02 Mayıs 2020

,

Vakıflar ve Emperyalizm


Özel vakıflar, sadece insanî yardım faaliyetleri yürüten kuruluşlar olarak görülüyor. Bunlar, zenginlere “kazandıklarını topluma cömertlik ve şükran duyguları ile geri vermelerini” sağlayan aracı temin ediyorlar.
Nadiren de olsa bu hayırseverler, çıkıp asıl amaçlarını açık açık ifade ediyorlar ve bu yardım çalışmalarıyla kendileri için dünyayı daha güvenli kılma amacını güttüğünü söylüyorlar.
Bill ve Melinda Gates Vakfı, kendi internet sitesinde bir mektup yayımladı. Burada Bill Gates, “zenginlerin çıkarları üzerine kurulu dünya”ya sesleniyor ve şu uyarıyı yapıyor: “Eğer toplumlar, insanlarına temel sağlık hizmetlerini sunamazsa, onları besleyip eğitemezse, o vakit halklar ve sorunlar büyür, dünya istikrarsız bir yer hâline gelir.”[1]
Bu türden “yardımseverlik” faaliyetleri, yaklaşık yüzyıldır ABD’de yürürlükte olan bir olgu. Yüz yıl önce Rockefeller ve Carnegie gibi sanayi baronları, kendi adlarıyla vakıflar kurdular. Onları 1936’da Ford takip etti.
Joan Roelofs’un (2003) da dile getirdiği biçimiyle, son yüz yılda geniş ölçekli özel yardım kuruluşları, dünya genelinde Batılı yönetici sınıfının ideolojisinin güçlendirilmesinde ve neoliberal kurumların hegemonyasının güvence altına alınmasında kritik bir rol oynadılar. Vakıflardan, vakıfların desteklediği STK’lardan ve Ulusal Demokrasi Vakfı gibi devlet kurumlarından oluşan ağ, CIA’yi fonlamak için kullanıldı ve emperyalizme verilen desteklerle birlikte, halkına dost devletlerin ve toplumsal hareketlerin ezilmesi noktasında devreye sokuldu. Bu amaçla ABD’nin küresel stratejisine katkı sunacak kurumlar ele geçirildi. Süreç içerisinde vakıflar, ABD istihbaratının yönettiği rejim değişikliği operasyonlarında aktif olarak kullanıldılar.
Örneğin Endonezya’da Ford Vakfı’nın desteklediği bilgi ağları, ABD hegemonyasına karşı çıkan tarafsız Sukarno hükümetini yıkmak için kullanıldı. Aynı zamanda Ford, hem Endonezya Üniversitesi’nde hem de ABD’deki üniversitelerde ekonomistleri ileride kapitalist emperyalizme destek sunacak hükümette kullanmak üzere eğitti.
Kısa sürece Pierre Omidyar ve George Soros gibi milyarder isimlerin yönettikleri vakıflar, Ukrayna cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’i deviren 2014 darbesinin ardındaki muhalif gruplara destek verme noktasında ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ile birlikte çalıştılar.
Bilindiği üzere özel vakıflar, nüfuzlarını dolaylı yollardan kullanıyor ve imkânlarını daha geniş bir alanda devreye sokuyorlar. ABD’nin elindeki “yumuşak güce” ait önemli bir unsur olarak vakıflar, yönetici sınıf tarafından kaldıraç niyetine kullanılıyorlar ve onlardan, kamu politikasını kapitalist sisteme, şirketlerin kârlarına yarayacak bir yöne sokma noktasında istifade ediliyor.
Uluslararası sağlık alanında yürütülen yardım faaliyetlerinin ilk örneğini tropikal tıp okullarında görmek mümkün. 19. yüzyılın sonlarında Britanya ve ABD, bu okulları sömürgelerdeki emekçilerin üretkenliğini artırmak, ama öte yandan da oralarda çalışan beyaz denetçilerin ve idarecilerin sağlığını korumak için kurdu. 1907’de bir gazeteci şunları aktarıyor:
“Hastalık, yerli halkın büyük bir kısmını kırımdan geçiriyor, tropik bölgelerden gelen insanlar evlerine yaşlı ve harap hâlde dönüyorlar. Beyaz adam, bu soruna çözüm bulana dek söz konusu ayıpla yaşanmaya devam edilecek. Dünyanın büyük bir kısmını beyaz adamın idaresi altına sokmak tumturaklı bir iddia, ama yerli halkların yaşam koşullarını geliştirecek araçlar elimizde yoksa bu iddia, boş bir övüngenliğin yansıması olarak kalacak.”[1]
Rockefeller Vakfı da aynı gerekçe temelinde kuruluyor. 1913’te faaliyetlerine başlayan vakıf, ilk hedefinin kancalı kurt hastalığını, sıtmayı ve sarıhummayı ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor. Esasında ilk günden itibaren vakfın yardım faaliyetleri, ülke içiyle alakalı bir gündeme de sahip. 1916’da Walsh Komisyonu Raporu’nun hazırlanmasından sonra vakıf, emek sahası ile ilgili araştırmalara sunduğu desteği geri çekiyor, zira raporda vakfın patronların yıkıcı faaliyetlerini ve sanayideki şiddeti gizlemek için kamuya ait bilgi kaynaklarını ortadan kaldırdığından söz ediliyor.[2]
Rockefeller’a ait Uluslararası Sağlık Komisyonu’nun sömürge dünyasında teşvik ettiği halk sağlığı tedbirleri kâr artışına sebep oluyor, zira bu teşvikler sayesinde her bir işçiye çalışma başına daha düşük para ödeniyor, ama buna karşın “işçilerin daha uzun ve daha çok çalışacak gücü bulduklarından, buna karşılık kendilerine verilen zarfın içinde daha fazla parayla karşılaştıklarından” bahsediliyor.[3]
Sömürü için geniş bir işsiz havuzuna sahip olan bölgelerde emeğin verimliliğindeki artışa katkı sunan Rockefeller destekli araştırma programları, Güney’in yoksul ülkelerinde ABD ordusunun ileride gireceği maceralar konusunda gerekli kapsamı sunuyor. Bu ülkelerde işgalci orduların elini kolunu tropikal hastalıklar bağlıyor.[4]
Rockefeller Vakfı, uluslararası sağlık programlarının kapsamını ABD kurumlarıyla ve diğer örgütlerle uyumlu biçimde genişlettikçe emperyalizmin merkezi daha fazla avantaj elde ediyor. Modern tıp kapitalizmin sunduğunu söylediği faydaları “geri kalmış” halklara reklâm ediyor, bu halkların emperyalist güçlerin hâkimiyetine yönelik direnişinin zeminini ortadan kaldırıyor, bir yandan da sömürge ülkelerde yeni sömürgeciliğe açık, yabancıların bağışlarına bağımlı bir meslek sahibi sınıf yaratıyor. Rockefeller Vakfı’nın başkanı 1916’da şu tespiti yapıyor: “İlkel ve şüpheli halkları susturma noktasında ilâçlar makineli tüfeklere kıyasla daha fazla avantaja sahiptir.”[5]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında halk sağlığı ile ilgili yardım çalışmaları, ABD’nin dış politikasıyla daha fazla uyumlu hâle getiriliyor, çünkü bu dönemde yeni sömürgecilik, her zaman özü teşkil etmese de “kalkınma” retoriğini benimsiyor.
Vakıflar, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ile devletin gerçekleştirdiği, Batı’nın imal ettiği mallara yeni pazarlar oluşturma bir yandan da hammadde üretimini artırma amacını güden müdahalelere destek verme noktasında işbirliği içinde hareket ediyorlar.
ABD’de Dışişleri Bakanı George Marshall’ın temsil ettiği yönetici sınıf içi bir kesim, o dönemde şunu söylüyor: “Tropikal bölgelerde emeğin üretimini artırdığımızda halk sağlığına yapılacak yatırımların yanında toplumsal ve ekonomik altyapıya da yatırım yapmak zorunda kalacağız.”
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında ABD siyasetinin önde gelen mimarlarından olan Marshall, 1948’de düzenlenen Dördüncü Uluslararası Tropikal Hastalıklar ve Sıtma Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “aydınlanmacı” kapitalizmde verilecek sağlık hizmetleriyle ilgili vizyonunu şu şekilde aktarıyor:
“Tropikal hastalıkların kontrol altına alınması ile gıda ve hammadde üretimi muazzam ölçülerde artacak, dünya ticareti teşvik edilecek, her şeyin ötesinde yaşam koşulları iyileşecek, toplumsal ve kültürel avantajlar elde edilecek.”[6]
Marshall’ın bu konuşması, bugün Bill ve Melinda Gates Vakfı türünden vakıflarca olduğu gibi tekrarlanıyor. Bu vakıflar, sömürgecilik sonrası dönemin reelpolitiği için bir kılıf işlevi görüyor.
Ellilerde Ford Vakfı’na başkanlık eden Paul Hoffman’a göre “Çin iç savaşında komünistlerin elde ettikleri zafer, komünizmin toplumsal ve ekonomik düzensizliğin bulunduğu koşullarda gelişip serpildiği konusunda bir ders içeriyor.”[7]
Dolayısıyla savaş sonrası gündeme gelen yardım çalışmalarının asıl amacı, üçüncü dünya halklarını pasivize edecek kalkınma programlarını teşvik etmek. Ford Vakfı’nın 1949’da hazırladığı Gaither Raporu tam da bu sebeple, “Asya ve Avrupa’da komünizmin yükselişine karşı koymak amacıyla insanların refahını artırma” görevini vakıfların omuzlarına yüklüyor.[8]
1956’da ise Ulusal Kalkınma İdaresi Kurulu başkanının hazırladığı raporda halk sağlığı yardımlarının Batı’nın Hintçini’nde gerçekleştirdiği askerî saldırılara yardım etmek amacıyla devreye sokulan bir taktik olduğu söyleniyor:
“Geceleri Viet Minh gerillalarının faaliyetleri yüzünden girilemeyen bölgelerde gündüzleri sıtmayla mücadele ekipleri, her yere DDT denilen böcek ilâcını sıkıyordu. […] Filipinler’de insanların yaşamadığı birçok bölgenin kullanılabilmesi için benzer programlar yürürlüğe konuldu ve bu programlar, Huk örgütü mensubu teröristlerin barış yanlısı birer toprak sahibine dönüştürülmesi sürecine katkıda bulundular.”[9]
Büyük yardım kuruluşları ve vakıflar, bağımsızlığın elde edilmesi ardından Hindistan tarımına da müdahale ediyorlar. Burada Ford Vakfı, Toplumsal Kalkınma Programı türünden girişimlerin altına imza atıyor. Üstelik Nehru bu programları, “tarımda temel toplumsal reformları talep eden solcu ve komünist köylü hareketlerinden devrim tehditlerini savuşturacak bir model olarak” görüp göklere çıkartıyor.
Ama halk sağlığı yardımlarından farklı olarak vakıf destekli tarımsal kalkınma pratiği, göstermelik tedbirlerin ötesine geçemiyor. Paul Baran gibi isimlerin de dillendirdiği biçimiyle, savaş sonrasında emperyalizm, çevre ve merkez arasında tesis ettiği bağımlılık ilişkisi sayesinde gelişip serpiliyor.
Bu süreçte yabancı sermaye, mevcut feodal ticaret düzenini savunan büyük toprak sahipleri, zengin kompradorlar ve güçlü tekellerden meydana gelen koalisyonun güvencesi altındaki yarı feodal politik ve toplumsal yapıların kalıcılaşmasından epey istifade ediyor.
Dolayısıyla azgelişmiş devletlerin ve ekonomilerin güçlenmesini ve feodalizmin kökünün kazınmasını şart koşan her türden anlamlı reform, kapitalist kurumların başındaki yöneticilerin korumak istedikleri sömürgecilik sonrası bağımlılık sistemine dönük bir tehdit olarak görülüyor.
Bu noktada vakıfların hassas bir denge tesis etmeleri, bağımsızlığı veya gerçek bir reformu teşvik etmeksizin üçüncü dünya halklarını teskin edecek adımlar atmaları gerekiyor. Bazen de vakıflar, lütufta bulunup altyapı ile eğitimli personel üzerindeki kontrolünü olduğu gibi ulusal sağlık bakanlıklarına teslim ediyor.[10] Ama hiçbir zaman yoksul ülkelerdeki sağlık sisteminin gerçek anlamda kendi kendine idame edebilen bir yapıya kavuşmasına izin verilmiyor.
Soğuk Savaş döneminde dile getirilen abartılı vaatlerle kıyaslandığında üçüncü dünya ülkelerinde sağlık hizmetlerine yapılan yatırımlar çok düşük düzeylerde seyrediyor. Gene de periferideki ülkelerin hükümetlerinin emperyalizmle işbirliği, insanların kalplerini ve akıllarını ele geçirmek için verilen mücadele bağlamında zaruri görülmeye devam ediyor. Rusya ve Çin’de sosyalizmin sona ermesiyle birlikte uluslararası sağlık yardımının dayandığı teori ve bu yönde atılan adımlar, nitelik bakımından önemli bir değişime uğruyorlar.
Jacob Levich
[Kaynak: American Journal of Economics and Sociology, Cilt 74, Sayı 4 (Eylül 2015), s. 707-711.]
Dipnotlar
[1] Brown, E. Richard. (1976). “Public Health in Imperialism: Early Rockefeller Programs at Home and Abroad.” American Journal of Public Health 66(9): s. 897.
[2] Brison, Jeffrey. (2005). Rockefeller, Carnegie, and Canada. Montreal: McGill-Queen’s University Press, s. 35.
[3] Brown, E. Richard, A.g.e., s. 900.
[4] Killingray, David. (1989). “Colonial Warfare in West Africa 1870–1914.” Imperialism and War içinde. Ed. J. A. de Moor ve H. L.Wesseling. Leiden: E.J. Brill, s. 150-151.
[5] Brown, E. Richard, A.g.e., s. 900.
[6] Packard, Randall. (1997). “Visions of Postwar Health and Development and Their Impact on Public Health Interventions in the Developing World.” International Development and the Social Sciences içinde. Ed. Frederick Cooper ve Randall Packard. Berkeley: Univ. of California Press, s. 97.
[7] Hess, Gary R. (2003). “Waging the Cold War in the Third World: The Foundations and the Challenges of Development.” Charity, Philanthropy, and Civility in American History. Ed. Lawrence J. Friedman ve Mark D. McGarvie. New York: Cambridge University Press, s. 319.
[8] Gaither, H. Rowan (1949). Report of the Study for the Ford Foundation on Policy and Program. Detroit: Ford Foundation, s. 26.
[9] Packard, Randall, A.g.e., s. 99.
[10] Downs, M. D. Ve G. Wilbur (1982). “The Rockefeller Foundation Virus Program 1951–1971 with Update to 1981.” Annual Review of Medicine 33, s. 8.

0 Yorum: