Ortadoğu’da kimse, nükleer enerjiyle ilgili çok
taraflı anlaşmaların eşiğinde, Washington ve Tahran tarafından 30 Haziran
2015’te imzalanan gizli anlaşmaların muhtemelen önümüzdeki bir on yıl için
sahada oynanan oyunun kurallarını tayin edeceğinin farkında değil.
Bu anlaşmalar, ABD’nin Suudi Arabistan ve Rusya’nın da
önüne geçerek, dünyanın birinci petrol üreticisi hâline geldiği bir momentte
gündeme geldi. Sonuçta artık ABD Ortadoğu petrolüne muhtaç değil ve petrolle
sadece dolarla dönen dünya piyasasının muhafaza edilmesi için gerekli bir araç
olarak ilgileniyor.
Bunun yanında Washington, Batı Avrupa ve Ortadoğu’ya
yerleştirdiği askerî birlikleri Uzak Doğu’ya taşımaya başladı. Tabii bu,
ABD’nin söz konusu bölgeleri terk ettiği anlamına gelmiyor, sadece kendi
güvenliğini sağlamanın başka bir yolunu bulmak istediğini gösteriyor.
İsrail
Gelen bilgilere göre, son 17 aydır (başka bir
ifadeyle, 27 aylık bir geçmişi bulunan Washington ve Tahran arasındaki
müzakerelerin başladığının ilân edilmesinden beri) Tel-Aviv Suudi Arabistan’la
gizli müzakereler yürüttü. Üst düzey yetkilere sahip delegasyonlar
Hindistan’da, İtalya’da ve Çek Cumhuriyeti’nde beş kez bir araya geldiler.
Tel-Aviv ve Riyad arasındaki işbirliği, ABD’nin Arap
Birliği’nin himayesinde ama İsrail komutasında “Ortak Arap Savunma Gücü”
oluşturma planının bir parçası aslında. Bu “güç” bugün Yemen’de hâlihazırda
faal. İsrail pilotları bu ülkeye Arap Koalisyonu çerçevesi dâhilinde Suudi
bombalarını bırakıyor bugünlerde. Koalisyonun karargâhı ise Somali Ülkesi’ne
İsrail eliyle tesis edildi. Bu ülke Babül Mendeb Boğazı’nın diğer tarafında
bulunan, kimsenin tanımadığı bir devlet.[1]
Gelgelelim Riyad, Prens Abdullah kral olmazdan önce
2002’de Arap Birliği’ne sunduğu Arap Barış Girişimi’ne Tel-Aviv karşı çıktığı
takdirde, bu işbirliğini resmîleştirmek niyetinde değil.[2]
İsrail ve Suudi Arabistan bir dizi hedef ile ilgili
olarak belirli anlaşmalara vardı.
Politik düzeyde:
1. Körfez Devletleri’nin “demokratize edilmesi”, başka
bir deyişle, halkın ülkelerin yönetimine katılımı, öte yandan monarşinin ve
Vehhabi yaşam tarzının maddî varlığının silikleşmesi; İran’da politik sistemin
değişmesi (ayrıca İran’a savaş açılmaması);
2. İran’ı, (uzun süredir İsrail’in müttefiki olmasına
karşın) Türkiye’yi ve Irak’ı zayıflatacak şekilde bağımsız bir Kürdistan’ın
oluşturulması (Suriye’nin zayıflatılmasına gerek duyulmuyor, zira zaten
hâlihazırda ciddi bir biçimde zayıflamış durumda.).
Ekonomik düzeyde:
1. Rub’al Hali petrol sahalarının işletilmesi ve Suudi
Arabistan, Yemen ve belki Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında kurulacak
bir federasyonun örgütlenmesi;
2. Ogaden petrol sahalarının Etiyopya’nın kontrolünde
işletilmesi, Yemen’in elindeki Aden Limanı’nın güvenliğinin sağlanması ve
Cibuti ile Yemen arasında bir köprünün inşa edilmesi.
Başka bir deyişle Tel-Aviv ile Riyad anlaşmaya varmak
için ellerinden geleni yapıyor ve İran’ın, Irak’la Suriye’nin üçte ikisini,
Lübnan’ın yarısını kontrol altına almasını kabul etme noktasına geliyor ama bu
noktada:
1. İran’ı devrimini ihraç etme gayretlerinden
vazgeçirmeye çalışıyor;
2. Uluslararası terörizmin yönetimi işini Suudilerin
elinden alan Türkiye’yi dışarıda bırakarak, bölgenin geri kalan kısmını kontrol
etmek istiyor, Suriye’deki gücünü ise yitiriyor.
Filistin
Oslo Anlaşmaları ile uyumlu bir biçimde, Arap Barış
Girişimi uyarınca Filistin devletinin uluslararası planda kabul edilmesi
ABD-İran arasındaki anlaşmalar imzalanır imzalanmaz birkaç ay içerisinde önemli
bir mesele hâline gelecek.
Hiçbir zaman gerçek bir işleve sahip olmayan Filistin
Birlik Hükümeti aniden istifa etti. Görünüşe göre Mahmud Abbas’ın
liderliğindeki Fetih’in Filistin devletinin Birleşmiş Milletler’e girmesi
durumunda halkı tarafından ciddi bir destek bulacağı kesin.
2008’den beri Direniş’i temsil eden Hamas ise Müslüman
Kardeşler’in parçası olduğunu resmiyete dökmek ve aynı zamanda bölgede aktif
bir biçimde tek Filistin yanlısı devlet olan Suriye Arap Cumhuriyeti’ne karşı
ele silâh almak suretiyle kendisini itibarsızlaştırdı (Müslüman Kardeşler de
Suudi Arabistan’da bir dizi darbe girişiminde bulundu.). Sonuçta imajını temize
çıkartmak amacıyla Hamas, büyük bir sağduyu ile hareket etme ve sadece şiddet
dışı eylemleri destekleme kararı aldı.
Filistin devletinin tanınması, ülkeleri için yanıp
tutuşan Filistinlilerin geri dönüş hakkına da bir son verecek ama bir yandan da
Filistinlilere yeni bir statü kazandıracak. ABD ve Suudi Arabistan, yeni
devletin ekonomisini geliştirmek için muazzam yatırımlar yapacak.
Mahmud Abbas’ın yerine getirilecek bir dizi aday var
ortada. Abbas seksen yaşında ve görev süresi 2009’da sona erdi. Bu isimlerden
biri, Yasser Arafat’ın zehirlenmesi sürecini örgütlediği iddia edilen, 2007’de
ülkeyi terk etmek zorunda kalan eski güvenlik başkanı Muhammed Dahlen. Bir süre
Birleşik Arap Emirlikleri için çalışan Dahlen Karadağ vatandaşlığına geçti.
Aynı şekilde eski Tayland başbakanı Thaksin Shinawatra da Sırbistan vatandaşı
olmuştu. Dahlen, Hamas’taki eski hasımlarının yardımı ile Şubat ayında
Filistin’e geri döndü. Süreç içerisinde milyarder olup, birçok savaşçı satın
alan Dahlen çuvalla para harcayarak seçimler için ciddi bir çalışma yürüttü.
Diğer önemli bir aday da İsrail hapishanesinde beş kez müebbet hapse mahkûm
olan Mervan Barguti. Barguti’nin barış anlaşması çerçevesi dâhilinde serbest
bırakılması mümkün. Barguti, ayrıca Mossad üyesi katillerin elinden kurtulmayı
bilmiş yegâne lekesiz Filistinli kişi.
Suudi Arabistan
Bu bağlamda Suudi Arabistan Kralı Salman’ın oğlu Prens
Muhammed bin Salman’ın Rusya’ya yaptığı yolculuk genel bir şaşkınlığa yol açtı.
Basında prensin Rusya’nın Suriye’ye yaptığı yardımlara son vermesini önerdiğine
dair haberler çıktı. Söz konusu ziyaret İslam İşbirliği Örgütü yöneticisi İyad
bin Emin Medani’nin yaptığı seyahatten bir hafta sonra gerçekleşti. Medani’ye
birkaç bakan ve otuz civarında işadamı eşlik etti. Suudi delegasyonu Saint
Petersburg’daki Ekonomi Forumu’na katıldı. Prens burada Başkan Vladimir Putin
tarafından karşılandı.
Kurulduğu günden beri Vehhabi krallığı ABD ile
imtiyazlı bir dizi ilişki kurdu, Sovyetler’i ve sonrasında da Rusya’yı hasım
olarak gördü. Görünüşe göre bu algı artık değişiyor.
İmzalanan ekonomik anlaşmaların ve işbirliğinin sahip
olduğu dikkate değer önem yeni bir siyaset biçimini koşulluyor. Suudi Arabistan
19 nükleer enerji santrali satın aldı, Rusların yürüttüğü uzay araştırmalarına
katılma kararı aldı, aynı zamanda detayları henüz yayınlanmayan petrol
anlaşmaları konusunda müzakereler yürüttü.
Bu yeni uzlaşma konusunda oluşacak her türden
muğlâklığa izin vermemek adına Putin, Rusya’nın Suriye’ye dönük desteğinde
herhangi bir değişikliğin yaşanmayacağını, Suriye halkının isteklerine uygun
her türden politik çözüme katkı sunacağını söyledi. Önceki ifadeleriyle tutarlı
bir biçimde, seçimle işbaşına gelen Esad’ın yedi yıllık görev süresinin sona
ermesi gerektiğine vurgu yaptı.
Kartların Yeniden Dağıtıldığı Koşullarda Kaybedenler
ABD-İran anlaşmaları imzalandığı noktada[3]
kaybedenler şunlar olacak:
1. Üç nesildir uğruna mücadele ettikleri, devredilemez
geri dönme hakkından mahrum kalacak olan Filistin halkı;
2. Gördüğü hegemonya rüyası, Müslüman Kardeşler’e
verdiği destek ve Suriye’de aldığı mağlubiyet noktasında yüksek bir bedel
ödemesi muhtemel olan Türkiye[4];
3. Bölgede sömürgeci çıkarlarını yeniden tesis etmek
için dört yıldır mücadele eden, bugün itibarıyla kendisini nihayetinde İsrail
ve Suudi Arabistan’ın basit bir tedarikçisi derekesine düşüren Fransa[5].
Thierry Meyssan
27 Haziran 2015
Kaynak
Dipnotlar:
[1] “The ‘Arab’ Common Defence Force”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire
Network, 14 Mayıs 2015.
[2] “The Arab Peace Initiative on Recognition of
Israel in Return for Israeli-Palestinian Peace”, Voltaire Network, 28
Mart 2002.
[3] “What will become of the Near East after the
agreement between Washington and Teheran?”, Thierry Meyssan, Çev.: Pete
Kimberley, Voltaire Network, 23 Mayıs 2015.
[4] “Nearing the end of the Erdoğan System”, Thierry
Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 15 Haziran 2015.
[5] “Middle East: The predictable defeat of France”,
Thierry Meyssan, Çev.: Pete Kimberley, Voltaire Network, 8 Haziran 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder