Ekonomik eşitsizliğin liberal eleştirileri şunu
söyleme niyetinde: ABD’de en zengin yüzde birin ülkenin finansal servetinin
yüzde kırk ikisine sahip olması ya da tüm yıllık gelirin yüzde yirmisini cebe
indirmesi yanlış. Oysa ekonomik eşitsizliğe dönük mutedil eleştiriye bile
sıklıkla şu itiraz eşlik ediyor: “İyi ama ben herkesin aynı şeye sahip olması
gerektiğini söylemiyorum.” Eşitlikten bu tarz sözel geri çekilme, radikalizm
veya nahif eşitlikçilik suçlamalarından uzak durmaya yarıyor.
Amerikan liberalizmi gerçek manada eşitlik
arzulamıyor. Yoksulluğu azaltma, en düşük ücretleri artırma, daha fazla iş
imkânı yaratma, sosyal güvenlik ağını tamir etme, ayrımcılığı artırma gibi
hedeflerin hepsi insanların ekonomi pastasından bir dilim almasını öngörüyor.
Robert Reich, Bernie Sanders ve diğer sosyal demokratlar da bu türden hedefleri
savunuyorlar.
Ama eşitlik kendinde bir ahlâkî iyi ise ve diğer
ahlâkî iyiliklerle ilişkili olup birçok pratik fayda üretiyorsa, bizim uzun
vadeli bir hedef olarak onu savunmaktan geri durmamamız gerekiyor. Bizim bunun
yerine eşitliğin değerini inceleyip yeniden ortaya koymamız lazım. Ekonomik
eşitliğe sadece eşitsizliğin azaltılması noktasında eğilmemeliyiz. Bize
gereken, eşitsizliğin azaltılmasına engel olan politik ve ekonomik
düzenlemeleri ortadan kaldırmaktır.
Liberal argümanlar genelde adalete sahip çıkıp
eşitliği reddediyorlar. Servet ve gelirdeki eşitsizlikler beceri, gayret ve
katkı noktasında mevcut olan farklılıklarla orantılı olduğu sürece, bu
eşitsizlikleri hayırlı bir şey olarak kabul ediyorlar. Bu görüş servetin adil
biçimde edinildiğini söylüyor ve bu türden servetlerin kimsenin sırtına yük
bindirmediğini, iyi ve adil bir topluma engel çıkartmadığını iddia ediyor.
Oysa sınıflı bir toplumda adaletin savunulması
eşitsizliklerin derinleşmesine yarıyor. O beceriler ve motivasyon büyük ölçüde
insanların kontrol edemedikleri koşulların birer sonucu olarak gerçekleşiyor.
Burada sınıf çocukluktan yetişkinliğe kadar becerinin gelişimini destekleyen
beslenme, kaynaklar ve fırsatları ifade ediyor. Bunlar başından beri eşitsiz
biçimde dağıtılıyorlar. Dolayısıyla adaletten bahsetmek eşitsizliği
meşrulaştıran ideolojik bir hileden ibaret. Kapitalist toplum bağlamında
eşitsizliği meşrulaştırmak için becerilerdeki farklılıklardan dem vurmak
eşitsizliğin ebedileştirilmesini meşrulaştırma noktasında eşitsizliğin
sonuçlarından istifade etmek demek.
Ekonomik eşitsizliğin insanların topluma yaptıkları
katkıların farklılaşmış değerine dayanarak meşrulaştırılması, ideolojik bir
iddiaya dayanıyor. Mesele, Eflatuncu bir teraziyle nesnel bir ağırlık
tespitinde bulunmak değil. Bu anlayış bizi bir doktorun bir tamirciden ya da
bir koruma fonu yöneticisinin bir öğretmenden daha çok kazanması gerektiğine
dair fikre götürüyor. Eğer bu türden eşitsizlikleri kabul ediyorsak, bunun
sebebi kıymetli bir katkıyı neyin teşkil ettiğine dair fikriyatımızın meslek
gruplarının izlenim yönetimince ve para kazanma maharetiyle toplumsal değeri
eşitleyen kapitalist kültür eliyle biçimlenmesi. Parayı değerle birleştirmek
başka bir ideolojik numara: burada hâkim olan, servetin onun değerliliğinin en
iyi göstergesi olduğu üzerinde duran bir yaklaşım.
Bağımsızlık Deklarasyonu’nun yazarları “tüm insanlar
eşit yaratılmıştır” dediklerinde esasen akıllarında kendileri vardı. Burada
baskın olan, birbirleriyle kurdukları ilişkiler değil, Avrupalı aristokratlarla
ilişkilerdi. “Eşittir” dedikleri insanlar kadınlar veya Afrika kökenliler
değildi. Gene de olduğu gibi ele alsak, bu vaatteki büyüklüğe hayran kalmak
mümkün. Kimseye doğal veya tanrısal açıdan daha fazla şeref, ruhanî bir değer,
saygı görme ehliyeti ve başkalarına kıyasla daha fazla zenginleşme hakkı bahşedilmemiştir.
Eşitliği yüceltmek, köleliğe karşı direnilmiyorsa,
emeğin sömürüsüne karşı çıkılmıyorsa, servetteki eşitsizliğe itiraz edilmiyorsa
ya da doğuştan gelen imtiyazlar reddedilmiyorsa basit bir pozdan ibarettir. Bu
çelişki kurucu babaların temel çelişkisidir. Söz konusu çelişki kendimize
baktığımızda, bugün kabul ettiğimiz eşitsiz düzenlemelerde kendisini ele
vermektedir. Bu çelişkiyi sakinleştirici bir söylemle cilâlamak yerine bizim
onu somutta eşitlik lehine çözüme kavuşturmamız gerekir. Evet, herkes aynı şeye
sahip olmalıdır.
Eşitsizliğe teslim olma isteğimizin bir sebebi de
eşitliğin değerini nadiren dikkate alıyor olmamızdır. Eşitlik haklı ve iyidir,
ama bu fikir eşitliğin neden arzulanması gereken bir şey olduğuna dair
fikriyatımıza pek katkı sunmaz. Ayrıca bizi “tüm insanlar eşit değildir”
anlayışına karşı çıkma konusunda zayıf bir konuma düşürür. Bu anlayış
kaynakların eşit dağıtılmasına izin vermez. Peki eşitsizliğin eşitliğe nazaran
daha az arzulanır bir şey olmasının sebebi nedir?
Bir sebebi şu: eşitsizlik demokrasiye uymaz. Eğer
herkesin hayatı ve koşullarla ilgili bir şey söylemesi gerekiyorsa o vakit her
daim politik iktidarda belirli bir dengesizlik yaratan ekonomik eşitsizliğin
kötü bir şey olduğu net bir gerçekliktir. Dolaylı olarak demokrasi ancak
insanların müşterek karar alma sürecine girmesine imkân verecek maddî
kaynakların eşit biçimde ortaklaştırılması suretiyle tam manasıyla
gerçekleştirilebilir. Eğer demokrasiye inanıyorsak, bizim eşitsizliği değil,
eşitliği tercih etmemiz gerekir.
İkinci sebepse şu: ekonomik eşitsizlik insanî
potansiyelin gelişimini çarpıtır. Belli ölçüde ekonomik eşitsizlik bazı
insanların kapasitelerini eksiksiz biçimde geliştirme imkânı verir, aynı
zamanda başkalarını bu imkândan mahrum bırakır, bu, bireylere karşı yapılmış
bir adaletsizliktir. Eşitsizlik geliştirildiği takdirde herkese katkı sunacak
olan potansiyeli heba eder. Bu toplumun bütün olarak çile çekmesine neden olur.
Eğer insanın potansiyelini eksiksiz biçimde geliştirme hakkına, böylesi bir
hakkın güvence altına alınmasının bir bütün olarak insanlığa hizmet edeceğine
inanıyorsak, o vakit bizim eşitsizliği değil, eşitliği tercih etmemiz gerekir.
Üçüncü sebep ekonomik eşitsizliğin empatiyi harap
etmesidir. Servet, kaçınılmaz olarak kendi emeğini satarak geçinen insanların
insanlığına dönük saygıyı azaltır. Eşitsizlik empatinin sınırlanmasını gerekli
kılar. İnsanların birer araç veya kaynak olarak görülmesine neden olur. Onların
çile ve arzularının görülmemesine yol açar. Eşitsizliğin çilesini çeken
başkasının derdini dert edinmek duygusal bir bağlanmayı gerekli kılar. Bu
empati yoksa, adil bir toplumsal nizam da yoktur. Eğer empatinin insan olmak için
gerekli olduğuna inanıyorsak, bizim eşitsizliği değil, eşitliği tercih etmemiz
gerekir.
Dördüncü sebepse ekonomik eşitsizliğin insan
haysiyetini ortadan kaldırmasıdır. Eşitsizlik bazı insanların sıkıntılı, rezil,
tehlikeli işlerden kurtulma imkânını geçersiz kılar. Bu işleri başkalarının
sırtına yükler. Bu insanlar düşük statülü işler yaptıklarından küçümsenirler.
Irk ayrımcılığı burada devreye girer. Irk ayrımcılığı doğası gereği adil
olmayan bir şeyse ve bazı insanların aşağılık varlıklar olduğunu söylüyorsa,
bizim kaynakların, fırsatların, saygının ve kendi kaderini tayin hakkının eşitsiz
dağılımının aynı mesajı içerdiğini ve benzer zararlar ürettiğini görmemiz
gerekir. Herkesin haysiyetli ve saygın görülme hakkına inanıyorsak, ırk
ayrımcılığı ortadan kaldırmak zorundayız. Tam da bu sebeple sınıfları ilga
etmeliyiz.
Eşitsizliği değil eşitliği tercih etmemizin beşinci
sebebi, ekonomik eşitsizliğin sömürüden kök alıyor olmasıdır. Üretim araçlarını
kontrol eden ve onlara sahip olanlar için zorunlu çalışmanın söz konusu olduğu
her türden ekonomi için bu geçerlidir. Bu tür toplumlarda başkalarının
vaktinden, emeğinden ve zekâsından değer üretilir. Böylesi bir bağlam dâhilinde
ekonomik eşitsizliği kabullenmek onu üreten ekonomik ilişkilerin meşru olduğunu
söylemektir. Eğer sömürünün yanlış olduğuna inanıyorsak, bizim bu inancın
teyidine dair bir yol olarak eşitlik için mücadele etmemiz gerekir.
Kapitalizm kültürü konusunda kafa yoran birçok insana
dünya kaynaklarının eşit bir biçimde paylaşılmasının sıkıcı bir aynılık hissi
yaratacağı öğretiliyor. Herkese sıkıntılı, karalar bağlamış insanlar olunacağı
söyleniyor. Oysa tam tersi geçerli: eşitlik, gelişip serpilen bir yaratıcılık
ve kurucu bir çeşitlik üretir. Bugün yeteneğin geliştirilmesi ancak imtiyazlı
bir azınlık için geçerlidir. Dahası kaynakların eşit biçimde bölüşülmesi
ustalığa dönük takdiri asla engellemez. Artık daha çok ustalık ve daha çok
başarı söz konusudur.
Bu ilkelerden kaçmak hâlâ mümkün değil. Eşitlikle
ilgili sunduğum bu özet bilgi demokrasi, kendini gerçekleme, empati, haysiyet
ve karşılıklılık gibi değerlerin savunusuna dayanır. Bazı insanlar muhtemelen
bu değerlere karşı çıkacaklardır. Bunlara şunu söyleyebilirim: Sadece eşitliğe
uygun değerler üzerine kurulu bir toplum herkesin tüm tarih boyunca insanların
ekseriyetinin hayat içerisinde arayıp durdukları şeylerin tadına varmasına
imkân sağlar. Çoğunluğun hilâfına bir avuç yönetici kişinin zenginleştirilmesi
için örgütlenmiş hiçbir toplum asla böylesi bir sonuç üretemez.
Eşitsizliğin liberal eleştirisi ekonomik kaynakların
eşit bölümünü savunmuyor. Adalete dair boş laf sıralıyor. Çünkü bu eleştiri
kapitalizme bağlı. Kapitalizme bağlılıksa eşitsizliğe bağlılık demek. Eğer
eşitliğin kendinde ahlâkî bir iyilik olduğuna gerçek manada inanıyorsak, o
vakit politik açıdan tek tutarlı duruş, eşitliğe bugünden ulaşmak ne kadar zaman
alacak olursa olsun, uzun vadede bu hedefe ulaşma konusunda ısrarcı olmaktır.
Michael Schwalbe
29 Aralık 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder