Bir süre bir maden ocağı şantiyesinde çalıştığım
günler… İşe başlamazdan bir yıl önce ocakta bir “kaza” meydana gelmiş, sekiz
işçi hayatını kaybetmiş. Öğle yemeği sonrası işçi arkadaşlarla lokalde çay
içiyoruz. O acının hatırası hâlâ taze. Elazığlı Mehmet Usta, hüzünle anlatıyor
yaşadıklarını:
“İş
makinesi devrilmiş, toprak kaymış, arkadaşlar altında kalmışlar. Hep birlikte
koştuk. Olayın şokuyla, kimseden çıt çıkmıyor. Ta ki toprağı kazıp bir
arkadaşımızı çıkarana dek. Toprağın altından, elinde, arasında helva, bir parça
ekmekle, çıkıyor arkadaşımız. O an bir arkadaş, ‘işte, hepsi bu bir parça ekmek
için’ diyor, hepimiz yığılıyoruz olduğumuz yere. Ağlıyoruz.”
Ekmekte ortaklaşmamış, emekte yoldaş olmamış olan,
anlamıyor, Soma’daki yaralı işçinin sedyeyi kirletmemek için çizmesini
çıkartmak isteyişini. Hissetmiyor, “beni bırakın, Mahmut’u alın, onun karısı
hamile” deyişini. Eksik ve ezik buluyor onu. Sedyenin kirlenmemesini isteyen
işçi, başka insanları, işçi arkadaşlarını düşünüyor. Doğacak bebeğe bakıyor,
cana ortak oluyor, ortaklığı canlandırıyor. Umut, umudumuz, buradadır.
Soma’da ekmek davası… İşçiler, bireysel sorumlulukları
ve tercihleriyle bir kader mahkûmu olarak takdim ediliyorlar. Kapatılmış
ocaklardan, tükenmiş tarlalardan akın akın Soma’ya gelmiş yüzlerce insan.
Tayyip Erdoğan şahsında devletin eliyle sermayeye peşkeş çekilmiş bir hayat.
İşçi istatistik, hayat rakamlardan ibaret. Bu koşullarda işçinin üzerine
yıkılıyor günah. “Bireysel sorumluluk ve tercihler” günahı işçinin üzerine
yıkmak için dillendiriliyor. Sonra, bu hamleyle bağlantılı olarak, “tabiat”
diyor bir sendikacı, başbakanı ise “kader”, profesör mühendisi ise “tatlı ölüm”…
Hepsi de sorumluluktan kaçmak için taklalar atıyor. Sonra bir yumruk “İsrail
dölü!” diye sıkılıyor, iniyor işçinin kafasına. Yumruğun sahibi, Gezi Parkı’nda
laptoplu gençler zannediyor Türkiye işçi sınıfını, fena yanılıyor.
AKP medyası daha hâlâ “İsrail” diyor, uzun adamdan
bahsediyor. CHP’nin yüzlerce köylüyü toplama kamplarına zorla doldurduğu, köle
olarak çalıştırdığı Zonguldak’ı her ocağa model olarak sunuyor. CHP, bir
kahramanlık hikâyesi olarak “Uzun Mehmet”i üretiyor, heykeller dikiyor,
cumhuriyet ideolojisinin temsili ve timsali kılıyor onu. Aynı düzen, bugün uzun
adam heykeli inşa ediyor. Uzun Mehmet yalan, uydurma, göz boyama… Uzun adam
gibi…
AKP medyası, her fırsatta mazlumdan, yoksuldan yana
olduğunu söylüyor ama bir yandan da “helâl kazanç olan sermayeyi destekliyoruz,
bu, bizim temel ilkemiz” diyor. İşte tam da bu yüzden sevmiyorlar Marksizmi.
“Sermaye asla helâl kazanç değildir” diyen bir teori, yalanın karşısına
hakikati çıkartıyor. O yüzden sevilmiyor. “Sermayenin her yanından kan akar”
diyen Marx, bu yüzden kâfirliğin sembolü olarak takdim ediliyor. Okumasa da
bilmese de, Somalı işçi, yerin yedi kat dibinde, kazmasıyla yazıyor Das
Kapital’i.
AKP, bugün Soma üzerinden klasik tarzını yineliyor.
Bir yandan kendisini “defterden silen” emperyalist efendilerine işmar ediyor,
bir yandan da kendisini o efendiler için “değerli” kılan halk kütlesinin içine
korku yayıyor. Efendilerine de halka da, “bensiz olmaz” mesajını veriyor. O
halk bu zillete mahkûm değil; Kur’an bunu söylüyor. Kur’an da bugün kazmayla,
çekiçle, yazılmayı bekliyor, belki de yazılıyor, işitecek kalb ve aklı
çağırıyor.
“Helâl kazanç” tefsirleri, Müslümanların İslam’ın
ancak zenginler ve zenginlik sayesinde ayakta kalabileceğine inandırılması için
gerekli. “Din elden gidiyor” yaygarası, tam da bu yüzden kopartılıyor. Dinin
sahibi önceden devlet iken, şimdi kapitalizm oluveriyor. Ama Somalı işçiler
anımsatıyor, dinin sahibini.
“Din elden gidiyor” yaygarası, “mülkümüz elden
gidiyor” korkusu esasında. Din derken onlar, mülkten ve iktidardan
bahsediyorlar. Mülkü ve iktidarı put eyleyenler, ortaklaşmaya dönük çağrıları
küçümsüyorlar. Üretkenlik ve kâr, efendilerin nizamına bağlanmayı ifade ediyor.
Uşaklık burada başlıyor.
Devlet güçlü görüneyim diye, para babalarına uşak
oluyor. Halka ve millete sırtını dönüyor. Dini o para babalarının hizmetine
sokuyor. Demek ki “kıyam-et”, dini kurtarmanın yegâne yolu.
Soma maden şirketinin sahibi, aynı zamanda İTÜ bilim
kurulu üyesiymiş. Bilirkişi de muhtemelen oradan gelecek. Bir iki mühendis ve
genel anlamda işçiler, mesul ilân edilecekler. Kâr hırsı, madenleri sermayeye
peşkeş çekenler, Ak’lanacak.
Ölen işçilerden birinin yakını kadın, “Vura vura bizi
büktüler, eğildikçe eğildik” diyor. Ak’layanlara karşı kara gücün işaret
fişeğini çakıyor. Milletin kara çığlığı, öfkesini biliyor, bileyliyor.
Eren Balkır
16 Mayıs 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder