Pages

09 Eylül 2015

Nutfe

Devlet Ortadoğu’ya, sermaye İslam’a karşıdır. Devletin arkasında İsrail’i, sermayenin arkasında tekelleri görmek gerekir.

Merkez Komutanlık, yani CENTCOM, Ortadoğu’nun yeniden tasarlanması maksadıyla 1983’te kurulmuştur. 1980’de kurulan Çok Yüksek Hazırlıklı Ortak Görev Gücü’nün ardılıdır. Nixon’ın petrol kaynaklarının korunması ve İsrail’in güvenliği amacına uygun olarak tesis edilmiştir. Böylesi bir merkezin yerleştirilmiş olması karşısında “Avrupa Merkez Komutanlığı’na bağlılığı” öne çıkartmak çıkışsızdır. “Ortadoğu bataklığı” tabirleri İsrail’e; gericilik ve ilerleme edebiyatı sermayeye yazgılıdır.

* * *

“İşçi”, “kadın” ve “Kürd”, birer kavram olarak, Ortadoğu ve İslam’dan uzaklaşma bahanesinden ibarettir.

1952’den beri devlet bir NATO devleti ise eğer, bu kavramlar ilgili gerçeği örtbas etme amacını güdecektir. Dolayısıyla “devletin özerkliği” tartışmaları, ancak emperyal olmayla bağlantılıdır. Devletin özerkliği meselesi, bölgesel değil, yerel ölçekte geçerlidir. Ülke sınırları dışında bu, mümkün değildir. Devlet, kendi hukukî sınırları dışında emperyalizm bağlamında tanımlı bir olgudur. Dolayısıyla emperyalizm bağlamı içerisine oturmayan hiçbir ideoloji, devleti koşullayamaz. Devletin muadili olarak işçi partisi, kadın partisi veya Kürd partisi, devletin biricikliğine ve özgüllüğüne bağlanacaktır.

Bu anlamda Sykes-Picot’nun Ortadoğu’su Fransız-İngiliz pazarlığının bir ürünü ise, bugün teşkil edilen, kurulan Ortadoğu, İsrail’le hiyerarşik ilişki kurmayacak, sermayenin tahakkümü dışında olmayacak bir politik coğrafya olarak kurulmak zorundadır.

ABD, İngilizlerin ve Fransızların rekabeti arasındaki denge noktası olarak kendini pazarlamaktadır. Rusya-İran-Çin hattı, Ortadoğu’yu sadece mevcut devlet oluşumları bağlamında etkilemektedir. Sermayenin bu sınırları tayin etme gücü bakidir. Bu açıdan hangi “Ortadoğu”dan söz edildiği önemli bir ayrımdır.

* * *

Nilgün Cerrahoğlu, İhsan Eliaçık’ın “IŞİD’e karşı değilim, yaptıklarına karşıyım” sözünü “ulus-devlet” bağlamında eleştiriye tabi tutmuş, solcular (sendika.org) bu eleştiriye sahip çıkmıştır. Cerrahoğlu’nun İslam karşıtlığı, özünde O’nun ulus-devlet ötesi niteliği ile ilgilidir.

Emperyalizmin kurduğu devletlerin İslam tarafından hükümsüz kılınması, esas tartışma konusudur. Bu açıdan Cerrahoğlu’nun tepki geliştirdiği husus, İslam’ın Cerrahoğlu’nun kendi devletinin özgüllüğüne ve biricikliğine halel getirmesidir.

Demek ki devletçi olan, devletinin nispeten daha geniş bir kurgunun ve nizamın doğal bileşeni olması gerçeğini örtbas etme derdindedir. Dolayısıyla İslamcılık, devletin biricikliğini ve özgüllüğünü işaretleyen bir düzeye çekilmek zorundadır. Bu biriciklik ve özgüllük, kemalizm veya İsrail yanlılığı şeklinde tezahür edecektir.

* * *

Soğuk Savaş’ın yeşil kuşak İslam’ı, bugün “ak İslam” ve “kara İslam” olarak ikiye bölünmüştür. Devletlerin neoliberalizme göre tanzim ve tahkim edilme girişiminde bu iki “İslam” devreye sokulmuş, havuç-sopa ilişkisi bir biçimde siyasetin merkezine oturtulmuştur.

Tahkimat ve tanzimat, bölgede devletin biricikliği; sermayenin özgüllüğüne dairdir. Biricik devlet, genel sermaye kurgusunun; özgül sermaye, genel devlet kurgusunun tezahürüdür.

* * *

Bugün Yemen’de olan biten, bir yönüyle, Aden Körfezi-Süveyş Kanalı hattının jeopolitik önemi ile alakalıdır. Somali korsanları, El-Kaide ve Husiler bahanesi üzerinden Arabistan yarımadasının güneyi tahkim ve tanzim edilmektedir. Suudiler’in İsrail dolayımı ile ilişki kurdukları biriciklik, Husiler’i marjinalleştirmiş, temizlenmesi gereken unsur hâline getirmiştir. Direniş, bu biricikliğin esasında emperyalizmin birliği, “tevhidi” ile alakalıdır. Bu tevhidin “İslamî tevhid” ambalajına sarılması zorunludur.

Tahkim ve tanzim edilen nizam, “Arap Baharı”nda zedelenen nizamdır. Samir Amin, Mısır’ın ikinci Süveyş Kanalı’nı kendi imkânlarıyla yapmasını övmekte, ama bunun liberalizmle mümkün olamayacağını söylemektedir. Yemen’den Mısır’a dek uzanan hattın güvence altına alınması, hem bir yandan Afrika ile hem de İsrail’in doğusu ile alakalıdır.

Samir Amin kendi biricikliğine iman etmekte, buradan da devletin biricikliğiyle ilişki kurmakta, kendi memleketine emperyalist-siyonist kurguyu görmeyen, özel bir anlam-değer yüklemektedir. Oysa itiraz ettiği liberalizm, devleti talileştirdiği için eleştirilmekte, devletle oturulan masada ona akıl verilmekte, devletin özgül aklı olunmaya çalışılmaktadır.

Arap Baharı, orta sınıfın uçuşkan özgürlükçülüğüne mahkûm olması sebebiyle, bu süreçte halkların direnci ve direnişine ihanet ederek sonlanmıştır. Ak İslam devletlere, kara İslam sermayenin seyrine yanaşarak ayakta kalmayı tercih etmiştir.

* * *

Orta sınıf, kendisine değer verenin kucağına elindeki tuzlukla koşmuştur. Sömürülenlerin-mazlumların kitlesel öfkesi, devletin biricikliği-sermayenin özgüllüğü masallarına figüran kılınmıştır. Orta sınıf örgütler, “Arap Baharı”nda çatlaklardan sızan imkânları silmek ve egemenlere kendilerini pazarlamak derdiyle, ortaklaşmacı iradeyi çöl kumuna gömmüştür. Daha doğrusu devlet ve sermaye, bölgede zaferini orta sınıflar şahsında cisimleştirmiştir.

Ak İslam devlete yanaştıkça, hilafet meselesi gündeme gelmektedir. Eskiden ülkücülerin lügatinde karşımıza çıkan “anti-emperyalizm”, İslamî kesimde de bu minvalde vücud bulmaktadır. Yani emperyalizm, kendi emperyalizm niyetine mani olduğu için hedefe konulmaktadır. Kitlelerin iç gerilime, sömürüye-zulme yüzlerini dönmemesi için hilâfet veya turan hikâyeleri ile dışa döndürülmesi teşebbüsü, buradaki anti-emperyalizm edebiyatını tayin etmektedir.

* * *

Esasen Ak İslam’ın hilâfet merkezi Washington’dur, halifesi ise ABD başkanıdır. Hilafet çağrılarında örtük olarak, ABD’nin ve İsrail’in bölgede rahat hareket edememesi karşısında, onlara “bizimle yürüyün” denilmektedir. Anti-emperyalizm edebiyatındaki zımnî emperyalizm arzuları bu teklifle alakalıdır. Zira İslam mesajının yayılmasını emperyalizm zanneden bu kesimler, çeşitli ülkelere “okul” kılıfında CIA üsleri kurmuşlardır. Bugün “üst akıl” üzerinden tedavüle sokulan komplo teorileri de devletin biricikliği ve o devletin emperyalist kurgudaki yerinin gizlenmesi ile alakalıdır.

Bu açıdan bir “Şii hilâli”nin varlığından söz edenler, zımnen bir ya da birkaç Sünni devletten söz ediyor olmalıdırlar. Oysa biricik gördükleri devletin Sünni bir niteliği de yoktur. Burada İran’ın yayılmacı bir irade ortaya koyup koymadığı ayrı bir tartışma konusudur. Ama bölgede “İran emperyalizmi”nden söz etmek, kendi devletinin ajanı olarak hareket etme arzusunun bir yansımasıdır.

* * *

Bölgede iki odak olarak Mısır ve Türkiye, ortak bir yönelimi işaretlemektedir. İki ülke de ordu-devlet üzerinden, bölgesel tasarıma göre yeniden tahkim ve tanzim edilmektedir.

“İslamî” unsurların bu sürece aracı kılınması, bölgeden bağımsız bir seyir değildir. Soğuk Savaş bitmiştir, kendisini yeniden güncellemiştir, yeşil kuşak İslam’ı, ak kuşak İslam’ı ve kara kuşak İslam’ı olarak ikiye bölünmüş, bu karşıtlık üzerinden İslam’ın politik-ideolojik ufku ve menzili mas edilmiştir. Bu açıdan CENTCOM’un kurulduğu 1983 önemli bir momenttir.

* * *

Politik-ideolojik hareketin kendisini bir karşıtlık üzerinden tanımlaması meşrudur. Yalnız bu karşıtlık, tabiatıyla, karşı olunana dair bilginin mülk sahiplerini köşe başlarına yerleştirecektir. Bu mülk sahiplerinde bir süre sonra karşı olunan unsurla aynı masada oturma yanılsaması türemektedir. Söz konusu masanın renginin “yeşil” veya “kızıl” olmasının bir önemi yoktur. Devletle veya emperyalizmle kurduğu bilgi ilişkisinde hiyerarşinin silinmesi, aradaki farkların ortadan kalkması, ciddi bir meseledir.

Ortadoğu, mücadelesinin bağrından kendi şuralarını çıkartmaktadır. Şuralar, devletin ve sermayenin tefrik ettiği ama mücadelenin tehvid ettiği müşterek zemine dair birer mecaz gibidir.

Devletin biricikliği, orta sınıflar dolayımıyla, vahdet ve eşitliğe dair bir yanılsamayı; sermayenin özgürlüğü, gene aynı dolayımla, kesret ve özgürlüğe dair bir yanılsamayı armağan etmektedir. Müslüman bir coğrafya olarak Ortadoğu, şuraların birer nutfe olarak neşet edeceği, devletten ve sermayeden azade, onlara karşı müşterek bir gücün vücud bulacağı imkânı anlatan bir gerçekliktir.

Eren Balkır
9 Eylül 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder