Esasta bugün “ucu belirsiz, kontrolsüz ve
kendiliğinden” bir direniş olarak Haziran Direnişi, “gerici” addediliyor. Sol,
kısa sürede bu yola girdi. Onu gerici olarak etiketleyip rafa kaldırmanın
derdinde. Zira sol özneler, kendi “ilericilik”lerine halel getirecek bu
direnişin kıyısından geçip yol almaya mecburlar. Sol örgütlerin yaz kampı
kaçamağı, bu ilericiliğin ürünüdür.
Direnişin kıyılarına bıraktığı yığın, kirlidir.
Bunların ayıklanması zorunludur. Kiri pası ile kitleleri örgütleme ve ona
örgütlenme derdinde olana rastlanmıyor.
Sol öznelerin ilericilikleri, onların burjuvaya
öykünmeleriyle ilişkilidir. Burjuvazi ilericidir ve sol özneler, bu sınıfı
aşmaya dair onca laf ebeliğine karşın, gerisin geri yuvarlanıp, tekrar söz
konusu sınıfın “ilerici”liğine tav oluyorlar. Aslında burjuvazinin
ilericiliğinin tanıtımı ve reklâmından, özünde burjuvazinin biricik varlığı ve
kudretinin altını çizmekten başka bir şey yapılmıyor. Kitleler, aşkın laflarla,
bugündeki ilericiliğe kul ediliyorlar. Neticede onca “doğrudan demokrasi”
teranesi, seçimlerde kitleleri CHP-HDK kulvarına sokmak, onları tahta bir
sandığın önünde sıralamak için. Başkaca bir politika öneren yok.
Burjuvazinin aşılması meselesi, Marksist bir dizi
cümle üzerinden gerekçelendiriliyor. Marksizm, sadece ilericiliği
meşrulaştırdığı için kıymetlidir. Burjuvaziyle dövüşmek, kimsenin aklına
gelmiyor. Dövüş dışı bir Marksizm ise burjuva salonlarına ancak meze
olabiliyor.
Teori ve pratik düzeyinde burjuvaziyi karşıya atmamak,
olumlu ve olumsuz manada salt devleti gören öznelliği burjuvalaştırıyor.
Burjuvazinin teorik, ideolojik ve politik varlığına olumlu anlamlar yükleniyor.
Burjuvazi, bir özne olarak, sol içinde her daim dipdiri yaşıyor. Devlet en
fazla, burjuvazinin ilericiliğinin gerisinde kaldığı için hedef hâline
gelebiliyor.
Bu noktada burjuvazinin fıtratı, yapısı belirleniyor,
onun yeterince laik olamayacağı üzerinde duruluyor, dolayısıyla, direnişin
bileşeni olabilen Müslümanlar tedirginlikle izleniyor. Solun mutlak ve kutsal
gördüğü burjuva hizası ve ölçütü, kitlelerin kolektif olarak politika alanına
girişine mani olmakla ilgili. Müslümanla kavga ve laiklik için dövüş, bunun
bahanesi.
“Göğe kılıç sallamam” diyerek Müslümanlara hoşgörülü
görünmeye çalışan sol özne, göğün kılıcını yerde sallayacak olana karşı
mücadele etmek zorunda. Hoşgörü, altında bir despotizm ve kibir gizliyor.
Aydınlanma da modernizm de burjuva kadardır.
Burjuvazinin bunları yeterince sahiplenemediğini ya da ilerletemediğini
söylemek, kitleleri kandırmaktan başka bir şey değildir. Ruh-beden ayrımı
üzerine kurulu düşünce dünyasına bağlanmak, oradan da ruhun beden denilen
gerilikten kurtulmasını savunmak ya da ruh denilen gerilikten kurtulup bedene
sarılmak, tevhidî bir mücadeleyi sekteye uğratacaktır. Bu tevhidî mücadele,
ister istemez, burjuvazi ve devlet karşıtıdır.
Solun bu mücadeleye karşı kimi zaman devlet, kimi
zaman burjuvazi safında yer alması, mevzilerin ilerletilmesiyle ilgili kolektif
ve nesnel çabaya hiçbir katkı sunmaz, bugüne dek de sunmamıştır. Solun
burjuvadan daha devrimci, laik, modern, aydınlanmacı ya da ilerici olması
mümkün değildir. Mesele, sınıflı toplumlar tarihi dâhilinde mevcut düşman
sınıfa ve elindeki nesnel-kolektif güce tüm tarihsel birikimle karşı
koyabilmektir.
Burjuvaziden daha çok cumhuriyetçi ya da demokrat ya
da laik olma yarışı, sol öznelerin genel niteliği hâline gelmiştir. Burjuvazi
ve Fransız Devrimi öncesi tüm tarih, Hegel’in kimi milletleri tarih dışına
atması gibi, milletlerin dışına atılmaktadır. Bırakalım Haziran Direnişi’ni,
1789 öncesi tarih hiç yaşanmamış gibi davranılmaktadır.
Bu anlamda, Haziran Direnişi, Zenc İsyanı’nın ve
Bedreddin Kıyamı’nın yanı başındadır. Bu isyan ve kıyamlarla tarihsel ilişkisi
yoksa, Haziran Direnişi de yoktur. Belirli bir ilişki varsa, o vakit, komünist
faaliyetin o hattı ileri itmesi zorunludur. Söz konusu faaliyet, kendisini
ancak buradan kurar, kuruyor olmalıdır.
* * *
Solun önemli bir kısmı tarafından işçi sınıfı, aslında
burjuvazi ilerici ve ileride olduğu için önemseniyor. Başka da bir değeri ve
önemi yoktur. Sömürü ve zulüm, bu noktada tali meselelerdir. Diğer sol içinse yeni
toplumsal hareketlere ait tüm bileşenler, gerici devlete karşı ilerici
burjuvazinin dağınık özneleri, faillerinden başka bir şey değildir. Genel
planda sol özneler bu kanaattedirler.
İşçi sınıfına demokrasi aşısı yapılmalıdır ki o,
burjuvaziyi aşabilsin. Sınıf, cumhuriyetçi değerlerle yoğrulsun ki burjuvazi
geri planda kalsın. Yeni toplumsal hareketlere ait bileşenler (eşcinseller,
kadınlar, Kürdler, Alevîler vs.) kimlik olmaları hasebiyle, devletin hareket
alanını daraltmak için önemseniyorlar.
Kimlik edebiyatı, kütleleri birey ölçüsünde bölüyor,
onların ne’liklerini ve ne yaptıklarını önemsemiyor. Temelde bu edebiyat,
kimlik dağıttığı her bir kompartıman sakinini trenin makinisti olan burjuvaziye
tabi kılmak için var.
Tüm pratikler, özünde, burjuva siyasetinin
tezahürleridir. Zira burjuvazinin ilericiliğinin mutlak ve kutsal bir ilke
olarak alınması, döne dolaşa, burjuva siyasetinin, ona karşı mevzi ören
sömürenlerin ve mazlumların içinde, gene burjuva siyasetinin güncellenmesinden
başka bir şey değildir. Özetle, burjuvazinin mutlak ön, ileri hat olarak
alınması, onun iktidarını yıkacak her türlü pratiği boşa düşürüyor. Boşa
düştüğünü gören, gene burjuvazinin somut ve soyut birikimlerine sarılmak
zorunda kalıyor.
Mısır’da darbe ve İhvan, tam da bu burjuva ilericiliği
üzerinden tasnif ediliyor ve değerlendirmeye tabi tutuluyor. Darbeyi öne
çıkartan, ABD emperyalizmine tüm kapıların açılmasına ses etmiyor, İhvan’a
karşı olan, gene neoliberalizmin yolunu temizliyor. Sol, kitlelere havuç ve
sopa arasındaki makul tercihi sunmanın adı.
* * *
İlerleme, en fazla, mevzilerin ilerlemesinde
aranabilir. Yani düşmana karşı oluşturulan mevzilerin öne doğru, düşmanı geri
iten, devrimci kitlelere serbestiyet alanı açan adımlar önemlidir. Tarihte
“mevziler”in ileri gitmesi ile politik gerçeklikteki somut mevzilerin ileri
itilmesi, ayrı şeylerdir. Bir ayaklanma pratiğinin bileşenlerinin en geri
bilinçle, en gerici söylemlerle hareket etmesi değil, o bileşenlerin devrimci
kolektif yürüyüşünün bizatihi kendisi önemlidir. Bilincin ve söylemin, hatta
eylem biçimlerinin geriliği-ileriliği meselesi, devrimci faaliyette konu
dışıdır. Aslolan, tüm bunların düşmana karşı örgütlenebilmesidir.
“Kuzey
Amerika üniversitelerindeki alan araştırmaları bölümleri, Sovyetler Birliği’nin
yayılmasını kontrol altına almak ve herhangi bir ilerici kurtuluş hareketinin
tertibini engellemek için ABD’ye gerekli istihbarat ve stratejileri tedarik
eden kurumlar hâline geliyordu. Bugün ise ABD’de bu alan araştırmaları
bölümlerinin yerini, İleri Uluslararası Araştırmalar Okulu (SAIS), Washington
Yakındoğu Politikası Enstitüsü ve Hoover Enstitüsü gibi think-tank’ler
almıştır.”[1]
Haziran Direnişi’nden aylar, yıllar sonra yapılacak
alan araştırmalarını bugünden yapan sol, bu açıdan, kendisini think-tank
derekesine indirgemiş durumdadır. Alıntıda, Sovyetler yerine “direniş” pekâlâ
konulabilir. Genel anlamda sol, Sovyetler’in “yayılması”na karşı olanların
ideolojik iklimi içinde düşünmekte olduğundan, direnişin mevzi örmesi ve
varolan mevzileri ileri itmesi, bu solla asla mümkün değildir.
* * *
Haziran Direnişi, sol için gericidir ve onun, solun
kendi ilerici havuzlarına dolacak birkaç kişilik örgütlenme pratiği dışında,
bir anlamı yoktur.
Bu durumun somut tezahürü, direnişin cephe gerisine
çekilip Gezi’yi tohum gibi ülke sathına saçtığı forum sürecidir. Forumlar,
solun think-tank’lerine ait bir çalışma olarak iş görmüşlerdir. Seçimlere
kilitlenme, park merkezli olarak “doğrudan demokrasi”nin, yani burjuvaziden
“ileri” olanın satılması ve bu malın mahallelere pazarlanmaya çalışılması,
direnişin geri kabul edildiğinin kanıtıdır. Haziran kıyamını şu veya bu
gerekçeyle (“ilk üç gün iyiydi!” lafı hatırlansın) gerici kabul edenler,
tüketmişlerdir.
Bugün Haziran’ın Eylül’e bağlanmasına dair sözlerin ve
vaatlerin hepsi boştur. Kimsenin böylesi bir niyeti bulunmamaktadır. Dar
anlamda mücadele ve savaş gerçeği içi ve için düşünülmesi gereken forumlar ve
park pratikleri, burjuvazinin gölgesinde dinlenenlere kucak açabilmiştir
sadece. Maalesef bu dinginliği ve ölü toprağını direnişin kendisi de söküp
atamamıştır. Solun burjuvalığına çarpıp geri dönen direniş, ilerleme
hastalığına binaen, ertelemeciliğe hapsolmuştur.
* * *
Eylül, bağbozumu ve hasat ayıdır. Sol, meseleyi bu
düzeyde ele alacaktır. Direnişin hasadını kampüslerde ve mahallelerde toplama
yarışına girişecektir. Örgüt yayınlarının yarıştırılması bu yüzdendir. Ellerini
ovuşturarak girdiği eylem sürecinden ellerindekini de kaybederek çıkacaktır.
Tam da bu momentte sınıf mücadeleleri gibi “gerici”
söylemler, yerini “kültür çatışmaları” ve “yaşam tarzı didişmeleri”
analizlerine bırakmaktadır. Amerikan think-tank’leri gibi bizim burjuva düşünce
odaklarımız da direnişin ocağında yanmayı göze alamadıklarından, bu türden
analizlere bağlanmış gözükmektedirler. En işçici bile, direnişi işçi sınıfının
örgütlü kalkışması olmaması sebebiyle, dışarıdan, ağız bükerek, alaya alarak ve
geride bırakarak anlayabilmektedir.
Direniş, doğalında, kendi kitap piyasasını da
yaratmıştır. Bir meta derekesinde görülen direniş, içi boşaltıldıktan sonra,
rafları ve tezgâhları süsleyecektir. Direnişle en fazla propaganda düzeyinde
ilişki kurabilen solun eylemli ajitasyon ve öncülük vasfını edinmesi mümkün
değildir. Zira sol, tam da bu vasıfların tasfiyesini ifade etmektedir.
* * *
Her solcu, kendi solculaşma ânını tarih, kendi
varlığını toplum zannetmektedir. O ân mutlak kabul edilmektedir.
Solculuk, o mutlak ânın süreklilikleştirilmesinden başka bir şey değildir.
İlgili mutlak ânın her “yeni” ânda tekrarlandığı yanılsaması ya da tekrarlama
iradesidir o. Kaçan ân, kaygıya neden olmakta, geç kalmışlık hissi ile solculuk
ânı uhrevîleştirilmektedir.
Solcu, kendi solculaşma ânını tarih, o ândaki kendi
varlığını toplum zanneder. Bu zan, doğalında, kişisel pratiğini ölçüt ve hiza
hâline getirir. Sonuçta solcu, kitlesel başkaldırı, yürüyüş, hareket ya da
eylem dâhilinde toplam fiziksel oluşu kendi fiziksel varlığına doğru daraltmak
zorunda kalacaktır. Meslekî ideolojiler, bu daralmanın karşılığıdırlar. Genç
hareketi eni sonu gençlik partisine, avukat avukat partisine, akademisyen
akademisyen partisine doğru daraltacaktır. Kendi solculuğu ve “mutlak ân” putu
neyi emrediyorsa, hakikati buna göre eğip bükecektir.
Meslekî ideolojiler, bu noktada işçicilikle
komşudurlar. Zira işçilik de meslek olarak, meslek mertebesinde ele
alınmaktadır. Onların kendilerini göstermeleri, ispatlamaları, kimlik
kazanmaları, yer yurt bulmaları, hak istemeleri bir tür meslekî ideoloji olarak
vücut bulmaktadır. Sonuçta “sosyalizm işçi sınıfının ideolojisidir” diyen sol
özne için sosyalizm, basit bir meslekî ideolojidir. Teknik meseledir. Bu
ideolojinin yandaşlarının yeni toplumsal hareketlere de işçi sınıfına yönelik
muameleyi sergilemeleri kaçınılmazdır. Eski teorik kurguda işçi yerine kadın,
eşcinsel, Kürd ya da doğa konulur, ama gene aynı şey yapılır.
Yeni toplumsal hareketler ezberinin “ezberleri
yıkıyoruz” ilericiliği üzerinden konuşması, siyaseten herhangi bir sonuç
üretmeyecektir. Bu “yıkıcılık”, karşı-devrimciliğin bir yansımasıdır. Söz
konusu pratiklerin kendisini sola karşı “özgürlükçü sol” olarak kodlamasının
nedeni, bazı solcuların mutlak ânlarını özgürleştirmek istemeleridir. Sonuçta
Eylül’de hasat toplamaya kilitlenmiş olan sol, gene, bu direniş esnasında
solculaşmış ve bu solculuğu kadir-i mutlak zannedenleri yanına çekebilecektir.
Mutlak ân, özne olmaktır. Tarih ve toplum bireye
kapatılınca, bu özneliğin devrimcileştirilmesi, tarihsel ve toplumsal olanla
ilişkilenmesi imkânsızdır. Ânı mutlaklaştırmak, özne olmak, ileride olma
yanılsaması türetecektir. Bu yanılsama, gerçeğe girildiğinde, burjuvazinin
ileriliğine sarılmaktan başka bir şey yapmayacaktır. Direnişte salt
“liberalizm” görüp “bugün liberalleşmek gerek”ten başka bir şey
söylemeyecektir.
Onca ilericilikten sonra, kronolojik düzlemde
Haziran’ın “ilerisinde” olan Eylül, Haziran’ın gerisine düşmeye mahkûmdur.
Eren Balkır
14 Ağustos 2013
Dipnot:
[1] Hamid Dabashi, İran: Ketlenmiş Halk, Metis Yay., Çev.: Emine Ayhan,
s. 144.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder