13 Mayıs 2020

, ,

İşçilerin Devrimci Partisi III


Üçüncü Bölüm
Dünya, Kıta ve Bölge Devrimlerinin Karşılıklı İlişkisi
Doğumundan itibaren Marksizm, kapitalist ekonominin küresel karakterini ve ona bağlı olarak devrimin küresel karakterini göz önünde bulundurmuştur.
Lenin ve Troçki, devrimin uluslararası karakterini sadece 3. ve 4. Enternasyonallerin dünya stratejisini belirlemek için hesaba katmadı, Rus devriminin, Avrupa proletaryasının devrimci ayaklanması olmaması, Rus devriminin bu ayaklanmalara etkisi vb. konular üzerindeki tüm tahlilleri ve ihtimalleri için de göz önünde tuttu.
Marx ve Engels, kapitalist emperyalizmin henüz var olmadığı serbest rekabet kapitalizm döneminde yaşıyorlardı. O çağdaki devrimler öz olarak beynelmilel olsa da, şekilde ulusaldılar ve en başta kendi ulusal düşmanlarıyla boy ölçüşmek zorundaydılar.
Lenin ve Troçki ise emperyalistler arası çelişkilerin oldukça keskin olduğu emperyalist çağda yaşadı. Öyle ki bu çelişki, iki dünya savaşına yol açtı ve Rus, Çin, Doğu Avrupa devrimlerine can verdi.
Emperyalistler arasındaki keskin çelişki, Bolşeviklerin emperyalist müdahale olmadan iktidarı ele geçirmesine olanak verdi. Aynı şekilde Çin’de Yankee emperyalizminin müdahalesi daha çok dolaylıydı ve Doğu Avrupa’da fiilen varlık göstermiyordu.
Dünya sathında birleşmiş tek bir düşmana karşı savaşmıyor olsalar da Marks, Engels, Lenin ve Troçki, dünya devrimine onu ilerletmek için doğru bir çizgi sağlayacak olan uluslararası bir örgütün zaruretine inanıyorlardı.
Bugün durum kökten değişmiştir. Görünen o ki yalnızca Kastrist önderlik bunu idrak edebilmiş ve mantıklı çıkarımlar yapmıştır. Nükleer teknolojinin gelişimi ve işçi devletlerinin büyümesi, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkiyi tali bir konuma itmiştir. Emperyalistler arası bir savaş ihtimali artık yoktur ve Yankee emperyalizmi, adım adım dünya karşı-devriminin jandarması hâline gelmektedir.
Savaş öncesi dönemin aksine bugün, tali olan çelişki baş çelişki hâlini almıştır. Bu çelişki, diğer tekelci sektörlerin ve ulusal oligarşilerin başındaki ABD emperyalizmi ile objektif olarak öncülüğünü Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin yaptığı dünya sosyalist devrimi arasındadır.
Dünyanın her tarafında devrimciler, ilk başta silah, “danışman”, nihayetinde ise savaşçı birliklerini gönderen emperyalizmin müdahalesi ile karşı karşıyadır. Bu, günümüzdeki tüm devrimlerde kendisini göstermiştir. En öğretici örneklerinden biri ise Santo Domingo olmuştur.
Savaş sonrası dönemdeki bir diğer önemli değişiklik ise, tüm ülkelerde, hatta bazı emperyalist metropollerde bile, burjuvazinin ekonomik ve politik krizlerini kontrol altına alma ihtiyacından, devrim tehdidinden ve emperyalizmle birleşik cephesini katmerleştirme ihtiyacından dolayı Bonapartist şekle girmekte olan burjuva devletidir.
Kısacası, savaş sonrası dönemde karşı-devrimci güçler ABD emperyalizminin yanında kutuplaşıyor ve bu olgu şu iki şekilde gösterilebilir: (a) Emperyalistler arası çelişki tali hâle geliyor, daha şiddetli ve birincil çelişki hâline gelmekte olan ise, karşı-devrim cephesi ile dünya devrimi cephesi arasındadır. (b) Birçok kapitalist ülkelerdeki eğilim, burjuva demokrasisini tamamen bastırmak ya da budamak, onun yerine, birçok durumda yarı-faşizme kayan Bonapartist hükümet şekillerini koymaktır.
Bu kutuplaşma, Lenin ve Troçki’nin Rusya’daki ve Avrupa’daki ulusal devrimleri tahlil ederken acil bir şekilde formüle ettikleri bir yasaya tabiidir: eğer devrim varsa, karşı-devrim de vardır; devrim ilerlerse, karşı-devrim de ilerler.
Serbest rekabet kapitalizmi ve emperyalistler arası savaş dönemindeki bu yasa, esasen kendisini ulusal devrimlerin sahasında gösteriyordu. “Emperyalizmin son aşaması” olan günümüzde ise bu yasa, dünya devrimi sahasında tezahür etmektedir.
Devrimci sürece gerçekten tesir edebilecek bir uluslararası örgütün ve kıtaları ve ülkeleri taktiksel unsurlar olarak içeren bir dünya devrimci stratejisinin bu kadar gerekli olmasına sosyalist devrim tarihinde daha önce hiçbir zaman rastlanmamıştır.
Böyle bir Enternasyonal ve strateji ihtimali, 4. Enternasyonal, Kastrizm ve Tricontinental’in bazı kesimleri (Vietnam ve diğerleri) gibi var olan devrimci enternasyonalist önderliklerde somutlaştırılmalıdır.
4. Enternasyonal çerçevesindeki bizlerin yapacağı birçok katkı vardır. Fakat öncelikle dünya devriminin şu an geçtiği aşamada kendi stratejimizi belirlemeliyiz.
Partimizin, Kastrizm tarafından formüle edilen dünya devrimi stratejisi lehine konuşması gerektiğine inanıyoruz.
Burada bazı açıklamalar gerekli:
Öncelikle, Kastrizmin dünya ve kıta devrimleri için belirlediği stratejisini ve taktiklerini şu sebeplerden dolayı kabul ettiğimizi açıklamaktan yanayız: a) Biz, bunların esasen doğru olduğunu kabul ediyoruz; b) Son yazılarında Moreno, bu stratejinin bazı noktalarına temas ediyor fakat bunları yabancı elementlerle karıştırarak kendi katkılarıymış gibi sunuyor. Dahası Moreno, Kastrizme şeytani bir kafa karışıklığı bulaştırıyor ve “kıtasal iç savaş” gibi müphem tanımlamalar öne sürüyor. Moreno, devrimin farklı aşamalarını ve dinamiklerini ayırt etmeyi beceremiyor. Moreno, ne her aşamanın baş ve tâli yönünü ayırt ediyor, ne de her aşamanın evrimi için gerekli olan zamanı belirtiyor. (Örneğin, Moreno’nun bir ifadesini alalım: “Devrimci dinamik, Marksizmin uğraştığı ‘norm’a daha da yaklaşacaktır” vs.)
İkinci olarak, Kastrist strateji, mevcut devrim aşamasını açık bir şekilde tanımlıyor. Bu aşamanın temeli, “bağımlı ülkelerdeki” anti-emperyalist sosyalist devrimin geliştirilmesidir. Emperyalist ülkelerdeki kitleler bu aşamada ancak tâli bir rol oynayabilir. Fakat bu kitleler “gelecek yıllarda” daha önemli bir rol oynayacaktır çünkü sömürgelerdeki devrimin gelişmesi, emperyalist merkezlerdeki çelişkiyi keskinleştirecek, ekonomik ve toplumsal çelişkiler doğuracaktır.
Castro önderliğinin hakkından teorik olarak gelebilme gayreti içinde olan Moreno, dünya devriminin “Lenin ve Troçki’nin belirlediği norma yakınlaştığını, sürece işçi sınıfının ve köylü kitlelerinin müdahil olduğunu, bilinçli hareket eden devrimci partinin iktidar meselesini gündeme getirdiğini söylüyor.
Zamandan ve mekândan yalıtılan bu ‘’norm’’, bizim gerçekliği anlayabilmemizi mümkün kılmamasıyla tehlikeli bir nitelik arz ediyor.
Eğer bu ifade, bugün emperyalist ABD ve Avrupa’nın merkezlerindeki devrimin böyle bir “norm”a yaklaştığını söylüyorsa, yanlıştır. Böyle bir görüş, devrimin emperyalist ülkelerdeki mevcut gelişim seviyesini ve ihtimallerini abartmakla kalmaz, bizi, en önemli çalışmanın gerçekleştirileceği yerde yapılacak olan insan kaynakları dağıtımında rehberlik eden bir dünya devrimci stratejisinden de mahrum bırakır.
Eğer Moreno, şu anda bizim Latin Amerika’da bu “norm”a yaklaştığımızı söylüyorsa, bu önceki durumdaki kadar tehlikelidir. Çünkü böyle bir durum, Kastrist stratejinin ve taktiklerin kendini kanıtladığı kıtamızda, bizi stratejik ve taktiksel olarak silahsızlandırma anlamına gelir.
Eğer Moreno şimdiyi ve bazı ülkeler olarak Bolivya ve Arjantin’i kastediyorsa, ufak da olsa mazur görülebilir. Fakat, askeri bir güç yaratma ihtiyacı ve zaman ve mekân içinde kırla kent arasında bir diyalektik ilişki kurma anlamına gelen bütün durumu göz önüne almış olmaz. Bunu sonraki bölümlerde inceleyeceğiz.
Stratejiye ve aşamalara dönük tüm tasarılarda tarihsel perspektifle mevcut aşamanın temel ve canlı yönlerini ayırt etmek önemlidir. Bundan başka, tarihsel perspektifimiz için bir kazanım olarak gördüğümüz bir aşamayı olabildiğince doğru tahlil etmek de önemlidir.
İşte bu yöntem, bizim çalışmalarımızda birincil ve ikincil çalışma alanlarını belirler. Partiyi politik ve moral olarak silahlandırmanın tek yolu budur. Çünkü parti, geçtiği aşamada ve devrimin gelecek perspektiflerinde net bir kavrayışa sahip olmalıdır.
Dünya, hâlen daha Avrupa devriminin yenilgisiyle açılmış bir aşamada ilerliyor. Bu yenilgi ile birlikte Avrupa ve Amerika metropollerindeki kapitalist ekonominin gelişimi, devrimci mücadelenin eksenini sömürgelere ve yarı-sömürgelere kaydırıyor. Bir uluslararası hareket olarak Troçkizm, bu olguyu tam olarak anlamadığı için devrimci hayattan izole kaldı. “Norma dönüş” gibi teorik spekülasyonlar bu çözülüşü sürdürmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Çünkü sömürgelerdeki sosyalist ve anti-emperyalist devrimler hâlen daha “iki, üç, daha fazla Vietnam” diyerek uzun bir yolda ilerleyecekler, devrimin “norm”a dönüşünden önce meydana çıkacaklardır.
Metropollerdeki kapitalist ekonominin mevcut krizi de abartılmamalıdır. Ekonomik krizde önemli elementler olsa da, bu krizin üretici güçleri durgunlaştıracak kadar ciddi bir hâle geleceğini söyleyen tek bir ekonomist yoktur. Bütün bir stratejik perspektifi böyle zayıf elementlerden kurmak, bizi o bilgiçlerin uluslararası bir şubesi olmaktan başka bir yola çıkarmaz. Buraya kadar kesin olarak söyleyebileceğimiz tek şey, sömürgelerdeki devrimin, emperyalizmin kendi iç istikrarını korumak için çaresizce sömürgelerdeki ve yarı-sömürgelerdeki sömürüsünü artıracağı ve bunun da “bağımlı ülkelerde” daha büyük çelişkilere yol açacağıdır.
Dünya devriminin mevcut aşamasına ilişkin anlayışımızda, misal Bolivya ve Arjantin gibi yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfının oynaması gereken role dair en ufak bir küçümseme yoktur. Fakat dünya stratejisi ile ulusal strateji, birbirlerine çok yakın olsalar da karıştırılmamalıdır.
Moreno’nun bu kof şarlatanlığının arkasında yatan şey nedir? Kendisi sanıyor ki “bütün Yankee ekonomisi” bir krize girecek, metropol ülkelerindeki işçi sınıfı kitleleri “norm”a dönüş için seferber olacak. Önceden “Latin Amerikan Devrimi” isimli eserinde yabancılaşma olarak belirttiğinin aksine, şimdi bu işçi sınıfı kitlelerinin devrimci rolünün “üretim sürecindeki yerleri” olduğunu söylüyor. Tüm bu şarlatanlığın altında yatan şey, Arjantin burjuvazisinin “kudreti ve istikrarı” karşısında dehşete düşen, fakat hâlâ “gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının ve diğer kitlelerin”, Yankee burjuvazisinin “kritik bir durumu altında” seferberliğe gitmesini hayal eden -neyse ki buna daha binlerce kilometre var-  küçük burjuva entelektüellerinin oportünizmidir.
Bu analizinde profesörümüz, kendisinin nevi şahsına münhasır politik yöntemlerinde derman arıyor. Küçük burjuvayı, gözüne far tutulmuş tavşan gibi bırakma niyetiyle yarattığı miti sürdürebilmek için diğer Marksist tahlilleri kopyalıyor ve bunları kendisinin “şahane keşifleri” olarak piyasaya sürüyor. Dahası, şuursuzca kopyaladığı o Marksist tahlillerin zıttı bir sonuca varıyor.
Yapılan bu çıkarımlarla Moreno, sonraki aşamada sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde serpilecek olan devrimci mücadeleyi anlaması gereken partiyi silahsız bırakıyor. Emperyalizmin krizi, kısa ya da orta vadeli olarak ele alınmamalıdır. Devrimci güçler, “metropollerdeki kitlelerin” “ateşin içindeki kestaneleri” çekip çıkarması için geleceği illüzyonuna kapılmamalılar, kendilerini uzun süreli bir mücadele için çelikleştirmeliler, moral olarak silahlandırmalılar.
Yankee ekonomisine dair “Moreno’nun analizleri”, World Outlook 6. Cilt 2. Sayı 19 Ocak 1968’de önde gelen Troçkist ekonomist Ernest Mandel’in yaptığı tahlillerin ahlaksız bir taklididir.
Bu taklit şu iki sebepten dolayı ahlaksızdır:
a.                 Kaynak belirtilmemiş;
b.                Bütün çıkarımlar ve tahliller çarpıtılmış.
Mandel açık açık eksik olanın ticaretteki dengenin değil ücretlerdeki dengenin olduğunu, bu analizini destekler olarak eklediği istatistiklerle sunuyor. Bunlar ise, Moreno’nun “analizlerindeki” yıllarla, sayılarla örtüşüyor.
Şimdi bu şarlatanı bir kenara bırakıp Mandel’in dediklerine bakalım:
“Son tahlilde bir ülkenin ekonomik gücü, üretim kapasitesinin ve emek üretkenliğinin fonksiyonudur. Bu, belirli bir miktar ürünü mümkün olan en az emek harcamasıyla üretmektir. Kapitalist rejimde bu potansiyel, üretimin kişi başına değerine ve metaların diğer ülkelerdeki fiyatlarına göre ölçülür’’ (Bu da sanayinin ve tarımın rekabetçi kapasitesidir).”
“Bu açıdan Birleşik Devletler, dünyadaki en güçlü ve en müreffeh kapitalist ülkedir.”
Burada Mandel, Marksist yöntemi kullanarak, tahlile üretici güçlerin durumundan başlıyor, en önemli faktör olarak buna işaret ediyor. Moreno ise tipik burjuva iktisatçıları gibi, yalnızca monetarist bir tahlil yapıyor.
Mandel, “Moreno’nun katkısını” da alarak, şuna dikkat çekiyor: “ABD’nin ticari dengesi kayda değer bir fazlalık gösteriyor. ABD, ithal ettiğinden daha fazla ihraç ediyor.” Açık ise ücretlerde bulunuyor. “O hâlde bu açığın kaynağı özellikle (a) yabancı ülkelere finansal yardımda, yani emperyalist ittifakları sürdürmenin maliyetinde; (b) yurtdışındaki silahlı güçlerin giderlerini karşılamada, yani askeri üsleri canlı tutabilmede ve yurtdışında askeri operasyonlar yürütebilmede yatıyor.”
Daha sonra Mandel diyor ki: “Doların devalüasyonu, ABD için ekonomik bir felaket olmaz. ABD ekonomisi, böyle bir devalüasyondan pek etkilenmez. Dolar devalüe edilmese bile, ABD ekonomisi bir iflasa da sürüklenmez. ABD’nin Avrupa ile parasal ilişkisi kısa vadede Avrupalı kapitalistlere yarasa da, uzun vadede Yankeelere fayda sağlıyor. Doların esas olarak zayıflığı, ABD’nin ücretlerdeki açığında yatmıyor. Hatta paradoksal olarak bu açığın, zayıflıktan ziyade, ABD ekonomisinin bir gücü olduğu söylenebilir. Doların zayıflığı, ABD’nin muazzam özel ve kamusal borçlarında yatar. Bu borçlar olmadan o heybetli Amerikan üretim makinesi, sel gibi biriken mallarını satamaz.”
Mandel’in tahlilini bölük pörçük alıp onun aksinde çıkarımlar yapan bizim içimizdeki azınlığın aksine Mandel, ABD’nin dünyadaki en güçlü ve en müreffeh kapitalist ülke olduğunu, monetarist açığın, ABD ekonomisinin zayıflığından çok onun gücü olduğunu söylüyor. Buradan da kısa vadede ABD ekonomisinde bir ekonomik kriz olasılığı olmadığı sonucuna varıyor. Fakat böyle bir krizin ancak uzun vadede, ücretlerdeki açığa sebep olan faktörün daha da derinleşmesiyle, yani sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki devrimlerle mümkün olabileceğini de ekliyor.
Mandel’in tüm çalışması, bizim devrimci stratejimizin ekonomik seviyesini, yıllar sürecek bu aşamada proletaryanın ve metropollerdeki kitlelerin rolüne dair öngörümüzü, ABD ekonomisindeki “krize” dair anlayışımızı destekliyor.
Bizim azınlığımız “norma dönüş” spekülasyonlarında debelenip dursunlar, ciddi Marksist analizleri tahrif edip Marksizmi pazara çıkarsınlar. Partimiz, mevcut dünya durumu ve devrimci aşama üzerinde açık, net bir duruşa sahip olmalıdır.
Kıtamız İçin Bir Strateji
Vermiş olduğu bütün hükümlere uyduğumuz Kastrizm tarafından emperyalizme karşı mücadelede formüle edilmiş dünya stratejisinde bizim kıtamız, Asya ve Afrika ile birlikte özel bir yere sahiptir.
Kastrizmin aynı zamanda kıtamızdaki bölgeleri ve ülkeleri taktiksel çehreler olarak ele aldığı stratejik bir anlayışı da vardır. Kastrizmin kıtasal stratejisini zaten değerlendirdiğimiz için, şimdi akılda tutulması gereken bu taktiksel çehrelere değineceğiz.
Kastrizmin kıtasal stratejisi, Fidel’in iktidarı aldığı 1 Ocak 1959’daki “And Dağları’nı Amerika’nın Sierra Maestra’sı yapacağız.” haykırışıyla doğmuştur. Bu ciddiyet, fedakârlık, Kastrizmin devrimci kararlılığı, bu savaş ilanını pratiğe taşımadaki kararlılık, içinde Partimiz de olmak üzere birçok Latin Amerikalı Marksist tarafından geç ve güç anlaşılmıştır.
Kastrizmin bu stratejiyi pratiğe dökme çabaları, birkaçı daha önce kısaca partimiz tarafından analiz edilmiş birkaç aşamadan geçmiştir (Alejandro Martell, “Latin Amerikan Tezleri”, Estrategia, Sayı. 1). Bizim yeteri kadar anlayamadığımız şey, Kastrizmin kıtasal çaptaki iktidar stratejisinde ve taktiklerinde, yaşadığı her başarıda ve başarısızlıkta değişiklikler, eklemeler yapmış olması, bu stratejiyi ve taktikleri ona göre genelleştirmiş olmasıdır.
İşte 1967’ye Latin Amerika’da böyle “ikinci, üçüncü Vietnam yaratmak ya da ikinci, üçüncü Vietnam olmak” formülasyonuyla geldik. Tabii buna devrimin anti-emperyalist ve sosyalist karakteri, burjuvaziyle ve emperyalizmle uzatmalı bir savaşa girişmek için devrimci orduların yaratılması gerekliliği gibi elementler de eklendi.
Bu strateji ve taktik, kıtamızın bir bölgesinde, Orta Amerika’da meyve vermeye başladı.
Son yıllarda Kastrizm, kıtanın güneyindeki Peru, Arjantin, Bolivya, Brezilya ve Paraguay gibi ülkelere daha ikincil bir önem atfetti. Bolivya’da gerillanın inşasından önce verilen destek, coğrafi nedenlerden dolayı, küçük gerilla gruplarının elde ettiği ufak bir askeri yardımla sınırlıydı.
Kastrizmin bu çabalarından ve bu çabalara cevap veren küçük gruplardan başka, güney bölgesinde Kastrizmin stratejisini ve taktiklerini geliştirmeye yönelik daha başka bir şey olmadı (Hugo Blanco tecrübesi başka bir anlayış tarafından yönlendiriliyordu).
Kolombiya, Guatemala, Venezuela gibi çeşitli Orta Amerika ülkelerinde gerilla üsleri kurulmuşken, Kübalılar güneyde silahlı mücadeleyi başlatmak için, biz güneyli devrimcilerin atmaktan aciz olduğumuz adımları attılar. Bolivya’ya üst düzey savaşçılarını gönderdiler.
Bolivya’daki kardeşlerimiz gerillanın örgütlendirilmesini 1963’te düşünmeye başladılar. Partimiz ise kendisini, POR’un (Devrimci İşçi Partisi [Bolivya]) azınlık teorisyenlerine has bir kronik durum olan ukalalıkla geliştirmiş olduğu tahlile karşı bir tahlilde konumlandırdı.
Her türlü politik yalanı kullanması bilen Moreno ise, sürekli olarak böyle bir konumun varlığını reddetti. Yazık ki kendisi, kısmen de olsa bunları yazıya dökmek ve yayınlamak gibi bir hata yaptı. POR’a göndermiş olduğu mektup hiç yayınlanmamış olsa da bu konuda daha nettir. Politik namussuzluğun şampiyonlarıyla olan bu polemiği sonlandırmak adına, o zamanlar POR’un konumu neymiş, bizimki neymiş, Estrategia dergisinin ikinci sayısında yayımlanan belgelerle inceleyelim.
PRT’nin Konumu
“Paz Estenssoro’nun başarısızlığıyla Goulart’ı karşılaştıran devrimciler var. Bundan daha yanlış bir şey yok. 1964 Bolivya devrimi, 1952’dekini tekrar ediyor. Bugün, kendimizi benzer bir durumun içinde buluyoruz. Güney Amerikalı kitlelerin sayısız yenilgisinden sonra Bolivyalı işçiler meydana çıkıp süreci tersine çeviriyor.”
“Ordu tarafından işçi sınıfı devrimini önlemek için yapılan darbede, Bolivya kitle hareketine verilen muazzam bir tavizi görüyoruz.”
POR’un Konumu
“Bu, Kuzey Amerikan emperyalizmi tarafından proletaryanın en önemli devrimci ve demokratik hareketini zaptetmek ve yönlendirmek için yapılmış önleyici bir darbedir. Bu darbe, Paz Estenssoro’nun kendisine değil, işçi sınıfına ve halk hareketine karşı yapılmıştır. Paz, her şeyi olduğu gibi bıraktı. Varisleri seçildi, karşı-devrimci akışı yeni şekillerde sürdürüyorlar.”
Askeri Cuntanın Doğası Üzerine
PRT’nin Konumu
“Silahlı güçler, ister istemez, Bolivya’daki kitle hareketlerinin daha önce hiç görmediği, en coşkulu bir demokratik özgürlük aşamasını başlattı.”
“En yüzeysel yönler bile bu tahlili onaylıyor. Bolivya’daki dikta rejimi, Brezilya’daki gibi doğmadı, kitle hareketine geniş tavizler sağlayan demokratik bir yoldan geçti.”
POR’un Konumu
“[Dolayısıyla] askeri cunta, Bolivya’da kitle hareketleri tarafından açılmış kanalları tıkamaya yönelik gerici bir harekettir. Askeri bakanların açıklamaları buna şüphe bırakmıyor. ‘Operación Desarme’ gibi, pratikte gördüğümüz önlemler de bunu sergiliyor.’’
“Buradan da görüyoruz ki askeri cunta, önceki rejimin daha da sağa çeken bir devamıdır.”
Cunta Üzerine İşçi Sınıfının Konumu ve Muhtemel Seçim Sonucu
PRT’nin Konumu
“Bu şekilde, Pentagon danışmanlarıyla birlikte Bolivya ordusunun, kitle ve işçi sınıfı hareketlerini parlamenter bir yola saptırması mümkündür. İşçi sınıfı hareketinin küçük-burjuva ve oportünist liderlikleri, seçim talebinde bulunarak, ordunun ve emperyalizmin bu manevrasında başrolü oynuyorlar.”
POR’un Konumu
“Bazı çevrelerde yeni hükümete dair bir umut yeşerse de bu, çok geçmeden yerini güvensizliğe ve eleştiriye bırakarak solup gitti. Daha sonra, silahsızlandırıldıktan sonra ise bu konum daha netameli hâle geldi: açık muhalefet. ‘Kahrolsun asker postalı’’ şiarı ilk olarak maden proletaryası tarafından dillendirildi.”
“Bu perspektifler (burjuva seçim açılımı) zaten sınandı ve başarısızlıkları görüldü, bunun için de kitleler tarafından terkedildi.”
Muhtemel Seçim Manevrası ve İktidar Sloganları Üzerine
PRT’nin Konumu
“Hükümetten asıl talep edilmesi gereken şey, askeri değil fakat merkezinde işçilerin ve halkın olduğu bir hükümetin kurulması ve bağımsız ve hür bir Kurucu Meclis olmalıdır.”
POR’un Konumu
“Bize Paz Estenssoro’nun diktasıyla burjuva demokrasisi arasında tercih yapmamız gerektiğini söyleyen sahte alternatif sağcı liderlerin aksine POR diyor ki, tek yol sosyalizm için savaşmaktır.”
“Küçük burjuvazinin tüm ütopyalarına ve yanıltmalarına karşın tek etkili, gerçek ve somut olan şey, işçi ve köylü hükümetidir.”
Sınıf Savaşı İçin Gelecek Perspektifler
PRT’nin Konumu
“Sınıf mücadelesine her yüksek aşamanın mücadeleyi derinleştirip daha da yayması, işçi hareketinin illa ki muzaffer olacağı anlamına gelmez. Ordu, mevcut demokratik özgürlükleri halkı bölmek, özellikle de işçi hareketinin parçası olan köylülüğü ve küçük burjuvaziyi dağıtmak için kullanıyor.”
POR’un Konumu
“En başta kafası karışık olan köylülüğün durumu, adım adım cuntaya muhalefet konumuna doğru ilerliyor.”
“Kent küçük burjuvazisi, şu anda geniş hürriyetin ve demokrasinin tadını çıkarıyor, bir dereceye kadar cuntadaki yanılsamalara kanıyor. Ama kendi için hâlihazırda çatışmaları var.”
“Dolayısıyla işçi sınıfı da, köylülük gibi kendi zorunluluğundan doğan sebeplerle, kurmuş olduğu ittifakı kristalize etmeye yöneliyor.”
“Rejimin krizinden ve dağılmasından kaçınılmaz olarak doğacak olan güç kutuplaşması, yarım yamalak önlemlere fırsat bırakmayacaktır.”
“İşçi, köylü ve orta sınıf hareketleri hızla askeri cuntaya karşı cepheleşmeye ilerliyor.”
Neredeyse birbirine 180 derece zıt olan bu ifadeler, şüphesiz Bolivyalı devrimcilerin farklı görevlerini ima ediyor.
PRT; sendikaların yeniden örgütlendirilmesi için legalitenin istismarını, işçilerin ve halkın katıldığı bir hükümetin (!?) çağrısıyla kurucu meclis oluşturulmasını, mücadelenin yayılması için gerekli olan periyotta isyancı bir genel grev için hazırlıklar yapılmasını sırasıyla öne sürdü. Kendiliğindencilerin aynı teraneleri.
Diğer taraftan POR’un önerdiği şey ise, silahları sendikalarda merkezileştirerek “proletarya ordusunu” örgütlemek, köylülerin el koyduğu toprakları silahla savunmak, gerillayı hazırlamaktı.
Bolivya gerillasının tahlilinden önce, partimizin Bolivya durumu üzerine geçmişteki konumuna dair ciddi bir özeleştiri vermesi gerekir. Bu anlamda teorik vahşetin yaşandığı meydanı temizlemeliyiz. Che’nin gerillalarının başarısızlığında Bolivya’daki partinin gerilla savaşı hazırlığına karşı çıkışımızdan ve bu girişime yeterli insan ve materyal kaynağı ayıramamamızdan dolayı sahip olduğumuz ağır sorumluluğu kabul etmeliyiz. Ancak bu noktada özeleştiri getirebilenlerin “Che’nin muazzam stratejik dehası” konusunda konuşmaları ciddiye alınabilir.
Gerçek şu ki Kübalılar, sahip oldukları doğru stratejiyle, güney bölgesinde gerilla mücadelesine dair en ufak bir ihtimal vermeyenlerin suratına bir tokat patlattı. Hatta Kastrizmin ortaya çıkışından beri kıtadaki devrimci savaşın varlığını ve güneydeki devrimcilerin acil sorununun silahlı mücadeleyi başlatmak olduğu Moreno’ya bile keşfettirerek bir mucizeye imza attılar. Bu büyük bir başarı!
Ama Kübalılar Raúl Castro ile birlikte 20 tane komutanı Arjantin’e gönderseler, Moreno’yu Arjantinli devrimcilerin en acil sorununun silahlı mücadeleye başlamak olduğu noktasında ikna etmek için yine de epey bir dil dökmek gerekir. Kim bilir? Neyse, ne diyor Troçki: “Oportünistler mevcut durumdan ne kadar uzaklarsa, o kadar radikallerdir.”
Şimdi kıtasal devrimci savaşla ve Kastrizmin kıtasal strateji ve taktikleriyle alakalı olarak, kıtamızın güney bölgesindeki duruma bakalım.
Latin Amerika’da iki, üç daha fazla Vietnam yaratma taktiğinin bir parçası olarak Kastristler, Bolivya’da silahlı mücadeleyi başlattılar. Bu girişim başarısız oldu çünkü hiçbir devrimci parti örgütsel, politik ve teknik açıdan Che’nin gerilla savaşını desteklemeye hazır değildi.
Güney bölgesi, Kastrizm tarafından, uzatmalı sosyalist ve anti-emperyalist devrimci savaş stratejisi çerçevesinde, kıtadaki ikinci anti-emperyalist taktik savaş bölgesi olarak değerlendiriliyor (ilki Orta Amerika). Biz de böyle değerlendirmeliyiz. Fakat önce rol alacak olan tüm faktörleri değerlendirecek, temel olan bölgelere ve aşamalara işaret edecek ve ikincil bir konumdaki bölgelerle taktiksel ilişki kurabilecek, tüm bölge için de bir stratejiye ihtiyacımız var.
(Buradaki güney bölgesi için strateji tahlili güvenlik nedenlerinden dolayı çıkartılmıştır.)
Devrimci mücadelenin yüzlerce kilometrelik yalıtılmış alanlarda gelişmeye başlaması, başlangıçta devrimci sürecin ulusal biçimini vurgulayacak ve kardeş ülkelerdeki devrimciler arasındaki çabaların koordinasyonu üç aşamadan geçecektir:
a. Hazırlık aşamasında, ortak stratejiyi açıklığa kavuşturmayı amaçlayan yoğun bir kaynak ve tablo değişimi, siyasi tartışma olacaktır,
b. Silahlı mücadele başladıktan sonra, baskıcı orduların kontrolündeki bölgeler ve büyük coğrafi mesafeler, gerillaların uzun bir süre boyunca birbirlerinden ayrı olarak mücadele vermesine neden olacaktır. Bunun anlamı, karşılıklı yardım, devrimci güçler arasında insan ve kaynak değişimi gibi taktiksel eylemler olacak olsa da savaşın bölgesel olmasından ziyade ulusal çerçevede kalması demektir. Moreno’nun telaşla hayalini kurduğu, gerilla ordularının Bolivya’dan aşağıya inip Arjantin’i özgürleştirmesi gibi bir durum da dolayısıyla birkaç yıl için ertelenecektir.
c. Üçüncü aşamada, yıllar süren mücadeleden sonra, yenilmezsek ve silahlı mücadele alanlarında sağlam devrimci temeller kurmayı başarırsak, çeşitli ülkelerin devrimci güçleri arasında daha büyük çapta koordineli askeri eylem mümkün olacaktır; silahlı gruplar daha sonra yerleşik üslerin desteği ile ara alanlarda faaliyet gösterebileceklerdir.
Kıtanın güney bölgesi için bu genel strateji, ülkelerindeki silahlı mücadeleyi “başlatmak, geliştirmek ve sonuçlandırmak” için en ağır devrimci fedakârlıkları yapmak isteyen her bir ülke ve taraf için doğru bir iktidar stratejisi talep eder, bunu yok saymaz.
Carlos Ramirez (Mario Roberto Santucho)
Sergio Domecg (Oscar Demetrio Prada)
Juan Candela (Felix Helios Prieto)

0 Yorum: