Pages

07 Temmuz 2015

İsrail ve Suudi Arabistan'ın Gizli Projeleri


Ortadoğu’da kimse, nükleer enerjiyle ilgili çok taraflı anlaşmaların eşiğinde, Washington ve Tahran tarafından 30 Haziran 2015’te imzalanan gizli anlaşmaların muhtemelen önümüzdeki bir on yıl için sahada oynanan oyunun kurallarını tayin edeceğinin farkında değil.

Bu anlaşmalar, ABD’nin Suudi Arabistan ve Rusya’nın da önüne geçerek, dünyanın birinci petrol üreticisi hâline geldiği bir momentte gündeme geldi. Sonuçta artık ABD Ortadoğu petrolüne muhtaç değil ve petrolle sadece dolarla dönen dünya piyasasının muhafaza edilmesi için gerekli bir araç olarak ilgileniyor.

Bunun yanında Washington, Batı Avrupa ve Ortadoğu’ya yerleştirdiği askerî birlikleri Uzak Doğu’ya taşımaya başladı. Tabii bu, ABD’nin söz konusu bölgeleri terk ettiği anlamına gelmiyor, sadece kendi güvenliğini sağlamanın başka bir yolunu bulmak istediğini gösteriyor.

İsrail

Gelen bilgilere göre, son 17 aydır (başka bir ifadeyle, 27 aylık bir geçmişi bulunan Washington ve Tahran arasındaki müzakerelerin başladığının ilân edilmesinden beri) Tel-Aviv Suudi Arabistan’la gizli müzakereler yürüttü. Üst düzey yetkilere sahip delegasyonlar Hindistan’da, İtalya’da ve Çek Cumhuriyeti’nde beş kez bir araya geldiler.

Tel-Aviv ve Riyad arasındaki işbirliği, ABD’nin Arap Birliği’nin himayesinde ama İsrail komutasında “Ortak Arap Savunma Gücü” oluşturma planının bir parçası aslında. Bu “güç” bugün Yemen’de hâlihazırda faal. İsrail pilotları bu ülkeye Arap Koalisyonu çerçevesi dâhilinde Suudi bombalarını bırakıyor bugünlerde. Koalisyonun karargâhı ise Somali Ülkesi’ne İsrail eliyle tesis edildi. Bu ülke Babül Mendeb Boğazı’nın diğer tarafında bulunan, kimsenin tanımadığı bir devlet.[1]

Gelgelelim Riyad, Prens Abdullah kral olmazdan önce 2002’de Arap Birliği’ne sunduğu Arap Barış Girişimi’ne Tel-Aviv karşı çıktığı takdirde, bu işbirliğini resmîleştirmek niyetinde değil.[2]

İsrail ve Suudi Arabistan bir dizi hedef ile ilgili olarak belirli anlaşmalara vardı.

Politik düzeyde:

1. Körfez Devletleri’nin “demokratize edilmesi”, başka bir deyişle, halkın ülkelerin yönetimine katılımı, öte yandan monarşinin ve Vehhabi yaşam tarzının maddî varlığının silikleşmesi; İran’da politik sistemin değişmesi (ayrıca İran’a savaş açılmaması);

2. İran’ı, (uzun süredir İsrail’in müttefiki olmasına karşın) Türkiye’yi ve Irak’ı zayıflatacak şekilde bağımsız bir Kürdistan’ın oluşturulması (Suriye’nin zayıflatılmasına gerek duyulmuyor, zira zaten hâlihazırda ciddi bir biçimde zayıflamış durumda.).

Ekonomik düzeyde:

1. Rub’al Hali petrol sahalarının işletilmesi ve Suudi Arabistan, Yemen ve belki Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında kurulacak bir federasyonun örgütlenmesi;

2. Ogaden petrol sahalarının Etiyopya’nın kontrolünde işletilmesi, Yemen’in elindeki Aden Limanı’nın güvenliğinin sağlanması ve Cibuti ile Yemen arasında bir köprünün inşa edilmesi.

Başka bir deyişle Tel-Aviv ile Riyad anlaşmaya varmak için ellerinden geleni yapıyor ve İran’ın, Irak’la Suriye’nin üçte ikisini, Lübnan’ın yarısını kontrol altına almasını kabul etme noktasına geliyor ama bu noktada:

1. İran’ı devrimini ihraç etme gayretlerinden vazgeçirmeye çalışıyor;

2. Uluslararası terörizmin yönetimi işini Suudilerin elinden alan Türkiye’yi dışarıda bırakarak, bölgenin geri kalan kısmını kontrol etmek istiyor, Suriye’deki gücünü ise yitiriyor.

Filistin

Oslo Anlaşmaları ile uyumlu bir biçimde, Arap Barış Girişimi uyarınca Filistin devletinin uluslararası planda kabul edilmesi ABD-İran arasındaki anlaşmalar imzalanır imzalanmaz birkaç ay içerisinde önemli bir mesele hâline gelecek.

Hiçbir zaman gerçek bir işleve sahip olmayan Filistin Birlik Hükümeti aniden istifa etti. Görünüşe göre Mahmud Abbas’ın liderliğindeki Fetih’in Filistin devletinin Birleşmiş Milletler’e girmesi durumunda halkı tarafından ciddi bir destek bulacağı kesin.

2008’den beri Direniş’i temsil eden Hamas ise Müslüman Kardeşler’in parçası olduğunu resmiyete dökmek ve aynı zamanda bölgede aktif bir biçimde tek Filistin yanlısı devlet olan Suriye Arap Cumhuriyeti’ne karşı ele silâh almak suretiyle kendisini itibarsızlaştırdı (Müslüman Kardeşler de Suudi Arabistan’da bir dizi darbe girişiminde bulundu.). Sonuçta imajını temize çıkartmak amacıyla Hamas, büyük bir sağduyu ile hareket etme ve sadece şiddet dışı eylemleri destekleme kararı aldı.

Filistin devletinin tanınması, ülkeleri için yanıp tutuşan Filistinlilerin geri dönüş hakkına da bir son verecek ama bir yandan da Filistinlilere yeni bir statü kazandıracak. ABD ve Suudi Arabistan, yeni devletin ekonomisini geliştirmek için muazzam yatırımlar yapacak.

Mahmud Abbas’ın yerine getirilecek bir dizi aday var ortada. Abbas seksen yaşında ve görev süresi 2009’da sona erdi. Bu isimlerden biri, Yasser Arafat’ın zehirlenmesi sürecini örgütlediği iddia edilen, 2007’de ülkeyi terk etmek zorunda kalan eski güvenlik başkanı Muhammed Dahlen. Bir süre Birleşik Arap Emirlikleri için çalışan Dahlen Karadağ vatandaşlığına geçti. Aynı şekilde eski Tayland başbakanı Thaksin Shinawatra da Sırbistan vatandaşı olmuştu. Dahlen, Hamas’taki eski hasımlarının yardımı ile Şubat ayında Filistin’e geri döndü. Süreç içerisinde milyarder olup, birçok savaşçı satın alan Dahlen çuvalla para harcayarak seçimler için ciddi bir çalışma yürüttü. Diğer önemli bir aday da İsrail hapishanesinde beş kez müebbet hapse mahkûm olan Mervan Barguti. Barguti’nin barış anlaşması çerçevesi dâhilinde serbest bırakılması mümkün. Barguti, ayrıca Mossad üyesi katillerin elinden kurtulmayı bilmiş yegâne lekesiz Filistinli kişi.

Suudi Arabistan

Bu bağlamda Suudi Arabistan Kralı Salman’ın oğlu Prens Muhammed bin Salman’ın Rusya’ya yaptığı yolculuk genel bir şaşkınlığa yol açtı. Basında prensin Rusya’nın Suriye’ye yaptığı yardımlara son vermesini önerdiğine dair haberler çıktı. Söz konusu ziyaret İslam İşbirliği Örgütü yöneticisi İyad bin Emin Medani’nin yaptığı seyahatten bir hafta sonra gerçekleşti. Medani’ye birkaç bakan ve otuz civarında işadamı eşlik etti. Suudi delegasyonu Saint Petersburg’daki Ekonomi Forumu’na katıldı. Prens burada Başkan Vladimir Putin tarafından karşılandı.

Kurulduğu günden beri Vehhabi krallığı ABD ile imtiyazlı bir dizi ilişki kurdu, Sovyetler’i ve sonrasında da Rusya’yı hasım olarak gördü. Görünüşe göre bu algı artık değişiyor.

İmzalanan ekonomik anlaşmaların ve işbirliğinin sahip olduğu dikkate değer önem yeni bir siyaset biçimini koşulluyor. Suudi Arabistan 19 nükleer enerji santrali satın aldı, Rusların yürüttüğü uzay araştırmalarına katılma kararı aldı, aynı zamanda detayları henüz yayınlanmayan petrol anlaşmaları konusunda müzakereler yürüttü.

Bu yeni uzlaşma konusunda oluşacak her türden muğlâklığa izin vermemek adına Putin, Rusya’nın Suriye’ye dönük desteğinde herhangi bir değişikliğin yaşanmayacağını, Suriye halkının isteklerine uygun her türden politik çözüme katkı sunacağını söyledi. Önceki ifadeleriyle tutarlı bir biçimde, seçimle işbaşına gelen Esad’ın yedi yıllık görev süresinin sona ermesi gerektiğine vurgu yaptı.

Kartların Yeniden Dağıtıldığı Koşullarda Kaybedenler

ABD-İran anlaşmaları imzalandığı noktada[3] kaybedenler şunlar olacak:

1. Üç nesildir uğruna mücadele ettikleri, devredilemez geri dönme hakkından mahrum kalacak olan Filistin halkı;

2. Gördüğü hegemonya rüyası, Müslüman Kardeşler’e verdiği destek ve Suriye’de aldığı mağlubiyet noktasında yüksek bir bedel ödemesi muhtemel olan Türkiye[4];

3. Bölgede sömürgeci çıkarlarını yeniden tesis etmek için dört yıldır mücadele eden, bugün itibarıyla kendisini nihayetinde İsrail ve Suudi Arabistan’ın basit bir tedarikçisi derekesine düşüren Fransa[5].

Thierry Meyssan
27 Haziran 2015
Kaynak

Dipnotlar:
[1] “The ‘Arab’ Common Defence Force”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 14 Mayıs 2015.

[2] “The Arab Peace Initiative on Recognition of Israel in Return for Israeli-Palestinian Peace”, Voltaire Network, 28 Mart 2002.

[3] “What will become of the Near East after the agreement between Washington and Teheran?”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 23 Mayıs 2015.

[4] “Nearing the end of the Erdoğan System”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 15 Haziran 2015.

[5] “Middle East: The predictable defeat of France”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 8 Haziran 2015.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder