TKP’nin “Bugün İkinci Cumhuriyet’e geçildi” iddiası,
(birinci) cumhuriyetin korunmasına dair bir gerekçedir. Bu anlamda parti,
Gençliğe Hitabe’ye atıfla, “muhafaza ve müdafaa” görevini layıkıyla yerine
getirmektedir. Söz konusu görevse egemenlerin bugününe dairdir.
“Restorasyon tezleri”nde ordunun açtığı kapıdan
geçilmiş, Anadolu’ya kendi Kızıl Ordu’su ile gelen ilk TKP’ye son ölümcül darbe
indirilmiş, komünist siyaset, 1960 darbesinin rahmine geri dönmüştür.
Burada ifade etmek gerekir ki, “1971 kopuşu”na aynı
şekilde rahim olarak yaklaşanlar da son momentte aynı yere yuvarlanıyorlar.
Kendi öznel varlığının başladığı anı yüceltmek, sorunlu bir politik yönelimdir.
Bu yönelimin zorluk karşısında bugünü yüceltmesi kaçınılmazdır. Bugünü
yüceltmek, efendilerin ilahiyatına muhtaçtır.
Bugünün korunması ve yüceltilmesi meselesi, “sınıf,
birey, beden” üzerinden gerçekleştiriliyor, gerekçelendiriliyor. “Herkesin
bedeni var nasılsa!” diyerek kimse ikna edilemeyeceğine göre, “herkes çalışıyor
nasılsa!” denilerek de bir yere varılamaz. Bu yaklaşım, bugünü doğalında
yüceltmek zorunda kalacaktır.
Bugünün kutsanması, eskiyi çağrıştıran ne varsa her
şeyin budanmasını getirecektir. TKP eleştirileri bu minvaldedir ve böylesi bir
yüzeysel alerjiyle ilgilidir. Dolayısıyla Birleşik Haziran Hareketi’ni TKP
üzerinden parçalama gayretleri boşunadır. ÖDP’nin TKP’yle korkutulup HDP’ye
ikna edilmesi çıkışsızdır. “Laiklik” dinine bağlılık, bugünün, verili hâlin
yüceltilmesi için şarttır.
Burjuvaziden ayrı bir devlet; devletten gayrı bir
burjuvazi yoktur. Bugünün yüceltilmesi, “strateji dahileri”ne bu hakikati
gizlemeyi öğretecektir. ÖDP’ye, “sen liberalsin liberal kal, ne işin var o eski
kafalılarla” demek, stratejik değildir.
Bugünün korunması gayreti, görüneni mutlaklaştırır.
Haziran Kıyamı gibi bir momentte, o coşkulu günlerde zaafların geriye atılması,
ilk anda güçmüş/güçlüymüş gibi görünen şeylerin öne alınması doğaldır. BHH,
esasen zahirin mapus edilmesi; batının dibe bastırılmasıdır. CHP’ye karşı hamle
yapan HDP’ye karşı cumhuriyetin savunma refleksidir. Kürt ve Müslüman’la
kirlenen devlet, bu sayede kendisine sosyalist geleneği örgütlemiştir. Bize
yeni ve güçlüymüş gibi gösterilenin ardına bakmak şarttır.
* * *
Düne kadar kendi programını benimsemedi diye
“demokrat” olmamakla eleştirdiği HDP’yi bugün “en ileri demokrat” olarak takdim
eden Demir Küçükaydın’ın “Marksizm dersleri”nin, salladığı kırbacın anlamı
yoktur. Küçükaydın’ın Marksizm diye bildiği, sol liberalizmden başka bir şey
değildir. Geliştirdiği kendinden menkul “millet ve din” teorisi, Kürt ve
Müslüman’la kirlenen burjuvazinin savunma refleksidir.
Mazlumlara-sömürülenlere, millet ve din üzerinden edindiği silâhları
bıraktırmak, o sınıfın arzusudur. Küçükaydın gibilerin dileği ise, Kürt’te
gördüğü millet ve dini tasfiye edip onu kendi bireyliğine kul etmek yönündedir.
O, verilen görevi ifa etmektedir.
SMS’le veya aday adaylığı kampanyası ile seçim parası
toplama pratiğine bakılırsa, HDP de bu liberalizmden yana belirgin bir çizgi
çekiyor. Demokrasi, mücadele eden kolektif bir güç olarak halkla ilgiliyse
manidardır, mücadele içinde oluşmayan bir halka ilerleme yönünü göstermek
karşılıksızdır. Bu açıdan Kürd’ün ağzında demokrasi, kentli orta sınıfın
ağzındaki demokrasiden farklı çınlar. “10 madde” esasen temelsiz ve seçime
yöneliktir. İdeolojik ve politik karşılığı, seçim bağlamında, yoktur. CHP
“AKP’yle anlaştılar”; AKP de “seçime kadar kafamız rahat” diyecektir.
İlerleme yönünü TV kanallarındaki gündüz kuşağı kadın
programlarına bakıp gösteren Nazan Üstündağ gibi sosyologlar, cümlemize
oturduğu yerin rahatlığını önermekten başka bir şey yapmıyorlar. Lukacsyen
manada “hem özne hem nesne” olan proletaryanın yerini, bu tip sosyologlarda,
tüketimin hem öznesi hem nesnesi olarak “kadın” alıyor. Metalaşan ve tüketen
bir özne olarak “kadın”ın kapitalizme asker kılınmasında soyut devletten
kurtulma imkânları bulmak mümkündür, ama esaret zincirleri artık başka bir
yerde şakırdıyor.
Üstündağ, yarışmalardaki ve evlendirme programlardaki
kadınlarda kurtuluşun reçetesini buluyor olabilir, kadın nüfusuna bakıp seçimde
“yüzde elli neden olmasın?” diye düşünüp kadını niceliğe hapsedebilir, ama
kadın ideolojik bir güç olarak onun sosyoloji bilgisinden yücedir.
* * *
BHH’nin seçim açıklamasında kendi konumlarına uygun
olanı bulamayanların dikkat etmediği husus, BHH’nin “en geniş kitle” arayışı
sonucu en geri hatta çekilmiş olmasıdır. BHH’yi HDP için basit niceliksel bir
girdi olarak algılayanlar, bildiride “sosyalizm” dememek için “toplumcu”
sözcüğünün tercih edilmesine bakmıyorlar. Zira toplumu temel alan özne,
sınıflar mücadelesini es geçmektedir.
Düne kadar “HDP, Kürt burjuvazisinin; Kandil, proleter
hareketin temsilidir” diyenlerin bugün yana yakıla HDP’ye oy ister konuma
gelmesi de artık sınıflar mücadelesinin bu lafı edenlerin şahsında sona
erdiğine işaret etmektedir. HDP’deki niceliksel karşılığın niteliksel bir
anlamı olabilmesi için rakamların ardına bakmak gerekir.
Bir sınıfın diğer sınıfsal katmanları; bir milletin
başka millî oluşumları örgütlemesi mümkündür. Sınıfı ve milleti kendi öznel
varlığına indirgeyenler, böylesi bir örgütleme pratiği içerisine giremezler.
Örgütleme pratiği örgütlenmeyi şart koşar. İşçi sınıfının başka katmanları
örgütlemesine izin vermeyenler, Kürd’ün başka millî oluşumları örgütleme
ihtimaline mani olmaktadırlar. Bu da hepimizi “her ulusa bir devlet, her sınıfa
bir parti” şeklinde özetlenen burjuva kurgunun eşiğine getirip bırakmaktadır. Sınıf
partisine ve ulus-devlete yönelik kimi çevrelerce geliştirilen eleştirilerin
altında bir “sınıf” ve “ulus” olarak küçük burjuvazinin direnci yatmaktadır.
AKP’nin MHP’yi; HDP’nin CHP’yi tabandan eritme çabası
içinde olduğu iddia edilmektedir. Bu çabaya direnenlerin, bu ülkenin verili
mutlak kurgusundan medet umanlar oldukları açıktır. Siyaset genel manada “alan
tutma” gayesiyle ifa edilmektedir. Kitlelerin dinamik mücadelesi, alan sabit
olduğu için, değersiz kabul edilmektedir. Alan tutma çabası, masa başı
pratiğidir; kitlelere kördür. Kitlesel güce dayanmamak, çaresizlik sonucu,
başkalarının verili, hazır kitlesine oynamayı dayatmaktadır. Bu da mücadeleyi
temelsizleştirmektedir. Küçük burjuva direnç mücadeleyi körleştirmektedir.
HDP şahsında, “seçim barajına karşı bir oy” denilerek
seslenilen birey, bu mücadelenin çözüldüğü yerdir. TKP’nin koruduğu, muhafaza
altına aldığı yer, hasımların bertaraf edileceği ölçüttür. Bu ölçütün
“cumhuriyet” veya “birey” olması arasında bir fark yoktur. Belirli bir alan
tutulmuştur, o alan somut bir özneyle tanımlıdır, başkaları alanın içerisinde
veya dışarısında olmak üzerinden anlam kazanmaktadır. İnternete ve SMS’e dayalı
çalışma, seçimlerin politik bir araç olarak istismarını boşa düşürecektir.
* * *
CHP bireyleri Kürt’süz ve Müslüman’sız bir siyaset
alanına ikna etme çabası içerisindedir. Burada gene o bireyleri kendisine
mecbur hissettirme amacı güdülmektedir. Kürt ve Müslüman’la bozulmamış,
sapmamış, kirlenmemiş bir kurgu ancak CHP’yle mümkündür. Burada CHP, aynı
zamanda cumhuriyete kani, ona mecbur olan kendi Kürt ve Müslüman’ını da imal
etmektedir. Cumhuriyetin mülk sahibi olduğunu düşünen bu parti, esas olarak
Antalya-İzmir hattındaki ticaret, kaçakçılık ve kompradorluğun ürünüdür.
Görevi, bu ülkede dışarıda duran her türden dinamiği bu hatta bağlamak, kul
etmektir.
CHP liderinin sürekli “Ortadoğu bataklığı” demesi de
bununla ilgilidir. “Ortadoğu” sözcüğü ile “Ortaçağ” arasındaki benzerlik, bu
kesimlerde örtük olarak vurgulanmaktadır. “Ortaçağ karanlığı” ile “Ortadoğu
bataklığı” gösterilerek korkutulmak istenen bireyler, döne dolaşa burjuvazinin
huzurunda diz çökmeye ikna edilmek istenmektedirler.
Figen Yüksekdağ’ın ağzından çıktığı biçimiyle,
“demokratik sol bir parti” olan HDP, söz konusu bataklıktan ve karanlıktan
kaçanlara yüzünü dönmüş görünmektedir. Bu da “karanlık”ın içindeki “kara”
yüzlerin, bataklık içerisindeki “kirli” ellerin görülmemesi ile
sonuçlanacaktır. Alan tutma kavgası hiçbir sonuç üretmeyecektir. Kitleler
safralarını atıp gerisin geri sığındıkları yere koşacaklardır.
Türkiye’nin temellerinde Kürd’ün, Müslüman’ın ve
sosyalistin kanı-teri vardır. Bu tespiti küçük burjuva bir “eşitlik” anlayışı
ile karşılayıp eleştirmek anlamsızdır. Söz konusu tespit çift anlamlıdır: hem
yıkılışta istismar edilen hem de kuruluşta ezilen dinamiklere işaret
edilmektedir. HDP bu üç dinamiği içeriyor olmakla önemlidir, gerçektir. Seçim
momentinde de mazlumun-sömürülenin iradesini görmek isteyenler, gene ondan yana
döneceklerdir yüzünü. Bu noktada akıldan-kalbden çıkartılmaması gereken şudur:
mücadelenin diyalektiği ve maddesi HDP’ye kapatılmamalı, bu partiyi de içerecek
biçimde kavranmalıdır.
Eren Balkır
4 Mart 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder