Lübnan Komünist Partisi (LKP), liberal rejimin gölgesi
altında, insancı ve dirilişçi bir ruhla aşılanmış kültürel aydınlanma ortamında
kurulmuş, köklerini orada bulan, Arap Levant’ındaki en etkili politik
gruplardan birisidir. Geçen yüzyılda Lübnan’ın temel niteliği bu şekildedir.
Ama LKP, bir yandan yürüttüğü kültürel ve entelektüel faaliyetiyle, diğer
yandan da silâhlı direnişe katılmış olması ile Arap komünist partileri içinde
özgül bir yere sahiptir. Bu, ona Lübnan ve Arap dünyasında şerefli bir imaj hediye
etmiştir.
Tarihsel açıdan LKP, aralıksız devam eden iki
muammayla yüzleşmiştir. Parti olarak sahip olduğu büyüklük, Lübnan’daki
mezhepçiliğin izin verdiği alanı her daim aşan bir niteliğe sahiptir ve parti,
Lübnan’daki katı sistemle her zaman çatışma içinde olmuştur. Bu, Sovyetler
Birliği’nin çöküşü ve Suriye’nin himayesinde Şii direnişi ile Sünni
kompradorlar arasında tesis edilen belli bir mutabakatın üzerine inşa edilmiş
olan Taif Anlaşması üzerinden, doksanlarda marjinalize edilmesi öncesinde de
geçerli bir durumdur. Ancak partinin devrimci düşleri, varlığını Mehdi Amil’in
Lübnan’da komünistlerin liderliğinde gerçekleşecek sosyalist devrimin
entelektüel açıdan sağlam ama hayalî teorizasyonu üzerinden sürdürmüştür.
Ancak Lübnan’ın içyapısı ile jeopolitik konumu,
komünistlerin gerçek manada ilerici mücadelelere girmesine ve kimi taleplerde
bulunmanın ötesine geçmesine izin vermemiştir. Tarihsel politik açıdan belirli
bir inisiyatife sahip olmak, Suriye ile organik ilişki içinde olanlar dışında
hiçbir Lübnanlıya nasip olmamıştır. Ülkede yaşanan olumlu ve olumsuz tüm önemli
politik olaylar, Suriye ile bağlantılıdır. Lübnan’a yönelik tüm bölgesel ve
uluslararası dikkat, onun Suriye’yle arasındaki bağlarına dayanmaktadır. Üç
olayda LKP, tarihsel bir kayıp yaşamış, bu da onu marjinalize etmiştir. İlk
olay, partinin 1964’te Suriye Komünist Partisi’nden kopmasıdır, bu kopuş, onu
dar Lübnan sahasına sıkıştırmıştır. Yetmişlerde parti Şam’a karşı Fetih’in
yanında durmuştur. Ardından da 2011’e dek Suriye tarafından verilen vatansever
savaşla asla ilişki kurmamıştır.
Şam’daki merkeze doğal bir biçimde, milliyetçi manada
“bağımlı” olmak yerine, Lübnanlı komünistler, partinin varoluşuyla çatışan
feodal Muhtara (Canpolat ailesinin tarihsel yuvası) ile bozuk bir bağımlılık
ilişkisi kurmayı tercih etmiştir. Lübnanlı komünistler, Cumhurbaşkanı Hafız
Esad’ın stratejik açıdan milliyetçi yönelimine bağlı kalmak yerine, Fetih’in ve
Filistinli grupların safını tutmuştur. Onlarla birlikte Lübnan içinde mezhepçi
ittifaklar kurmuş, kendisinin olmayan savaşlar içine girmiştir. Bu da Marunî
burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması ve onun yerine neoliberal Sünni-Körfez
kompradorlarının ikame edilmesine yol açmıştır. Sünniler Harirî’nin projesine
katılmış, Şiilerse Suriye-İran Direniş projesi ile varlıklarını muhafaza
etmişlerdir. Bu kesim, Emel Hareketi’ne ve Hizbullah’a giderken, Hristiyanlar
bir köşeye çekilip tüm düzeylerde varlıksal açıdan rücû etmişlerdir. Böylece
komünistler, geniş ölçekli bir seferberlik için hazır durumda olan, potansiyel
sosyal demokratik rezervi bir biçimde yitirmişlerdir. Sonrasında bu kesimi
Özgür Vatansever Hareket toplamış, ardından Lübnanlılığın Suriye’den tecrit
edilemeyeceği açık biçimde anlaşılmıştır. Lübnan’da, bölgede veya dünyada bir
konum elde etmek için ya birinden ya da diğerinden yana olmak zorunludur.
Suriye ulus-devletine yönelik düşmanlık, parti
saflarında hâkim olan eski bir gelenektir. Bu geleneği muteber kılan, Fetih ile
tesis edilen Ortak Güçler koalisyonudur. Bu koalisyon, nihayetinde, ülke içinde
mezhepçi bir projenin, ülke dışında ise Suudi projesinin bir ifadesi hâline
gelmiştir. Koalisyonun başını, o dönemde 1993 tarihli Oslo anlaşması
çekmektedir. Lübnanlı komünistlerin o günlerde, Lübnan’a, karanlık bir mezhepçi
savaştan ülkeyi kurtarmak ve Filistinli grupların Lübnan’ı İsrail denilen düşmanlarıyla
yürüttükleri müzakere masasında bir rehine gibi kullanmasına mani olmak için
giren Suriye Arap Ordusu’na silâh doğrultmasına tanık olmak, gerçekten acı
vericidir. Sonrasında olaylar, Lübnan, Filistin ve Ulus için hangi politik
konumun doğru olduğunu teyit etmiştir. Hasımları, ABD ve Körfez’in kucağına
oturmayı ve tavizler verecekleri yola girmeyi tercih ettiklerinde, Suriye,
direniş projesini seçmiş, İsrail’e karşı mücadelesine devam etmiş ve Batı’ya
karşı durmuştur.
Benzer bir mezhepçi hattı miras almış bulunan
Harirîcilik ya da Arafatçılık, Körfez ülkeleriyle ilişkiler kurup benzer bir
proje yürütürken, devlet içinde devlet aşamasından çıkıp devleti ele geçirme
aşamasına girmiştir. Ayrıca Harirîcilik, eski Ortak Güçler mensubu yüzlerce
“solcu”yu saflarına katmış, onları eski düşmanları Falanjistler ve Lübnan
Güçleri ile bir araya getirmiştir. Son bildirisinde LKP genel sekreteri Halid
Hadadî, partisinin 2005’te 14 Mart hareketine yakın durduğunu ama hareketin
2006’da İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısıyla ilgili aldığı şüpheli tutum
sonrası, ondan uzaklaştığını söylemektedir. Hadadî, 14 Mart Hareketi’nin
İsrail’e düşman olmasını gerçekten umuyor mu? Burada nerede, Marksist politik
analiz? Nerede, işe başlamak için gerekli akıl ve bilgi?
Devamında Hadadî, LKP’nin 2008’de 8 Mart Hareketi’yle
yollarını nasıl ayırdığından bahsediyor, bunun nedeninin partinin hareketin
sürdürdüğü savaşın parçası olmayı reddetmesi olduğunu söylüyor. Burada
savaştan, içeride ve bölgede direnişe karşı devreye sokulan komplonun ta
başında durdurulması için verilen savaş kastediliyor. Bugün Hadadî, her iki
tarafa “eşit” mesafede duruyor, zira o her ikisini de “reformist” buluyor. Ama
kendisi, sanki Direniş yerel, bölgesel ve küresel kurallara ve ittifaklara dayalı
gerçekçi bir hareket değil de bir totemmiş gibi, onun safında olduğunu beyan
ediyor.
Lübnan Komünist Partisi, örgütsel ya da finansal bir
krizle yüzleşmiyor. Bu kriz, yetersizlik, mistifikasyon ve Lübnan’ın
jeopolitikası ile içinde olduğu tarihsel aşamaya dair bir anlayış ve politik
vizyon oluşturmada liberal bir eğilim içerisinde olmanın yol açtığı bir
krizdir. Kendi varlığına sadık kalıp, yerel ve bölgesel bir güç olmayı
hedeflemek istiyorsa, LKP’nin dinî faşizme ve ABD-Körfez Ülkeleri-Türkiye’nin
yürüttüğü saldırıya karşı Suriye’de süren savaşa katılacak solcu bir cephenin
oluşturması için çağrı yapması gerekiyor, bugün bu görevi Hizbullah ve Suriye
Toplumsal Milliyetçi Partisi üstleniyor.
Nahid Hattar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder