Batı basınında solcu ya da sağcı kalemler, Türkiye’nin
Suriye meselesi ile ilgili cevvalliğinden bahsediyorlar. Türkiye içinde de Ak
Parti kalemşorları, ülkenin nihayet bölge lideri olma fırsatı yakaladığını
söylüyorlar. Bazıları, artık ülkenin batının finansal desteğine muhtaç
olmadığına, Araplarla kurulması gereken ekonomik ve siyasal ilişkilere işaret
ediyorlar.
Türkiye, emperyalizmin bölgesel ajanı olarak yeniden
örgütleniyor. Yakın dönemde yaşanan İran ve Suriye sıcaklaşması bunun bir
göstergesi oluyor. Zokayı yutmuş olan Suriyeliler, bugün “ihanet” ettiği için
kızıyorlar Türkiye’ye ve Erdoğan’a. Oysa yakın dönemde kurulan ilişkinin balık
avlama tekniği olma dışında bir anlamı yok. Dolayısıyla Suriyelilerin ihaneti
kendi içlerinde aramaları gerekiyor.
Suriye’de Esad rejimi, oğul Esad’ın gelişi ile
birlikte, neoliberal rüzgâra girmiş görünüyor. Benzer bir durum, direnç ve
tepki eylemleri biçimiyle, İran’da da yaşandı. Liberal dünyaya barış eli uzatan
Rafsancani gibi isimlerin yönelimi toplumsal zeminde daha fazlasının istenmesi
ile sonuçlandı. Liberalizm toplumun pandora kutusunu açtı, ortalığı karıştırdı
ve kendi “militan”larını yetiştirdi. Burada güdülen bir gaye de, hem Suriye hem
de İran’da, toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürüye karşı mücadele için
ayağa kalkanların sesini soluğunu kesmek.
Son günlerde 1 Mayıs 1977 ile ilgili olarak sola
yönelik gerçekleştirilen saldırıda da bu var. Liberalizm kendi düşmanını
biliyor, tanıyor ve kendisine alan açıp gelişmesinin bu düşmanın işine
gelmemesi için hamleler yapıyor. Daha doğrusu liberalizm, bu düşmanın düşmanı
için “öncü-akıncı” bir çalışma içerisine giriyor ve engelleri ortadan
kaldırıyor. Yumruğun sıkılma ihtimaline karşı, parmaklar aralanıyor, faşizm de
o parmakları kırmak için devreye sokuluyor.
1 Mayıs 2012’nin kitleselliği karşısında korkuya
kapılanlar “ayar” vermeye çalışıyorlar ve “şiddetten uzak durun” diyorlar.
Şiddetin hiyerarşi, disiplin ve baskı getirdiği yönündeki telkinleri ile emekçi
mazlum kitleleri iktidar mücadelesinden uzak tutmayı bu liberaller görev
biliyorlar. “Hepinizi yatay, eşit bir zemine yerleştirdik, bulup
bulabileceğiniz eşitlik de bu, daha fazla da eşitlik diye bağırmayın” diyorlar.
Kendi varoluşları için emekçi mazlum halklara akıl ve vicdan aşılamaya
çalışıyorlar. Bu akıl ve vicdan ise paranın-metanın yüzeysel bir pratiğinden
başka bir şey değil oysa.
İran ve Suriye’de sömürüye ve zulme karşı mücadele
veren, basit liberal taleplerin ötesinde iktidara karşı mevzi ören geriye
dönüşsüz bir ayıraç bulunmuyor. At izi it izine karışıyor, dolayısıyla her iki
ülkede emperyalistlerin güttüğü sürü daha cüsseli görünüyor. Bir şeyler yapma
derdinde olanlar, bu kargaşa ortamında sürüye koşmanın gerekliliğine daha fazla
inandırılıyorlar. Burhan Galyun gibi küçük burjuva şefler, kitlelerin öfkesini,
onların düşmanları ile oturdukları pazarlık masalarında peşkeş çekiyorlar.
Onların yıldızları parıldıyor bu devirde.
Suriye İhvan’ı lideri Riyad Şakfa, “Suriye’deki
devrimin başarısı bütün bölgede ciddi değişikliklere yol açacaktır. Bu sayede
İran, Irak, Suriye üzerindeki Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve bölge
böyle bir belâdan kurtulmuş olacaktır.” diyor. Anlaşıldığı kadarıyla, Sünni
kesim, “şiddetsiz bir dünya” teranelerine saçlarını fazlasıyla kaptırmış
görünüyor. Şii-Sünni rekabetini kızıştıran Amerika ve İsrail, Sünnileri
şiddetsiz, liberal ve sığ bir mücadeleye ikna ediyor. Artık Sünni politik İslam
hareketinin önemli bileşenlerinden Seyyid Kutub’un Lenin’in Ne Yapmalı’sını
İslamî bir dile tercüme ettiğinden, değersizliğinden ve yanlışlığından dem
vuran daha fazla yazı çıkıyor piyasaya. İhvan ve onun yerli dostları, elli
yıllık tarihî mirasını çöpe atmakta bir beis görmüyor. Orada dağ gibi Seyyid
Kutub duruyor, onlar da tezviratla bu dağın kenarından liberalizm eliyle
açılmış patika üzerinden dolanıyorlar. Yoldaki işaretleri silip zalimlerin
yoluna yoldaş oluyorlar.
Sol ve sağ liberaller nasıl ki Ak Parti sürüsüne
koşmayı bir meziyet ve maharetmiş gibi allayıp pullayarak anlatıyorlarsa,
Suriye’de de mevcut iktidarın karşısında olan halk kesimlerini oluşturulan
sürüye katma gayreti daha fazla hâkim oluyor. Ak Parti’nin dış siyaset yöntemi
bu sürünün çobanı olma arzusuna dayanıyor.
Müslüman emekçi halk tabanında önce İsrail husumeti
kaşınıyor ama öte yandan da İsrail’in dinî, millî ve tarihî mevcudiyeti
dolayısıyla giremediği kanallara giriliyor. Yani “Müslüman İsrail” olarak
Türkiye, İsrail’in taşeronluğunu bir biçimde üstlenmiş oluyor.
Bahreyn halkının Suudilerin birleşme planına dönük
itirazlarına Suriye, Mısır, Tunus ve Libya’da rastlanmıyor. Meselenin salt
mezhebî bir direniş olarak gösterilmesi, esasta karşı konulması gereken düşmanı
ve bu düşmana dönük direnci örtbas ediyor.
Şii-Sünni yarığını pekiştirip derinleştirme
stratejisi, Amerikan planı olarak yürürlüğe sokuluyor ve Yusuf Karadavi gibi,
“Global İmam”ların fetvaları ile kapitalizm ve emperyalizm zemzemle yıkanma
imkânı buluyor. Eski ve bugün için yersiz tartışmalar, İslam toprağını erozyona
uğratıyor ve artık bir tür “İslam” arsadan çıkıp borsaya giriyor.
Sola dönük “şiddet tapıncı” eleştirileri bugünlerde en
fazla İslamî basında yer buluyor. Mazlumun-sömürülenin şiddet pratiği boşa
düşürülmeye çalışılıyor. Ama burada esasta “kızım sana söylüyorum, gelinim sen
anla” yöntemi devreye sokuluyor ve şiddetsiz bir İslam için gerekli zihnî
harita teşkil edilmeye çalışılıyor. Global imamların ve vaizlerin derdi,
şiddeti İslam’ın içinden çekip almak oluyor. Yani Müslüman yazarlar, sola
yönelik sözlerini kendi tabanlarına söylemiş oluyorlar. Bu noktada doğal olarak
İhsan Eliaçık’ın kızı gözaltına alınıyor ve bu bilgi basına servis ediliyor.
Böylelikle Amerikan İslam’ı bir taşla iki kuş vuruyor ve hem İslam’ı şiddetten
arındırıyor hem de onu kendi istediği kıvama getiriyor.
Global imamlar ve vaizler, ekonomi, siyaset ve askerî
alanda yürüyen emperyalist-siyonist stratejiye kitleleri kul etmek için meslekî
ideolojilerini seferber ediyorlar. Din denilen bu meslekî ideoloji öze
yabancılaşmanın, kabuğu pazarlamanın yöntemi olarak biçimleniyor.
Global vaiz Fettullah Gülen’in Amerika’da yayınlanan
“60 Minutes” programına konu edilmesi ile öğünüyorlar. Ama şu söylenmiyor: o
programın yapımcısı Amerikalı bir Yahudi.
“Yahudi’yi dost tutmayın” buyuran Kur’an, duvardan
indirilip ayaklar altına alınıyor ve Yahudi güdümlü paraların ve
petro-dolarların kamaştırdığı gözlere sahte dualar üfleniyor.
Suriye’de halkın belli bir kesimi iktidarın neoliberal
politikalarına karşı tepki koyarken, bu tepki emperyalist müdahale ile
eziliyor. Libya’da da El-Kaide ile mücadele konusunda CIA ve Amerika ile
işbirliğine giden Kaddafi bu ilişkinin ceremesini çekiyor. El-Kaide
militanlarına hücreler açılıyor ve Trablus böyle düşüyor örneğin.
Adem Özköse şükür ki sağ salim ülkesine dönüyor.
Güvenlik koridoru için gerekli etüt çalışmasını yaparken tutuklanıyor ve hiç
sevmediği İran sayesinde hürriyetine kavuşuyor. Ak Parti ajanı olarak gittiği
ülkede gazetecilikten ve gene çocuklardan bahsediyor ama asıl anlatması
gerekenleri anlatmıyor. Şam’da patlayan bombaların Esad emriyle El-Kaide
tarafından patlatıldığını söylüyor. Sola “şiddet kötüdür” dersi verenler
Suriye’deki eylemleri savunuyorlar. Hiçbir perhiz lahana turşusuna hayır
diyemiyor.
İslam’la salt günlük bolluk-bereket ve çıkar düzeyinde
ilişki kuranlara tavsiyeler veriliyor ve bu kesimin emperyalist-siyonist sürüye
katılmaları telkin ediliyor.
Esad ise Tunus, Libya ve Mısır tecrübelerine
dayanarak, gerekli askerî önlemleri almış gibi görünüyor. İngiliz yetiştirmesi
Esad, batının kendisini devirmek istemediğini biliyor. En fazla “ülke bölünür,
ben de bir bölgeyi alıp oraya yerleşirim” diye düşünüyor. Aslında temelde it
iti ısırmıyor!
Bir buçuk yıl öncesine kadar Ak Parti üzerinden
kurulan sıcak ilişkilerde rant hesapları yapanlar, bugün Esad zulmüne karşı
kalemlerinden kan damlatıyorlar. Öldürülen çocuklar da bombalanan camiler de
zerre umurlarında değil aslında. “Artık bizim günümüz geldi” diye düşünüp
gökten yağacaklarını zannettikleri berekete avuç açıyorlar sadece. Teslim
oldukları ise Allah değil, emperyalist-siyonist güç odaklarıdır…
Eren Balkır
20 Mayıs 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder