“Bilin ki bizden olup da ölen, ölü
değil, diridir.”
[Hz. Ali –Nehc’ül Belağa]
[…] “Dicle kıyısında kaybolan kuzunun hesabını
sormak”tı dertleri. Onlar, Hz. Ömer’in adaletiydiler. Kendisini tağut adına
“halife” ilân etmişlere, ölü değil diri, soyut değil somut, batıl değil hakiki
hilafetin halkın davasına ait bir kavga olduğunu hatırlattılar.
Sağdan-soldan cümle zevat, durdukları yerin meşruiyeti
adına, derhal saldırıya geçti. Gönüllü, gömülü ya da paralı, mevcut gazeteci
kafası, olayı etkisizleştirmek için hemen hamle yaptı. Gözlere mil çekilmişti
bir kez; yaşananı kişisel hesaplarına, çıkarlarına göre savuşturabileceklerini
sandılar. İki genci kendi şahsiyetlerinin terazisine vurarak gerçeğin sancısını
hafifletmek istediler. Yanıldılar.
* * *
Buraya özgü değil... Charlie Hebdo saldırısından sonra
yürüyen kitle, “hepimiz polisiz” diyordu. Buranın şarlicileri de derhal “polis”
oldular. İki genci önce halktan, sonra gerçekten kopartıp atmaya çalıştılar.
“Bireysel terörizm” edebiyatı bir anda güncellendi, kahpeliğin şahikasını kendi
varlıklarında örneklediler. Gençler, özel şahsî tercihlerine indirgendiler,
gerideki, arkadaki tarihin ve toplumun bir hükmü yoktu artık. Polislik öyle
güncellendi ki, olayla ilgili olarak kimi solcular, “içeriye gaz verip
bayıltabilirlerdi” bile dediler. Neyi, nereden düşündüklerini açık ettiler.
Fikrî tahakkümlerinin dışında esen her rüzgâr bir
komplonun eseriydi onlara göre. Kafalarını gömdükleri kuma o rüzgâr her
değdiğinde, korkuyla, AKP’lilerle aynı cümleler saçıldı ağızlarından. Buna bir
de “biz masumuz, bize dokunmayın” yakarışları eşlik etti.
AKP’liler, bir “büyük Türkiye” masalı ile sallarken
beşiği, eşlik edildi, “o büyük Türkiye’ye bizim gibi sol lazım” ninnisi ile.
Onlar “cemaat, dış güçler” dedi, şarlicilerse, mahallelerin öfkesini dindirecek
seçim hesaplarına gömüldüler hemen. Dediler ki, “bekleyemediniz mi, birkaç
milletvekili çıkarmamızı?”
AKP, Müslümanların aklını, vicdanını, imanını devlete
bağlama projesiydi. Seçim gündemi üzerinden bir kısım sol da kendi kitlesini
başka bir devlet biçimi olarak “demokrasi”ye bağlama derdine düştü. Bu noktada
olay şahsîleştirilmek, tekil şahıslara, öznelere hapsedilmek, talileştirilmek
ve unutturulmak zorundaydı. Bu solla AKP’liler aynı cümleleri sıraladılar
sosyal âlemde.
Mülk edinilmiş değil, ait kılınmış bir çift bedendi
söz konusu olan. O bedenlerin, olumlu veya olumsuz manada, yağını çıkartıp
ekmeklerine sürdüler. Kimileri, “feda ruhu” güzellemeleri yaptı, kimileri,
“yüce bilimsel ezilen teorisi”ni övme fırsatı buldu, kimileri, Troçki’den
mülhem, “bireysel terörizm” küfrüne sarıldı, kimileri de Gezi’de elde ettiği
mülkü kaybetmemek için hoş tweetlerden medet umdu.
“Feda ruhu”na vurgu yapanlar, kendi silik, düşmüş,
esir bedenlerini rahatlatma imkânı buldular. Ezilenciler, asıl meramlarını dile
döktüler ve herkesi ezenlere kul etmek derdinde olduklarını ikrar ettiler,
ezilenin ancak ezene benzeyerek muzaffer olacağını söylediler. Bireysel
terörizme karşı “kitlesel siyaset”i çıkartanlar, “kitle” dedikleri şeyin soyut
ve bireysel bir kurgu olduğunu gösterdiler. Gezicilerse, eylemi fırsat bilip
kendi birey merkezli siyasetlerini aklamaya çalıştılar.
* * *
George Soros, bir mülâkatında artık emekli olduğunu,
“hayırseverlik” işlerine daha fazla zaman ayıracağını söylüyor. Bu işler
sıralanırken, Sovyetler’in yıkılması için harcanan paralar da sayılıyor.
Kendisinin kapalı toplumlara düşman olduğunu söylüyor. Bir Suudi yetkilisi de
Husilerin Yemen’i kapalı bir toplum hâline getireceğini düşündüklerinden
saldırdıklarını aktarıyor. “Kapalı toplum”dan kasıt, emperyalizme ve sermaye
akışına kapalı olan ilişkiler.
Adliye Sarayı’ndaki olaya dönük tepkiler de bu açıklık
üzerinden şekilleniyor. Esasen örgütün yapısının, yaptığı eylemin ve yürüttüğü
siyasetinin kapalı olması üzerinden eleştiriler geliştiriliyor. Buradan da
seçim merkezli, açık siyasetlerine dair malzeme çıkartmak istiyorlar. Temelde
Fethullah ve “paralel saldırı” bahsinde AKP’nin ağzında dizilen kelimelere
başvuruyorlar. Yerin altına ait ne varsa açığa çıkması, reyonları doldurması,
satılması, değiş tokuş mekanizmalarına tabi olması isteniyor.
Devlet, liberal demokratlar eliyle derinleşiyor, nüfuz
ve nüfus imkânı buluyor. Ak Devlet’in TÜRGEV üzerinden yer altında, sırda olan
ne kadar cemaat ve vakıf varsa açığa çıkartıp kontrol altına almak istemesinin
sebebi de burada.
Tabii, örgütün sadece kendi arsasını, oradaki yerin
altını, dipteki kökleri umursuyor olması eleştiriye tabi tutulmalı. Ama
aleniyet vurgusu yapanların iddiaları aksine bu eleştiri, pazara ifşa etmek
değil, yerin altının kolektifleşmesi temayülü üzerinden yapılmalı. Belki de
vurgu ters yönde işlemeli: her şeyin gizli olmaya zorlandığı momentte açılmaya;
her şeyin açılmaya zorlandığı momentte ise gizliliğe bakılmalı. Cümle mülkün
internet âlemine taşındığı gerçeklikte gizlilik, bir masaldan ibaret.
Halk, kolektif mücadeleyle örülen, kendisini kurtuluşa
örgütleyen kitledir. Bazı solcuların halkı mevcut soyut bireyselliklerle masa
başında hazırlanan bir kurgu olduğunu sanmaları, anlamsız. Bu örgü, sömürü ve
zulmün olduğu her yere ve zamana atılan ilmeklerle ilerler. Söz konusu süreçte
sabırsa güçlü bir silâhtır.
Eren Balkır
3 Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder