Marx’tan Morales’e: Yerli Sosyalizmi ve
Marksizmin Latin Amerikalılaştırılması
Geçtiğimiz on yıl boyunca Latin Amerika’da hüküm süren
yeni kitlesel mücadele dalgası, bu kıtanın devrimcileriyle emperyalist
ülkelerdekiler arasında cereyan eden bir yüzleşmeye ön ayak olmuştur. Bu
mücadelelerin birçoğunda, Evo Morales başkanlığındaki Bolivya’da tanık olunduğu
üzere, yerli halklar başı çekiyorlar. Latin Amerikalı devrimciler, Marksizmi
eylemin yanı sıra teori alanında da zenginleştiriyorlar. Bu makale,
düşüncelerinin bağlandığı yolları işaret eden ve Marksist felsefenin önemli,
ancak az bilinen yönlerine dikkat çeken giriş niteliğinde kimi yorumlar
sunuyor.
Avrupamerkezcilik
Latin Amerikalı devrimcilerden sıklıkla duyulan, Marksist
teorinin büyük kısmının “Avrupamerkezci” bir eğilimin izini taşıdığına dair
eleştiri iyi bir başlangıç noktası olabilir. Sözkonusu arkadaşlar
Avrupamerkezciliği, Latin Amerikalı milletlerin sosyalist bir devrimin mümkün
hâle gelmesinden önce, Batı Avrupa toplumlarının gelişimini taklit etmek
zorunda olduğuna dönük bir inanç olarak anlıyorlar. Avrupamerkezcilik,
toplumsal ilerleme için ve fiziksel üretimi arttırma ihtiyacı dolayısıyla,
köylü ve yerli gerçekliklerini dışlamak ve yerli kültürünün çözülmesi
doğrultusunda hareket edecek bir sanayileşmenin önceliğine vurgu yapmak olarak
da anlaşılıyor.[1]
Marx’ın “hiçbir toplumsal düzen, içinde bütün üretici
güçlerin gelişmiş hâle gelebileceği bir alan olmadan önce yok olmamıştır”
şeklindeki meşhur izahatı[2], bazı zamanlarda marksizm içindeki Avrupamerkezci
eğilimin bir kanıtı olarak sunulmuştur. 1914 öncesi dönemin marksist
teorisyenleri Karl Kautsky ve Georgi Plehanof, bu bakış açısının klasik
temsilcileri olarak görülmüşlerdir. Latin Amerikalı yazar Pérez Hinojosa,
“işçiler, ancak kapitalist sistemin yüksek bir kalkınma seviyesine ulaştığı
yerde yönetebilirler” diyerek, Kautski’nin bakış açısını tekrarlamış[3],
işçilerin henüz Latin Amerika’da bu işi başaramayacağını ikrar etmiştir.
Latin Amerika’daki öncü Marksistler, 1917 öncesinde bu
bakış açısını paylaşırlar. Ancak Rus Devrimi’nden sonra, şu ânda “Latin Amerika
marksizmi” olarak adlandırılan yeni bir eğilim ortaya çıkar. Arjantinli
teorisyen Néstor Kohan, bu eğilimin kurucusunun Perulu öncü komünist José
Carlos Mariátegui olduğunu söyler:
“Mariátegui,
Avrupamerkezci şemalara ve işçileri burjuvazinin çeşitli kesimlerinin peşine
takmaya çalışan popülist çabalara karşıdır ve sosyalist mücadelelerin öncüsü
olacak bir ‘İnka komünizmi’ni yeniden kurmaya canla başla sarılmıştır.”[4]
Millî Teslimiyet
Pérez Hinojosa ve Kohen, bugün Latin Amerika’daki
mücadelelerin, Mariátegui’nin zamanındaki gibi, anti-emperyalist ve sosyalist
unsurları birleştirmesini doğal karşılar. Bu bakış açısı, emperyalist
milletlerle boyun eğdirilmiş halklar arasında bölünmüş bir dünyanın olduğu
Lenin’in zamanındaki Komünist Enternasyonal tarafından geliştirilen tahlile
bağlanır.[5] Bu çerçeve, yoksul ülkelerin kâğıt üzerinde bağımsızlığa sahip
olduğu bir zamanda hâlâ geçerli midir? Anti-emperyalizmin mevcut Latin
Amerikalı mücadelelerdeki merkezî rolü, eski Komünist Enternasyonal’in
tahlilini doğrulayacak gibi görünmektedir.
Pérez Hinojosa, Mariátegui’nin Peru gibi yarı-sömürge
ülkelerde millî kapitalist kalkınmanın imkânsızlığının farkına vardığını
söyler. Devrim “başından itibaren sosyalist olabilir”, ancak ilki burjuva
demokratik ve sonraki sosyalist devrimin görevlerini gerçekleştirecek “iki
aşamadan geçebilir”. Üstelik Perulu teorisyen, “sosyalist devrimin,
toplumsallaşmanın tarihî temeliyle birleşmesiyle belirginleşebileceğine”
inanmaktadır: [bu tarihî temel] yerli topluluklar, ilkel tarım komünizminin
yadigârlarıdır.[6]
Kohen’e göre, sonrasında, içinde Küba’dan Julio
Antonio Mella, El Salvador’dan Farabundo Martí ve Nikaragua’dan Ruben Dario’nun
bulunduğu “1920’lerin görkemli takımının yerine […]” mekanik bir
“Avrupamerkezci” bakış açısına dönüş anlamına gelen “Stalin’in SSCB’deki vasat
şemaları geçirilmiştir”[7]
Bolivya’nın yerli isyan geleneğinin sağladığı
avantajlı konumdan yazan Alvaro García Linera, ülkesindeki Marksizme yönelik
Avrupamerkezci gözlemleri bir bütün olarak, Stalinist ve Troçkist akımların her
ikisi tarafından da ifade edilmesine dayandırır. Linera, marksizmin “sınaî
modernleşme ideolojisi”nin ve “millî devletin sağlamlaştırılması”nın, ülkenin
ağırlıklı olarak köylü topluluklarının “aşağılanması” anlamına geldiğini belirtir.[8]
Küba Devrimi
Kohen’in bakış açısına göre, “bürokratizm ve
dogmatizm”in hükmü, “Küba Devrimi’nin ve Castro’yla Guevara’nın liderliğinin
yükselişi”yle kırılır.[9] Guevara’nın görüşleri, Latin Amerika devriminin
doğası bakımından ekseriyetle Mariátegui’ninkilerle bağlantılıdır -Guevara’nın
sözleriyle, “ya sosyalist bir devrim ya da devrimin bir karikatürü”.[10] Bu
dava, Mariátegui tarafından da desteklenmiş olan devrimci dönüşümlerde bilincin
ve liderliğin önceliğine dair inanca dayanmaktadır.
Guevara bu görüşe, Küba devletine ve stalinistleşmiş
Sovyet gerçekliğine dair analizlerinde de başvurur. Guevara, zamanındaki Sovyet
liderlerinin, maddî üretimin artmasının, çalışan nüfusun siyasî anlamda
dışlanmasına, zarar görmesine ve baskı altına alınmasına rağmen sosyalizmi
getirebileceği iddialarını şiddetle eleştirir.[11]
Marx’ın Görüşleri
Kohen’e göre, Küba Devrimi’nin öncü rolü, Marx’ın daha
az bilinen çalışmalarının yanı sıra “1920’lerin (kendiliğinden anti-emperyalist
ve anti-kapitalist) devrimci Marksizmine yeniden hayat verdiği” -hepsinden çok,
sömürgeciliği ve çevre ve bağımlı toplumları incelediği 1870’li yıllara ait geç
dönem çalışmalarına kadar sürer. Bu yazılarda Marx, gençliğinin Avrupamerkezci
görüşlerini aşar.[12]
Kohen, geç-dönem Marx’ın anlayışını şu şekilde
belirler:
* Tarih, değişmeyen bir gelişim hattını takip etmez.
* Batı Avrupa, tarihsel gelişim aşamalarını dünyanın
geri kalanına doğru yayan biricik gelişim odağını temsil etmemektedir.
* Boyun eğdirilen halklar, emperyalizmin çizmesi
altında kaldıkları sürece “ilerleme”yi tecrübe etmezler.”[13]
Marx, son on yılının büyük kısmını Rusya ve Kuzey
Amerika’daki yerli toplumlarının incelenmesine adar. Onun bu sorunlar üzerine
olan sınırlı sayıdaki yazısı, daha sonra o ülkedeki tarımın toplumsal temelini
oluşturacak olan Rus köylü komününe, “obschina”ya odaklanmıştır.
Sözkonusu Latin Amerikalı felsefe, olgun Marx’ın,
kapitalizmin İrlanda gibi sömürge toplumlarında yarattığı etki üzerine
görüşlerine dayanır. Bunlar bizim başlıca Teodor Shanin’in Geç Dönem Marx ve
Rus Yolu eserinden bildiğimiz Marx’ın geç dönem yazıları ve araştırmasıyla
da kesişir.[14] Shanin’in kitabını, şu ânda, bugünün Latin Amerikalı
mücadeleleri üzerine bir yorum olarak yeniden okumak yararlı olabilir.
Rusya’nın Köylü Komünleri
Başını Plehanof’un çektiği, Bolşevik Partisi’nin atası
da olan Rus marksist camiası, “obschina”nın, Rusya kapitalist
kalkınmayla birlikte dönüştükçe kaybolmaya yazgılı olduğuna inanırlar. Vera
Zasuliç’e 1881’de yazılan, ancak 1924’e kadar yayınlanmamış olan bir mektupta
(Plehanof), “komün, Rusya’daki toplumsal yenilenme için dayanak noktasıdır” demektedir.
Kapital’de ayrıntılı biçimde çizilen gelişim sürecinin “tarihsel
kaçınılmazlığı, açıkça Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır.”[15] Marx’ın
mektubunun, Shanin’in kitabında yer alan ön taslakları, Rusya’daki, komünün
gelişen bir sosyalist ekonomiyle uyum içinde bir arada var olabileceğini
savunan devrimci popülist akım “Halkın Dostları”nın bakış açısıyla temelde
örtüşür.”[16]
Etnoloji Defterleri
Bu taslaklar, Marx’ın o dönem süresince yerli
toplumları üzerine yaptığı kapsamlı çalışmaları, az bilinen Etnoloji
Defterleri’nde mevcut olan bir belgesini temin eder [17] Çıkardığı sonuçlar
Zasuliç’e yazdığı bir mektup taslağında özetlenmiş hâlde bulunmaktadır: “ilkel
toplulukların yaşam gücü Semitik, Yunan, Roma vs. toplumlarından ve daha ziyade
modern kapitalist toplumlardan kıyaslanamaz biçimde daha fazla.”[18]
Bu defterler üzerine yaptığı çalışmada, Christine Ward
Gaily, böylesi arkaik yapıların sürdüğü yerde Marx’ın bunları temelde, özünde
baskıcı olarak gördüğü “devletle bütünleşmiş kurumların nüfuz etmesine karşı
direnişin bir kanıtı” olarak betimlediğini söyler.[19] Bunun açık anlamı,
hayatta kalmayı başaran böylesi arkaik ilişkilerin muhafaza edilmesi ve
geliştirilmesi gerektiğidir.
Lenin zamanının Marksistleri Marx’ın düşüncesindeki
gelişimin farkında değildirler. Nitekim Antonio Gramsci, Rus Ekim isyanından
birkaç hafta sonra, “bu Karl Marx’ın Kapital’ine karşı yapılmış bir
devrimdir. Rusya’da Marx’ın Kapital’i proletaryanın olduğundan çok
burjuvazinin el kitabıydı” sözlerini yazar.[20] Gene de Marx’ın görüşlerine
ilişkin sınırlı bilgilerine rağmen Lenin, Luxemburg, Troçki, Buharin, Gramsci
ve Lukács’ın devrimci nesli, sosyalist devrimin kapitalizmin tamamen
olgunlaşmasını ve çökmesini beklemek zorunda olduğunu savunan Karl Kautsky ve
savaş öncesi Sosyalist Enternasyonal’le kol kola girmiş “Avrupamerkezci” bakış
açısıyla mücadelelerinde Marx’ın devrimci duruşunu yeniden savunurlar.
Shanin, Marx’ın 1881’deki Rusya’ya dönük yaklaşımını,
Latin Amerika devriminin ikinci özgünlüğüyle bağlantılandırdığı bir yolla
genelleştirir.
“Bilimsel
sosyalizmin en saf biçimleri […] sürekli siyasî zayıflık gösterir” iddiasında
bulunur. “Olması gereken, toplumun sosyalistler tarafından içten üretilen ve
siyasî yönden etkili devrimci dönüşümüne dair tüm bilinen sorunların altında
yatan, marksizmin yerli siyasî geleneklerle bütünleşmesidir.”[21]
Elimizde, büyük yerli liderleriyle Bolívar, Martí ve
Sandino’nun figürleriyle bağlantılı sömürgecilik karşıtı mücadele geleneğiyle
birlikte, sosyalizm için eylemde ortaklaşmaya yaptığı güçlü vurguyla Latin
Amerika devrimci deneyimiyle ikinci bir bağlantı yolu daha mevcuttur.
Gelenekler arasındaki bu kaynaşma, Latin Amerika marksizminin eşsiz bir gücü
olarak ortaya çıkar. Mariátegui, bu felsefeyi çok bilinen bir pasajda yakalar:
“Amerika’da
sosyalizmin taklit ve kopya edilerek uygulanmasını kesinlikle istemiyoruz. O
destansı bir yaratım olmalıdır. Yerli Amerikan sosyalizmimize kendi hayatımızı,
gerçekliğimizi ve dilimizi adamalıyız. Bu, yeni kuşağın en değerli
görevidir.”[22]
Marx’ın obschina’nın potansiyeline ilişkin
görüşü, 1917 Ekim Devrimi’nin ertesinde, pratikte gerçekleşir. Obschina,
on yıllar boyunca zayıflamıştır; 1917 itibariyle köylülerin yarısının
toprakları özel mülkiyetin elindedir. Ancak 1917-18 arası dönemde gerçekleşen
muazzam tarım reformu ardından köylüler, obschina’ya tekrar hayat
verirler ve onu köylü tarımının temel birimi olarak benimserler. Bir sonraki on
yıl boyunca köylü komünleri, sosyalist bir ekonominin kaynaklarıyla yapısal
olarak birarada var olur. 1927 itibariyle Stalinist zorla kolektifleştirmenin
başlamasından önce, köylü topraklarının %95’i çoktan komünal mülkiyete
geçmiştir.[23]
Burada mevcut Latin Amerika deneyimiyle çifte bir
paralellik sözkonusudur. İlk yön, Bolşeviklerin köylülükle ittifakının, işçi
sınıfının, emek güçlerini tümüyle işverene satan sömürülen üreticilerin geniş
koalisyonundaki yerinin çoğu zaman azınlıkta olduğu Latin Amerika ülkelerine
uygun oluşudur. İkinci yön ise, ilkel komünizmin, komünal toprak sahipliğinin
de dâhil olduğu yadigârları, kıta çapındaki yerli mücadelelerinin önemli bir
etkeni durumunda olmasıdır.
Millî Kurtuluş
Üçüncü bir benzerlik, Bolşeviklerin Çar yanlısı Rus
iskân sömürgeciliği tarafından kurban edilmiş ve haklarından mahrum bırakılmış
Doğu’nun azınlık halklarına yönelik uyguladığı pratikte bulunabilir.
Bolşeviklerin millet meselesi ile ilgili siyasetine yönelik oldukça sık bir biçimde
yapılan tartışmalar, 1917 Devrimi sırasında ve sonrasında Bolşevik siyasetinin
gelişimini yadsır ve Stalin ile Lenin’in 1913-1916 arasında yazdıklarıyla
sınırlı kalır.
Sonraki Bolşevikler, kendilerini Stalin tarafından
1913’te ortaya atılan millîleşme ölçütü ile sınırlamazlar.[24] 1917 devrimi
zamanında belirgin bir millî ve etnik yapısı bulunmayan mazlum halklar için
kendi kaderini tayin hakkını savunurlar ve tatbik ederler. Kendi kaderini tayin
hakkının, sadece ayrılma vasıtasıyla ifade edilebileceğine dair görüşün ötesine
geçerler. Bunun yerine, kendi kaderini tayin hakkını, çeşitli federasyon
yapılarıyla hayata geçirmeyi kabul ederler. Kendi kaderini tayin hakkını her
zaman bölgesel olmayan bir tarzda uygularlar. Azınlık halklarının millî
kültürlerine yönelik tutumları tarafsız değildir. Bunun yerine, siyasî ve
devletlû kaynakların önemli bir kısmını bu kültürlerin gelişimini planlamaya ve
teşvik etmeye tahsis ederler.[25] Bütün bu noktalar üzerinde Bolşevik deneyim,
şu ânda Bolivya’da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde uygulanmakta olan yerli
halklara yönelik devrimci politikalarla uyum içindedir.
Ekoloji ve Materyalizm
Son olarak ekoloji üzerine birkaç söz edelim. Dünyanın
yaşadığı ekolojik kriz üzerine en cesur hükümet açıklamaları Küba, Bolivya ve
Latin Amerika’daki diğer anti-emperyalist hükümetler tarafından
dillendiriliyor.[26] Yerli mücadelelerinin etkisi burada da hissediliyor.
Bolivya devlet başkanı Evo Morales, “tarih tarafından, bizi doğayı ve yaşamı
savunmak için verilen mücadelenin öncü kuvvetlerine dönüştürmeye davet etmiş
olan” yerli halkların öncü rolüne dikkat çekiyor.[27]
Bu iddia, birçok yerli hareketinin ekolojiye, doğaları
gereği devrimci bir yaklaşım sergilemelerine dayanıyor. Birinci Dünya’daki
ekoloji tartışmalarının önemli bir bölümü, doğal yaşama karşı kendiliğinden
yıkıcı olan kapitalist ekonomik sistemin mümkün olduğunca korunmasını
hedeflemek suretiyle, karbon ticareti, vergilendirme ve maliyet gibi teknik
aygıtlara ve pazar eğilimlerine odaklanıyor. Yerli hareketi ise, bunun tersine,
bazen “Toprak Ana’yı Özgürleştirin” sloganında da ifade edildiği üzere, insanoğlunun
doğal çevremizle yeni tür bir ilişki içine girmesi talebiyle işe başlıyor.[28]
Bu hareketler taleplerini sıklıkla, alışık olmadığımız
atalara dayanan, ruhanî, bilgece bir terminolojiyi kullanarak ifade ediyorlar,
ancak bu sözcüklerin arkasında, materyalizmin bir çeşidi olarak görülebilecek
bir dünya görüşü de yatıyor. Perulu yerli lideri Rosalía Paiva göre, “Fetih
öncesi And toplumunda herkes bir bütünün parçasıydı ve herkes toprağındı.
Toprak asla bize ait olamaz, zira biz onun oğulları, kızlarıyız ve biz toprağa
aitiz.”[29]
Bolivyalı yerli yazar Marcelo Saavedra Vargas,
“materyalizmi reddeden kapitalist toplumdur. Madde dünyası üzerinde savaşır ve
onu imha eder. Biz ise, diğer taraftan, madde dünyasına sarılırız, kendimizi
onun parçası olarak görür ve ona göz kulak oluruz.”[30] demektedir.
Bu yaklaşım, John Bellamy Foster tarafından Marx’ın
Ekolojisi’nde takdim edilen Marx’ın düşüncesini andırır. “Toprak Ana’yı
Özgürleştirin”i “metabolik çatlağı kapatın”a eşdeğer olarak yorumlamak, her
yönden uygundur.[31]
Hugo Chávez, Venezuela’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin
sadece Marksizme değil Bolivarcılığa, Yerli Sosyalizmi’ne ve Hristiyan devrimci
geleneklerine de dayanacağını söylüyor.[32] Latin Amerika marksizminin,
Shanin’in yerli devrimci gelenekleri olarak adlandırdığı bu yol üzerinden sahip
olduğu kenetlenme kapasitesi, canlılığın ve umudun bir işaretidir.
Perulu marksist ve yerli lideri Hugo Blanco tarafından
anlatılan bir hikâyeyle yazıya son verelim.
“Topluluğunun
üyelerinden biri, Cuzco yakınındaki bir Quechua köyüne doğru, birkaç İsveçli
turiste rehberlik ediyormuş. Yerli topluluğunun kolektivist ruhundan etkilenen
bir turist, ‘bu komünizm gibi bir şey’ demiş. ‘Hayır’ diye yanıtlamış rehber,
‘komünizm bunun gibi bir şey.’[…]”[33]
John Riddell
17 Haziran 2008
Kaynak
[Bu makale, Riddell’ın 26 Nisan 2008 tarihinde,
Toronto’da bulunan York Üniversitesi’nde gerçekleşen Tarihsel Materyalizm konferansında
yaptığı konuşmaya dayanmaktadır. John Riddell, Socialist Voice dergisi
editör yardımcısı ve dokümanlar, demeçler, bildiriler ve açıklamalardan oluşan
altı ciltlik “Lenin’in Zamanında Komünist Enternasyonal” eserinin editörüdür.]
Dipnotlar:
[1] “Alvaro García Linera, Indianismo and Marxism” (Richard Fidler tarafından
İngilizceye çevrilmiştir) Links International Journal of Socialist Renewal’ın
içinde. David Bedford, “Marxism and the Aboriginal Question: The Tragedy of
Progress,”, Canadian Journal of Native Studies’in içinde, Cilt: 14,
sayı. 1 (1994), s. 102-103. Hugo Blanco Galdos, yazara mektup, 17 Aralık 2007.
[2] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,
Karl Marx, Frederick Engels, Seçme Eserler, Moskova: Progress
Publishers, 1969, Cilt: 1, s. 504.
[3] Gustavo Pérez Hinojosa, “La heterodoxia marxista
de Mariátegui.” Rebelión, 30 Ekim 2007.
[4] Néstor Kohan, “El marxismo latinoamericano y la
crítica del eurocentrismo,” Con sangre en las venas, Mexico: Ocean Sur
içinde, 2007, s. 10, 11.
[5] Örneğin bkz.: V. I. Lenin’in Komünist
Enternasyonal’in II. Kongresi’ne Ulusal ve Sömürge Sorunları üzerine raporu, Seçme
Eserler içinde, Moskova: Progress Publishers, 1969, Cilt: 31, s. 240-41; ve
müteakip kongre tartışmaları ve kararları, John Riddell’in editörlüğündeki, Workers
of the World and Oppressed Peoples, Unite! içinde, New York: Pathfinder
Press, 1991, cilt: 1, s. 216-290.
[6] Hinojosa, “Mariátegui.”
[7] Kohen, “Eurocentrismo,” s. 10.
[8] García Linera, “Indianismo.”
[9] Kohen, “Eurocentrismo,” s. 10.
[10] Ernesto Che Guevara, Che Guevara Reader içinde,
“Message to the Tricontinental”, Melbourne: Ocean Press, 2003, s. 354.
[11] Örneğin bkz.: Ernesto Che Guevara, Apuntes
críticos a la Economía Política içinde, Melbourne: Ocean Press, 2006, s.
9-20. “Algunas reflexiones sobre la transición socialista”. Aynı zamanda bkz.: Che
Guevara’s Final Verdict on the Soviet Economy.
[12] Kohan, “Eurocentrismo” s. 10-11.
[13] A.g.e., s. 11.
[14] Yayına Hz.: Teodor Shanin, Late Marx and the
Russian Road: Marx and the “Peripheries of Capitalism”, New York: Monthly
Review Press, 1983.
[15] Shanin, Late Marx, s. 124.
[16] A.g.e., s. 12, 102-103.
[17] Yayına Hz.: Lawrence Krader, The Ethnological
Notebooks of Karl Marx, Assen, NE: Van Gorcum, 1972.
[18] Karl Marx, Frederick Engels, Seçme Eserler,
Moskova: Progress Publishers, 1989, cilt. 24, s. 358-59.
[19] Christine Ward Gailey, “Community, State and
Questions of Social Evolution in Marx’s Ethnological Notebooks,” Anthropologica
içinde, cilt. 45 (2003), s. 47-48.
[20] Antonio Gramsci, “The Revolution against Das
Kapital”.
[21] Shanin, Late Marx, s. 255.
[22] Marc Becker, “Mariátegui, the Comintern, and the
Indigenous Question in Latin America,” Science & Society içinde,
cilt. 70 (2006), sayı. 4, s. 469, José Carlos Mariátegui’nin “Anniversario y
Balance” (1928) isimli makalesinden alıntı.
[23] Moshe Lewin, Russian Peasants and Soviet Power,
New York: W.W. Norton, 1968, s. 85.
[24] J. V. Stalin, “Marksizm ve Ulusal Sorun”,
Moskova: FLPH, 1954, cilt. 2, s. 307.
[25] Bkz.: Jeremy Smith, The Bolsheviks and the
National Question, 1917-23, New York: St. Martin’s Press, 1999; John
Riddell, “The Russian Revolution and National Freedom.” Socialist Voice,
1 Kasım 2006.
[26] Örneğin bkz.: Evo Morales, Felipe Perez Roque,
“Bolivia and Cuba Address the UN: Radical Action Needed Now to Stop Global
Warming.” Socialist Voice, 26 Eylül 2007.
[27] A.g.e.
[28] York Üniversitesi’nde Kuzey Cauca (Kolombiya)
Yerli Konseyleri Derneği’nden Vilma Amendra tarafından yapılan bir sunumdan, 11
Ocak 2008.
[29] Toronto’da düzenlenen Bolivya ayaklanması
toplantısına hitap, 5 Nisan 2008.
[30] Marcelo Saavedra Vargas ile röportaj, 21 Nisan
2008.
[31] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi:
Materyalizm ve Doğa, New York: Monthly Review Press, 2000.
[32] Örneğin bkz.: Chávez’in 15 Aralık 2006 verdiği
demeç, “Chávez Calls for United Socialist Party of Venezuela” başlıklı
yazısının özeti, Socialist Voice, 11 Ocak 2007.
[33] Toronto’da Blanco’nun gayrı resmî bir topluluğa
sunduğu yorumlar, 16 Eylül 2008.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder