Burjuvazinin iki yüz yıl önce yere düşürdüğü bayrağı
alıp göğe yükseltmek… Önerilen ve uygulanan siyasetin özü bu. Bir avuç
azınlığın yüceye kurulduğu kurguda, kabaca, aradaki sınıfsal katmanlar, orta
sınıf veya daha dar anlamda küçük burjuvazi, söz konusu azınlığın varlığına
öykünmeyi, onun yaptıklarını yapmayı önermekten başka bir şey yapmıyor. Burjuva
siyaseti, aşağıdan, kendi ajanlarını bulup yanına çağırıyor. Buna “özne olmak”
diyorlar. Allah’sızlığın öteki ismi, bu oluyor.
Erdoğan Aydın’ın ağzından çıktığı biçimiyle, “İslam
öncesi putperestlik dönemi daha demokratikti” cümlesi, böylesi bir öneriyi
sunuyor aslında. Mit, put veya kutsal olan, burjuvazinin çeşitli
kültürel-ideolojik yansımaları olarak iş görüyor. Yükselmek için sağ ya da sol
şeritten yukarı çıkmaya bakanlar, yücedekini her yer ve zamanda alttakilere
kabul ettirmek için uğraşıyorlar. AKP, sağ şeritten çıkanları toparladığı için
başarılı bulunuyor. Başarıcı siyaseti sola önerenler, “sol-AKP” türetmenin tek
çıkar yol olduğunu söylüyorlar. Biri, “benim ecdadım Ermeni öldürmedi” diyor,
diğeri de “Ermenilerden özür dileriz”… Omuz başımızdaki boşluk, sırtımızdaki
soğukluk, efendiler adına, tüm şiddetiyle muhafaza ediliyor. Yükselenler,
Ermenilerin mallarıyla zengin olup yükselmiş olanların yanına çıktıklarını iyi
biliyorlar. Sağ ve sol yaklaşım, bu konuda da söz konusu şiddeti
etkisizleştirmek için var.
Sağ yaklaşım, yücedeki gücün eylemine; sol yaklaşım
sözüne öykünüyor. Aradaki yarış, alt ve üst arasındaki kadim kavganın şiddetini
düşürüyor. Söz konusu şiddetin dağıtılması, etkisizleştirilmesi için, eylemle
sözün aynı ortak güce ait olduğu gerçeği örtbas edilmek isteniyor. Yükselmeye,
yüksek siyasete odaklananlar, öykünme yöntemlerini yarıştırıyorlar. Sol da sağ
da bu amaçla, “dayatma”dan bahsediyor. “Eylemini dayatma” diyen, kendi sözünün;
“Sözünü dayatma” diyen kendi eyleminin yüceliğine ve kutsallığına iman ediyor.
Burada liberallerin hamleleri, ilgili güzergâhı veriyor. Geçmişte “kutsal
söz”le yol almış AKP’nin arkasında duran liberaller, bugün gene geçmişte
“kutsal eylem”le yol almış Kürd’ün arkasına saklanarak, ilerlemeye
çalışıyorlar. Bu ilerlemenin, geleceğin sosyalizmi için, bugünde halkın
zihninde, gözünde olan perdeleri bir bir yırttığını düşünüp kendini kandırmak
da sosyalistlere düşüyor. Kutsallığın burjuvaziyle tanımlı bir olgu olduğu
görülmüyor.
Selahattin Demirtaş, bir TV konuşmasında, “bizde
sosyalist gelir sosyalizmi anlatır, Müslüman gelir İslam’ı anlatır ama ne
sosyalist sosyalizmi, ne de Müslüman İslam’ı başkalarına dayatır” diyor.
Sorulması gereken soru şu: Müslüman’a ve sosyaliste bu yüce gönüllülüğü
gösteren, lütufta bulunan kimdir ve nedir? Demirtaş, sosyalist ya da Müslüman
değilse, kimdir ve nedir? “Üstte, yücede bir şey olmasın” derken, sadece
serbestçe semada süzülenlere ve yükselmek isteyenlere seslenilmiş olmaz mı?
Lütfeden irade olarak “eylem”i sorgulamak, onun batı ve liberalizmle bağlantılı
yanlarını tartışmak, o eyleme düşmanlık mıdır yoksa o eylemi gene özel
insanlara kapatanlara inat, kolektivize etmek, toprağa yedirmek midir?
Ya da İslam öncesi putperestlik döneminin
“demokratikliği”ni yücede, üstte sağlayan nedir? Örneğin bugün HDP’ye negatif
herhangi bir eleştiri, neden bir “mit, put veya kutsal”la karşılanıyor?
“PKK”den “LGBT” veya “kadın”a bir dizi putun eleştirilerin önünü almak için
devreye sokulması, irtifa ile ilgili olabilir mi? Bunları istismar edenler, bir
ve aynı öznenin çeşitli tezahürleri midir?
İrtifada mesele, hem tarihsel ve toplumsal yüklerden
arınmak hem de her türlü dayatma imkânını ortadan kaldırmakla ilgilidir.
Şiddetsiz dünya, en çok, yücedekilerin hayali olarak dil bulur.
Yüceye, efendilerin yanına yükselme çabası için
siyaset, bir balon gibi şişiriliyor. İrtifa kazanmak için halk, sınıf vs. gibi
yükler bir bir atılıyorlar. Özel şahısların bindirildiği bu balona bazen
hidrojen değil de normal hava üfleniyor, sıkıntı burada yaşanıyor. Örgütlerin
balon gibi şişip sönmesinin sebepleri burada aranmalı. O kadar çabaya rağmen,
kurtulmak istenen “aşağılık, kaba, kontrolsüz” kitlelerin arasında dolaşmak,
balonu tehlikeye sokuyor. “Dayatma” gibi görülen, hissedilen bu kitleler ve onun
kolektif şiddetidir.
Kişilerin gündelik pratikleri içerisinde de bu yönde
sonuçlar alınıyor. Sınıf atlama, yükselme ve burjuvaziye yaranma derdiyle, önce
birileri kurban seçiliyor. Dışarı atılıyor. Örneğin Sivaslı bir genç, kendi
doğusundaki insanı aşağılayıp ona vurarak yükselmek istiyor. Ona topukları ile
vurup yükselmek öğütleniyor. Halkın cahilliği, geriliği, sıradanlığı gibi
konular, gündelik sohbetleri kaplıyor birden. Elde millet ve din ile ilgili
cephanelik sağlam olduğundan, derhal bu imkânlar kullanılıyor. Mekânlar değiştiriliyor,
dil ve üsluba çekidüzen veriliyor. Diyalektik ve madde, kendi özneliğinin
parantezine alınıyor; kitleler, metafiziğin ve değersiz bir ruhun kölesi kabul
ediliyorlar. Bu, yükselmek için bir bahane olarak kullanılıyor. Özünde,
parantezdeki diyalektik ve madde, döne dolaşa ya burjuvaziyle tanımlanıyor ya
da ona doğru büzülüyor. Kitlelerin içerisinden birileri, yenik, ezik, düşmüş,
garip olmaya mahkûm insanlardan tiksinmeyi, onlardan kaçmayı öğreniyorlar.
Böylelerine saray kapıları hemen açılıyor.
Burjuvazinin iki yüz yıl önce düşürdüğü söylenen
bayrakta özetle üç renk vardı. Beyaz, mavi ve kırmızı, bugün kimi solcuların
aklında ve dilinde, “kesk u sor u zer”e dönüşüyor. Yeşil-sarı-kırmızı, yeni
yükselen balonun rengi oluveriyor. Bu, hem bu toprakların kolektif şiddetine
örgütlenmiş, onu örgütlemiş bir yapının dağıtılması, hem de onu istismar ederek
yükselmek için yapılıyor.
Yüceyle, yükselmeyle tanımlı siyaset, özel insanlara,
özel pratiklere bakıyor sadece. Örneğin PKK önderi, eldeki sonuç üzerinden,
sırf başarılı bir kişi olarak örnek alınıyor. Her şey bireysel beceriye
indirgeniyor, böylelikle özel bireyler, kendi becerilerine işaret etme imkânı
buluyorlar. Aynı özel bireyler, Türk ve Müslüman içerisinde siyasi çalışmada da
onun yöntemini öneriyorlar. “O, Kürd’ü aşağılayarak, ezerek bugüne geldi, biz
de aynısını yapalım” deniliyor. “Adam bir ‘sömürge’ dedi bu hâle geldi, biz de
her şeye ve her yere ‘sömürge’ deriz, çok daha başarılı oluruz”dan başka bir
şey söylenmiyor.
Genel siyaset bağlamında da aynı yöntem öneriliyor.
AKP ve bilcümle sağ siyaset, Tayyip Erdoğan’a indirgeniyor. Ona karşı mücadele,
doğalında, sadece yükselmek isteyen özel balon sahiplerine, bireylere hoş
gelecek bir içeriğe ve biçime kavuşturulmaya çalışılıyor. Bu, betonun soğuğunu,
toprağın sıcağını duymamak için yapılıyor. AKP ise kendisini buradan tahkim
ediyor. Kendisine de kızan öfkeli halkı gene örgütlemeyi biliyor. O öfkeden,
şiddetten kaçan sol ise AKP ile mücadele ettiğini zannediyor. Bu mücadele,
sadece yükselmek için ifa ediliyor. AB kriterlerine topyekûn ikna edilmek
istenmemizin nedeni de burada. O kriterleri dillerine pelesenk edenlerin
Yunanistan, Portekiz, İspanya sokaklarındaki derde ve öfkeye bakması gerekiyor.
Bir avuç efendinin özel koşullarda, üç-beş kömür maden ocağı üzerinden, Sovyet
tehdidi bahanesiyle, dışa dönük saldırıları için anlaşmış olmasında, genel,
evrensel ilkeler bulmak cidden sorunlu.
İlkeler adına balona binip yükselmek için topuklarıyla
mazlumlara, fukaraya vuruyorlar. Onun ahlakını ezerek yükselmek isteyenler,
“sokaklara çıkın sevişin, sevişmek politik bir eylemdir” diye yazılar
döşeniyorlar. Bu yazılar, bir yanıyla cinsel ilişkinin yasak olduğu dağlara
söylenmiş oluyor. AB kriterleri, Botan ve Okmeydanı kriterlerini tasfiye etmek
istiyor. Buna mecbur. Para ve metanın akışı için aşağının rahatlaması, kontrol
altına alınması, sorun çıkaracakların yukarıya kul edilmesi, sadece oraya bakıyor
olması gerekiyor.
Tasfiyenin genel tezahürü, bir yanıyla, yüce
gönüllülük, lütufkârlık. Mazlumun, fukaranın şiddetini “dayatma” olarak
görenler, kendi burjuva efendilerinin yanına çıkmak için böylesi laflar
ediyorlar. Hadi diyelim, Demirtaş’ı tenzih edelim; ama “dayatma” sözünün para
ve metanın sahiplerine verilmiş gizli bir söz gereği söylendiği açık.
Onların akılları gibi gönülleri de yüce… Fukaranın,
mazlumun kolektif iradesine değil, efendilerle yan yana oturma arzusundaki özel
şahıslara bakıyorlar. Birden Ermeni oluyorlar, vazgeçiyorlar, Türk olup
Ermenilerden özür diliyorlar. Havada uçtukları için her şey olabiliyorlar. O
uçsuz bucaksız şiddeti özel bir-iki Ermeni’ye; komünizmi özel bir-iki kişiye,
teoriyi özel bir akla kapatıyorlar. Kendi örgütsel kariyerlerini, yükselme
imkânlarını, örgüt şeflerinin içki masalarına oturma şansını düşünüyorlar sadece.
Onun dışında her şey tüketilecek, mendil gibi kullanılıp atılacak nitelikte.
Kim fukara-mazlum halkın aklıyla, kendisiyle dalga
geçiyorsa, burjuvazinin tanrısına, yükselmek için dua ediyordur. Yüksek
siyasetin hâkim olması, bu “din”le ilgilidir. Bu nedenle, soldaki “neden
kitleselleşemiyoruz?” sorusu boş ve yalandır.
Eren Balkır
26 Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder