Pages

16 Mayıs 2014

Kara Öfke



Bir süre bir maden ocağı şantiyesinde çalıştığım günler… İşe başlamazdan bir yıl önce ocakta bir “kaza” meydana gelmiş, sekiz işçi hayatını kaybetmiş. Öğle yemeği sonrası işçi arkadaşlarla lokalde çay içiyoruz. O acının hatırası hâlâ taze. Elazığlı Mehmet Usta, hüzünle anlatıyor yaşadıklarını:

“İş makinesi devrilmiş, toprak kaymış, arkadaşlar altında kalmışlar. Hep birlikte koştuk. Olayın şokuyla, kimseden çıt çıkmıyor. Ta ki toprağı kazıp bir arkadaşımızı çıkarana dek. Toprağın altından, elinde, arasında helva, bir parça ekmekle, çıkıyor arkadaşımız. O an bir arkadaş, ‘işte, hepsi bu bir parça ekmek için’ diyor, hepimiz yığılıyoruz olduğumuz yere. Ağlıyoruz.”

Ekmekte ortaklaşmamış, emekte yoldaş olmamış olan, anlamıyor, Soma’daki yaralı işçinin sedyeyi kirletmemek için çizmesini çıkartmak isteyişini. Hissetmiyor, “beni bırakın, Mahmut’u alın, onun karısı hamile” deyişini. Eksik ve ezik buluyor onu. Sedyenin kirlenmemesini isteyen işçi, başka insanları, işçi arkadaşlarını düşünüyor. Doğacak bebeğe bakıyor, cana ortak oluyor, ortaklığı canlandırıyor. Umut, umudumuz, buradadır.

Soma’da ekmek davası… İşçiler, bireysel sorumlulukları ve tercihleriyle bir kader mahkûmu olarak takdim ediliyorlar. Kapatılmış ocaklardan, tükenmiş tarlalardan akın akın Soma’ya gelmiş yüzlerce insan. Tayyip Erdoğan şahsında devletin eliyle sermayeye peşkeş çekilmiş bir hayat. İşçi istatistik, hayat rakamlardan ibaret. Bu koşullarda işçinin üzerine yıkılıyor günah. “Bireysel sorumluluk ve tercihler” günahı işçinin üzerine yıkmak için dillendiriliyor. Sonra, bu hamleyle bağlantılı olarak, “tabiat” diyor bir sendikacı, başbakanı ise “kader”, profesör mühendisi ise “tatlı ölüm”… Hepsi de sorumluluktan kaçmak için taklalar atıyor. Sonra bir yumruk “İsrail dölü!” diye sıkılıyor, iniyor işçinin kafasına. Yumruğun sahibi, Gezi Parkı’nda laptoplu gençler zannediyor Türkiye işçi sınıfını, fena yanılıyor.

AKP medyası daha hâlâ “İsrail” diyor, uzun adamdan bahsediyor. CHP’nin yüzlerce köylüyü toplama kamplarına zorla doldurduğu, köle olarak çalıştırdığı Zonguldak’ı her ocağa model olarak sunuyor. CHP, bir kahramanlık hikâyesi olarak “Uzun Mehmet”i üretiyor, heykeller dikiyor, cumhuriyet ideolojisinin temsili ve timsali kılıyor onu. Aynı düzen, bugün uzun adam heykeli inşa ediyor. Uzun Mehmet yalan, uydurma, göz boyama… Uzun adam gibi…

AKP medyası, her fırsatta mazlumdan, yoksuldan yana olduğunu söylüyor ama bir yandan da “helâl kazanç olan sermayeyi destekliyoruz, bu, bizim temel ilkemiz” diyor. İşte tam da bu yüzden sevmiyorlar Marksizmi. “Sermaye asla helâl kazanç değildir” diyen bir teori, yalanın karşısına hakikati çıkartıyor. O yüzden sevilmiyor. “Sermayenin her yanından kan akar” diyen Marx, bu yüzden kâfirliğin sembolü olarak takdim ediliyor. Okumasa da bilmese de, Somalı işçi, yerin yedi kat dibinde, kazmasıyla yazıyor Das Kapital’i.

AKP, bugün Soma üzerinden klasik tarzını yineliyor. Bir yandan kendisini “defterden silen” emperyalist efendilerine işmar ediyor, bir yandan da kendisini o efendiler için “değerli” kılan halk kütlesinin içine korku yayıyor. Efendilerine de halka da, “bensiz olmaz” mesajını veriyor. O halk bu zillete mahkûm değil; Kur’an bunu söylüyor. Kur’an da bugün kazmayla, çekiçle, yazılmayı bekliyor, belki de yazılıyor, işitecek kalb ve aklı çağırıyor.

“Helâl kazanç” tefsirleri, Müslümanların İslam’ın ancak zenginler ve zenginlik sayesinde ayakta kalabileceğine inandırılması için gerekli. “Din elden gidiyor” yaygarası, tam da bu yüzden kopartılıyor. Dinin sahibi önceden devlet iken, şimdi kapitalizm oluveriyor. Ama Somalı işçiler anımsatıyor, dinin sahibini.

“Din elden gidiyor” yaygarası, “mülkümüz elden gidiyor” korkusu esasında. Din derken onlar, mülkten ve iktidardan bahsediyorlar. Mülkü ve iktidarı put eyleyenler, ortaklaşmaya dönük çağrıları küçümsüyorlar. Üretkenlik ve kâr, efendilerin nizamına bağlanmayı ifade ediyor. Uşaklık burada başlıyor.

Devlet güçlü görüneyim diye, para babalarına uşak oluyor. Halka ve millete sırtını dönüyor. Dini o para babalarının hizmetine sokuyor. Demek ki “kıyam-et”, dini kurtarmanın yegâne yolu.

Soma maden şirketinin sahibi, aynı zamanda İTÜ bilim kurulu üyesiymiş. Bilirkişi de muhtemelen oradan gelecek. Bir iki mühendis ve genel anlamda işçiler, mesul ilân edilecekler. Kâr hırsı, madenleri sermayeye peşkeş çekenler, Ak’lanacak.

Ölen işçilerden birinin yakını kadın, “Vura vura bizi büktüler, eğildikçe eğildik” diyor. Ak’layanlara karşı kara gücün işaret fişeğini çakıyor. Milletin kara çığlığı, öfkesini biliyor, bileyliyor.

Eren Balkır
16 Mayıs 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder