Pages

10 Ağustos 2015

Haset Siyaseti



Demokratik Modernite dergisi editörü bir TV kanalında, dergiyi “ulusötesileştirmek” istediklerini, bu amaçla onu İngilizce yayımlayacaklarını söylüyor. Editörün zihin dünyasında İngilizcenin ulusötesinin anadili olduğuna dair bir önkabul var ama Kürdî ve Kürtçe olmasına dair bir sonkabul yok. Çünkü derginin kabul edilmesinin istendiği yer orası değil.

Bu dergiyi işlev açısından kendi zamanının Toplumsal Kurtuluş’una bağlamak mümkün. TK’nin, hapiste ve dışarıda olan devrimcilerin belirli bir kanala sokulması gibi bir işlevi vardı. Muarızı olduğu Birikim dergisinin transpoze hâli, negatifi gibiydi. Derginin partiye dönüşmesine ilişkin ham hayali paylaşanlar, bugün hâlâ siyaset alanının belirli yerlerindeler ve söz konusu hayali diri tutmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Hepsi de Yalçın Küçük’ün davayı sattığını düşünüyorlar. Satılan bir şey yok oysa. Küçük, görevini ifa etti, başka görevlere yelken açtı, olan bu. Özünde, burada sayılan üç dergi de sol içine dönük bir hamle.

AKP iktidarı ile birlikte YK’nin sağın otuzlardan beri getirip bıraktığı Mason-Sabetayist-Yahudi komplosu hikâyelerini sivriltip bu sefer AKP’ye doğrulttuğuna tanık olduk. Hoca, esas olarak küçük burjuvaziye, onun mülkiyet ve rekabetle yoğrulmuş ruhuna, buradan neşet eden hasedine seslenip durdu. Özünde Hoca, “onca çaba sarfediyorsunuz, kitap okuyorsunuz, ama bu cahil sürüsü köşebaşlarını ele geçiriyor, izin vermeyin.” diyordu. Hoca’nın sol tarihi kendisinin Mülkiye’deki ilk eyleminden başlatması, tutarlı. Zira bugüne miras kalan hâliyle, sol gibi kendisi de bu hasedi örgütlemekten ve bu hasede örgütlenmekten başka bir şey yapmadı. Sol, kendisini var eden rekabet ve mülkiyet ilişkilerini pratikte sorgulayanların irili ufaklı mezarlıklarıyla dolu.

Şimdilerde ise CHP var. CHP, özünde HDP dolayımıyla var. Herkes bir bakıma “bu ülkeyi biz kurduk, burası bizim, bu yabani, cahil sürüsü her şeyi elimizden aldı” hasedine örgütlenmek isteniyor. Dolayısıyla her şey AKP’ye muhtaç, tüm gerçeklik onun etrafında döndürülmek zorunda. Küçük burjuva, herkesi ve her şeyi kendisine mecbur etmek zorunda olduğundan, AKP’yi büyütmek ve onsuz bir dünyanın da ancak kendisi ile mümkün olduğuna herkesi inandırmaya mecbur. Siyasetini salt güvenliğe doğru daraltmış bir ordu kendi CHP’sini çağırıyor. Tayyip ise, “devletin ülkenin her karış toprağında olduğunu göstereceğiz.” diyor. Tayyip karşıtları “Suriye’nin devrim yaşadığını” söyleyen ve o “devrim”i savunan DSİP çizgisine koşuyorlar. Baas ve Kemalizm birlikte gerilerken geriliyor, mikro alanları tutacak hamleler yapıyor. Sosyalist, Kürd ve Müslüman, tüm hasımlarına aynı gün saldırıp kendi biricikliğini güncelliyor. Liberalizm faşizmle kol kola ilerliyor. Haset siyaseti üzerinden bu ilerleyiş, içeride ve dışarıda kendi yol arkadaşlarını buluyor.

* * *

Seçimden önce Tendürek saldırısında ordu ile AKP arasında yarık oluştuğunu, genelkurmay başkanının Tayyip’ten farklı bir tavır aldığını söyleyenler, bugün yaşanan çatışma ortamını “öngörmüş” olmalılar. Seçime endeksli siyaset genelkurmay başkanının o günkü tavrına seviniyor, bugünkü tavrına ise dolayısıyla kızamaz hâle geliyor. En fazla üst komutanlarına, NATO’ya çağrıda bulunabiliyor, dünyada savaşın ana öznesine bu çağrıyı yapanlar, bir yandan da “barışı biz kuracağız” diyorlar. Gönüllü “barış gücü” oluyorlar.

Aslında son sürece dair doğru sözü Kenan Çamurcu söyledi: “Beştepe, 90'ların karanlığını özleyen vesayetçi mihraklarla ittifak yapıp 28 Şubatçıları en iyi bildikleri işi yapmak üzere sahaya sürdü.” Daha doğrusu, Tayyip ve efrâdı, 28 Şubat’a örgütlenmiş eski İslamcılar. Eski İslamcılara sürekli İslamcı muamelesi çekmekse, cümleyi CHP’ye örgütlüyor. CHP’deki dönüşüme sevinenler, toprağın alttan kaydığını hissetmiyorlar bile. Artık en ufak bir gerilimde CHP milletvekillerini yardıma çağıran devrimcilere, sosyalistlere rastlanıyor. Bu hükümeti “birlikte sallarken”, yaşanan depremin karşı-devrimci bir kuruluşu tetiklediği görülmüyor.

Demokratik Modernite, Toplumsal Kurtuluş, Birikim gibi Charlie Hebdo da bir (mizah) dergisi. Eylemi gerçekleştiren gençlere yönelik operasyondan önce serbest bırakılan rehinelerden biri, gençlerin “biz sivillere dokunmayız” diyerek kendisinin gitmesine izin verildiğini söyledi. Demek ki Kuaşi Kardeşler nezdinde dergi, devletin uzantısı bir ideolojik aygıt olarak görülüyor. Onca zaman Althusser vs. üzerinden ideolojik aygıtlar ve devlet gibi başlıklarda kalem oynatıp akademide köşe kapmış birçok ismin de içinde olduğu bir kesim, bu göstergeye hiç bakmadı. Derginin, solcu-anarşist niteliğine karşın 1994’te Fransa’nın Cezayir’deki iç gelişmelere müdahale etmesi sonrası yaşanan göçün ardından devlet çizgisine girdiği üzerinde hiç durulmadı. Orada İslam’a saldırmanın, yoksul ezilenlere (yeni) saldırıyı örgütleyen devlete örgütlenmek olduğu hiç anlaşılamadı. Aslında şefler anlama noktasında netlerdi; şarlicilikle verilen mesaj, yeni örgütlenen içteki devlete yönelikti.

Saldırı sonrası yazdığımız yazılar ve yaptığımız çeviriler üzerinden Kenan Çamurcu bize mesaj yolluyor, biraz bizi mimlemek biraz da marjinalleştirmek derdiyle, “Ama siz de o mahfillerde dolaşıyorsunuz” diyor, kendisinin o günlerde AKP övgüsü üzerine kurulu hattını işaret ediyordu. Ama ne zaman ki Tayyip Erdoğan Yemen’e yapılan saldırıya ortak oldu, o gün “tüm desteğimi çekiyorum” deyiverdi, mevcut mahfili çöktü. Bizse o gün Kuaşi Kardeşler’in, başka bir momentte Husilerin ama başka bir durumda da örgülü saçlarından tutulup başı kesilen Kürd kadınının namlusuna kendisini sürmüş devrimcilerin safında olabilme imkânlarına bakıyorduk. Çamurcu, mealen, “İçinizde birileri Müslüman’mış gibi görünebilir. Bunlar sonrasında size haset ediyorlar, öfkelerinden parmak uçlarını yiyorlar. Siz onlara ‘kininizden kahrolup ölün’ deyin.” buyuran Ali İmran 119’a hiç müdrik değil. O ve sol muadilleri “geberin” diyemiyorlar, o hasede örgütlenmeyi ve o hasedi örgütlemeyi iş zannediyorlar. Çamurcu, Tayyip’teki, ağababalardan miras, İran’a yönelik hasedi esasta bu yüzden göremiyor. İran’a bakıp Türkiye’yi, Türkiye’ye bakıp İran’ı görmekten, olan biteni, ortadakini hiç anlamıyor.

* * *

Evet, bugün de söylüyoruz: Hacı Bayram’dan, Darıca’dan ya da Adıyaman’dan IŞİD’e akmış fukaraların öfkesini, o öfkenin ortaklaşmasını anlamak, görmek gerek. O öfkeyi birilerinin haset üzerine kurulu sığ siyasetine kurban etmemek gerek. “Tam da bizim örgütleyeceğimiz kesimlerdi ama ne yapalım, bize öğretilen şuydu: ‘orada bir köy var uzakta. Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüz.” diyen bir solun bize kızması anlaşılır. O köyün sahibi, muhtarı, ihtiyar heyeti olmayı kentte bulunulmasına karşın mümkün kılan ideolojiden beriyiz biz. O köyden çıkıp oradaki köylüye çıkışın cakasını satmak da.

Birileri Baas çizgisinin “bu ülke bizimdi” diyen hasedine El-Kaide birikimini örgütleyip IŞİD’i doğurdu. Türkiye’de AKP denilen kurgu da buydu: ordu denilen parti, 28 Şubat’ın kılıç artıklarıyla iş tuttu. Hasede hasetle cevap üretmek siyaset değil. Siyaset imkânları, bireysel sınırlarımızın ötesinde.

Dolayısıyla, bugün çeşitli ağızlardan çıkan sözlerde salt AKP’ye işaret etmek ama öte yandan orduyu perde arkasında tutmak, yanlış. NATO’nun bir parçası olan orduyla yaşanan çatışma ortamında, NATO’ya seslenip, ondan “AKP’yi durdurması”nı rica etmekse siyasi körlük. Bu yönelimler, en ufak rahat-huzur çağrısına kul-köle olacak bireylere seslenmekten başka bir şey yapmazlar.

NATO Sovyetler’in dağılması ile ölmüş, Srebrenitsa Katliamı’nda yeniden doğmuştur. Katliama işaret edip ona böylesi bir çağrı yapmak, NATO’ya can katmaktır. Oysa o ölecekse Ortadoğu’da ölecektir. Bu tip yönelimler, Ortadoğu’ya has bir NATO’ya payanda olmaktan başka bir işe yaramazlar.

Sanırım Spinoza’nın lafıydı: “haset kindir”. Bu kini sınıfsal kinle karıştırmak aymazlıktır. Bireysel olan hasedi örgütlemeyi ve ona örgütlenmeyi siyaset zannetmekse çıkmaz sokaktır.

“En güzel binalarda, yerlerde bu Kemalistler oturuyorlar” diyenler o binalara ve yerlere sokulmuşlardır. “Mecliste, balo salonlarında, uluslararası mekânlarda hep bu Türkler var” diyenler o mekânlara alınmışlardır. Artık sorgulanması gereken, hasede örgütlenmek ve hasedi örgütlemek meselesidir.

Haset siyaseti, mülkiyete ve rekabete dairdir. Onun dışı, bizim ait olmamız, oluşmamız gereken yerdir.

Eren Balkır
9 Ağustos 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder