Nadiren de olsa bu hayırseverler, çıkıp asıl
amaçlarını açık açık ifade ediyorlar ve bu yardım çalışmalarıyla kendileri için
dünyayı daha güvenli kılma amacını güttüğünü söylüyorlar.
Bill ve Melinda Gates Vakfı, kendi internet
sitesinde bir mektup yayımladı. Burada Bill Gates, “zenginlerin çıkarları
üzerine kurulu dünya”ya sesleniyor ve şu uyarıyı yapıyor: “Eğer toplumlar,
insanlarına temel sağlık hizmetlerini sunamazsa, onları besleyip eğitemezse, o
vakit halklar ve sorunlar büyür, dünya istikrarsız bir yer hâline gelir.”[1]
Bu türden “yardımseverlik” faaliyetleri, yaklaşık
yüzyıldır ABD’de yürürlükte olan bir olgu. Yüz yıl önce Rockefeller ve Carnegie
gibi sanayi baronları, kendi adlarıyla vakıflar kurdular. Onları 1936’da Ford
takip etti.
Joan Roelofs’un (2003) da dile getirdiği biçimiyle,
son yüz yılda geniş ölçekli özel yardım kuruluşları, dünya genelinde Batılı
yönetici sınıfının ideolojisinin güçlendirilmesinde ve neoliberal kurumların
hegemonyasının güvence altına alınmasında kritik bir rol oynadılar.
Vakıflardan, vakıfların desteklediği STK’lardan ve Ulusal Demokrasi Vakfı gibi
devlet kurumlarından oluşan ağ, CIA’yi fonlamak için kullanıldı ve emperyalizme
verilen desteklerle birlikte, halkına dost devletlerin ve toplumsal
hareketlerin ezilmesi noktasında devreye sokuldu. Bu amaçla ABD’nin küresel
stratejisine katkı sunacak kurumlar ele geçirildi. Süreç içerisinde vakıflar,
ABD istihbaratının yönettiği rejim değişikliği operasyonlarında aktif olarak kullanıldılar.
Örneğin Endonezya’da Ford Vakfı’nın desteklediği
bilgi ağları, ABD hegemonyasına karşı çıkan tarafsız Sukarno hükümetini yıkmak
için kullanıldı. Aynı zamanda Ford, hem Endonezya Üniversitesi’nde hem de
ABD’deki üniversitelerde ekonomistleri ileride kapitalist emperyalizme destek
sunacak hükümette kullanmak üzere eğitti.
Kısa sürece Pierre Omidyar ve George Soros gibi
milyarder isimlerin yönettikleri vakıflar, Ukrayna cumhurbaşkanı Viktor
Yanukoviç’i deviren 2014 darbesinin ardındaki muhalif gruplara destek verme
noktasında ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ile birlikte çalıştılar.
Bilindiği üzere özel vakıflar, nüfuzlarını dolaylı
yollardan kullanıyor ve imkânlarını daha geniş bir alanda devreye sokuyorlar.
ABD’nin elindeki “yumuşak güce” ait önemli bir unsur olarak vakıflar, yönetici
sınıf tarafından kaldıraç niyetine kullanılıyorlar ve onlardan, kamu
politikasını kapitalist sisteme, şirketlerin kârlarına yarayacak bir yöne sokma
noktasında istifade ediliyor.
Uluslararası sağlık alanında yürütülen yardım
faaliyetlerinin ilk örneğini tropikal tıp okullarında görmek mümkün. 19. yüzyılın
sonlarında Britanya ve ABD, bu okulları sömürgelerdeki emekçilerin
üretkenliğini artırmak, ama öte yandan da oralarda çalışan beyaz denetçilerin
ve idarecilerin sağlığını korumak için kurdu. 1907’de bir gazeteci şunları
aktarıyor:
“Hastalık,
yerli halkın büyük bir kısmını kırımdan geçiriyor, tropik bölgelerden gelen
insanlar evlerine yaşlı ve harap hâlde dönüyorlar. Beyaz adam, bu soruna çözüm
bulana dek söz konusu ayıpla yaşanmaya devam edilecek. Dünyanın büyük bir
kısmını beyaz adamın idaresi altına sokmak tumturaklı bir iddia, ama yerli
halkların yaşam koşullarını geliştirecek araçlar elimizde yoksa bu iddia, boş
bir övüngenliğin yansıması olarak kalacak.”[1]
Rockefeller Vakfı da aynı gerekçe temelinde
kuruluyor. 1913’te faaliyetlerine başlayan vakıf, ilk hedefinin kancalı kurt
hastalığını, sıtmayı ve sarıhummayı ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor. Esasında
ilk günden itibaren vakfın yardım faaliyetleri, ülke içiyle alakalı bir gündeme
de sahip. 1916’da Walsh Komisyonu Raporu’nun hazırlanmasından sonra vakıf, emek
sahası ile ilgili araştırmalara sunduğu desteği geri çekiyor, zira raporda
vakfın patronların yıkıcı faaliyetlerini ve sanayideki şiddeti gizlemek için
kamuya ait bilgi kaynaklarını ortadan kaldırdığından söz ediliyor.[2]
Rockefeller’a ait Uluslararası Sağlık Komisyonu’nun
sömürge dünyasında teşvik ettiği halk sağlığı tedbirleri kâr artışına sebep
oluyor, zira bu teşvikler sayesinde her bir işçiye çalışma başına daha düşük
para ödeniyor, ama buna karşın “işçilerin daha uzun ve daha çok çalışacak gücü bulduklarından,
buna karşılık kendilerine verilen zarfın içinde daha fazla parayla karşılaştıklarından”
bahsediliyor.[3]
Sömürü için geniş bir işsiz havuzuna sahip olan
bölgelerde emeğin verimliliğindeki artışa katkı sunan Rockefeller destekli
araştırma programları, Güney’in yoksul ülkelerinde ABD ordusunun ileride
gireceği maceralar konusunda gerekli kapsamı sunuyor. Bu ülkelerde işgalci
orduların elini kolunu tropikal hastalıklar bağlıyor.[4]
Rockefeller Vakfı, uluslararası sağlık
programlarının kapsamını ABD kurumlarıyla ve diğer örgütlerle uyumlu biçimde genişlettikçe
emperyalizmin merkezi daha fazla avantaj elde ediyor. Modern tıp kapitalizmin
sunduğunu söylediği faydaları “geri kalmış” halklara reklâm ediyor, bu
halkların emperyalist güçlerin hâkimiyetine yönelik direnişinin zeminini
ortadan kaldırıyor, bir yandan da sömürge ülkelerde yeni sömürgeciliğe açık,
yabancıların bağışlarına bağımlı bir meslek sahibi sınıf yaratıyor. Rockefeller
Vakfı’nın başkanı 1916’da şu tespiti yapıyor: “İlkel ve şüpheli halkları
susturma noktasında ilâçlar makineli tüfeklere kıyasla daha fazla avantaja
sahiptir.”[5]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında halk sağlığı ile
ilgili yardım çalışmaları, ABD’nin dış politikasıyla daha fazla uyumlu hâle
getiriliyor, çünkü bu dönemde yeni sömürgecilik, her zaman özü teşkil etmese de
“kalkınma” retoriğini benimsiyor.
Vakıflar, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ile devletin
gerçekleştirdiği, Batı’nın imal ettiği mallara yeni pazarlar oluşturma bir yandan
da hammadde üretimini artırma amacını güden müdahalelere destek verme
noktasında işbirliği içinde hareket ediyorlar.
ABD’de Dışişleri Bakanı George Marshall’ın temsil
ettiği yönetici sınıf içi bir kesim, o dönemde şunu söylüyor: “Tropikal
bölgelerde emeğin üretimini artırdığımızda halk sağlığına yapılacak
yatırımların yanında toplumsal ve ekonomik altyapıya da yatırım yapmak zorunda
kalacağız.”
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında ABD siyasetinin önde
gelen mimarlarından olan Marshall, 1948’de düzenlenen Dördüncü Uluslararası
Tropikal Hastalıklar ve Sıtma Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “aydınlanmacı”
kapitalizmde verilecek sağlık hizmetleriyle ilgili vizyonunu şu şekilde aktarıyor:
“Tropikal
hastalıkların kontrol altına alınması ile gıda ve hammadde üretimi muazzam
ölçülerde artacak, dünya ticareti teşvik edilecek, her şeyin ötesinde yaşam
koşulları iyileşecek, toplumsal ve kültürel avantajlar elde edilecek.”[6]
Marshall’ın bu konuşması, bugün Bill ve Melinda
Gates Vakfı türünden vakıflarca olduğu gibi tekrarlanıyor. Bu vakıflar,
sömürgecilik sonrası dönemin reelpolitiği için bir kılıf işlevi görüyor.
Ellilerde Ford Vakfı’na başkanlık eden Paul
Hoffman’a göre “Çin iç savaşında komünistlerin elde ettikleri zafer, komünizmin
toplumsal ve ekonomik düzensizliğin bulunduğu koşullarda gelişip serpildiği
konusunda bir ders içeriyor.”[7]
Dolayısıyla savaş sonrası gündeme gelen yardım
çalışmalarının asıl amacı, üçüncü dünya halklarını pasivize edecek kalkınma
programlarını teşvik etmek. Ford Vakfı’nın 1949’da hazırladığı Gaither Raporu
tam da bu sebeple, “Asya ve Avrupa’da komünizmin yükselişine karşı koymak
amacıyla insanların refahını artırma” görevini vakıfların omuzlarına yüklüyor.[8]
1956’da ise Ulusal Kalkınma İdaresi Kurulu
başkanının hazırladığı raporda halk sağlığı yardımlarının Batı’nın Hintçini’nde
gerçekleştirdiği askerî saldırılara yardım etmek amacıyla devreye sokulan bir
taktik olduğu söyleniyor:
“Geceleri
Viet Minh gerillalarının faaliyetleri yüzünden girilemeyen bölgelerde
gündüzleri sıtmayla mücadele ekipleri, her yere DDT denilen böcek ilâcını
sıkıyordu. […] Filipinler’de insanların yaşamadığı birçok bölgenin
kullanılabilmesi için benzer programlar yürürlüğe konuldu ve bu programlar, Huk
örgütü mensubu teröristlerin barış yanlısı birer toprak sahibine dönüştürülmesi
sürecine katkıda bulundular.”[9]
Büyük yardım kuruluşları ve vakıflar,
bağımsızlığın elde edilmesi ardından Hindistan tarımına da müdahale ediyorlar. Burada
Ford Vakfı, Toplumsal Kalkınma Programı türünden girişimlerin altına imza atıyor.
Üstelik Nehru bu programları, “tarımda temel toplumsal reformları talep eden
solcu ve komünist köylü hareketlerinden devrim tehditlerini savuşturacak bir model
olarak” görüp göklere çıkartıyor.
Ama halk sağlığı yardımlarından farklı olarak
vakıf destekli tarımsal kalkınma pratiği, göstermelik tedbirlerin ötesine
geçemiyor. Paul Baran gibi isimlerin de dillendirdiği biçimiyle, savaş
sonrasında emperyalizm, çevre ve merkez arasında tesis ettiği bağımlılık ilişkisi
sayesinde gelişip serpiliyor.
Bu süreçte yabancı sermaye, mevcut feodal ticaret
düzenini savunan büyük toprak sahipleri, zengin kompradorlar ve güçlü tekellerden
meydana gelen koalisyonun güvencesi altındaki yarı feodal politik ve toplumsal
yapıların kalıcılaşmasından epey istifade ediyor.
Dolayısıyla azgelişmiş devletlerin ve ekonomilerin
güçlenmesini ve feodalizmin kökünün kazınmasını şart koşan her türden anlamlı
reform, kapitalist kurumların başındaki yöneticilerin korumak istedikleri
sömürgecilik sonrası bağımlılık sistemine dönük bir tehdit olarak görülüyor.
Bu noktada vakıfların hassas bir denge tesis
etmeleri, bağımsızlığı veya gerçek bir reformu teşvik etmeksizin üçüncü dünya
halklarını teskin edecek adımlar atmaları gerekiyor. Bazen de vakıflar, lütufta
bulunup altyapı ile eğitimli personel üzerindeki kontrolünü olduğu gibi ulusal
sağlık bakanlıklarına teslim ediyor.[10] Ama hiçbir zaman yoksul ülkelerdeki
sağlık sisteminin gerçek anlamda kendi kendine idame edebilen bir yapıya
kavuşmasına izin verilmiyor.
Soğuk Savaş döneminde dile
getirilen abartılı vaatlerle kıyaslandığında üçüncü dünya ülkelerinde sağlık
hizmetlerine yapılan yatırımlar çok düşük düzeylerde seyrediyor. Gene de
periferideki ülkelerin hükümetlerinin emperyalizmle işbirliği, insanların
kalplerini ve akıllarını ele geçirmek için verilen mücadele bağlamında zaruri
görülmeye devam ediyor. Rusya ve Çin’de sosyalizmin sona ermesiyle birlikte
uluslararası sağlık yardımının dayandığı teori ve bu yönde atılan adımlar, nitelik
bakımından önemli bir değişime uğruyorlar.
Jacob
Levich
[Kaynak:
American Journal of Economics and
Sociology, Cilt 74, Sayı 4 (Eylül 2015), s. 707-711.]
Dipnotlar
[1] Brown, E. Richard. (1976). “Public Health in
Imperialism: Early Rockefeller Programs at Home and Abroad.” American Journal of Public Health 66(9):
s. 897.
[2] Brison, Jeffrey. (2005). Rockefeller, Carnegie, and Canada. Montreal: McGill-Queen’s
University Press, s. 35.
[3] Brown, E. Richard, A.g.e., s. 900.
[4] Killingray, David. (1989). “Colonial Warfare
in West Africa 1870–1914.” Imperialism and
War içinde. Ed. J. A. de Moor ve H. L.Wesseling. Leiden: E.J. Brill, s.
150-151.
[5] Brown, E. Richard, A.g.e., s. 900.
[6] Packard, Randall. (1997). “Visions of Postwar
Health and Development and Their Impact on Public Health Interventions in the
Developing World.” International
Development and the Social Sciences içinde. Ed. Frederick Cooper ve Randall
Packard. Berkeley: Univ. of California Press, s. 97.
[7] Hess, Gary R. (2003). “Waging the Cold War in
the Third World: The Foundations and the Challenges of Development.” Charity, Philanthropy, and Civility in
American History. Ed. Lawrence J. Friedman ve Mark D. McGarvie. New York: Cambridge University Press, s. 319.
[8] Gaither, H. Rowan (1949). Report of the Study for the Ford Foundation on Policy and Program.
Detroit: Ford Foundation, s. 26.
[9] Packard, Randall, A.g.e., s. 99.
[10] Downs, M. D. Ve G. Wilbur (1982). “The Rockefeller
Foundation Virus Program 1951–1971 with Update to 1981.” Annual Review of Medicine 33, s. 8.
0 Yorum:
Yorum Gönder