Ali Ammar, 14 Mayıs 1930’da Meliana’da doğdu. Çok
fakir bir ailenin evladı olan Ali, küçük yaşta ailenin geçimine yardım etme
yükümlülüğünü sırtlandı. Bir süre bir Fransız’ın tarlasında çalışarak, baskı
altında yaşamanın, aşağılanmanın ve köleliğin ne demek olduğunu öğrendi.
Delikanlılık döneminde başkent Cezayir’e taşındı ve
Cezayir Spor Kulübü’nde boks çalışmaya başladı. Bu mekân, onun birçok
vatanseverle tanışmasına ve mücadele, özgürlük, devrim gibi kavramlara vakıf
olmasına vesile oldu. Bir süre muhtelif adi suçlardan cezaevinde kaldı ve
serbest kalır kalmaz bir fedai olarak FLN’ye katıldı.
Ali Ammar’ın FLN’nin silâhlı kanadı ALN’nin
üniformasız askerlerinden biri olarak gerçekleştirdiği ilk silâhlı eylem, 1956
yılının başlarında bir polis muhbirine yönelikti. Ali Ammar, başarı ile
taçlandırdığı eylemi sonrasında yoldaşı ve lideri, Başkent Cezayir Özerk
bölgesinin askerî sorumlusu Sadi Yusuf’un gizlendiği eve yerleşti. Acil
durumlarda bu gizli yerin yanındaki evlerin çatılarına kaçmak için bir gizli
geçit inşa etmeyi Sadi Yusuf’a öneren de o oldu. Bu fikir bilahare uygulamaya
konduktan sonra, defalarca hayat kurtardı. Gizli geçit yahut gizlenme
yerlerinin inşası ve tasarımı bizatihi, bir zaman inşaatlarda duvar örmüş olan
Ali Ammar’dan sorulurdu.
Ali Ammar, dâhil olduğu eylemlerde her zaman öncü
kuvvetin başında yer alır ve büyük bir cesaretle görevini ifa ederdi. Belki
daha da önemlisi, eylemleri neredeyse her zaman başarıya ulaşırdı.
Ali Ammar ve yoldaşlarının ele geçirilmesi,
sömürgecilerin başlıca hedefi hâline gelmişti. Ancak Kasbah (Başkent Cezayir’de
işgal döneminde Avrupalıların yaşadığı bölgeden ayrı olarak Arapların oturduğu
muhit), Kabiliya ve Aures dağları gibi, örgüt sayesinde, içine nüfuz edilemez
bir korunaklı alan hâline gelmişti. Tam da bu yüzden, düşman, FLN’nin örgütsel
ağını parçalamak üzere yerlilerden müteşekkil “kontra” gruplar oluşturmaya
yöneldi. Sömürücüler, Müslüman toplumun en alçalmış üyeleriyle bu iş için
ilişkiye geçtiler ve büyük güçlükle de olsa bunlardan birkaçını biraraya
getirmeyi başardılar.
Bunlardan biri, (Bud Abbot olarak da bilinen) Abdülkadir
Rıfai adındaki namlı muhabbet tellalı, bu hususta polise yardımcı olmak
noktasında özellikle heveskârdı. Yanındaki birkaç kişiyle beraber, FLN’ye
duyduğu sempati malum olan bir Müslüman doktorun evine bomba yerleştiren oydu.
Bu adamın ettiği zalimliklerin haddi hesabı yoktu. Had bilmezliği ve halka
karşı duyduğu nefret halka ifşa edilmekle beraber bu hain, sömürgecinin
korumasının onu dokunulmaz kıldığı zannı içerisindeydi.
Ancak FLN’nin adaleti onu ölüme mahkûm etti. Ali, onu
öldürme onurunun kendisine verilmesini istedi ve böylelikle görevi Ali’yle
beraber Arbacı Abdurrahman üstlendi. Gerekli istihbarata ulaşıldığında Ali
harekete geçti. İnfaz tarihi, 29 Mart 1956 olarak belirlenmişti.
O gün başkentin Heliopolis sokağında Abdülkadir Rıfai,
kendi türünden birtakım adamlarla beraber yemekteydi. İşte Ali ve Abracı, bu
son yemekleri esnasında karşılarına dikildiler. Civardaki ahali, Rıfai’nin
korkaklığına topyekûn şehadet etti. Sonunun geldiğini anlayan Rıfai, örgütten
af dilenmeye başladı. Eylemlerinin psikolojik yönüne de özen gösteren Ali, orada
olanlara FLN’nin kararının gerekçelerini izah etti. Ardından makineli
tüfeklerle infaz gerçekleştirildi. Rıfai’nin ölümü, başkent Cezayir’in yeraltı
dünyasında gözle görülür bir korkuya yol açtı. Bu durumun oluşumunda infazı
gerçekleştiren Ali Ammar’ın kişiliğinin ve görgü tanıklarının anlattıkları
hikâyelerin büyük önemi vardı. Rıfai’nin idamının ardından benzer bir akıbete
uğramaktan çekinenler arasında örgüte katılım yönünde ciddî bir talep artışı
yaşandı.
FLN, bu konjonktürde sözkonusu taleplere ilişkin şu
koşulları öne sürdü:
1. FLN’nin cephanesini zenginleştirmek üzere tüm
bireysel silâhların müsaderesi,
2. Uyuşturucu trafiğinin durdurulması,
3. Kumar ve fuhşun ortadan kaldırılması,
4. Bu işlere bulaşmış olanlardan hâlâ ulusal kurtuluş
mücadelesinin gerektirdiği fedakârlıkları gönüllülük çerçevesinde
gerçekleştirebilecek olanların tespiti,
5. FLN’nin komutası altında istihbarî bilgi ve
fonların toplanması, katılımcıların güvenli bölgelere yerleştirilmesi.
Genel olarak bakıldığında bu hedeflere ulaşıldı, ancak
elbette bu insanlar, meşru bir otorite olmanın gereği olarak örgütün dışında
tutuldular. Örgüt, “kontra”yı çökerterek ciddî oranda mühimmat da elde etmiş
oldu. Sayıları çok az olmakla beraber, FLN’nin iradesine boyun eğmeyenlere ise
elbette merhamet edilmedi.
Örneğin Randon sokağında bir kahve işleten Mecebri
adındaki kişinin durumu tam da bu türdendi. İnfaz timinin lideri yine Ali’ydi,
hedeflerse Mecebri ve iki yardımcısı.
Ali kahveye girdiğinde, içeride birçok müşteri vardı.
Buna rağmen Ali, silâhını hedeflere tereddütsüz doğrultup başka kimseye zarar
vermeden sadece üçünü vurmayı başardı.
Bütün bu eylemlerin her birinin sonrasında aslında iki
işi birarada hallettiğinin bilincinde olurdu. Bir yandan örgütün sinsi
düşmanlarını ortadan kaldırıyor, diğer yandan artan bir oranda Kasbah sakinini
korkularından azade kılıyordu. Bu insanlar infaz edilenlerin eskiden kendilerine yönelttikleri, şiddet dolu davranışlardan mustariplerdi.
Halka olan sevgisi her durumda kendini gösterirdi; bu
sevgi herkesin malumuydu. Özellikle Sahravi adındaki polis ajanının infazını
gerçekleştirdiği gün Kasbah halkının müşterek minnet duygularına mazhar
olmuştu. Bu adam, vatanseverlere uygulanan işkencelerde görev alıp, akşamları
evine dönerken işportacıların tezgâhlarını devirerek ve mallarının üzerinde
tepinerek eğlenen biriydi.
Ali için en kıymetli şey, halkının ona gösterdiği bu
kardeşçe muhabbetti.
Kendisine duyulan bu güveni, düşmanın ve
yardakçılarının zulümlerini onlara iade ederek her seferinde haklı çıkardı, ta
ki bir gün elde silâh, düşene kadar.
8 Ekim 1957’de polis saklandığı yeri kuşattı. Teslim
olmasına yönelik çağrılara yanındaki yoldaşlarıyla beraber kulak asmayan Ali,
düşman güçlerince katledildi.
Cezayir Savaşı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder