Hulusi Akar, sanırım Silvan saldırısı sonrası, “asker
şehre girmemeli” demişti. Bu söz Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar
Anadolu’da filminde başçavuşla savcı arasında yaşanan “mücavir alan”
tartışmasını hatırlatıyor.
Siyaset tarzı ve ideolojik yönelimler bakımından
özellikle soldaki yaklaşımın filmde Komiser Naci’nin dediği “Halay başı
olacaksın, Arap. Bu dünyada halay başı olacaksın” cümlesiyle paralellik
taşıdığı da görülüyor. Kimilerine de Arap’ın “buralarda silâhı olmayan mı var
doktor, iyisi var, kötüsü var” repliği düşüyor.
* * *
Tahrir öncesi Mısır’da, Mübarek’te temsil olunan, bir
parti-devlet hâkim. Ordu, ekonomi ve siyasetin tek muktediri. Ocak 2011 sonrası
meydanları dolduran kitlelerin değil, yönetsel, siyasî ilişkilerde mevki
peşinde olanlar galebe çalıyorlar. Bir toplumsal muhalefet hareketi olarak
İhvan, muhtemelen Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ile anlaşarak bir isim
belirliyor. İsme itiraz ediliyor. Sonra öne Mursi çıkıyor.
İşçi ve toplumsal muhalefet hareketleri içerisinde
önemli bir ağırlığa sahip İhvan ordu ile anlaşarak, tüm eski müesses nizamı
“İslam” adına muhafaza ve müdafaa etme sözü veriyor. O dönemde Mısır’a giden
Tayyip Erdoğan “laik olun” diyor onlara. Demek ki bizdeki hükümet de müesses
nizamla ve orduyla o noktada ittifak kuruyor.
Sonra liberal ve sol kesimler Mursi iktidarına karşı
saldırıya geçiyorlar. Öz itibarıyla “ülkenin birliği, bütünlüğü” edebiyatına
sarılan bu kesimler orta sınıfların duygularını okşuyorlar. Sonrasında Rabia’da
yaşanan katliamda bu sol, liberal kesimin ciddi bir katkısı var. Darbeyi
çağıran, “birlik-bütünlük” edebiyatı üzerinden darbeye gerekli toplumsal zemini
hazırlayan onlar. Tüm o pratik, Tahrir’deki kazanımların, mevzilerin
birilerinin mevkileri adına toprağa gömülmesini sağlıyor. Bugün Samir Amin’in
Mısır’ın ikinci Süveyş Kanalı’nı kendi belirlediği sözleşme şartlarında yapacak
olmasını övmesi de burayla ilgili. Samir Amin kanalın neden yapıldığını bile
sorgulamıyor, ülkesinin gücüne övgüler düzüyor. Birileri olmayacak duaya âmin
derken, birileri de bizzat âmin’in kendisini dua zannediyor.
* * *
Tayyip Erdoğan’ın bu deneyimden kendince ders
çıkartmasına gerek yok. İhvancıların dediğine göre, kendilerini bu denli öne
iten, sonra desteğini çeken gene AKP. Bugün Türkiye’de darbe kendisini AKP
şahsında gerçekleştiriyor.
Muktedir bir muhalefet partisi olarak hayatına
başlayan AKP, 2007 sonrası ikinci döneminde muhalif bir iktidar partisi
kimliğine bürünüyor. Devletle belirli bir açıyı gerekli kılan bu iki dönem,
parti-devlet formülündeki partinin tasfiyesi ile devlete iyiden iyiye biatle
sonuçlanıyor. Artık iktidarın, nizamın ve devletin basit bir uzvundan söz etmek
gerekiyor.
Bu uzuv devletin mücavir alanını kontrol altına almak
için kullanılıyor. Tüm tartışmalar artık gösteriyor ki, bir tek geriye, işin
asıl sahiplerinden biri olarak, CHP’nin AKP’nin yanına iliştirilmesi kalıyor.
* * *
“Civar” sözcüğü ile aynı kökten olan “mücavir alan”
tabiri, “belediye sınırları dışında olup, imar mevzuatı bakımından
belediyelerin kontrol ve mesuliyeti altına verilmiş olan alanlar” olarak tarif
ediliyor. Bu uygulamada amacın, “belediyenin yakın çevresindeki imar
faaliyetlerini denetlemesini sağlamak, rantı ve plansız yapılaşmayı önlemek”
olduğu söyleniyor.
Mücavir alanın tanımı ülke tarihinde mafyaya işaret
ediyor. Belediye sınırları dışındaki alanların kontrolü mafyaya veriliyor.
Devlet uzanamadığı ete mundar demiyor, sokak kedilerini sahaya sürüyor.
AKP de burada anlam ve güç buluyor. Devletin mafyaya
kimi alanlarda verdiği cevazdan istifade ediyor. Bunun karşısına “daha iyi
belediyecilik”le çıkmak mümkün görünmüyor. Devlete bu alanları daha iyi kontrol
edeceğine dair bir izlenimi ve imajı satmanın karşılığı bulunmuyor. Merkeze
bağlanan AKP ANAP’lıktan çıkıp bir tür Turgut Sunalp partisi hâline geliyor.
Bu noktada, devreye düne kadar buduncu-şaman sularda
gezinen Sedat Peker İsmailağa Cemaati’ni ziyaret ediyor, Mahmud Efendi’nin
elini öpüyor. Mahmud Efendi de dinen caiz olmadığını bildiği hâlde, Türk
bayrağı ile sevenlerine mesaj veriyor. Devlet mücavir güçlerini merkeze yeniden
örgütlüyor.
* * *
“Beled” beldeler demek. Bugün emperyalizm açısından
Ortadoğu’daki devletler belediyeler derekesinde. IŞİD esas olarak mücavir
alanların kontrolü için devreye sokulmuş bir mafya örgütü. Belki de Ankara
Katliamı bu bağlamda da değerlendirilmeli.
IŞİD, Irak, Suriye ve Türkiye’nin soyut veya derin
devletlerine örgütlenerek bu denli güçlenme imkânı bulabildi. O, “Türkiye
Cumhuriyeti Belediyesi” için ortalığı uygun hâle sokmak zorunda. Bugün
AKP’lilerin polisin arazi işleri peşinde koştuğu için ciddi bir istihbarat
zafiyeti yaşadığını söylemesi de bu meseleyle ilgili. Ankara’da eski mafya
babalarının malum şahıs için arazi kapatma, inşaat işlerinde
görevlendirildikleri biliniyor.
* * *
Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki başçavuşun mücavir alan takıntısı ordunun
yerini-yurdunu resmeder nitelikte. Modernizasyon, maaş akışı, imkânlar, gerekli
yetkiler onun politik sınırını tayin ediyor. Bu açıdan ordunun sınırötesi
operasyonlarına kayıt yaptırmak solun işi olmamalı.
Kitlelere “halay başı olacaksın” demek de bir anlam
ifade etmez. Meseleleri basit manada seçimlere, yönetsel ilişkilere, ABD ve
İngiltere’de görülen parlak siyasetçi imajlarına indirgemek çıkışsız. Halaylar
sürecek, türküler susmayacaksa, kimin baş olduğunun bir önemi de yok.
Kurtuluşumuz mendilin kimin elinde olduğunu belirlemekte değil. Birlikte halaya
durup türküler söylemekte.
* * *
Öz ya da biçimsel, yönetim meselesine yapılan vurgu
devrimin kimyasından simyasına kaçışı ifade eder. Altına bakıp her demiri altın
yapmaya çalışmak, ortada başarıymış gibi görünen sonucu mutlaklaştırıp devrim
diye kodlamak manasız. Devrimin kimyasında yönetenlerin yönetememesi,
yönetilenlerin yönetilmek istememesi varsa, ekonomik-politik kriz ve devrimci
özne de yazılı. Yönetime yapılan aşırı vurgu, halay başını kimin çekeceğine
bakılması, krizin ve öznenin üzerinden atlamayı beraberinde getirecektir.
Bu açıdan AKP’nin yönetsel siyaset düzleminde “geri,
cahil, beceriksiz, eksik, kötü” olduğuna dair her tür vurgu beledîdir,
devletlûdur. “Daha iyisi benim” demektir. Bu türden vurgular yönetsel siyaset
kulvarındaki basit burjuva yarışın sıradan emarelerinden ibarettir. Bu yarışı
sosyal âlemde veya akademide pek bir heyecanla izleyenlerin akıl yürütmeleri de
bir sonuç üretmeyecektir.
* * *
Mısır’da Tahrir sürecinde ve sonrasında İhvan’ın
hükümet oluşunda bu hareketin işçi hareketi içindeki mevzilerinin önemli bir
rolü var. Bu mevzilerden biri de şoförler sendikası. Sendikanın önde gelen
isimlerinden olan ve İhvan’ın seçim başarısı için yoğun bir çalışma yürütmüş
bulunan bir işçi önderi, İhvan’ın iktidara geldikten sonra eski nizamın
çıkarlarını koruduğunu, onun yöntemlerini uyguladığını, emekçi halka karşı
düşmanlığını sürdürdüğünü görüyor ve kendisiyle yapılan, öfkesini dile
getirdiği röportajda “İhvan’a artık oy vermem. Selefîlere vereceğim, en azından
onlar siyasetçi değil, Müslüman” diyor. Sabah satranç oynayıp akşam röportaj
veren yapıların bu öfkeye kulak vermesi şart.
Ankara Katliamı sonrası “polis önlem almadı” ya da
“DİSK niye önlem almadı?” diyenler de bahis konusu edilen yönetsel ilişkilerin
dünyasından, o mücavir alandan konuşuyorlar. Hiçbir kitle eyleminde polisin
toplanma yerinde arama yapmadığı bilinmesine karşın, polise bu yöndeki bir
çağrının ne tür sonuçlar doğurabileceği üzerinde durulmuyor. Devletin terörle
mücadele etmediği, kitlelere karşı bizzat (bir silâh olarak) terör ile mücadele
yürüttüğü unutuluyor.
Unutulan bir diğer şey de kitlelerin siyaseten değil,
politik olarak sahip olduğu ağırlık. Siyaset mevkilere; politika mevzilere
bakıyor. Her mevki arayışı mevzileri dağıtıyor. Siyaset mülkiyete; politika
aidiyete dair. Biri tren garının kırılan camlarına; diğeri anaların sıkılı
yumruklarına örgütleniyor.
Eren Balkır
13 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder