İtalya
Komünist Partisi (Maoist), Maoist örgütlerin uluslararası bir toplantı
dâhilinde bir araya getirilmesi için kısa süre önce bir çağrıda bulundu. Bu
çağrı, Devrimci Enternasyonalist Hareket'in (DEH), ABD Devrimci Komünist
Partisi (DKP-ABD) ile Nepal Birleşik Komünist Partisi (NBKP) gibi iki öncü
örgüt içinde yaşanan revizyonist gelişmenin aşikâr bir hâl alması ardından
çökmesini takip eden bir dönemde yapılıyor.
Yoldaşlar!
RKP-ABD ve NBKP liderliğinden dünyaya yayılan revizyonizmden kesin bir biçimde
kopalım ve bu kopuşu bir bayram misali kutlayalım. Bunu yaparken, sınıf
mücadelesi deneyimine dayanan ve damıtılarak Marksizm-Leninizm-Maoizm biçimini
alan, bizi tanımlayıcı birlik noktalarımızı yeniden teyit edelim.
Bu
noktalar aşağıdaki hususları içermektedir:
-
Tüm tarih, sınıflar arasında, üretim araçlarının gelişimi ve bu araçların
mülkiyeti ve kullanımına ilişkin olarak yaşanan mücadelenin bir sonucudur.
-
Kapitalizm koşullarında emek, kâr etmek için faydalanılan bir husustur.
Birikmiş artık emek olarak sermaye, işçi kitlelerine karşıt bir niteliğe
sahiptir.
-
Kapitalist-emperyalizm, halkın çoğunluğunun hâkim tekelci sermaye tarafından
doğrudan ve dolaylı olarak sömürülmesini zorunlu kılar ve kapitalizmin
fıtratında olan, giderek genişleme kaydeden çelişkileri açığa çıkartır.
-
Emperyalizmin süregiden barbarlığının yegâne alternatifi, sosyalizm ve komünizm
için verilecek mücadeledir. Daha kapsamlı bir ifadeyle, halk savaşları ve
birleşik cepheler, komünizm mücadelesi için en acil ve en güvenilir araçlardır.
-
Sosyalizm, iktidarın proletarya tarafından zorla ele geçirilmesini zorunlu
kılar. Ancak sosyalizm, mücadelenin sonu demek değildir. Sosyalizm koşullarında
yeni yönetici sınıf olarak kendisini tesis etmenin yollarını arayacak olan
“yeni burjuvazi”nin gelişimi için belirli koşullar mevcuttur. Bu eğilime karşı
koymak için sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin, komünizmin
geliştirilmesi suretiyle, bıkıp usanmaksızın yürütülmesi gerekir.
Bunlar,
tüm Maoistlerin kabul edebilecekleri noktalardır. Ancak bu noktalar, bugünün
dünyasına ait tüm önemli özellikleri yansıtamamaktadır.
Yoldaşlar!
Emperyalizm koşullarında sınıfın doğasına ilişkin bir söyleme ve mücadeleye çok
fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Devrimci
Anti-Emperyalist Hareket’in ortaya koyduğu çizgi, emperyalist ülkelerdeki halk
kesimlerinin ağırlıklı bir bölümünün burjuvalaştığına ilişkin bir anlayışı
içermektedir.
Bu
burjuvalaşma, sıklıkla sömürgecilik ve yerleşimci sömürgeciliğin tarihi içinde
cereyan eden ulusal baskı etrafında oluşmaktadır. Ancak bu, çoğunlukla geniş
Üçüncü Dünya periferisindeki sömürülen işçilerle emperyalist merkez ülkelerde
bulunan asalak işçiler arasındaki süregiden küresel bir ayrım olarak
yorumlanmaktadır.
Her
ne kadar işçi sınıfı içindeki bu ayrışmaya ilişkin anlayışı “işçi
aristokrasisi” kavramı ile popülarize eden Lenin olmuş ise de bu olgu, ilk kez
Karl Marx’a yazdığı mektupta Friedrich Engels tarafından dillendirilmiştir:
“İngiliz proletaryası,
hâlihazırda giderek daha fazla burjuvalaşıyor, böylelikle tüm ulusların en
burjuvası olan bu sınıfın nihai amacı, burjuvazi ve burjuva aristokrasi yanında
bir burjuva proletarya olarak mülk sahibi olmak şeklinde somutlanıyor. Bir
milletin tüm dünyayı sömürdüğü koşullarda bu husus, elbette belli ölçüde
meşruluk kazanıyor.”
Kimi
istisnalar dışarıda tutulacak olursa, Marksistler, esas olarak ihtilaflı olan
“işçi aristokrasisi teorisi”nin ideolojik etkilerine odaklanmış ve bu etkileri
tartışmışlardır. Ne yazık ki “işçi aristokrasisi”nin ekonomik boyutlarına çok
az önem verilmiştir.
Emperyalist
dünya ekonomisi içinde Birinci Dünya işçileri (dünya üzerinde azınlığı teşkil
eden işçiler), tüm emek değerine ait mali oranı aşan bir ücret almaktadırlar.
Aslına bakılırsa, Birinci Dünya işçileri, toplumsal emeğin somutta sarf
ettiklerinden daha fazlasını tükettikleri gerçeğine bağlı olarak, küçük
burjuvaziye ait bir kesimdir. Bu ayrım, Üçüncü Dünya işçilerine dönük aşırı
sömürü koşullarına bağlı olarak yapılmaktadır. Emek gücü bedellerini içeren tüm
fiyatlar değerlerden türediğinden, bu durum, Birinci Dünya şirketlerinin
hâlihazırda “işçilerine” emek değerinin tüm mali oranı üzerinde bir ücret
öderken, bir yandan onların eşdeğer oranlarda kâr elde etmesine imkân
vermektedir. Birinci Dünya işçilerinin tüm emek değerine ait mali oranın
üzerinde ücret almaları aynı zamanda bir tür yatırımdır, yani artı değerin
periferinin aleyhine merkezde yoğunlaşmasını ve yutulmasını sağlayan, yapısal
bir araçtır.
Birinci
Dünya işçilerinin ekonomik seviyelerinin yapısal anlamda yükseltilmesi, ayrıca
komünizm mücadelesi için de esaslı bir dizi anlama sahiptir.
Halk
arasındaki en tehlikeli ve tahrip edici niteliğe sahip yanlış anlamalardan biri
de toplumsal ve politik reformların, Üçüncü Dünya işçilerinin Birinci Dünya
işçilerinin ulaştığı seviyeye ulaşması için, onların maddî hayat standartlarını
yükseltebileceğine inanılmasıdır.
Üçüncü
Dünya halklarının muhtelif reformlar aracılığıyla emperyalist ülkeleri
“yakalayabilecekleri”ne ilişkin yanılsama, nesnel planda Birinci Dünya
işçilerinin bir sınıf olarak sömürüldüklerine dair Birinci Dünyacı yaygın ama
yanlış inanç tarafından da desteklenmektedir.
Eğer
Birinci Dünyacı çizginin belirttiği kadarıyla, Birinci Dünya işçileri,
reformist sınıf mücadelesi ve gelişmiş teknoloji aracılığıyla yüksek ücretler
almışlarsa, o vakit Üçüncü Dünya işçileri de “gelişmiş kapitalist ülkeler”in
ardından modellenmiş kapitalizme uzanan benzer bir güzergâhı takip
etmelidirler. Birinci Dünya işçilerinin ekseriyetinin sömürülen proleterler
oldukları iddiası üzerinden Birinci Dünyacılık, tüm işçilerin kapitalizmi
alaşağı etmeksizin, kendileri için benzer bir pay tahsis edebilecekleri
yanılsamasına yol açmaktadır. Üçüncü Dünya işçilerinin emperyalist mânâda
sömürülmesi ile Birinci Dünya işçilerinin burjuvalaşması arasındaki temel
ilişkiyi karartmak suretiyle Birinci Dünyacılık, fiiliyatta uluslararası planda
işleyen proleter devrimin yükselişinin engellenmesine hizmet etmektedir.
İşçilerin
dünya üzerindeki ayrışmasının uzun vadede belirginleşecek kimi başka sonuçları
da mevcuttur: dünyanın en zengin %15-20’sinin keyfini çıkardığı kibirli küçük
burjuva hayat tarzları, kimi ekolojik sonuçlar doğurmaktadır. Birinci Dünya
işçileri, bugün ekolojik açıdan sürdürülebilir olmaktan çıkan bir tüketime ve
atık üretimine yol açmaktadırlar. Birinci Dünya işçilerinin gelecekte oluşacak
sosyalizm koşullarında bile daha fazla tüketim kapasitesine sahip olması
gerektiğini söyleyen (yani Birinci Dünyacı işçilerin hâlihazırda toplumsal
üründen aldıkları paydan daha fazlasını almasını şart koşan) Birinci Dünyacı
çizgi, uzun vadede sadece proletaryanın yanlışa sevk edilmesinden başka bir
anlamı olmayan ve giderek aşikâr bir hâl alan bazı ütopik niteliklere sahiptir.
Güvenle
söylenebilir ki, Birinci Dünyacılık, Devrimci Komünist Partisi-ABD ve Nepal
Birleşik Komünist Partisi’nde ortaya çıkmış sorunların temel nedenidir.
ABD
proletaryası olarak gördüğü şeyi örgütleme noktasında yaptığı nihai hatayı
telafi etmek için kimi olumlu yönler edinmeyi arzulayan DKP-ABD, muhtelif
uluslararası meselelere müdahale etme yolunu seçmiştir. Bu ise genellikle
proleter mücadeleye zarar vermekle sonuçlanmıştır. Bugünlerde DKP-ABD, yoğun
olarak Bob Avakyan’ı ve onun Yeni Sentez isimli çalışmasını yüceltip
durmaktadır. Parti, Bob Avakyan ve onun revizyonist Yeni Sentez’i,
uluslararası proletaryanın yüzleştiği sorunların önemli bölümüne sırtını dönen
bir tür oyalanmadan ibarettir.
NBKP
ise dünya sosyalizminin ve komünizminin mevcut yolunu terk etmiştir. Parti,
bunun yerine, sınıfsal anlamda saflaşmamış bir gelişme için kimi koşullar elde
etme umuduyla, emperyalizmle uzlaşma ve gizliden anlaşma yoluna gitmiştir.
NBKP, ahmakça bir yolu takip ederek, tekelci sermayenin kendisinin hiçbir şey
değilse bile “kızıl” birer komprador olmasına imkân vereceğini ya da Nepal’in
hiçbir şey değilse bile yoğun emek sömürüsü için gerekli bir kaynak olmasına
izin vereceğini varsaymaktadır. NBKP, bağımsız bir ekonomik temel ve sosyalist
bir dış siyaset teşkil etme görevini terk etmiştir. Parti, bunun yerine, hatalı
biçimde ülkede ilerici kapitalist gelişmenin önünü açacağına inandıkları yol
üzerinden, tekelci sermaye ile el ele tutuşmayı seçmiştir.
DKP-ABD
ve NBKP’nin ortaya koydukları örnekler üzerinden bakıldığında, Birinci
Dünyacılığın ismen Maoist olanları bile yozlaştırarak, en gerici revizyonist
politikaların uygulayıcıları hâline getirmekte olduğu tüm çıplaklığı ile
görülmektedir. DKP-ABD’nin kendisinin ABD proletaryasını örgütlediğine ilişkin
iddiası, tümüyle aldatıcı ve yanlıştır. Gerçekte parti, ABD’deki küçük burjuva
kitleler lehine uluslararası komünist hareketi baltalamaktadır. Liderliği
hatalı biçimde emperyalizmin kılavuzluğunda gerçekleştirilen kapitalist
kalkınmanın Nepalli kitleler için olumlu maddî etkiler yaratacağına inanan NBKP
ise sosyalizm ve komünizm mücadelesini terk etmiş durumdadır. DKP-ABD, yanlış
biçimde, kendisinin sömürülen ABD proletaryasını temsil ettiği iddiasındadır.
NBKP de hatalı bir iddia üzerinden, sömürülen Birinci Dünya proletaryasının
elde ettiği maddî zenginlik düzeyinden ilham aldığını düşünmektedir.
Yoldaşlar!
Analizimiz, “Bizim düşmanımız kim?” ve “Bizim dostlarımız kim?” gibi sorularla
başlamak zorundadır. Bu sorular en önce, yapı bağlamında (yani grupların
temelde sermaye birikim süreci ile nasıl ilişkilendikleri sorusuna verilecek
cevap üzerinden), ardından da tarih bağlamında (yani bu türden sınıfsal
ayrışmalar ve bu ayrışmaların bugüne ilişkin anlamlarına dönük olarak tarih
bize ne söyleyebilir sorusuna cevap bularak), son olarak da politik açıdan
(yani en geniş mânâda proletaryanın devrimci çıkarlarını geliştirmek için sınıf
ittifaklarını en iyi nasıl örgütleyebiliriz meselesine çözüm bularak)
cevaplanmalıdır.
Birinci
Dünyacılık, ölümcül bir hatadır. O, hem egemenlerin “sol” içinde anlatıp
durdukları bir hikâye hem de reformizmin, revizyonizmin ve şovenizmin alamet-i
farikasıdır. Ne yazık ki Birinci Dünyacılık, uluslararası Maoizm içinde ortak
ve yaygın bir özellik hâlini almıştır.
Yoldaşlar!
Birinci Dünyacılığa karşı yürütülecek tutarlı bir mücadele, hem sosyal şovenizm
hem de üretici güçler teorisine karşı komünist mücadelenin genişletilmesini
ifade eder. Bu nedenle Birinci Dünyacılığa karşı mücadele etmek, tüm gerçek
komünistlerin bir görevidir.
Yoldaşlar!
Birinci Dünyacılık, hâlihazırda uluslararası planda güçlerimize yeterince zarar
vermiş durumdadır. Şimdi geçmişin hatalarından kararlı bir biçimde kopup
Birinci Dünyacılığa karşı mücadele etmenin zamanıdır.
“Bizim
düşmanımız kim?” ve “Bizim dostlarımız kim?” gibi soruların önemi asla azalmaz.
Aksine bu sorular üzerinden belirli bir anlayış geliştiremeyenler, daha büyük
sapmalar içine girme eğiliminde olurlar. Durdurulmadığı takdirde Birinci
Dünyacılık, komünizm mücadelesinin ilerleyişine mani olacaktır.
Yoldaşlar!
Umarız, emperyalizm koşullarında sınıf ve Birinci Dünyacılığa karşı mücadelenin
gerekliliği gibi konu başlıkları, ileride Maoist örgütler içerisinde ve bu
örgütler arasında gerçekleşecek tartışmada özellikle ele alınacak noktalar
olarak gündeme gelir. Bu soruların sorulması ve Birinci Dünyacılığın kesin bir
biçimde çürütülmesi, uluslararası komünizm için niteliksel bir ilerlemeye
işaret edecektir.
Emperyalizme
Ölüm!
Yaşasın
Halk Savaşlarının Zaferleri!
Devrimci Anti-Emperyalist Hareket
3 Nisan 2013
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder