Dünya,
Kıta ve Bölge Devrimlerinin Karşılıklı İlişkisi
Doğumundan
itibaren Marksizm, kapitalist ekonominin küresel karakterini ve ona bağlı
olarak devrimin küresel karakterini göz önünde bulundurmuştur.
Lenin
ve Troçki, devrimin uluslararası karakterini sadece 3. ve 4. Enternasyonallerin
dünya stratejisini belirlemek için hesaba katmadı, Rus devriminin, Avrupa
proletaryasının devrimci ayaklanması olmaması, Rus devriminin bu ayaklanmalara
etkisi vb. konular üzerindeki tüm tahlilleri ve ihtimalleri için de göz önünde
tuttu.
Marx
ve Engels, kapitalist emperyalizmin henüz var olmadığı serbest rekabet
kapitalizm döneminde yaşıyorlardı. O çağdaki devrimler öz olarak beynelmilel
olsa da, şekilde ulusaldılar ve en başta kendi ulusal düşmanlarıyla boy ölçüşmek
zorundaydılar.
Lenin
ve Troçki ise emperyalistler arası çelişkilerin oldukça keskin olduğu
emperyalist çağda yaşadı. Öyle ki bu çelişki, iki dünya savaşına yol açtı ve
Rus, Çin, Doğu Avrupa devrimlerine can verdi.
Emperyalistler
arasındaki keskin çelişki, Bolşeviklerin emperyalist müdahale olmadan iktidarı
ele geçirmesine olanak verdi. Aynı şekilde Çin’de Yankee emperyalizminin
müdahalesi daha çok dolaylıydı ve Doğu Avrupa’da fiilen varlık göstermiyordu.
Dünya
sathında birleşmiş tek bir düşmana karşı savaşmıyor olsalar da Marks, Engels,
Lenin ve Troçki, dünya devrimine onu ilerletmek için doğru bir çizgi sağlayacak
olan uluslararası bir örgütün zaruretine inanıyorlardı.
Bugün
durum kökten değişmiştir. Görünen o ki yalnızca Kastrist önderlik bunu idrak
edebilmiş ve mantıklı çıkarımlar yapmıştır. Nükleer teknolojinin gelişimi ve
işçi devletlerinin büyümesi, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkiyi tali
bir konuma itmiştir. Emperyalistler arası bir savaş ihtimali artık yoktur ve
Yankee emperyalizmi, adım adım dünya karşı-devriminin jandarması hâline
gelmektedir.
Savaş
öncesi dönemin aksine bugün, tali olan çelişki baş çelişki hâlini almıştır. Bu
çelişki, diğer tekelci sektörlerin ve ulusal oligarşilerin başındaki ABD
emperyalizmi ile objektif olarak öncülüğünü Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin
yaptığı dünya sosyalist devrimi arasındadır.
Dünyanın
her tarafında devrimciler, ilk başta silah, “danışman”, nihayetinde ise savaşçı
birliklerini gönderen emperyalizmin müdahalesi ile karşı karşıyadır. Bu, günümüzdeki
tüm devrimlerde kendisini göstermiştir. En öğretici örneklerinden biri ise
Santo Domingo olmuştur.
Savaş
sonrası dönemdeki bir diğer önemli değişiklik ise, tüm ülkelerde, hatta bazı
emperyalist metropollerde bile, burjuvazinin ekonomik ve politik krizlerini
kontrol altına alma ihtiyacından, devrim tehdidinden ve emperyalizmle birleşik
cephesini katmerleştirme ihtiyacından dolayı Bonapartist şekle girmekte olan
burjuva devletidir.
Kısacası,
savaş sonrası dönemde karşı-devrimci güçler ABD emperyalizminin yanında
kutuplaşıyor ve bu olgu şu iki şekilde gösterilebilir: (a) Emperyalistler arası
çelişki tali hâle geliyor, daha şiddetli ve birincil çelişki hâline gelmekte
olan ise, karşı-devrim cephesi ile dünya devrimi cephesi arasındadır. (b)
Birçok kapitalist ülkelerdeki eğilim, burjuva demokrasisini tamamen bastırmak
ya da budamak, onun yerine, birçok durumda yarı-faşizme kayan Bonapartist
hükümet şekillerini koymaktır.
Bu
kutuplaşma, Lenin ve Troçki’nin Rusya’daki ve Avrupa’daki ulusal devrimleri tahlil
ederken acil bir şekilde formüle ettikleri bir yasaya tabiidir: eğer devrim
varsa, karşı-devrim de vardır; devrim ilerlerse, karşı-devrim de ilerler.
Serbest
rekabet kapitalizmi ve emperyalistler arası savaş dönemindeki bu yasa, esasen
kendisini ulusal devrimlerin sahasında gösteriyordu. “Emperyalizmin son aşaması”
olan günümüzde ise bu yasa, dünya devrimi sahasında tezahür etmektedir.
Devrimci
sürece gerçekten tesir edebilecek bir uluslararası örgütün ve kıtaları ve
ülkeleri taktiksel unsurlar olarak içeren bir dünya devrimci stratejisinin bu
kadar gerekli olmasına sosyalist devrim tarihinde daha önce hiçbir zaman
rastlanmamıştır.
Böyle
bir Enternasyonal ve strateji ihtimali, 4. Enternasyonal, Kastrizm ve
Tricontinental’in bazı kesimleri (Vietnam ve diğerleri) gibi var olan devrimci
enternasyonalist önderliklerde somutlaştırılmalıdır.
4.
Enternasyonal çerçevesindeki bizlerin yapacağı birçok katkı vardır. Fakat
öncelikle dünya devriminin şu an geçtiği aşamada kendi stratejimizi
belirlemeliyiz.
Partimizin,
Kastrizm tarafından formüle edilen dünya devrimi stratejisi lehine konuşması
gerektiğine inanıyoruz.
Burada
bazı açıklamalar gerekli:
Öncelikle,
Kastrizmin dünya ve kıta devrimleri için belirlediği stratejisini ve
taktiklerini şu sebeplerden dolayı kabul ettiğimizi açıklamaktan yanayız: a)
Biz, bunların esasen doğru olduğunu kabul ediyoruz; b) Son yazılarında Moreno,
bu stratejinin bazı noktalarına temas ediyor fakat bunları yabancı elementlerle
karıştırarak kendi katkılarıymış gibi sunuyor. Dahası Moreno, Kastrizme şeytani
bir kafa karışıklığı bulaştırıyor ve “kıtasal iç savaş” gibi müphem
tanımlamalar öne sürüyor. Moreno, devrimin farklı aşamalarını ve dinamiklerini
ayırt etmeyi beceremiyor. Moreno, ne her aşamanın baş ve tâli yönünü ayırt
ediyor, ne de her aşamanın evrimi için gerekli olan zamanı belirtiyor.
(Örneğin, Moreno’nun bir ifadesini alalım: “Devrimci dinamik, Marksizmin
uğraştığı ‘norm’a daha da yaklaşacaktır” vs.)
İkinci
olarak, Kastrist strateji, mevcut devrim aşamasını açık bir şekilde tanımlıyor.
Bu aşamanın temeli, “bağımlı ülkelerdeki” anti-emperyalist sosyalist devrimin
geliştirilmesidir. Emperyalist ülkelerdeki kitleler bu aşamada ancak tâli bir
rol oynayabilir. Fakat bu kitleler “gelecek yıllarda” daha önemli bir rol
oynayacaktır çünkü sömürgelerdeki devrimin gelişmesi, emperyalist merkezlerdeki
çelişkiyi keskinleştirecek, ekonomik ve toplumsal çelişkiler doğuracaktır.
Castro
önderliğinin hakkından teorik olarak gelebilme gayreti içinde olan Moreno, dünya
devriminin “Lenin ve Troçki’nin belirlediği norma yakınlaştığını, sürece işçi
sınıfının ve köylü kitlelerinin müdahil olduğunu, bilinçli hareket eden devrimci
partinin iktidar meselesini gündeme getirdiğini söylüyor.
Zamandan
ve mekândan yalıtılan bu ‘’norm’’, bizim gerçekliği anlayabilmemizi mümkün
kılmamasıyla tehlikeli bir nitelik arz ediyor.
Eğer
bu ifade, bugün emperyalist ABD ve Avrupa’nın merkezlerindeki devrimin böyle
bir “norm”a yaklaştığını söylüyorsa, yanlıştır. Böyle bir görüş, devrimin
emperyalist ülkelerdeki mevcut gelişim seviyesini ve ihtimallerini abartmakla
kalmaz, bizi, en önemli çalışmanın gerçekleştirileceği yerde yapılacak olan
insan kaynakları dağıtımında rehberlik eden bir dünya devrimci stratejisinden
de mahrum bırakır.
Eğer
Moreno, şu anda bizim Latin Amerika’da bu “norm”a yaklaştığımızı söylüyorsa, bu
önceki durumdaki kadar tehlikelidir. Çünkü böyle bir durum, Kastrist
stratejinin ve taktiklerin kendini kanıtladığı kıtamızda, bizi stratejik ve
taktiksel olarak silahsızlandırma anlamına gelir.
Eğer
Moreno şimdiyi ve bazı ülkeler olarak Bolivya ve Arjantin’i kastediyorsa, ufak
da olsa mazur görülebilir. Fakat, askeri bir güç yaratma ihtiyacı ve zaman ve
mekân içinde kırla kent arasında bir diyalektik ilişki kurma anlamına gelen
bütün durumu göz önüne almış olmaz. Bunu sonraki bölümlerde inceleyeceğiz.
Stratejiye
ve aşamalara dönük tüm tasarılarda tarihsel perspektifle mevcut aşamanın temel
ve canlı yönlerini ayırt etmek önemlidir. Bundan başka, tarihsel perspektifimiz
için bir kazanım olarak gördüğümüz bir aşamayı olabildiğince doğru tahlil etmek
de önemlidir.
İşte
bu yöntem, bizim çalışmalarımızda birincil ve ikincil çalışma alanlarını
belirler. Partiyi politik ve moral olarak silahlandırmanın tek yolu budur.
Çünkü parti, geçtiği aşamada ve devrimin gelecek perspektiflerinde net bir
kavrayışa sahip olmalıdır.
Dünya,
hâlen daha Avrupa devriminin yenilgisiyle açılmış bir aşamada ilerliyor. Bu
yenilgi ile birlikte Avrupa ve Amerika metropollerindeki kapitalist ekonominin
gelişimi, devrimci mücadelenin eksenini sömürgelere ve yarı-sömürgelere
kaydırıyor. Bir uluslararası hareket olarak Troçkizm, bu olguyu tam olarak
anlamadığı için devrimci hayattan izole kaldı. “Norma dönüş” gibi teorik
spekülasyonlar bu çözülüşü sürdürmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Çünkü
sömürgelerdeki sosyalist ve anti-emperyalist devrimler hâlen daha “iki, üç,
daha fazla Vietnam” diyerek uzun bir yolda ilerleyecekler, devrimin “norm”a
dönüşünden önce meydana çıkacaklardır.
Metropollerdeki
kapitalist ekonominin mevcut krizi de abartılmamalıdır. Ekonomik krizde önemli
elementler olsa da, bu krizin üretici güçleri durgunlaştıracak kadar ciddi bir
hâle geleceğini söyleyen tek bir ekonomist yoktur. Bütün bir stratejik
perspektifi böyle zayıf elementlerden kurmak, bizi o bilgiçlerin uluslararası
bir şubesi olmaktan başka bir yola çıkarmaz. Buraya kadar kesin olarak
söyleyebileceğimiz tek şey, sömürgelerdeki devrimin, emperyalizmin kendi iç
istikrarını korumak için çaresizce sömürgelerdeki ve yarı-sömürgelerdeki sömürüsünü
artıracağı ve bunun da “bağımlı ülkelerde” daha büyük çelişkilere yol
açacağıdır.
Dünya
devriminin mevcut aşamasına ilişkin anlayışımızda, misal Bolivya ve Arjantin
gibi yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfının oynaması gereken role dair en ufak
bir küçümseme yoktur. Fakat dünya stratejisi ile ulusal strateji, birbirlerine
çok yakın olsalar da karıştırılmamalıdır.
Moreno’nun
bu kof şarlatanlığının arkasında yatan şey nedir? Kendisi sanıyor ki “bütün
Yankee ekonomisi” bir krize girecek, metropol ülkelerindeki işçi sınıfı
kitleleri “norm”a dönüş için seferber olacak. Önceden “Latin Amerikan Devrimi”
isimli eserinde yabancılaşma olarak belirttiğinin aksine, şimdi bu işçi sınıfı
kitlelerinin devrimci rolünün “üretim sürecindeki yerleri” olduğunu söylüyor.
Tüm bu şarlatanlığın altında yatan şey, Arjantin burjuvazisinin “kudreti ve
istikrarı” karşısında dehşete düşen, fakat hâlâ “gelişmiş ülkelerde işçi
sınıfının ve diğer kitlelerin”, Yankee burjuvazisinin “kritik bir durumu
altında” seferberliğe gitmesini hayal eden -neyse ki buna daha binlerce
kilometre var- küçük burjuva
entelektüellerinin oportünizmidir.
Bu
analizinde profesörümüz, kendisinin nevi şahsına münhasır politik yöntemlerinde
derman arıyor. Küçük burjuvayı, gözüne far tutulmuş tavşan gibi bırakma
niyetiyle yarattığı miti sürdürebilmek için diğer Marksist tahlilleri
kopyalıyor ve bunları kendisinin “şahane keşifleri” olarak piyasaya sürüyor.
Dahası, şuursuzca kopyaladığı o Marksist tahlillerin zıttı bir sonuca varıyor.
Yapılan
bu çıkarımlarla Moreno, sonraki aşamada sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde
serpilecek olan devrimci mücadeleyi anlaması gereken partiyi silahsız
bırakıyor. Emperyalizmin krizi, kısa ya da orta vadeli olarak ele
alınmamalıdır. Devrimci güçler, “metropollerdeki kitlelerin” “ateşin içindeki
kestaneleri” çekip çıkarması için geleceği illüzyonuna kapılmamalılar,
kendilerini uzun süreli bir mücadele için çelikleştirmeliler, moral olarak
silahlandırmalılar.
Yankee
ekonomisine dair “Moreno’nun analizleri”, World Outlook 6. Cilt 2. Sayı 19 Ocak
1968’de önde gelen Troçkist ekonomist Ernest Mandel’in yaptığı tahlillerin
ahlaksız bir taklididir.
Bu
taklit şu iki sebepten dolayı ahlaksızdır:
a.
Kaynak belirtilmemiş;
b.
Bütün çıkarımlar ve tahliller çarpıtılmış.
Mandel
açık açık eksik olanın ticaretteki dengenin değil ücretlerdeki dengenin
olduğunu, bu analizini destekler olarak eklediği istatistiklerle sunuyor.
Bunlar ise, Moreno’nun “analizlerindeki” yıllarla, sayılarla örtüşüyor.
Şimdi
bu şarlatanı bir kenara bırakıp Mandel’in dediklerine bakalım:
“Son tahlilde bir ülkenin
ekonomik gücü, üretim kapasitesinin ve emek üretkenliğinin fonksiyonudur. Bu,
belirli bir miktar ürünü mümkün olan en az emek harcamasıyla üretmektir.
Kapitalist rejimde bu potansiyel, üretimin kişi başına değerine ve metaların
diğer ülkelerdeki fiyatlarına göre ölçülür’’ (Bu da sanayinin ve tarımın
rekabetçi kapasitesidir).”
“Bu açıdan Birleşik
Devletler, dünyadaki en güçlü ve en müreffeh kapitalist ülkedir.”
Burada
Mandel, Marksist yöntemi kullanarak, tahlile üretici güçlerin durumundan
başlıyor, en önemli faktör olarak buna işaret ediyor. Moreno ise tipik burjuva
iktisatçıları gibi, yalnızca monetarist bir tahlil yapıyor.
Mandel,
“Moreno’nun katkısını” da alarak, şuna dikkat çekiyor: “ABD’nin ticari dengesi
kayda değer bir fazlalık gösteriyor. ABD, ithal ettiğinden daha fazla ihraç
ediyor.” Açık ise ücretlerde bulunuyor. “O hâlde bu açığın kaynağı özellikle
(a) yabancı ülkelere finansal yardımda, yani emperyalist ittifakları
sürdürmenin maliyetinde; (b) yurtdışındaki silahlı güçlerin giderlerini
karşılamada, yani askeri üsleri canlı tutabilmede ve yurtdışında askeri
operasyonlar yürütebilmede yatıyor.”
Daha
sonra Mandel diyor ki: “Doların devalüasyonu, ABD için ekonomik bir felaket
olmaz. ABD ekonomisi, böyle bir devalüasyondan pek etkilenmez. Dolar devalüe
edilmese bile, ABD ekonomisi bir iflasa da sürüklenmez. ABD’nin Avrupa ile
parasal ilişkisi kısa vadede Avrupalı kapitalistlere yarasa da, uzun vadede
Yankeelere fayda sağlıyor. Doların esas olarak zayıflığı, ABD’nin ücretlerdeki
açığında yatmıyor. Hatta paradoksal olarak bu açığın, zayıflıktan ziyade, ABD
ekonomisinin bir gücü olduğu söylenebilir. Doların zayıflığı, ABD’nin muazzam
özel ve kamusal borçlarında yatar. Bu borçlar olmadan o heybetli Amerikan
üretim makinesi, sel gibi biriken mallarını satamaz.”
Mandel’in
tahlilini bölük pörçük alıp onun aksinde çıkarımlar yapan bizim içimizdeki
azınlığın aksine Mandel, ABD’nin dünyadaki en güçlü ve en müreffeh kapitalist
ülke olduğunu, monetarist açığın, ABD ekonomisinin zayıflığından çok onun gücü
olduğunu söylüyor. Buradan da kısa vadede ABD ekonomisinde bir ekonomik kriz
olasılığı olmadığı sonucuna varıyor. Fakat böyle bir krizin ancak uzun vadede,
ücretlerdeki açığa sebep olan faktörün daha da derinleşmesiyle, yani sömürge ve
yarı-sömürge ülkelerdeki devrimlerle mümkün olabileceğini de ekliyor.
Mandel’in
tüm çalışması, bizim devrimci stratejimizin ekonomik seviyesini, yıllar sürecek
bu aşamada proletaryanın ve metropollerdeki kitlelerin rolüne dair öngörümüzü,
ABD ekonomisindeki “krize” dair anlayışımızı destekliyor.
Bizim
azınlığımız “norma dönüş” spekülasyonlarında debelenip dursunlar, ciddi
Marksist analizleri tahrif edip Marksizmi pazara çıkarsınlar. Partimiz, mevcut
dünya durumu ve devrimci aşama üzerinde açık, net bir duruşa sahip olmalıdır.
Kıtamız İçin Bir Strateji
Vermiş
olduğu bütün hükümlere uyduğumuz Kastrizm tarafından emperyalizme karşı
mücadelede formüle edilmiş dünya stratejisinde bizim kıtamız, Asya ve Afrika
ile birlikte özel bir yere sahiptir.
Kastrizmin
aynı zamanda kıtamızdaki bölgeleri ve ülkeleri taktiksel çehreler olarak ele
aldığı stratejik bir anlayışı da vardır. Kastrizmin kıtasal stratejisini zaten
değerlendirdiğimiz için, şimdi akılda tutulması gereken bu taktiksel çehrelere
değineceğiz.
Kastrizmin
kıtasal stratejisi, Fidel’in iktidarı aldığı 1 Ocak 1959’daki “And Dağları’nı
Amerika’nın Sierra Maestra’sı yapacağız.” haykırışıyla doğmuştur. Bu ciddiyet,
fedakârlık, Kastrizmin devrimci kararlılığı, bu savaş ilanını pratiğe
taşımadaki kararlılık, içinde Partimiz de olmak üzere birçok Latin Amerikalı
Marksist tarafından geç ve güç anlaşılmıştır.
Kastrizmin
bu stratejiyi pratiğe dökme çabaları, birkaçı daha önce kısaca partimiz
tarafından analiz edilmiş birkaç aşamadan geçmiştir (Alejandro Martell, “Latin
Amerikan Tezleri”, Estrategia, Sayı. 1). Bizim yeteri kadar anlayamadığımız
şey, Kastrizmin kıtasal çaptaki iktidar stratejisinde ve taktiklerinde,
yaşadığı her başarıda ve başarısızlıkta değişiklikler, eklemeler yapmış olması,
bu stratejiyi ve taktikleri ona göre genelleştirmiş olmasıdır.
İşte
1967’ye Latin Amerika’da böyle “ikinci, üçüncü Vietnam yaratmak ya da ikinci,
üçüncü Vietnam olmak” formülasyonuyla geldik. Tabii buna devrimin
anti-emperyalist ve sosyalist karakteri, burjuvaziyle ve emperyalizmle uzatmalı
bir savaşa girişmek için devrimci orduların yaratılması gerekliliği gibi
elementler de eklendi.
Bu
strateji ve taktik, kıtamızın bir bölgesinde, Orta Amerika’da meyve vermeye
başladı.
Son
yıllarda Kastrizm, kıtanın güneyindeki Peru, Arjantin, Bolivya, Brezilya ve
Paraguay gibi ülkelere daha ikincil bir önem atfetti. Bolivya’da gerillanın inşasından
önce verilen destek, coğrafi nedenlerden dolayı, küçük gerilla gruplarının elde
ettiği ufak bir askeri yardımla sınırlıydı.
Kastrizmin
bu çabalarından ve bu çabalara cevap veren küçük gruplardan başka, güney
bölgesinde Kastrizmin stratejisini ve taktiklerini geliştirmeye yönelik daha
başka bir şey olmadı (Hugo Blanco tecrübesi başka bir anlayış tarafından
yönlendiriliyordu).
Kolombiya,
Guatemala, Venezuela gibi çeşitli Orta Amerika ülkelerinde gerilla üsleri
kurulmuşken, Kübalılar güneyde silahlı mücadeleyi başlatmak için, biz güneyli
devrimcilerin atmaktan aciz olduğumuz adımları attılar. Bolivya’ya üst düzey
savaşçılarını gönderdiler.
Bolivya’daki
kardeşlerimiz gerillanın örgütlendirilmesini 1963’te düşünmeye başladılar.
Partimiz ise kendisini, POR’un (Devrimci İşçi Partisi [Bolivya]) azınlık
teorisyenlerine has bir kronik durum olan ukalalıkla geliştirmiş olduğu tahlile
karşı bir tahlilde konumlandırdı.
Her
türlü politik yalanı kullanması bilen Moreno ise, sürekli olarak böyle bir
konumun varlığını reddetti. Yazık ki kendisi, kısmen de olsa bunları yazıya
dökmek ve yayınlamak gibi bir hata yaptı. POR’a göndermiş olduğu mektup hiç
yayınlanmamış olsa da bu konuda daha nettir. Politik namussuzluğun
şampiyonlarıyla olan bu polemiği sonlandırmak adına, o zamanlar POR’un konumu
neymiş, bizimki neymiş, Estrategia dergisinin ikinci sayısında yayımlanan belgelerle
inceleyelim.
PRT’nin Konumu
“Paz
Estenssoro’nun başarısızlığıyla Goulart’ı karşılaştıran devrimciler var. Bundan
daha yanlış bir şey yok. 1964 Bolivya devrimi, 1952’dekini tekrar ediyor.
Bugün, kendimizi benzer bir durumun içinde buluyoruz. Güney Amerikalı
kitlelerin sayısız yenilgisinden sonra Bolivyalı işçiler meydana çıkıp süreci
tersine çeviriyor.”
“Ordu
tarafından işçi sınıfı devrimini önlemek için yapılan darbede, Bolivya kitle
hareketine verilen muazzam bir tavizi görüyoruz.”
POR’un Konumu
“Bu,
Kuzey Amerikan emperyalizmi tarafından proletaryanın en önemli devrimci ve
demokratik hareketini zaptetmek ve yönlendirmek için yapılmış önleyici bir
darbedir. Bu darbe, Paz Estenssoro’nun kendisine değil, işçi sınıfına ve halk
hareketine karşı yapılmıştır. Paz, her şeyi olduğu gibi bıraktı. Varisleri
seçildi, karşı-devrimci akışı yeni şekillerde sürdürüyorlar.”
Askeri Cuntanın Doğası Üzerine
PRT’nin Konumu
“Silahlı güçler, ister
istemez, Bolivya’daki kitle hareketlerinin daha önce hiç görmediği, en coşkulu
bir demokratik özgürlük aşamasını başlattı.”
“En yüzeysel yönler bile
bu tahlili onaylıyor. Bolivya’daki dikta rejimi, Brezilya’daki gibi doğmadı,
kitle hareketine geniş tavizler sağlayan demokratik bir yoldan geçti.”
POR’un Konumu
“[Dolayısıyla] askeri
cunta, Bolivya’da kitle hareketleri tarafından açılmış kanalları tıkamaya
yönelik gerici bir harekettir. Askeri bakanların açıklamaları buna şüphe bırakmıyor.
‘Operación
Desarme’ gibi, pratikte gördüğümüz önlemler de bunu sergiliyor.’’
“Buradan da görüyoruz ki
askeri cunta, önceki rejimin daha da sağa çeken bir devamıdır.”
Cunta Üzerine İşçi Sınıfının
Konumu ve Muhtemel Seçim Sonucu
PRT’nin Konumu
“Bu şekilde, Pentagon
danışmanlarıyla birlikte Bolivya ordusunun, kitle ve işçi sınıfı hareketlerini
parlamenter bir yola saptırması mümkündür. İşçi sınıfı hareketinin
küçük-burjuva ve oportünist liderlikleri, seçim talebinde bulunarak, ordunun ve
emperyalizmin bu manevrasında başrolü oynuyorlar.”
POR’un Konumu
“Bazı çevrelerde yeni
hükümete dair bir umut yeşerse de bu, çok geçmeden yerini güvensizliğe ve
eleştiriye bırakarak solup gitti. Daha sonra, silahsızlandırıldıktan sonra ise
bu konum daha netameli hâle geldi: açık muhalefet. ‘Kahrolsun asker postalı’’
şiarı ilk olarak maden proletaryası tarafından dillendirildi.”
“Bu perspektifler (burjuva
seçim açılımı) zaten sınandı ve başarısızlıkları görüldü, bunun için de
kitleler tarafından terkedildi.”
Muhtemel Seçim Manevrası ve
İktidar Sloganları Üzerine
PRT’nin Konumu
“Hükümetten asıl talep
edilmesi gereken şey, askeri değil fakat merkezinde işçilerin ve halkın olduğu
bir hükümetin kurulması ve bağımsız ve hür bir Kurucu Meclis olmalıdır.”
POR’un Konumu
“Bize Paz Estenssoro’nun
diktasıyla burjuva demokrasisi arasında tercih yapmamız gerektiğini söyleyen
sahte alternatif sağcı liderlerin aksine POR diyor ki, tek yol sosyalizm için
savaşmaktır.”
“Küçük burjuvazinin tüm
ütopyalarına ve yanıltmalarına karşın tek etkili, gerçek ve somut olan şey,
işçi ve köylü hükümetidir.”
Sınıf Savaşı İçin Gelecek
Perspektifler
PRT’nin Konumu
“Sınıf mücadelesine her
yüksek aşamanın mücadeleyi derinleştirip daha da yayması, işçi hareketinin illa
ki muzaffer olacağı anlamına gelmez. Ordu, mevcut demokratik özgürlükleri halkı
bölmek, özellikle de işçi hareketinin parçası olan köylülüğü ve küçük burjuvaziyi
dağıtmak için kullanıyor.”
POR’un Konumu
“En başta kafası karışık
olan köylülüğün durumu, adım adım cuntaya muhalefet konumuna doğru ilerliyor.”
“Kent küçük burjuvazisi,
şu anda geniş hürriyetin ve demokrasinin tadını çıkarıyor, bir dereceye kadar
cuntadaki yanılsamalara kanıyor. Ama kendi için hâlihazırda çatışmaları var.”
“Dolayısıyla işçi sınıfı
da, köylülük gibi kendi zorunluluğundan doğan sebeplerle, kurmuş olduğu
ittifakı kristalize etmeye yöneliyor.”
“Rejimin krizinden ve
dağılmasından kaçınılmaz olarak doğacak olan güç kutuplaşması, yarım yamalak
önlemlere fırsat bırakmayacaktır.”
“İşçi, köylü ve orta sınıf
hareketleri hızla askeri cuntaya karşı cepheleşmeye ilerliyor.”
Neredeyse
birbirine 180 derece zıt olan bu ifadeler, şüphesiz Bolivyalı devrimcilerin
farklı görevlerini ima ediyor.
PRT;
sendikaların yeniden örgütlendirilmesi için legalitenin istismarını, işçilerin
ve halkın katıldığı bir hükümetin (!?) çağrısıyla kurucu meclis
oluşturulmasını, mücadelenin yayılması için gerekli olan periyotta isyancı bir
genel grev için hazırlıklar yapılmasını sırasıyla öne sürdü.
Kendiliğindencilerin aynı teraneleri.
Diğer
taraftan POR’un önerdiği şey ise, silahları sendikalarda merkezileştirerek “proletarya
ordusunu” örgütlemek, köylülerin el koyduğu toprakları silahla savunmak,
gerillayı hazırlamaktı.
Bolivya
gerillasının tahlilinden önce, partimizin Bolivya durumu üzerine geçmişteki
konumuna dair ciddi bir özeleştiri vermesi gerekir. Bu anlamda teorik vahşetin
yaşandığı meydanı temizlemeliyiz. Che’nin gerillalarının başarısızlığında
Bolivya’daki partinin gerilla savaşı hazırlığına karşı çıkışımızdan ve bu
girişime yeterli insan ve materyal kaynağı ayıramamamızdan dolayı sahip
olduğumuz ağır sorumluluğu kabul etmeliyiz. Ancak bu noktada özeleştiri
getirebilenlerin “Che’nin muazzam stratejik dehası” konusunda konuşmaları
ciddiye alınabilir.
Gerçek
şu ki Kübalılar, sahip oldukları doğru stratejiyle, güney bölgesinde gerilla
mücadelesine dair en ufak bir ihtimal vermeyenlerin suratına bir tokat
patlattı. Hatta Kastrizmin ortaya çıkışından beri kıtadaki devrimci savaşın
varlığını ve güneydeki devrimcilerin acil sorununun silahlı mücadeleyi
başlatmak olduğu Moreno’ya bile keşfettirerek bir mucizeye imza attılar. Bu
büyük bir başarı!
Ama
Kübalılar Raúl Castro ile birlikte 20 tane komutanı Arjantin’e gönderseler,
Moreno’yu Arjantinli devrimcilerin en acil sorununun silahlı mücadeleye
başlamak olduğu noktasında ikna etmek için yine de epey bir dil dökmek gerekir.
Kim bilir? Neyse, ne diyor Troçki: “Oportünistler mevcut durumdan ne kadar uzaklarsa,
o kadar radikallerdir.”
Şimdi
kıtasal devrimci savaşla ve Kastrizmin kıtasal strateji ve taktikleriyle
alakalı olarak, kıtamızın güney bölgesindeki duruma bakalım.
Latin
Amerika’da iki, üç daha fazla Vietnam yaratma taktiğinin bir parçası olarak
Kastristler, Bolivya’da silahlı mücadeleyi başlattılar. Bu girişim başarısız
oldu çünkü hiçbir devrimci parti örgütsel, politik ve teknik açıdan Che’nin
gerilla savaşını desteklemeye hazır değildi.
Güney
bölgesi, Kastrizm tarafından, uzatmalı sosyalist ve anti-emperyalist devrimci
savaş stratejisi çerçevesinde, kıtadaki ikinci anti-emperyalist taktik savaş
bölgesi olarak değerlendiriliyor (ilki Orta Amerika). Biz de böyle
değerlendirmeliyiz. Fakat önce rol alacak olan tüm faktörleri değerlendirecek,
temel olan bölgelere ve aşamalara işaret edecek ve ikincil bir konumdaki
bölgelerle taktiksel ilişki kurabilecek, tüm bölge için de bir stratejiye
ihtiyacımız var.
(Buradaki
güney bölgesi için strateji tahlili güvenlik nedenlerinden dolayı
çıkartılmıştır.)
Devrimci
mücadelenin yüzlerce kilometrelik yalıtılmış alanlarda gelişmeye başlaması,
başlangıçta devrimci sürecin ulusal biçimini vurgulayacak ve kardeş ülkelerdeki
devrimciler arasındaki çabaların koordinasyonu üç aşamadan geçecektir:
a. Hazırlık aşamasında, ortak stratejiyi açıklığa kavuşturmayı
amaçlayan yoğun bir kaynak ve tablo değişimi, siyasi tartışma olacaktır,
b. Silahlı mücadele başladıktan sonra, baskıcı orduların
kontrolündeki bölgeler ve büyük coğrafi mesafeler, gerillaların uzun bir süre
boyunca birbirlerinden ayrı olarak mücadele vermesine neden olacaktır. Bunun
anlamı, karşılıklı yardım, devrimci güçler arasında insan ve kaynak değişimi
gibi taktiksel eylemler olacak olsa da savaşın bölgesel olmasından ziyade
ulusal çerçevede kalması demektir. Moreno’nun telaşla hayalini kurduğu, gerilla
ordularının Bolivya’dan aşağıya inip Arjantin’i özgürleştirmesi gibi bir durum
da dolayısıyla birkaç yıl için ertelenecektir.
c. Üçüncü aşamada, yıllar süren mücadeleden sonra, yenilmezsek
ve silahlı mücadele alanlarında sağlam devrimci temeller kurmayı başarırsak,
çeşitli ülkelerin devrimci güçleri arasında daha büyük çapta koordineli askeri
eylem mümkün olacaktır; silahlı gruplar daha sonra yerleşik üslerin desteği ile
ara alanlarda faaliyet gösterebileceklerdir.
Kıtanın güney bölgesi için bu genel strateji, ülkelerindeki
silahlı mücadeleyi “başlatmak, geliştirmek ve sonuçlandırmak” için en ağır devrimci
fedakârlıkları yapmak isteyen her bir ülke ve taraf için doğru bir iktidar
stratejisi talep eder, bunu yok saymaz.
Carlos
Ramirez (Mario Roberto Santucho)
Sergio
Domecg (Oscar Demetrio Prada)
Juan Candela (Felix Helios
Prieto)
0 Yorum:
Yorum Gönder