Tarih, ne rastgele meydana gelen bir dizi hadiseden
ibarettir ne de süper yetkileri haiz fesatçıların küçük bir komplosuna ait,
önceden kurulmuş bir oyuncak. Hakikat, bunun ikisinin arasında bir yerde
durmaktadır. Hacmi büyükçe olan, sınıf ve sistem konusunda belirli bir bilince
sahip derin devlet ile özel ve yönetsel iktidarı ellerinde toplayanların
arasından çıkan emperyal plancılar, yakın tarihin önemli bir kısmının genel
hatlarını biçimlendirmek için bir araya geliyorlar. Bunlar, ana karargâhı hâlâ
esas olarak ABD’de olan, küreselleşen dünyada çeşitlilik arz eden, daha çok
sayıda karakol kuran kâr sistemine hizmet ediyorlar.
Bu insanlar, olayların gidişatı ve perde arkasındaki
politika üzerinde muazzam etkilere sahipler, bu işleri o karanlık ve aldatıcı
demokrasi adına yapıyorlar. Ama mesele, fesatla ilgili değil. Burada sorgulanan
plancıların sayısı çok. İsimleri, faaliyetleri ve özgeçmişleri, sahip oldukları
nüfuza ait sicil, gerekli bağlantıları kurma konusunda vakti, becerisi,
enerjisi ve isteği bulunanların sorgusuna açık durumda.
Mesele sınıf iktidarı, halk yönetimi bahanesinin
altında ve ötesinde hüküm süren paranın, zenginliğin ve imparatorluğun seçimle
iş başına gelmemiş, birbiriyle ilişkili diktatörlükleri. (1941’de ABD Yüksek
Mahkeme Yargıcı Louis Brandeis şunları yazıyor: “Kendi tercihlerimizi kendimiz
yapmalıyız. Elimizde demokrasi olabilir ya da birkaç kişinin elinde yoğunlaşmış
bir zenginliğe sahip olabiliriz, ama her ikisine birden sahip olamayız.”)
Mesele, kapitalizm ve onun şeytanî ikizi emperyalizm.
Bunlara bir de ağır dozlarda ırkçılık, patriyarka, milliyetçilik, polis devleti
düzeni ve ekolojik tahribat ekleniyor. Mesele, tam da Karl Marx’ın
“burjuvazinin tüm yeryüzünde piyasayı sürekli genişletme ihtiyacı.” Alman solcu
Rosa Luxemburg’un bir seferinde dile getirdiği biçimiyle, “sermaye, kısıtlanmamış
birikim için üretim araçlarına ve tüm dünyanın işgücüne muhtaçtır.”
ABD denilen dünyanın ve tarihin en güçlü kapitalist
devletinin yönetici sınıfının yaptığı planları ve sahip olduğu nüfuzu en açık
biçimde Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) tanık olmak mümkün. Elitlere ait
planlamanın ve ağlar oluşturma pratiğinin ülke içinde ve dışında cereyan ettiği
yüzlerce kurum ve örgüt var. Ama solcu tarihçi Shoup’un o okunması gereken Wall
Street’s Think Tank: The Council of Foreign Relations and the Empire of
Neoliberal Geopolitics, 1976-2014 [“Wall Street’in Düşünce Kuruluşu: Dış
İlişkiler Konseyi ve 1976-2014 Arasında Neoliberal Jeopolitika” -Monthly Review
Press, 2015) isimli yeni kitabında, hiçbir grubun giderek büyüyen ulusötesi
kapitalist yönetici sınıfın ve ABD’nin kapitalist elitlerinin küresel ve ulusal
sınıf çıkarlarını dillendirme konusunda CFR’nin menziline, ölçeğine ve nüfuzuna
yaklaşamadıklarını ortaya koyuyor. 5.000 üyesi (o övündüğü 1,4 milyon dolarlık
emlâk zenginliği), Fortune 500 listesine soktuğu 170 isim, 330’u aşkın
personel, 60 milyon dolarlık bütçesi ve 490 milyon dolarlık varlıkları ile
Konsey, New York’un ve Washington’ın üst sınıfın takıldığı mahallelerinde,
kapalı kapılar ardında alabildiğine gizli toplantılarda insanlığın geleceğini
tartışıp ona karar vermeye cüret eden tüm ABD’li özel düşünce kuruluşlarının en
büyüğü ve en güçlüsü. Laurence H. Shoup’a göre, “son kırk yıldır CFR, ABD’deki
en önemli özel örgüt olarak sahip olduğu merkezî konumu başarıyla korumakla
kalmadı, ayrıca o, ülkede eşine rastlanmayan bir yapıya dönüştü. Konsey,
oynadığı rolün kapsamını genişletti ve ABD ile dünyanın önemli bir kısmını
yöneten o küçük plütokrasinin merkezinde kalmayı sürdürdü.”
Tanımıyla tutarlı biçimde CFR üyeleri, ABD’de
yürütmede uzun süredir önemli roller oynuyorlar. Jimmy Carter’ın hazine bakanı
(Michael Blumenthal), ulusal güvenlik danışmanı (Zbigniew Brzezinski),
dışişleri bakanı (Cyrus Vance) ve silâh kontrolü direktörü (Paul Warnke),
başkan yardımcısı (Walter Mondale), savunma bakanı (Harold Brown) ve CIA
direktörü (Stansfield Turner); Başkan Ronald Reagan’ın dışişleri bakanları
(Alexander Haig ve George Schultz), ulusal güvenlik danışmanları (Colin Powell
ve Frank Carlucci), hazine bakanı (Donald Regan), savunma bakanları (Casper
Weinberger ve Frank Carlucci) ve CIA direktörleri (William Casey ve William
Weber); George H. W. Bush’un on bir üst düzey dış politikacısının onu; Bill
Clinton’ın üst düzey on yedi dış politikacısının on beşi ve üç hazine bakanının
ikisi; George W. Bush’un üst düzey görevlilerinin on dördü; Obama’nın üst düzey
dış politika görevlerinin on ikisi, bunun yanında içişlerinden beş kişi CFR
üyesi.
CFR, başka önde gelen “kâr amacı gütmeyen” düşünce
kuruluşları ve politika gruplarına da (Brookings, Carnegie, Wilson Merkezi,
Amerikan Girişimcileri Enstitüsü, Miras Vakfı, Peterson Uluslararası Ekonomi
Enstitüsü, RAND Derneği ve daha birçoğuna) üye olan direktörlerden ve
isimlerden oluşan rakipsiz, geniş bir iç ağa sahip. Bu ağa başka özel politik
gruplar (ABD Ticaret Odası, İş Dünyası Konseyi ve İş Dünyası Yuvarlak Masası),
lobicilik yapan önemli şirketler, Fortune 500 içindeki üst düzey
şirketler, özel özsermaye ve bankacılık dışı yatırımlar yapan şirketler,
stratejik politik risk ve danışmanlık şirketleri (Kissinger Dostları ve
Albirght-Stonebridge Grubu), önemli üniversiteler (en başta Harvard ve Yale),
(başını Rockefeller Vakfı’nın çektiği) vakıflar ve aralarında New York Times,
Wall Street Journal ve Washington Post’un bulunduğu medya
bağlantıları da dâhil.
CFR’nin Çalışmalar Programı, 1987-2004 arası dönemde
180’den fazla kitap çıkartmış, 1993-2014 arasında ise 1.800’den fazla akademik
dergi makalesi yayınlamış. CFR’nin ayda bir düzenli olarak çıkardığı Foreign
Affairs dergisi, hükümet içerisinde politika yapan isimler arasında en
etkili yayın. CFR Kardeşleri düzenli olarak görüşler-başyazılar kaleme alıyor
ve bunlar, CFR’nin neoliberal ve emperyal ajandasının ilerletilmesi için
medyaya servis ediliyor (Shoup’a ait faydalı bir “neoliberalizm” tarifi için 1.
dipnota bakınız.) Örgüt, her yıl bine yakın toplantı düzenliyor, bu toplantılar
ağırlıklı olarak New York’ta ve Washington’da yapılıyor, ama ülke genelinde
başka büyük şehirlerde de benzer toplantılara rastlanıyor. CFR liderleri, ülke
içinde ve dışında ABD’li ve yabancı hükümet liderlerine gayri resmi sayısız
danışmanlık hizmeti ve brifing veriyor.
Dünya genelinde “yönetici sınıf içerisinde küçük,
bütünleşmiş bir ulusötesi kapitalist sınıfın” (Shoup) son kırk yıl içerisinde
zuhur ettiği süreçle uyumlu olarak CFR de yetmişlerden beri bir dizi
uluslararası ağ oluşturdu. Bu ağlar, dünya genelinde “üst sınıf”a mensup zengin
ve güçlü birey ve gruplardan oluşuyorlar. Bu ağla ilişkili yapılar
İngiltere’deki kardeş grup Kraliyet Uluslararası İşler Enstitüsü, Avrupa’daki
elitlerin oluşturduğu Bilderberg Grubu, şirketlerin nüfuz ettiği (ABD’li, Japon
ve Avrupalı elitleri birleştiren, yetmişlerin başında “demokrasinin
fazlalıkları” ile mücadele etmek için oluşturulan) Üçlü Komisyon, G30 (ABD,
Avrupa ve Asya’dan özel ve kamuda çalışan üst düzey görevlilerin bir araya
geldiği Otuzlar Grubu) (başında dünya genelinde aşırı zenginlerin bulunduğu)
CFR Uluslararası İstişare Kurulu ve “Konseyler Konseyi” olarak da bilinen,
dünyanın en zengin 20 ülkesinden neoliberal düşünce kuruluşlarını bir araya
getiren küresel CFR.
Shoup’un gösterdiği kadarıyla ABD kapitalist sınıfının
üst kesiminden başka kimsenin CFR içinde önemli ve etkili bir konumu yok. Son
45 yıldır üst düzey on lideri kapitalist elitlerden geliyor ve özellikle “Wall
Street olarak bilinen finans sektörünü temsil ediyor.” Şu örnekleri vermek
mümkün: CFR başkanları David Rockefeller (tarihteki en büyük aile mirasının
varisi, Chase Manhattan Bankası’nın başkanı ve 1970-1985 arası dönemde CFR
başkanı), Peter Peterson (özel Blackstone Grubu’nun kurucularından milyarder
bir isim ve 1985-2007 arası CFR başkanı) ve mevcut başkan Robert Rubin (Goldman
Sachs ile Citigroup’un CEO’su, Bill Clinton’ın hazine bakanı, Obama’nın ekonomi
danışmanı ve 2007’den beri CFR başkanı).
CFR’nin kapitalist, Wall-Street güdümlü yapısının
reklâma asla ihtiyacı yok. Kıdemli üyelerinden ve en önemli aydınlarından biri
olan Michael Mandelbaum on yıl önce şunu söylüyordu: “ABD dış politikasının
genel gidişatını küçük bir dış politika eliti belirliyor. Kamuoyundan pek girdi
alınmıyor.” Shoup ise şu tespiti yapıyor: “Mandelbaum ‘elit’ derken, esasında
kendi örgütü CFR’nin başını çektiği kapitalist yönetici sınıftan söz ediyor.”
Shoup’a göre, “Konsey ile bağlantılı olmayan ya da çok
az bağa sahip önemli birkaç yerel kurum var ve bunlar genelde sağcı yapılar.”
Bu kurumların en ünlüsü, “Koch Biraderler denilen ekonomi ve politika
imparatorluğu.” Bu yapı, “güçlü devlet” içerisinde CFR’nin kaderini
paylaşmıyor, kapitalist elitlere “hükümetin korunması, müdahale ve bağışlar”
konusunda katkı sunuyor. CFR, “bugün emek hareketi gibi biraz sola yakın
kurumlarla ve aktörlerle birlikte olmakla pek ilgilenmiyor.”
Net konuşmak gerekirse, CFR’nin ideal “güçlü devlet”i
kapitalist-neoliberal ve emperyal bir devlettir. Onlar, solcu sosyolog Pierre
Bourdieu’nün dediği “devletin sağ eli”nin güçlü olmasını istiyorlar. (Bu,
hükümetin serveti ve iktidarı yukarı doğru yeniden dağıttığı, savaşlar
çıkarttığı, işçileri ve alt katmanları disipline ettiği eli). CFR bu elin sol
elden daha fazla güçlü olmasını, daha fazla paraya boğulmasını istiyor. Sol el
ise geçmişte halk hareketlerinin kazandığı, işçilerin, fakirlerin ve ortak iyinin
çıkarlarının savunulması ile ilgili. CFR’nin “ABD’nin küresel gücünü ülke
içinde restore etmek” için çalışan, kısa süre önce kurulup aldatıcı bir biçimde
“Amerika’yı Yenileme İnisiyatifi” ismini alan yan kuruluşu devletin borçlarının
artan oranlı vergilendirme ve Pentagon’un devasa bütçesini keserek değil
(Pentagon bütçesi, ileri teknoloji şirketlerine ABD’nin ihtiyarî harcamalarının
yüzde 54’ünü bulan muazzam sübvansiyonlar sağlıyor) Sosyal Güvenlik ve Tıbbî
Bakım Sigortası (Shoup’a göre, her iki program da “esasında birer hediye değil,
devletin gözetiminde milyonlarca işçiden kesilip tasarruf olarak biriktirilmiş
maddî kaynak”) gibi sözde yardımları azaltma yoluyla düşürülmesini savunuyor.
Konsey, göçmen politikasının doğrudan “şirketlerin piyasa ihtiyaçları”na
bağlanmasını, kamu sektöründe sendika üyeliğinin sayıca azaltılmasını ve ülke
içinde ekolojiyi tahrip eden (hidrolik kırılmayı da içeren) petrol ve gaz arama
çalışmalarının ve açık maden ocağı işletmeciliğinin yoğunlaşmasını istiyor.
2013 tarihli etkili çalışması Foreign Policy Begins
at Home: The Case for Putting America’s House in Order’da [“Dış Politika
Ülke İçinden Başlar: Amerika’da Evin İçini Düzene Sokma Meselesi”] CFR Başkanı
Richard Haass (önde gelen küresel yatırım yönetimi şirketi Fortress
Management’ın direktörü) ABD’deki emeklilik yaşının daha fazla yükseltilmesini
talep ediyor. Ona göre, “insanlar altmışına girdiğinde hâlâ ‘on ilâ yirmi yıl
daha çalışmak’ gibi bir gerçekle yüzleşiyorlar.” Birçok CFR çalışanı ve örgüt
üyesi gibi Haass de özelleştirmeyi savunuyor, ama öte yandan da istemese ertesi
günden itibaren çalışmama imkânına sahip olduğu bir hayatı yaşıyor.
Tüm bunlar, CFR üyesi ve Harvard profesörü Samuel P.
Huntington’ın 1975 tarihli The Crisis of Democracy: Report on the
Governability of Democracies to the Trilateral Commission [“Demokrasinin
Krizi: Üçlü Komisyon’a Sunulan Demokrasilerin Yönetilebilirliği ile İlgili
Rapor”] isimli kitabındaki argümanla gayet tutarlı. Kapitalizmin halk
yönetimine karşı olduğunu dürüstçe kabul eden Huntington, kitapta ABD’nin
“demokrasi fazlası”ndan ve “demokrasi hastalığı”ndan muzdarip olduğunu,
bunların altmışlarda intizamsız bir biçimde yaşanan yurttaş ayaklanmalarından
kaynaklandığını söylüyor. Halk egemenliğine dönük bu aşırı müsamahayı belirli
ölçüde gidermek için Huntington, diğer başka şeyler yanında, hükümet
harcamalarının ve düzenlemelerinin azaltılmasını, kapitalizmin oynadığı bir rol
olarak özel “serbest piyasa”nın genişletilmesini öneriyor. Shoup’un tespitiyle,
“Huntington’daki bu pervasızlık ve neoliberal[1] gerçeğe dönük doğrudan savunu,
ABD toplumunda güçlü olan, bugüne dek hiç açıktan karşı konulmayan, ABD’nin
mükemmel ve istisnai bir demokratik toplum olduğuna dair retoriğe halel
getiriyor.”
Peki CFR’nin bugünkü bu belalı geçerlilik hâlinden
bizi kim kurtaracak? Shoup’un gösterdiği kadarıyla, yetmişlerden beri ABD ve
dünya tarihinin her yerinde CFR’nin parmak izleri var. Servetin ve iktidarın
muazzam ölçülerde yukarı doğru yoğunlaşması süreci, hem ABD’de hem de dünyada
yaşanan bir süreç (ülkedeki en zengin yüzde bir, en alttaki yüzde doksanın
servetinden daha fazlasını elinde bulunduruyor) son kırk yılda doğrudan
neoliberal-aşırı kapitalist (post-keynesyen, “post-fordist, hatta Yale’den Walter
Russell Mead[2] gibi sisteme dair bir bilince sahip, üst sınıftan CFR
aydınlarının diline pelesenk ettiği biçimiyle, “binyıl” kapitalizmi) dünya
görüşü ve politikaları yönünde ilerliyor. Bu görüş ve politikalar, CFR
direktörleri ve uzmanlarınca güçlü ve acımasız bir biçimde savunuluyorlar. Söz
konusu savunu ise örgütün son kırk yılda edindiği şirket yanlısı, finansal
özüyle gayet uyumlu. ABD’nin Irak’ı devasa ölçülerde, kitle katliamlarına yol
açan, küresel önemi haiz bir savaşla yıkışı, ABD dış politikası için “Vietnam
Savaşı”ndan beri en önemli ve en fazla yıkıma yol açmış savaşı CFR’nin Irak’ın
(üst düzey CFR uzmanlarınca dünya kapitalizminin ekonomik ve askerî sistemi
içinde hegemonik jeopolitik kaldıraç için kritik bir silâh olarak görülen)
zengin petrol kaynaklarının kontrolüyle ilgili olarak Washington’a ilettiği
açıktan emperyalist ve neoliberal taleplerle uyumlu bir biçimde yürütüldü ve
Irak bir “serbest piyasa cenneti”ne dönüştü.”[3] Washington’un Irak’ta azimle
sürdürdüğü, suça batmış hatalı girişimleri konusunda CFR “neoliberal
jeopolitika imparatorluğu”nun ABD öncülüğünde genişlemesini talep etti. Konsey
NATO’yu genişletti, “serbest ticaret”le ilgili yatırımcıların haklarını artırdı
(şirket yanlısı-küreselleşmeci Pasifik Ötesi Ortaklığı [TPP] ve Atlantik Ötesi
Ticaret ve Yatırım Ortaklığı [TTIP]), Batı Pasifik’te gayet tehlikeli olan
Çin’le husumeti artırdı, Ukrayna’nın ve diğer eski Sovyet devletlerinin Batı
kapitalizmine katılmasını teşvik etti (Rusya ile muhtemel bir çatışma için
ateşe benzin döktü), Suriye’yi mahvetti, önemli emperyal ortağı İsrail’i
korudu, (diğer sayısız cani ve ırkçı ABD’ci-emperyalist araçlarla birlikte)
uzak diyarlara Özel Operasyon Güçleri ve insansız hava aracı saldırıları ile
cihad hareketlerine gerekli yakıtı vererek, “esmer azgelişmiş dünya”yı terörize
ve militarize etti, genetiği oynanmış tarımla tarımda mülksüzleşmeyi
hızlandırdı ve Dünya’nın alabildiğine yoksul Güney’inde yıkıma yol açan
neoliberal sosyal politikaları savundu.
Bu esnada insan kaynaklı iklim değişikliği belası
ortaya çıktı ve bu bela, insanlığın bekasını, düzgün bir geleceği tehdit eder
hâle geldi. CFR, sermaye üzerindeki her türden kısıtlamaya dönük sert
neoliberal muhalefetine uygun olarak, bu gerçeği ciddi bir biçimde
kabullenmedi, söz konusu gelişmeye dönük herhangi bir muhalefet ortaya koymadı.
Shoup’un ifadesiyle, “küresel ekolojik krize ait gerçekler, CFR gibi kapitalist
sınıfa ait bir örgütün yüzleşmek istemeyeceği bir krizin tezahürleridir: zira
gezegenin ve üzerindeki mevcut yaşam formlarının kurtarılması için, fosil yakıt
madenciliği ve bu yakıtların kullanılması meselelerinin hükümet emriyle
şiddetli bir biçimde kısıtlanması gerekiyor. Bu çıkarım, CFR’nin desteklediği
tüm neoliberal serbest piyasacı, tekelci finans kapitalist dünya düzenine
aykırıdır.”
CFR’nin kapitalist-emperyalist taahhütlerinin
insanlığın ve insanın bekasının temel maddî ihtiyaçlarına baskın çıkması
karşısında, insanların ABD’de CFR ve onun elindeki birçok iktidar eliti
grubunun teşkil ettiği kapitalist “derin devletler”ce yönetilen plütokrasiler
yerine halkın kontrol ettiği ulus-devletleri meydana getirmek adına bir
halkçı-demokratik devrim yapmaları insanlık için varoluşsal bir zorunluluktur.
Eğer şanslıysak, sonuçta ortaya halkçı, katılımcı ve demokratik bir
ekososyalizm çıkacak, eğer değilsek, insanın soyu tükenecek.
Paul Street
6 Ekim 2015
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Shoup’un analizine göre, eskiden Batı’da hâkim olan kapitalist paradigma
Keynesçilik iken, son kırk yıl içinde onun yerini, resmî düzeyde sermayenin ve
malların dünya genelinde serbest hareketine (serbest piyasalara) ve çokuluslu,
ulusötesi şirket yanlısı küreselleşmeye bağlanmış, devlet iktidarınca teşvik
edilip dayatılan, “neoliberalizm” adı verilen doktriner fikirler demeti
almıştır. Bu, sermayenin olağan konumudur, sistem her daim bu yöne zorlamakta,
alttaki sınıf mücadelesinin düzeyini dikkate almaktadır. Ekonomik bir reçete
olmak yanında neoliberalizmin şirketleri kurtarma projesi, aynı zamanda
kolektif mülkiyete (sosyalizme), ulusal kalkınmaya (ulusal kurtuluşa) ve
toplumsal dayanışmaya (sendikalizm ve topluma) dair fikirlere yönelik ideolojik
bir saldırıyı da temsil etmektedir. Bunun yerine bireycilik yüceltilmektedir.
Batılı kapitalist elitlerin son yüzyılın ortasında önemli ölçüde kabul
ettikleri “Keynesçi şema”da ve “sistem”de işçi sendikaları “sınıfsal uzlaşmayla
birlikte kabul edilmişlerdir; devlet, sermayenin kimi hareketlerini sınırlayan
düzenlemeler dayatmıştır; şirketlerin ve zenginlerin ödedikleri vergiler
nispeten yüksektirler; birçok alanda devlet planlaması, sanayi politikası ve
devlet mülkiyeti mevcuttur; ayrıca çeşitli sosyal yardım biçimleri aracılığıyla
yoksul yurttaşların sosyal refah düzeyi arttırma ve tam istihdam sağlama
yönünde kimi girişimlere tanık olunmuştur.” [Shoup, Wall Street’s Think Tank,
s. 163-164.]
[2] 2004 tarihli kitabı Power, Terror, Peace, and
War: America’s Grand Strategy in a World at Risk’te [“İktidar, Terör, Barış
ve Savaş: Amerika’nın Risk Altındaki Dünyada Büyük Stratejisi”], CFR’nin
Kissinger döneminden kalma kıdemli üyesi ve ABD dış politikası uzmanı Mead
şunları söylüyor: “1910’lardan 1970’lere dek hâkim olan ‘Fordist’ kapitalist
kalkınma çağından bugün ‘binyıl kapitalizmi’ denilen mevcut döneme geçişte
Keynesçilik ve neoliberalizm gibi daha faydalı ve doğru terimlerden tümüyle
kaçınmak gerek.” Mead’in kullandığı “Fordizm” terimi esasında belirli
kapitalistlerin politikasıdır, ilk kullanan da Henry Ford’dur. Burada amaç,
üretimde çalışan işçilere ürettikleri malları satın almaya yetecek maaşı
ödemektir. Mead, kitabında işçilerin onlarca yıl boyunca belirli bir
sendikalaşma düzeyine ulaşma, yüksek ücretler elde etme, daha iyi çalışma
koşulları ve belirli bir işkolunda sosyal yardımlar alma ile ilgili yürüttüğü,
yoğun ve bedelleri ağır olan sınıf mücadelelerinden hiç bahsetmiyor. O,
Fordizmi sadece bazı kapitalistlerin sendikaları kabul ettiklerini, bunun da
sosyoekonomik sistemin daha fazla idareye, düzenlemelere tabi, istikrarlı bir
hâle gelmesini sağladığını, bu süreci de devlet planlamasının, belli düzeyde
sınıf uzlaşmasının ve daha az gelir eşitliğinin karakterize ettiğini söylüyor.
Mead, ayrıca Fordizmin/Keynesçiliğin “zamanla yeni ve daha zinde bir kapitalizm
biçimi ürettiğine, bu kapitalizmin bugün kendisinin ‘binyıl kapitalizmi’ dediği
şeyi icat ve keşfettiğine işaret ediyor. [Shoup, Wall Street’s Think Tank,
s. 193.] (Yönetici sınıf ve profesyonel sınıfa mensup elitler, anladıkları
biçimiyle, kapitalizmle ilgili belirli bir sınıf ve sistem bilinci üzerine
kurulu yöntemlere dair bilgiler verme konusunda tümüyle kapalı değiller.)
[3] CFR’nin neoliberal, savaş kışkırtıcısı ve
petro-emperyalist jeopolitik zihniyeti Irak’ın işgal edilmesini ve yıkılmasını
destekledi. Shoup’un alıntıladığı ve aktardığı şu makalelere bakınız: CFR
Başkanı Richard Haass, “What to Do With American Primacy,” Foreign Affairs
(Eylül-Ekim 1999); Fouad Ajami, “The Sentry’s Solitude,” Foreign Affairs
(Kasım-Aralık 2001); CFR Kıdemli Üyesi Kenneth Pollack, “Next Stop Baghdad?,” Foreign
Affairs (Mart-Nisan 2002); Sebastian Mallaby, “The Reluctant Imperialist:
Terrorism, Failed States, and the Case for American Empire,” Foreign Affairs
(Mart-Nisan, 2002); Donald Rumsfeld, “Transforming the Military,” Foreign
Affairs (Mayıs-Haziran 2002); Elliot Cohen, “A Tale of Two Secretaries,” Foreign
Affairs (Mayıs-Haziran 2002); CFR Kıdemli Üyesi Michael Mandelbaum, “U.S.
Most Plan Post-Hussein Iraq,” Newsday, 1 Ağustos 2002; Kenneth Pollack, The
Threatening Storm: The Case for Invading Iraq (New York: A Council of
Foreign Relations Book, Random House, 2002); Pollack, “Securing the Gulf,” Foreign
Affairs (Temmuz-Ağustos 2003, “It’s the Oil, Stupid” adıyla yayınlandı).
Bush’un Irak’ı işgal etmesinden önce ve sonra kaleme alınan, açıktan
emperyalist ve petrol odaklı bu makaleler okunduğunda görülecektir ki CFR’nin
elitler içerisinde yürüttüğü tartışma ABD’nin hiç emperyalist tarzda hareket
etmeyeceğini söyleyen, ABD’nin istisnaî bir ülke olduğunu iddia eden resmî
doktrinin tam aksi yönde seyrettiği anlaşılıyor. (İmparatorluğun kendisi de
önde gelen iktidar eliti plancıları arasında tabu niteliğinde bir konu başlığı
değil.) Gelgelelim CFR’li düşünür (Irak’ın işgalinin savunucularından) Michael
Mandelbaum, “eğer Amerika Golyat ise o iyi kalpli bir Golyat” diyor. Ona göre,
ABD dünyayı daha iyi, daha güvenli ve daha demokratik bir yer hâline getirmek
için asil ve özverili bir biçimde çalışan iyiliksever bir imparatorluk. Bkz.:
Michael Mandelbaum, The Case for Goliath: How America Acts as the World’s
Government in the 21st Century (2005). Bu yüzyılda (ve bu son yüzyıl
içinde) o şefkatli Sam Amca’nın milyonlarca Iraklıyı katletmesi ve yerinden
yurdundan etmesi başka birçok şeyin yanında, bu teze pek uymuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder