Pages

05 Aralık 2015

Arap Gramsci

Hasan Hamdan, 18 Mayıs 1987’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki evinden çıktı. Lübnan Üniversitesi’nde profesör ve Lübnan Komünist Partisi’nde [LKP] merkezî komite üyesiydi. Hamdan, sağ yola girdi ve işine doğru yürüdü. Evinden çok uzak olmayan Cezayir Caddesi üzerinde iki adam kendisine yaklaştı. İsmiyle seslendiler ona ve sonra ateş ettiler. Yaralandı, yoldan geçen biri Beyrut Amerikan Hastanesi’ne götürdü. Burada öldü. Öldüğünde 51 yaşındaydı.

O dönemde Lübnan’da olaysız bir gün geçmiyordu. 1975-1990 arası dönem iç savaşa tanık olunan bir dönemdi. Savaşın farklı aşamalarında Lübnan toplumunun değişik kesimleri ve dış güçlerin birer vekil gücü olarak hareket eden milisleri birbiriyle çatışıyorlardı.

Filistinliler ve Sol birleşip Hristiyan Sağı’na karşı savaşmaya başladı. Bu mücadele, biçim değiştirip Suriye ve İsrail’in askerî müdahaleleri üzerinden Lübnan’daki Filistin üslerinin ezilmesini hedefleyen şiddetli bir savaşa evrildi. Filistinliler 1982’de ülkeyi terk edip Tunus’a gidince savaş Sol’a yönelik saldırılarla devam etti.

İslamcı milisler, Lübnan genelinde güçlü kaleleri bulunan komünistlere savaş açtılar. 1984’te militanlar, 52 komünisti ele geçirip ateizmden vazgeçmeye zorladılar, öldürdüler, hatta komünist partinin iddiasına göre, cesetlerini Akdeniz’e attılar.

17 Şubat 1987’de Hüseyin Mürüvvet yatağında yatıyordu. LKP’li bir aydın olan Mürüvvet bacağından yaralandı. O, LKP’nin gazetesi Tarik’in yayın yönetmeniydi, Arap kültürünün sadece din ve duyguyla alakalı olmadığını gösteren bir dizi kitap kaleme almıştı. Ona göre, Arap kültürü bilim ve akıl alanında da derin köklere sahipti. Materyalist kültüre ait bu damar, onuncu yüzyıl düşünürleri Farabi ve İbn-i Sina’ya dek uzanıyordu ve İslam âlimlerince inkâr edilmişti. Mürüvvet’in evine birkaç adam girip onu öldürdü. Mürüvvet öldüğünde 78 yaşındaydı.

Mürüvvet’e yönelik bu saldırı, LKP ile İslamcı militanlar arasında süren savaş bağlamında gerçekleşmişti. Lübnan Güvenliği Genel Direktörü Cemil Nahmi’nin ifadesine göre, “birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki ideoloji olarak dinî köktencilik ile komünist doktrin arasındaki bu kavga, ilkin Güney Lübnan’da başladı.” LKP’ye göre, Mürüvvet’in ölümünü takip eden on gün içinde kırktan fazla LKP üyesi öldürüldü, partinin on yedi üyesi kaçırıldı. Lübnan’ın Nebatiye şehrindeki bir şeyh, o günlerde şu fetvayı çıkartmıştı: “Güney Lübnan’da tek bir komünistin bile kalmasına izin verilmemelidir.” Bu bir idam fermanıydı. Eski komünist köylere saldırılar düzenlendi. LKP gençlik kolunun o günkü sekreteri Azem Seyyid, bir zamanlar “partinin kaleleri” olan Srifa, Kafr Rumman ve Hula gibi köyleri “şehit köyler” olarak adlandırdı. Bu dönemde parti üyeleri ya öldüler, ya kaçtılar ya da siyaseti bıraktılar.

Hasan Hamdan’ın öldürülmesi hakkında kesin bilgiler olmasa da bu cinayet, söz konusu savaşın bir parçasıydı. Üst düzey polis memurları, eldeki bilgi eksikliğini pek önemsemediler ve “ne de olsa burası Lübnan” dediler. Mürüvvet’in öldürülmesinde olduğu gibi Hasan Hamdan cinayeti konusunda da çeşitli teoriler geliştirilse de somut hiçbir sonuç elde edilemedi. Bugünse polis raporlarını bulmak mümkün değil.

Bugün Hasan Hamdan ismini çok az insan biliyor. O, bugün Mehdi Amil olarak biliniyor, Arap dünyasında kendi neslinin en fazla saygı gören ve sevilen Marksist teorisyenlerinden biri kabul ediliyor. Hamdan, çok çeşitli konularda yazılar yazmış, geride devrimci teoriden şiire kadar bir dizi konuyu içeren çok sayıda önemli kitap bırakmıştır. Evini ziyaret ettiğimde, oğlu Rıza, hâlâ birçok kişinin aileye veya Mehdi Amil Kültür Merkezi’ne gelip onun eserlerinin kendilerine ilham kaynağı olduğunu söylediğinden bahsetmişti. Kısa süre önce Tunus’ta yaşanan ayaklanmada öğrenciler, kampüs duvarlarına Mehdi Amil’in resmini çizmişlerdi. Öğrenciler, Amil’in resminin kendilerinde müşfik ve keskin bir karakter izlenimi bıraktığını söylediler. Hepsi Arapça yayınlanmış olan kitapları hâlâ basılıyor. Arap aydınlar, eserlerinden istifade etmeyi sürdürüyorlar. Ölümünün üzerinden onca zaman geçmiş olmasına rağmen çalışmaları etkisini hiç yitirmemiş.

Hamdan’ın evinin bir köşesinde masası duruyor. Üzerinde bir resmi var. Burada oturup ailesi uyurken gecelere kadar çalışırmış. Mehdi Amil’i harekete geçiren basit bir soru aslında: Arap gerçekliğine sadık Marksist kavramlar nasıl üretebiliriz? Bu, Marksizmle karşılaştıklarından beri Üçüncü Dünya genelinde tüm düşünürlerin kafalarını kurcalayan bir soru. Perulu Marksist Jose Carlos Mariategui’nin Peru Gerçekliği Üzerine Yedi Yorumlayıcı Makale (1928) isimli çalışması, And Dağları’ndaki yerli halkların tarihini ve mücadelelerini anlamaya çalışıyor. Yerliler, İspanyol fatihlerin hâkimiyeti yanında, yeni toprak kullanım hakkı ile emek sistemleri icat etmişler. Mısırlı sosyalist Selami Musa’nın Bizim Görevlerimiz ve Yabancı Ülkelerin Faaliyetleri (1930) isimli çalışması ise sosyalist kavramlara başvurarak Mısır toplumuna dair bir anlatı sunmak amacındadır. E. M. S. Nambudiripad’ın Hindistan’ın güneyindeki Kerala’nın tarihi ile ilgili çalışması ve 1938 tarihli toprak kiralama kanununa dair raporu da bu türden bir çabadır.

Tarik gazetesinde (1968) yayımlanan “Sömürgecilik ve Geri Kalmışlık” isimli, ilk dönemine ait bir makalesinde Mehdi Amil şunları yazar:

“Eğer gerçek Marksist düşüncenin doğmasını ve bilimsel bir bakış açısı üzerinden gerçekliği görmesini istiyorsanız, Marksist düşüncenin kendisinden başlayıp onu gerçekliğimize tatbik etmekle değil, kurucu bir hareket olarak kendi gerçekliğimizle işe başlamalıyız. Eğer çalışma, kendi toplumumuzun ve kültürel kaynaklarımızın tarihsel gelişiminden başlarsa, ancak o vakit düşüncemiz gerçek manada Marksist olur.” (çeviren: Hişam Gassân Tohme).

Marksizm, tümüyle tatbik edilemez. Sömürgelerdeki “geri kalmışlık” keşfedilmek zorundadır ve bu hususu dikkate alma konusunda özenli davranmalıdır.

Mehdi Amil’in sözüyle, Arapların alnında “geri kalmışlığın damgası” vardır. Sanki Araplar, hata yapmak dışında her konuda beceriksizdirler. Ama Arapların yaşadığı yıkımın sebebi, sahip oldukları kültür değil, onların maruz bırakıldıklarıdır. Yüzlerce yıldır süren sömürgeci idare, politikayı, ekonomiyi ve toplumu değiştirmiştir. Eski Arap ileri gelenleri kenara itilmiş ya da başka yerde yaşayan güçlerin birer temsilcileri oldukları yeni dünyanın içinde sindirilmişlerdir. Ortaya çıkan yeni seçkinler, kendi halklarını değil, dış güçleri temsil etmektedirler. Paris hapşırsa, bunlar nezle olmaktadırlar. ABD büyükelçisi, seçimle işbaşına gelen görevlilerden daha önemlidir. (Epey sık başvurulan bir espride dile getirildiği biçimiyle: “ABD’de neden ihtilal olmuyor? Çünkü orada ABD büyükelçiliği yok.”) Mehdi Amil’e göre, geri kalmışlık deneyimi Arapların bir hatası değildir, o, Arapların hayatlarının yapılandırılma yoludur. Marksizm, bu fikri ciddiyetle ele almalıdır.

O dönemde Hamza Alevi, sömürgeci üretim tarzı teorisini sunar; Hindistan’da üretim tarzlarına ilişkin bir tartışma sürmektedir. Mısırlı Marksist Samir Amin de aynı konuyla ilgili bir çalışma kaleme alır. Mehdi Amil de bu isimler gibi geri kalmışlığı kültürel manada değil, küresel düzenin yapılandırılma tarzı açısından ele alır. Buna göre, Güney hammadde ve pazarlar temin etmekte, Kuzey de toplumsal zenginliğin büyük kısmını kendine ayırarak mamul mallar üretmektedir. Geri kalmışlığa dair hissiyat, bu düzenin bir yansımasıdır. Güney’deki politik karışıklık, aynı zamanda ekonomik tabiyetle ilişkilidir. Tüm bu düşünürler, şu veya bu düzeyde kimi başarılı yaklaşımlar üzerinden bu sürecin nasıl işlediğine dair bir teori sunmaya çalışmışlardır.


Kızıl Meşe Ağacı

1936’da doğan Hasan Hamdan, yirmi yıl sonra Fransa’nın Lyon kentinde felsefe okumak için Lübnan’dan ayrıldı. O dönemde ülkesindeki ilerici açılım sona yaklaşmıştı. Arap milliyetçiliği ile komünizm, Lübnan’da aşama kaydetmekteydi. Bu iki gücün başını çektiği silâhlı ayaklanma, ABD’nin askerî müdahalesinin yardımını alan Lübnanlı seçkinlerce ezildi. Fransa’da Hamdan, Arap komünistlerin oluşturdukları gizli bir örgüte girdi. Cezayir Savaşı, en yoğun dönemini yaşıyordu. Dolayısıyla Charles de Gaulle, ülkede hiçbir muhalif sese izin vermiyordu. Bunun üzerine 1963 yılında Hamdan, eşi Evelyne Brun ile birlikte Fransa’dan ayrılıp, yeni bağımsız olan Cezayir’in kuruluşuna katkı sunmak için bu ülkeye gitti. Evelyne Brun çocuklara Fransızca öğretti, Hamdan ise Konstantiye şehrinde yeni vefat eden Frantz Fanon üzerine akşamları dersler verdi. Hamdan’ın ilk yayınlanan makalesi, eleştiri dergisi Revolution Africaine’de çıkan Fanon ile ilgili bir çalışmaydı.

Lübnan’da yükselen politik coşku, Hamdan’ı kendi yurduna çekti. 1968 yılında Lübnan Komünist Partisi, ikinci kongresini düzenliyordu. Gençlik lideri Azem Seyyid’in ifadesiyle, “[parti] kendi kavramlarını ve kendi teorisini öne çıkarttı.” LKP, Sovyetler’in Filistin ile ilgili yaklaşımına mesafe aldı, İsrail’e karşı oluşan direniş hattına dâhil oldu ve Arap ulusal hareketinin oluşturulmasına gayret etti. Söz konusu kongre sonrası İçişleri Bakanı ve İlerici Sosyalist Parti başkanı Kemal Canpolat LKP, aleyhine yaptırım uygulamaya başladı. 

1970-75 arası dönemde Sol, baskı koşulları dâhilinde güç kazandı. Sendika faaliyetleri arttı. Aynı yıl içerisinde 35 ayrı greve tanık olundu. 1972’deki Gandur gıda işçileri grevi esnasında ulaşılan yüksek militanlık düzeyine kendisini yenilemeyi bilmiş bir öğrenci hareketi eşlik etti. 1974’te elli bin insan, eğitimin özelleştirilmesine dönük çalışmaları protesto etmek için gösteri tertipledi. Eski LKP’li işçi lideri İlyas Habr, o eylemi “ömrümde böylesi bir olaya tanık olmadım” diye anlatmaktadır.

Güney Lübnan’daki tütün tarlalarında köylüler greve gittiler. Güney Lübnan Tütün Çiftçileri Sendikası, eski kodamanların denetimi altına alınmaya çalışılmaktaydı. O dönemde Hamdan, ülkenin Şii nüfusuna ev sahipliği eden, güneydeki dağlardan birinin adı olan Cebel Amil üzerinden Mehdi Amil müstear adını kullanmaya başladı. Burası, ekonomik sefaletin tüm yönleriyle görüldüğü bir bölgeydi. 

Tütün, insana pek dost olmayan bir mahsuldür. Tütünü yetiştirmek güçtür, içeninse başına belâdır. Ama tütün, gene de bir geçim kaynağıdır. Bölgedeki köylüler, zaman içerisinde geçimlik ekim işini bırakıp, sanayi için üretim yapmaya başladılar. Alışverişin sonunda her daim devlet tekeli daha fazlasını aldığından, köylülerin eline geçen para çok azdı. Komünist hareketin dışında ve onun faaliyet alanına paralel kimi mücadeleler başlayınca, Mehdi Amil tüm tütün sahalarını dolaştı, Marksizm ve onun ülkenin mevcut sorunlarıyla ilişkisine dair dersler verdi. Evelyne Brun’un da anımsadığı kadarıyla, evlerde ve camilerde konuşmalar yaptı ve herkesçe “dindarlara has bir sükut”la dinlendi. Konuşmalarında geri kalmışlığın nasıl işlediğini izah etti ve dış güçlerin birer temsilcisi olarak Lübnan’daki sağcıların (Falanjistlerin) niyetlerini açığa vurdu. Yıllar sonra Evelyne Brun’un öğrendiğine göre, Mehdi Amil, köylüler arasında “yeşil sakallı adam” olarak biliniyordu ve süreç içerisinde efsanevî bir statü kazanmıştı.

Evelyne Brun, Mehdi Amil’in çalışmalarında başvurduğu ana konulardan birini şu şekilde anımsatıyor: “Marksist olmak gündelik hayatın sorunlarına cevaplar sunabilen bir insan olmaktır.” 1982’de, Beyrut’un İsrail tarafından işgal edildiği dönemde Mehdi Amil kollarını sıvadı ve su dağıtımının örgütlenmesi sürecine dâhil oldu, öte yandan silâhlı direnişin oluşturulmasına katkı sunmak için var gücüyle çalıştı. Bu meselelerin hiçbirisi tek başına öncelikli değildi. Halkın gündelik dertlerini görmezden gelen birinin geri kalmışlık koşullarını ortadan kaldırma imkânı yoktu.

Bir Ağaç Devrildiğinde

Mehdi Amil, Sovyet deneyimi başarısız olmazdan iki yıl önce, 1987’de katledildi. O dönemde LKP, zaten bir dizi önemli yenilgi yaşamıştı. Lübnan’da iç savaşa girmekle parti, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaşı ve mezhepçi retoriği kabullenmek zorunda kaldı. LKP gençlik liderlerinden Azem Seyyid ile Jana Nahal’ın aktardığı kadarıyla, mezhepçilik ve Lübnan iç savaşı ile ilgili uyarıcı kitaplarında ifade ettiği üzere, Mehdi Amil, bu mantığın içine çekilmemenin imkânsız olduğunu düşünüyordu. Artık partiyi yeni bağlam içerisinde yaşar kılmak çok güçtü. Sonrasında parti bocalamaya başladı.

Son yirmi yıl içerisinde Arap dünyasındaki Sol, büyük çileler çekti. Komünist partiler, önemli ölçüde Arap milliyetçi rejimlerce yok edildiler. Yaşamak için kendilerine bırakılan alan artık çok sınırlı. Sendika faaliyeti de eskisi gibi rahat yürütülemiyor. Şirketlerin kurulması suretiyle sendikal mücadele geleneğiyle kurulmuş olan bağların kopması ve göçmen işçilerin sınırlı vizelerle ülkeye taşınması, sendikal faaliyeti imkânsızlaştırdı. Dinî politikanın yükselişi ve mezhepçiliğin tahkim edilmesi de Marksizmin alabildiğine rasyonel dünyasının gündelik hayat dâhilinde yabancı bir unsur olarak görülmesine neden oldu.

Gene de doksanlarda ve iki binlerde canlı politik hareketler ortaya çıktı, bu yeni hareketler, genelde Filistin’le dayanışma, Mısır’daki fabrikalar ve Tunus’taki madenlerde yürütülen cesur sendika faaliyetleri ve göçmen işçi hakları ile kadın hakları etrafında teşkil edildiler. Bu çabaların birbirlerine bağlanmasının doğrudan sonucu 2011 ayaklanması, yani Arap Baharı oldu.

Yeni solcu faaliyetlere ait ifadelere Arap dünyası genelinde tanık olunuyor. Örneğin Mısır’da Eyş ve Hürriye [Ekmek ve Hürriyet] partisi, hem sosyalist geleneğe hem de politik İslam ile ordunun hâkim olduğu devlete karşı Mısır için yeni tür bir politikaya yüzünü çeviriyor.

Ama gene de politik hayat hiçbir şekilde güllük gülistanlık değil. Tunus’ta Sol Demokratik Vatanseverler Hareketi üzerinden ülkenin geleceğinde söz hakkına kavuşma konusunda oldukça iyi bir konuma geldi. Hareket büyüdü ve liderlerinden olan Şükrü Belayid, 6 Şubat 2013’te evinin önünde suikasta kurban gitti. Öldüğünde 48 yaşında olan Belayid, tıpkı Mehdi Amil gibi şiir yazıyordu. Şiirlerinden biri Hüseyin Mürüvvet suikastı ile ilgiliydi. Tarihin çarkı dönüyor ve bazen tekerrür ediyor.

Vijay Prashad
21 Mart 2014
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder