gün olsun kariyer günleriyle ilgili bir eylem gerçekleştirdiğine tanık olunmuyor. Dolaylı olarak mescide saldıran, kariyer günlerinde tezgâh kuranlar. O tezgâh, birey ve kariyeri dışında yüce bir gerçeğe asla tahammül edemiyor. Allah biraz da “böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var” demek için var. O, padişahları, firavunları, kralları aşma iradesinde dil buluyor.

Solda yaşananın adı, politik ricat. Geri çekildiği yerse burjuvazinin kazanımları, becerileri, üstünlükleri. AKP’yi burjuvaziye ve emperyalizme şikâyet edip duruyorlar. Bu da AKP’nin burjuvazi ve emperyalizm eliyle bugüne getirilen bir yapı olduğu gerçeğini karartıyor. AKP solu verili hâline, meziyetlerine, üstünlüklerine hapsederek tasfiye ediyor.

Herkes böylelikle bencilliğe ısındırılıyor. Varolan hâlin en iyi hâl olduğu öğretiliyor. Başarı en üstün meziyet hâline geliyor. Burjuvazi, tüm meziyetiyle AKP üzerinden aklanarak çıkıyor. O, kendisini sosyalist ve Müslüman harekete yedirmesini iyi biliyor. İkisi arasındaki atışmayı gülümseyerek, ellerini ovuşturarak izliyor.

* * *

Burjuvazi, kendisine has özellikleri, hasletleri, becerileri genele teşmil edebildiği için muktedir. Artık onun başkasını içki içemediği, kitap okuyamadığı, sevişemediği, düşünemediği, kendi çıkarına odaklanıp başkalarına kör bakamadığı için eleştiren askerleri var. Laik sosyalizm bu demek.

Laik sosyalizm, tıpkı Müslüman’a “inanç dediğin bireyle tanrı arasındaki bir meseledir” denilmesi gibi, “bilgi ve akla indirgenmiş siyaset de birey ve ideal arasındaki bir meseledir” demekten başka bir şey söylemiyor. İşçi, halk veya ezilenden bile dem vurulmuyor artık. Bunlar, kurtulmak zorunda olduğumuz, bizi ezen, küçülten, değersizleştiren prangalar olarak takdim ediliyor. Kimsenin müşterek davayı yerden kaldırmak, davayı müşterekleştirmek gibi bir derdi bulunmuyor. Bu, artık zûl kabul ediliyor. Her dert ve her acı pazara; her eylem ve her fikriyat kâra endeksli.

Laik sosyalizmle laik Müslümanlığın bu kavuklu-pişekâr atışmasına aldanmamak gerekiyor. Her ikisi de düşmanı zemine yayarak fark edilmez kılıyor. Perdeleri yırtmak, ardındaki devleti görmek, her zamankinden daha zaruri bir hâl alıyor.

Eren Balkır
29 Aralık 2015

Dipnot:
[1] Ian Birchall, “Yanlış Sekülerlik”, 19 Kasım 2015, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder