Özel kâr amacıyla emeğin sömürülmesi, kapitalizmin ve
tüm dünyadaki kapitalist toplumların merkezî niteliğidir. Sonrasında bu sömürü,
sermaye ve kapitalist devletin kullandığı bir dizi araçla -özellikle ırksal,
cinsel baskı aracılığıyla- kolaylaştırılır. Ataerkillik ve ırksal baskı,
kapitalizmin ortaya çıkışından çok önceleri var olsa da kapitalist toplum
tarihsel açıdan bu iki baskı biçimini on altıncı yüzyıldan beri
gerçekleştirdiği sermaye birikimine dayalı bir tarz içinde birleştirdi.
Bu nedenle ırk ve cinsiyet üzerinden yaşanan işçi
sınıfı sömürüsündeki farklılaşma kârın (ve kontrolün) önemli bir kaynağı hâline
geldi ve kapitalist hâkimiyetin alt edilmesi yönünde işçiler arasında sınıf
bilincinin tam anlamıyla gelişmesinin önünde duran en önemli engel oldu (bu
özelliği bugün de devam etmektedir).
Bu bölüm, kapitalizm koşullarında ırksal ve cinsel
baskının sınıfsal doğasını incelemekte ve sermayenin ırksal ve cinsel açıdan
farklılaşmış işçi sınıfını sermaye birikimini artırmak amacıyla sömürmesine
imkân veren süreçlere dönük bir analiz sunmaktadır. Sınıf, ırk ve cinsiyet
arasındaki ilişki bu nedenle kapitalist toplumdaki emeğin sömürüsü ve
kontrolünü kolaylaştıran süreçler bağlamında incelenmektedir.
Sınıf, Irk ve Sömürü
Modern dünyadaki ırksal sömürünün kökenleri
sömürgeciliğe ve köle ticaretine kadar götürülebilir. Avrupa’nın on altıncı
yüzyıldan on sekizinci yüzyıla dek uzanan sömürgeci genişleme süreci ve bunun
sonucunda “Afrika’nın siyah derililerin ticarî anlamda avlandığı bir üretim
sahasına dönüşmesi”[1] bu kıtada ve ardından Birleşik Devletler’de kapitalizmin
gelişmesine imkân verdi.
Afro-Amerikalı büyük bir bilim insanı olan W. E. B. Du
Bois konuyla ilgili olarak, “Yeni Dünya ile birlikte Afrika köle ticareti ve
Siyah kölelik Amerika’da ölümcül bir biçimde geldi.” tespitinde bulunmaktadır:
“İnsanlar
yeni zulümlere ve nefretlere, insan emeği ise yeni aşağılanma siyasetlerine
maruz kalıyorlar. Köle emeğine dayalı akıl almaz servet birikimi aracılığıyla
insan emeğinin aşağılanmasına ilişkin ayartma çabaları giderek daha kapsamlı ve
daha derin bir hâl alıyor.”[2]
Politik ekonomist Victor Perlo ise şu değerlendirmeyi
yapmaktadır: “Sömürge döneminden başlayarak ABD’li kapitalistler bu zulmedici
ve insanlık dışı zenginleşme sürecinin en önemli bileşeni hâline geldiler.”[3]
Sömürge dönemi süresince ABD’nin güneyinde tesis edilmiş olan köleci sistem,
birkaç on yıl boyunca bu ülkedeki hayatın genel çerçevesini çizmiştir. Perlo’ya
göre, “ABD’nin bağımsızlığı elde etmesini takip eden ilk seksen yılda
kölelerin, onların çocuklarının ve torunlarının elinden zorla alınmış emek
aracılığıyla büyük bir servet biriktiren işte bu güneyli köle sahipleriydi.”[4]
En genelde toplum ve beyaz efendi sınıfının kölelere yönelik zâlimane
davranışları köleleri kârın artırılması amacıyla kullanılan birer metaya
dönüştürmüştür. Du Bois’in gözlemine göre, “bu köleler alınıp satılabiliyorlar,
elde edilen izinlerle bir yerden bir yere taşınabiliyorlar, okuma-yazma
öğrenmeleri yasaklanıyor ve hukukî açıdan mülk sahibi olmalarına ve
evlenmelerine izin verilmiyordu.”[5]
Güney’in İç Savaş’ta yaşadığı yenilgi ve Yeniden İnşa
dönemi sonrası plantasyonlar eski köle sahiplerine geri verilir ve ırk
ayrımcılığının eşlik ettiği bir tür ortakçılık sistemi siyahlara zorla
dayatılır. Zamanla eski köleler, çiftlik işçileri ve madenlerle modern
sermayenin elindeki fabrikalarda ücretli emekçiler hâline gelirler. Bu nedenle
kurtuluşu takip eden yüzyıl boyunca giderek daha fazla sayıda siyah genişleyen
işçi sınıfının parçası hâline gelir ve siyah cemaati toplumsal anlamda bir
ayrışmaya gider. Birleşik Devletler’deki siyahlar arasında görece daha karmaşık
bir sınıfsal yapı gelişir.
Afro-Amerikan cemaatindeki gelişen sınıfsal yapıya âit
değişen dinamikler, siyah aydınları ırk ve sınıf arasındaki ilişkiyi incelemeye
iter. Günümüz ABD toplumunda sınıf, ırk ve sömürü meselelerini ele alırken bu
iki olgunun yeni anlamları üzerinde durulmaktadır.
ABD’deki Afro-Amerikan cemaatinin içinde sınıfların
gelişmiş olduğundan haberdar olan Du Bois, hayatının son döneminde
Afro-Amerikanların haklarına tecavüz eden Amerika’daki kapitalist genişlemeye
ilişkin faal eğilimler üzerine yoğun bir tartışma yürütür ve bu cemaatin de
sınıfsal çelişki ve sınıf mücadelesine bağlanacaklarını iddia eder, zira
sınıflar arasında seyreden çelişkilerin ana karşıt sınıflar arasındaki bir
mücadeleye doğru gelişip olgunlaşması kapitalizmin doğasında vardır.
Afro-Amerikan cemaati de kapitalist genişlemenin bu temel yasasından azade
değildir. Dolayısıyla:
“Siyah
Amerikalı grubun zorla içine sokulduğu kapitalist gelişmenin merkezî sorunu ve
ana tehlikesi, büyütüp kullanmak zorunda olduğu sermayenin nihaî kontrolü
meselesidir. Eğer bu sermaye kendi çıkarları adına birkaç kişi tarafından
kontrol edilecek olursa, bugün beyaz kapitalistlerden gördüğümüz cefanın
aynısını kendi kapitalistlerimizden görmek bizim kaderimiz olacaktır.”[6]
“Gelir ve sömürüye dayalı iç sınıfsal ayrışma”dan dem
vuran Du Bois, tartışmasını sürdürerek şu değerlendirmeyi yapar:
“Yirminci
yüzyıl ortalarında büyük iş dünyasının o büyük makinesinin sadece beyaz
Amerikalı kitlesini önüne alıp sürüklemediği artık açıktır (…) [bu makine]
ayrıca Siyahları da aynı girdabın içine sürüklemiştir.”[7]
Du Bois devamında, “kamu binalarında ve okullardaki
resmî ırk ayrımcılığının devre dışı kalması sonrası, siyahların bugünden daha
keskin biçimde sınıflara ayrıldı”ğını tespit eder.[8]
Sınıfsal analiz yaklaşımını ırk meselesine gitgide
daha fazla uygulayan Du Bois, hayatın son döneminde sınıfsal ifadeler içinde
“ırk ayrımcılığının temeline ilişkin kesin ve kararlı bir dizi görüş”
geliştirir:
“[Du
Bois], ırkçılığın maddî zemini olarak beyazlarla siyahlar arasında uygulanan
ücret farklılıklarına sürekli işaret etti.”[9]
E. Franklin Frazier de Birleşik Devletler’de ırk ve
sınıf arasındaki karşılıklı bağlantılara ilişkin aynı ölçüde keskin bir analiz
geliştirmiş bir diğer ünlü siyahî aydındır. Irk ilişkileri ve siyah ailesi ile
ilgili ilk dönem çalışmalarının ötesine geçen Frazier’in ırkçılık görüşü,
sonrasında sınıfsal analiz ile giderek daha fazla beslenmeye başlar.[10]
Frazier’in solcu aydınlarla örgütlerin sınıf temelli teorilerinden fazlasıyla
etkilendiğini söyleyen Anthony Platt’a göre, “Onun yazıları, ırk ilişkilerinin
tarihini sömürü prizmasından geçirerek yeniden yorumlar.”[11]
Frazier’e göre, “Siyahların Amerika ile tanışmaları
Avrupa’nın ekonomik genişlemesi ile bağlantılı bir meseledir.” Bu nedenle
“Siyah köleciliğinin kaderi ekonomik güçlerce belirlenmiştir.” Bu anlamda
“Birleşik Devletler’deki Siyahların durumu, son tahlilde, Siyahların ekonomik
sistem içinde oynadıkları rolle sıkı sıkıya bağlantılıdır.”[12] Platt’a göre,
sorunu görece daha geniş, tarihsel ve yapısal ifadelerle çerçeveleyen Frazier,
“ırkçılığın aslî köklerini küresel ölçekte işleyen sınıfsal ilişkilere âit dinamiklerin
içine yerleştirmiştir.”[13]
Du Bois ve Frazier, ırkçılığı sınıfsal çelişkinin
tezahürleri olarak anlarlar. Bu nedenle sözkonusu yazarlara göre toplumsal
kurtuluş, toplumdaki ana karşıt sınıflar arasında cereyan edecek mücadelenin
çözüme kavuşması sonrası elde edilecek sonuçtur. Du Bois’in mücadele
biçimlerine ilişkin görüşleri her ne kadar Frazier’den ayrışsa da, her iki isim
de sömürünün sona ermesine ve ırklar arasında barışçıl ilişkilerin gelişmesine
imkân verecek bir toplumsal değişime muhtaç olunduğu hususunda hemfikirdir.
Ayrıca Du Bois, ilerici politik reformlar aracılığıyla
ırkçılığa karşı mücadele edilmesi amacıyla toplumsal kurumların zamana yayılmış
bir dönüşümüne vurgu yaparken, Frazier mevcut toplumsal-ekonomik sistemin
radikal bir dönüşümü olmaksızın ırk meselesinin çözülemeyeceğini, bu yönde
alternatif başka bir görüşün geliştirilemeyeceğini düşünür. Görece daha güçlü
ve doğrudan bir ifadeyle Frazier, “bir dizi devrimci hareket ile bağlantı
içinde yürütülmedikçe ırk ilişkilerinde herhangi bir kökten değişiklik olmaz.”
der. Ancak devamında da, “mevcut ırksal durumun bugünkü ekonomik ve toplumsal
sistemle sıkı sıkıya bağlantılı olması sebebiyle iyi niyet birikimi hiçbir şey
yapamaz.” diye ekler.[14]
Son birkaç on yılda Afro-Amerikan cemaatinin sınıfsal
kompozisyonundaki değişimin kast ve sınıf karşıtlığı ile ilişkisi üzerine bir
tartışma su yüzüne çıkmıştır. William Julius Wilson, Charles Willie ve diğer
başka isimler arasında süren bu tartışmaya[15] ilişkin olarak Frazier’in
beklentisi, yirminci yüzyıl sonunda kapitalist toplumdaki çelişkilerin
değişmesi üzerinden yeni bir gelişme dinamiğinin ortaya çıkacak olmasıdır. Bu
beklenti yazarı, siyahların ve beyazların işçi sınıfı içinde birleşeceklerine
ve birlikte giderek bütünleşen çok ırklı ve çok uluslu işçi sınıfının maruz
kaldığı sınıfsal sömürünün ve ırksal zulmün kaynağı olan kapitalistleri hedef
alacaklarına dâir iyimser sonuçlara ulaştırır. İyimserliğini 1930’larda yaşanan
Büyük Bunalım’ın emek üzerindeki etkileri ve “arasında beyaz işçilerin
kurdukları birlikler aracılığıyla Siyah işçiler arasında radikal fikirlerin
yayılması”[16] üzerine kuran Frazier’in öngörüsüne göre, “Siyahlar
proletaryanın bir parçası hâline gelecek (…) renge karşı olan hissiyat düşmanın
yüzüne çarpılıp parçalanacaktır.”[17] Kendi konumunu ırk, sınıf ve toplumsal
kurtuluş arasındaki ilişki üzerinden tanımlayan yazar, “şehirlerde siyah işçi
mülk sahibi sınıflarla proletarya arasındaki iktidar mücadelesini anlamaya
başladığına dâir işaretler vermekte ve kendisini tam mânâsıyla kurtuluşa
götürecek bu mücadelede beyaz işçilerle işbirliğine gitmeye başlamaktadır.”[18]
değerlendirmesinde bulunur. Proleter sınıf bilincinin gelişmesiyle siyah
işçiler işçi sınıfının diğer bölümleriyle birleşecek ve böylelikle sermayenin
sınıfsal hâkimiyetine karşı çıkma olarak belirlenebilecek o yegâne ortak davayı
destekleyeceklerdir.
Sınıf, Cinsiyet ve Ataerkillik
Tarihsel açıdan toplumdaki ataerkillik ve kadınların
ezilmesi toplumsal sınıfların gelişimine ve sınıf mücadeleleri ile eşzamanlı
olarak açığa çıkmıştır. Kadınların ilkel toplumdaki merkezî unsur olmaktan
ataerkil toplumsal ilişkiler aracılığıyla erkeğin hâkimiyeti altındaki ikincil
bir unsur olmaya doğru yaşadıkları dönüşüm sınıfsal hâkimiyetin ve genelde
sömürünün ortaya çıkışına âit bir sonuçtur.
Tüm tarih boyunca, kölelikten feodalizme ve oradan da
kapitalizme doğru seyreden süreçte kadınların ezilmesi, sınıflara bölünmüş
toplumlardaki sömürünün ve emeğe yönelik zulmün önemli bir bileşenidir. Zamanla
kadınların erkeklere tâbi olmaları gerçeği toplumsal ölçekte pekiştirilmiş ve
bu süreç, kitlelerin sınıflı toplum sebebiyle çektikleri acıları koşullayan
emekçilerin sömürülmesi gerçeği ile bütünleşmiştir.
Sonrasında, on sekizinci yüzyılda tesis edilmiş olan
kapitalizm ve kapitalist üretim ilişkileri, genişleyen bir sermaye birikimi
sürecindeki kapitalist sınıfın çıkarlarını geliştirmek amacıyla kullanılan ucuz
emek ve ülke içindeki çalışma hayatı aracılığıyla kadınların ezilmesi sürecine
katkıda bulunur.
Sınıflı topluma âit görece daha geniş olan toplumsal
ilişkileri biçimlendirmede üretim ilişkilerinin oynadığı rolü en iyi biçimde
kavrayan Engels tarafından güçlü biçimde belirlenmiş sınıf ve cinsiyet
arasındaki karşılıklı bağlantının, ailenin, özel mülkiyetin ve mirasın gelişim
sürecine âit önemli birer bileşen olduğu kabul edilir.[19] Onlarca yıl sonra
bir başka işçi sınıfı ve kadın hakları savunucusu Alexandra Kollontai, kadının
ezilmesinin köklerini ortaya çıkarma görevini üstlenerek, kapitalist toplumda
kadının kurtuluş yolunu gösterir.
Kollontai, The Social Basis of Woman Question (Kadın
Sorunun Toplumsal Temeli) adlı eserinde şu değerlendirmeyi yapar:
“Tarih
boyunca üretimin koşulları ve biçimleri kadınları boyun eğdirmiş ve zamanla
onları bugüne dek içinde bulundukları bir zulüm ve bağımlılık ortamına sürgün
etmiştir.”[20]
Devamında ise yazar şu tespitte bulunur:
“Kadınların
itaatinin arkasında belirli ekonomik faktörler olduğundan (…) kadınların
yitirdikleri önemi ve bağımsızlığı geri almaları için toplumsal ve ekonomik
yapıda muazzam bir değişimin yaşanması gerekir.”[21]
“Sexual Relations and the Class Struggle” (Cinsiyet
İlişkileri ve Sınıf Mücadelesi) başlıklı bir başka makalesinde Kollontai,
“ekonomik büyüme ve maddî kültürde yaşanan bir gelişmenin bir sonucu olarak
gelişen her yeni sınıf, kendisine uygun yeni bir ideoloji önerir. Seksüel
davranışın kodu bu ideolojinin bir parçasıdır.”[22] der ve “tüm tarihin
tecrübesi bize öğretmiştir ki, toplumdaki sınıf mücadelesinin tam da esas
zeminini teşkil eden hasım toplumsal güçlere karşı verdiği mücadele sürecinde
bir toplumsal grup, kendi ideolojisini ve bunun sonucunda da kendi seksüel
ahlâkını tüm ayrıntıları ile hazırlar.”[23] tespiti ile değerlendirmesini
tamamlar.
Kollontai’ın kadınların ezilmesi gerçeğinin doğasına
ve kaynaklarına yönelik analizi, onu kadınların kurtuluşunu getirecek sınıfsal
bir çözüm aramaya iter. Yazara göre, kadınların hakları toplum özel kâr temelli
örgütlenmeyi sürdürdükçe elde edilemez. Kapitalizm eleştirisinin ve genelde
emek sömürüsünün ötesine geçerek yazar, kadın işçilerin çıkarlarını analizinin
ön safına yerleştirir ve emekçi kadınlarla onların ailelerinin on dokuzuncu
yüzyıl sonundaki kapitalist toplumda verdikleri mücadeleleri inceler. Sözkonusu
mücadeleler, ilgili dönemin sonlarında ortaya çıkmış burjuva kadın hareketini
önceleyen mücadelelerdir ve kapitalizm koşullarında kadın haklarını sınıfsal
bir içerikle ele almışlardır.
Kapitalist toplumdaki kadın konumu ile ilgili inceleme
için sınıfsal analiz yaklaşımı getiren, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin gibi
Kollontai da kadınların çıkarlarını ve haklarını tek başına onların
cinsiyetleri değil, sınıfsal konumları temelinde tarif eder. Sadece kadın
nüfusunun bir bölümünün, yani burjuva kadınların çıkarlarını temsil ettiği için
feminist hareketi şiddetle eleştirir. Politik açıdan işçi sınıfının safında
durup kapitalist toplumun dönüşümünü savunan Kollontai, dikkatini emekçi kadınlara
yöneltir ve onların kurtuluşlarının işçi sınıfının kapitalist sömürüden
kurtuluşu için verdiği mücadele sürecinin bir parçası olduğunu görür.
Kadınların emekle ilgili toplumdaki konumlarının bir
tezahürü olarak kadın haklarının sahip olduğu sınıfsal öz, emekçi kadınların
günlük maddî hayat koşularında ortaya çıkan sorunlarına yoğunlaşan Kollontai’ın
çalışmalarında ikna edici biçimde izah edilir. Emekçi kadınların sömürüsü özel,
sınıfsal bir anlam dâhilinde gerçekleşir. Kollontai, farklı sınıflara âit
kadınların tecrübelerini (buradan da sahip oldukları çıkarları) ayrıştırır ve
aradaki mesafenin önemli politik sonuçları olduğunu söyler.
Kapitalist toplumda sınıf ile cinsiyet arasındaki
girift ilişkiye ve kadınların ezilmesine karşı bir mücadelenin verilmesi
gerekliliğine işaret ederken Kollontai, ekonomik ve toplumsal yapının dönüşümü
için verilen mücadelenin kadınların kurtuluşunun tam anlamıyla temin edileceği
noktaya kadar sürdürülmesi gerektiğini ve ancak böylesi bir dönüşüm için
mücadele edilmesinin zorunlu olduğunu düşünür.[24] Bu, kadınların yaşadığı
zulme son vermek için mevcut kapitalist düzenin önemli ölçüde dönüşüme tâbi tutulması
gerektiği anlamına gelir. Burada gerekli olan, kapitalist toplumun temel
yapılarını karakterize eden toplumsal, ekonomik ve politik hayatın devrimci
anlamda yeniden inşa edilmesidir. Kollontai, konuyla ilgili şu soruyu sorar:
“Tüm sömürücü kapitalist sistemin muhafaza edilmesi bağlamında gerçekleşen
politik bir eşitlik, emekçi kadını hem insan hem de kadın olarak takip edip
ezen ıstırap ile kötülük cehenneminden kurtarabilir mi?”[25] Kollontai, sorduğu
bu soruya şu şekilde cevap verir:
“Proleter
kadınlar arasında daha bilinçli olanlar ne politik, ne de hukukî eşitliğin
kadın meselesini tüm yönleriyle çözebileceğinin farkındadırlar. Kadınlar
işgüçlerini zorla satıp kapitalizmin boyunduruğunu taşırken, yeni değerler
üreten mevcut sömürücü sistem varlığını hâlâ muhafaza ederken, onlar asla özgür
ve bağımsız kişiler hâline gelemezler.”[26]
Dolayısıyla kadın işçilerin hedefi, “doğumdan ve
zenginlikten kaynaklı tüm imtiyazları ortadan kaldırmaktır ve bu nedenle kadın
işçiler, kadınları, ev kadınlarını ve anneleri önemli ölçüde etkileyecek olan
talepleri ve ihtiyaçları ortaya koyup ana hatları ile belirleyerek ortak
sınıfsal dava için dövüşmelidirler.”[27] Bu sebeple emekçi kadınların verdiği
mücadeleler “ortak işçi davasının bir parçasıdır!”[28]
“Eskiden
erkek işçiler sermayeye karşı mücadelenin yükünü sadece kendi omuzlarında
taşımaları ve kadın milletinin yardımı olmaksızın ‘eski dünya’ ile uğraşmaları
gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak babalarla kocaların işsiz kalması sonucu
ihtiyaç duyulmaya başlandıkça işçi kadınlar emek pazarına girdi ve işçi
erkekler kadınları ‘sınıf bilinçsiz’ saflara terk etmenin kendi davalarına ve
bu davanın sürdürülmesine zarar verdiğinin farkına vardılar. Sayıları giderek
artan bilinçli savaşçılar başarı şansını da artırmaktaydı. (…)
İşçi
sınıfına mensup kadınlar arasında birbirinden ayrı her bir iş basit anlamda
kadın işçiyi bilinçlendirip onu daha iyi bir gelecek için savaşanların
saflarına fırlatıp atan bir araçtır. (…) Kadın işçinin bilincini geliştirmek
için ortaya konulan titiz bir çalışma, işçi sınıfının birliği davasına hizmet
eder.[29]
İşçi sınıfının bütün çıkarları bağlamında Kollontai,
sınıf, cinsiyet ve ataerkillik arasındaki ilişkiye dönük bir anlayış geliştirir
ve kapitalist toplumda emekçi kadınların maruz kaldığı sömürü ve zulmün temeli
olan özel kâr için emeğin sömürülmesi sürecinin merkezî niteliğini belirler.
İlerleyen dönemlerde marksist feministler, kadınların
maruz kaldığı zulme karşı mücadelenin, kapitalist sömürüye karşı mücadeleye
eşlik etmesi gerektiği üzerinde duran çeşitli görüşler geliştirirler.
Kapitalist toplumda cinsiyet ve sınıf arasındaki kesişimi derinlemesine analiz
eden bu marksist feministler, kapitalizm koşullarında kadınların maruz kaldığı
zulmün nedenlerine ve sonuçlarına dönük sınıf temelli anlayışa katkıda
bulunurlar.
Sonuç
Toplumdaki sınıfsal ayrışmaların ortaya çıkışı ile
gelişmiş olan ataerkillik ve ırksal zulüm, kapitalist toplumdaki emek sömürüsü
aracılığıyla iki ana payandaya kavuşur. Kapitalistler için görece daha büyük
kârlar üretmek amacıyla birikim sürecini rahatlatan ırksal ve cinsel zulüm,
böylelikle sistemin devamlılığının ve geleceğinin güvence altına alınması
noktasında kapitalist gelişme sürecinin bir parçası hâline gelmiştir. Irksal ve
cinsel ayrışmalar, ödeme farklılıkları aracılığıyla daha büyük kârların elde
edilmesi gerçeğine hizmet etmiş, sermayeye “böl ve yönet” silâhını vererek,
onun toplum üzerindeki iktidarını sürdürmesine ve kapitalist sınıfın sınıfsal
hâkimiyetini güvence altına alan devlet ve diğer hayatî önemdeki toplumsal
kurumların kontrolünün sürmesine katkı sunmuştur.
Irksal ve cinsel zulümle ilgili sınıfsal bir analiz,
bu olgularla emek sömürüsünün genişletilmesi ve kapitalistler için kârın
artırılması arasındaki bağlantının tam anlamıyla anlaşılması için zorunludur.
Sömürü, özellikle kadın işçilerde ve ırksal, etnik azınlıklara mensup işçilerde
daha acımasız ve daha şiddetli bir biçimde yaşanmaktadır. Irksal ve cinsel
zulmün sınıfsal özü, sermayenin kadınlara ve azınlıklara yönelik tavrı
incelendiğinde daha aşikâr bir hâl almaktadır. Dolayısıyla Kollontai’ın ve Frazier’in
de tespit ettikleri üzere, sözkonusu kesimlerin oldukça küçük bir kısmı bu
zulümden kurtulup kapitalist hâkimiyetten istifade edebilmekte iken, genelde
emekçi halk, özelde kadın işçiler ve azınlıklara mensup işçiler kapitalist
sömürünün kurbanları olmaktadır. Sermaye ise kendi servet birikiminin ve toplum
üzerindeki hâkimiyetinin devamlılığı için bu gerçeğin kendi lehine olduğunu
bilmektedir.
Berç Berberoğlu
[Kaynak: Class Structure and Social
Transformation, Praeger, 1994, s. 89-97]
Dipnotlar:
[1] Karl Marx, Capital, I. Cilt, (New York: International Publishers,
1976), s. 751.
[2] W. E. B. Du Bois, “The White Masters of the World”,
Yayına Hz.: Virginia Hamilton, The Writings of the W. E. B. Du Bois
içinde (W. E. B. Du Bois Yazıları -New York: Thomas Y. Crowell Company, 1975)
içinde, s. 201-202.
[3] Victor Perlo, Super Profits and Crises: Modern
U.S. Capitalism, New York: International Publishers, 1988), s. 85.
[4] A.g.e.
[5] W. E. B. Du Bois, “The Social Effects of
Emancipation”, Yayına Hz.: Meyer Weinberg, W. E. B. Du Bois: A Reader içinde,
New York: Harper & Row, 1970), s. 71.
[6] A.g.e., s. 342-43.
[7] Du Bois, aktaran: Gerald Horne, Black &
Red: W. E. B. Du Bois and the Afro-American Response to the Cold War, 1944-1963,
Albany: State University of New York Press, 1986), s. 224.
[8] W. E. B. Du Bois, “Negroes and the Crisis of
Capitalism in the United States”, Monthly Review, 4, sayı: 12, (Nisan
1953), s. 482-483.
[9] Horne, Black & Red, s. 225.
[10] İlk dönem çalışmaları için bkz.: E. Franklin
Frazier, The Negro Family in the United States, Şikago: University of
Chicago Press, 1939). Irk ve sınıf arasındaki ilişki ile ilgili son dönem
görüşleri şu çalışmada geliştirilmiştir: E. Franklin Frazier, The Negro in
the United States, New York: MacMillan, 1949); ve aynı yazar, Race and
Culture Contacts in the Modern World, New York: Knopf, 1957).
[11] Anthony, M. Platt, E. Franklin Frazier
Reconsidered, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1991), s.
164.
[12] Frazier, aktaran: Platt, a.g.e., s. 164.
[13] A.g.e., s. 219.
[14] Frazier, aktaran: Platt, a.g.e., s. 186.
[15] Bu tartışma, William Julius Wilson’ın The
Declining Significance of Race (Irkın Azalan Önemi -Şikago: University of
Chicago Press, 1978) isimli çalışmasını yayınlaması ile başladı, The Truly
Disadvantaged: The Inner City, Underclass, and Public Policy (Gerçek
Anlamda Yoksun: İç Şehir, Altsınıf ve Kamu Düzeni -Şikago: University of
Chicago Press, 1987) isimli çalışması ile devam etti. Genelde tartışma, ABD
ekonomisinin dönüşümü ve bu dönüşümün şehir merkezlerindeki etkilerine bağlı
olarak, siyah toplumun içindeki sınıfsal yapı ve dinamiklerin değişmesi
bağlamında yürütülmüştür. Sözkonusu dönüşüm sonucunda Amerika’nın merkezî
şehirlerinde kısılıp kalmış, büyük ölçüde işsiz ya da hizmetkârlık gibi sıradan
işlerde çalışan bir siyah nüfusun meydana getirdiği bir “alt sınıf” ortaya
çıkmıştır. Bu tartışmada kimin hangi konumu aldığına ilişkin genel bir
değerlendirme için bkz.: Yayına Hz.: Charles V. Willie, The Caste and Class
Controversy on Race and Poverty, Dix Hills, N. Y.: General Hall, 1989).
[16] Frazier, aktaran: Platt, E. Franklin Frazier
Reconsidered, s. 164.
[17] A.g.e., s. 163.
[18] A.g.e., s. 164.
[19] Friedrich Engels, The Origin of Family,
Private Property, and the State, New York: International Publishers, 1972.
[20] Alexandra Kollontai, “The Social Basis fo the
Woman Question, Yayına Hz.: Alix Holt, Selected Writings of Alexandra
Kollontai içinde, Wesport, Conn.: Lawrence Hill, and Company, 1978), s. 61.
[21] A.g.e., s. 58-61.
[22] Alexandre Kollontai, a.g.e., s. 249.
[23] A.g.e.
[24] A.g.e., s.. 59-60.
[25] Yayına Hz.: I. M. Dazhina vd., Alexandra
Kollontai: Selected Articles and Speeches, New York: International
Publishers, 1984), s. 33-34.
[26] A.g.e., s. 34.
[27] A.g.e., s. 64.
[28] A.g.e.
[29] A.g.e., s. 62-65. Milyonlarca emekçi
kadının umut ve isteklerini dile getiren Kollontai şu beyanda bulunur: “Ortak
sınıfsal davaya hizmet etmenin ve bununla eşzamanlı olarak kadın işçileri
coşturan kadının kurtuluş kavgasına kutlamalarla katılmanın sevincini içimizde
hissedelim.”, s. 65.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder