Elli yıl önce bugün, babam Malcolm X, New York’ta
Audubon Balo Salonu’nda konuştuğu esnada suikasta uğradı. Her gün aklıma
düşüyor, ama son bir yıl içerisinde Staten Adası’nda, Ferguson’da ve ülkenin
daha birçok yerinde yaşanan trajik olaylardan sonra, insan hakları aktivizmi
ruhunun yenilendiği koşullarda, onu daha fazla hatırlıyorum. Bu yaşananlara o
ne derdi acaba?
Üslubu sert bir aktivizm için o hâlâ bir model olarak
görülüyor. İnsanlar, ırka dair modern bir diyalog dâhilinde, onun gibi önemli,
sesi güçlü bir insanın yokluğunun acısını çekiyorlar hâlâ. Ama belki de bu
insanlar, bugünün eylemcilerinin stratejileri hakkında dile getireceği
eleştirel sözlerden pek hoşlanmayacaklardı.
Elbette kurumsal zorbalığa cevaben ülke genelinde ve
ülke dışında gençliğin öncülüğünde yürütülen hareket babama can katacaktı. O,
göstericilerin coşkusunu ve hızla örgütlenme, derhal harekete geçme ve eğitim
amacıyla sosyal medyayı ehil bir biçimde kullanmalarını da takdir edecekti
muhtemelen. Bu anlamda acı gerçekleri güçlü ifadeler dâhilinde özetleme ve
akılda kalıcı ifadeler kullanma becerisi bugünkü etiket (hashtag)
eylemciliğimizi önceden haber verir nitelikte.
Ancak belki de o, sloganların eylemin ta kendisi
olmadığını söyleyen ilk kişidir. Sloganlar onları hiç mi hiç umursamayan bir
sisteme karşı sunulmuş şikâyet dilekçelerinden başka bir şey değildir.
Konuşmalarında o sadece “eşitsizlik var!” diye bağırmakla yetinmez, adalet
talep eder ve onu elde etmek için gerekli adımları ortaya koyar.
Malcolm, sistemsel adaletsizliğin kaçınılmaz
sonuçlarının üstesinden gelmek için gerekli olan, zekice geliştirilmiş
eylemlerde bulunulmasını öğütler. O, “oy pusulası mı yoksa mermi mi?”
dediğinde, Amerika doğrulup insanı yakan bu gerçekliği dile döken o adamı
dinler. Burada eğer siyah yurttaşlara sisteme katılım hakkı verilmezse, onların
hiçbir yere başvurmadan savaşma kararlılığında olduğuna dair bir anlam
yatmaktadır. Uzun süredir siyah toplulukları içerisinde kaynayan öfke bu
uyarıyı destekleyecek bir gerçekliktir. Oy kullanma hakları ve uygulamaları
değiştiğinde bu katılımı gerçekleştirmedikleri takdirde beyaz Amerikalıları bir
korku kaplamasının nedeni budur.
Malcolm, ayrıca eylemcilerin başvurdukları retoriği de
eleştirir. Tahminim şu ki, eğer yaşasaydı muhtemelen bugün kullanılan “Eller
Yukarı” hareketini alkışlardı ama aynı zamanda polis zulmünün güttüğü amaca
ironik bir biçimde uyum sağlayan bir teslimiyet biçimi olduğu için de bu
hareketi şiddetle eleştirirdi. Zira polis siyahlara “hayatta kalmak
istiyorsanız, savunmasız bir durumda olun” diyor, onları yıldırıyor ve felç
etmek istiyor. “Siyahların Hayatı Önemlidir” sloganına hayırhah bir tutum
sergileyebilirdi ama buna ek olarak üniformalı polis memurlarının da
bir hashtag’le ikna edilemeyeceğini de söylerdi.
Her şeyin ötesinde o sürdürülebilir, hedefi olan bir
eylemciliğin eksikliğinden yakınırdı. Evet, Ferguson’dan sonra başlamış olan o
zor işi sürdüren birçok insan mevcut ama daha gidilecek çok yolun olduğu belli.
Bugün insanlar, ırkçılıkla nasıl mücadele etmemiz gerektiğinden bahsediyorlar,
“tehditler” süreç içerisinde boşa düşüyor. Ama gene de öylesine yumuşadık ki
belirli bir kayıtsızlık noktasına gelip dayandık, pop kültürü ve ileri
teknoloji tüketimi aklımızı başımızdan aldı. Büyük jüriler ve bölge savcıları
dâhil kimseden adaletin sağlanması konusunda hesap sorulamadığı koşullarda
herhangi bir değişim yaşanabileceğini ummak mümkün mü?
Babam bir çözüm sunmaksızın eleştirilerde bulunan bir
insan değildi. İlkin o, bugünün genç göstericilerine itiraz eder, onlardan
ülkenin eylemcilik tarihini öğrenmelerini ve kendilerinden önce gelenlerin
yaptıkları katkıları takdir etmelerini isterdi. Selma’da, Şikago’da, Watts’ta
işe yarayan bugün neden işe yaramıyor? Bugün göstericiler sanki sıfırdan
başlıyorlarmış gibi hareket ediyorlar. Bu bağlantısızlık gençliğin kibridir
diye kenara atılamaz; bu, siyahların tarihini bu kuşağa öğretememiş olmamızın,
ekonomik ve sosyal sistemlerin nasıl işlediğini anlatamamış olmamızın bir
dışavurumu.
Aynı şekilde Malcolm, muhtemelen bugünün
eylemcilerinden, eylemciliğin akıldışı, geçici ve amaçsız bir biçimde şiddete
meyilli bir şey olmadığını beyaz Amerika’ya izah etmeleri ve haber
kanallarındaki bu türden argümanlara karşılık vermeleri noktasında kendi
irfanlarına başvurmalarını isterdi. Onun gününde Malcolm mikrofona yaklaşır ve
tüm ırksal ayaklanmaların, başkaldırının ve şiddetin beyaz dünyada nefretle
karşılandığını, bu olaylarınsa “tavukların eve gelip tünemesi” anlamına
geldiğini söylerdi. Ferguson’dan sonra da birçok haber kanalı isyanları kınayan
bir dizi tavır içerisine girdi, isyanın itici gücünün nereden kaynaklandığını
izah etmek isteyen insanların sayısı ise çok azdı.
Ayrıca Malcolm, polis şiddeti gibi birçok şeyin elli
yıl içerisinde değişmediğini kabul ederdi ama öte yandan birçok konunun da
değiştiğini söylerdi. Azınlıkların bugün sisteme giriş imkânı daha fazla. Bizim
savcı ya da hâkim olmamız mümkün. Kütüğe kaydolabiliyoruz, oy da
kullanabiliyoruz. Muhtemelen o, eylemcileri bu giriş imkânlarından istifade
etme, sistem içerisinde ve de dışında güç sahibi olma konusunda
yüreklendirirdi.
Örneğin oy kullanmak hem bir eylem hem de hitap şekli.
Bu sebeple eğitim alma imkânı, ekonomik fırsatlar ve politik katılıma vurgu
yapan bir yerel örgütlenme zemini mevcut. Halk içerisinde yürütülen çalışma,
ulusal medya düzeyinde pek bir karşılık bulmuyor ama gene de değişimin
başlayacağı yer de orası.
Son olarak Malcolm, muhtemelen tek başına hareket eden
birisi olmadığına vurgu yapardı. Malcolm, konuşmalarıyla siyahlar arasında
öfkeyi yaratan kişi değildi; o söz konusu öfkeyi örgütleyip ona yön verendi.
Tek başına bir modern kahraman bize sihirli çözümü getirmeyecek. Değişimi
koşullamada önemli olan, haberlerin akışı ile azalıp geçmeyen bir tutkuya sahip
hazır ve öfkeli bir halk kitlesinin olmasıdır.
Eric Garner, Michael Brown, Trayvon Martin ve Tamir
Rice’ın ölümleri bizi çok sarstı ama bizde çözümsüzlük hissi de uyandırmadı.
Onların kayıplarını belirli bir bağlam içerisine oturtmak, sistemi değiştirme
konusunda ilham veren bu insanlar karşısında etrafımızdaki insanların
derinlemesine rahatsız olmasını sağlamak zorundayız.
Eğer babam bugün yaşıyor olsaydı, ortaya çıkan bu yeni
kuşakla onur duyardı ama kendi hayatı ve kelimeleriyle gene o coşku ve heyecana
dâhil olurdu. Onları savunur, ama onları asgari direniş yolunu almamaları
konusunda uyarır, kendi yürüdüğü yolu takip etmeleri hususunda bu kuşağa
cesaret verirdi.
Ilyasah Shabazz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder