Bir hocamızla sohbetimizden ilham alarak edindiğim
bir kanıdır ki memleketin resmi ideolojisi ne kemalizm, ne islamcılık, ne
türkçülüktür. En vazgeçilmez, başucu eylem ve tavır kılavuzu, hipokrasi ve
riyakârlıktır. Ve bu, sanmayın ki bir tek devlete, faşiste, islamcıya,
recebiste ait bir huydur. Kat'a. Misal mi istiyorsunuz, bakınız ölüm yıldönümü
vesilesiyle Ahmet Kaya hakkında sol, liberal, muhalif, 'entelektüel' cenahtan
yazılanlar; ve hatta 2000’lerin ortasından beri aynı çevrelerce hakkında
söylenenler.
Doğrudan söyleyeyim, ben eski Ahmetçiyimdir. Çok
kısa bir ara (Ahmet Abi'nin Gemisi
vakti, Jetpa sponsorluğu, Ozan Arif muhabbetleri zamanı) dışında
takipçiliğinden ve takdirciliğinden vazgeçmedim. Hayran olunmayacak gibi
değildi Ahmet Kaya; dip balığıydı, maceracıydı, şaşırtıcıydı, inanılmaz bir
şiir avcısıydı, cüretkarca deneyseldi. Öyle ki Ahmet Kaya “sound”u diye bir şey
oluşmadı misal. Neredeyse hiçbir 2 albümü birbirine benzemez. Vokalleri çıkarıp
dinletseniz kimseye aynı kişinin yaptığına inandıramazsınız mesela Acılara Tutunmak, Dokunma Yanarsın, Şarkılarım
Dağlara albümlerini.
Ahmet neredeyse her kesimden dip balıklarının
sesiydi ve öyle de kaldı. Vaktiyle sol çevrelerden “moralist” tiplerin Ahmet'i
ve müziğini itibarsızlaştırmak için “kerhanelerde, karakollarda Ahmet çalıyor”
dediklerini çokça duymuşumdur. Ahmet'in tam da hitap ettiği gruptan insanlardı
aslında, eğer o abilerin ifadelerini kullanarak söylersem, “kerhaneye ve
karakola düşenlerin”.
80’lerde ve 90’larda Ahmet ile ilgili neler
söylendiğini çok iyi hatırlıyorum. Ahmet'e en nankörce davranan sol çevrelerdi.
Nankörce, çünkü Ahmet sürekli solcu yetiştiriyordu, bu çevrelerden aldığı
karşılık ise aşağılama, hakir görme ve hatta bazen yasaklama idi. Kimi
gruplardan elemanlar gizli gizli dinlerdi Ahmet'i. Mizah dergilerinde görüyorum
bu aralar Ahmet karikatürleri. Maalesef aynı dönemki dergileri hatırlayınca,
solcuların tavrından farklı değildi. Ahmet onlar için de “yozluğun” sembolüydü,
“arabesk” idi. Liberal “entellijiansiyamızın” zaten pek radarına girmezdi. Bazı
bazı “analizleştirirlerdi” sadece; 80 sonrası solun, kitlelerin “anlaşılması
zor” sosyolojisinin, psikolojisinin emaresi olarak. Bu çevrelerin hepsinin
muhtemelen ortaklaştığı yer Ahmet'in “hoyrat / vulgar ve cahil” olduğuydu.
İslamcılar için nasıl bir karşılığı olabileceğine değinmeye bile gerek yok.
Ancak birçok MHP'linin Ahmetçi olduğunu bilirim. Ama “ortamlarda” küfür
ederlerdi o ayrı. Ahmet Kaya kelimenin tam anlamıyla “kör ölür badem gözlü
olur” vakasıdır bütün bu saydığım kesimler için. Hikâyesi bu toplumun
hipokratlığının, ikiyüzlülüğünün delilidir.
80’ler kısmına emin değilim ama sanırım Ahmet'in
90’lardan itibaren en sadık ve karşılık vefaya dayanan dostluğu Diyarbakır ile
olmuştur. Ancak yanlış anlaşılmasın, bu ilişki, dar anlamda Kürtlük üzerinden
kurulu bir ilişki değildi. Ahmet'in Kürtçe söylediği türküyü kaç Diyarbakırlı
bilir, emin değilim. Ama vaktiyle (belki şimdi de öyledir) Diyarbakır
gençlerinin onun en ummayacağınız repertuarına hâkim olduklarına emin olunuz.
Diyarbakır’la Ahmet'i birbirine bağlayan, dipte dolanmaktı, aykırı olmak idi,
isyan etmek idi.
Ahmet, hiçbir “tek” ve “bilindik” kalıba
sığdırılamayacak bir müzisyendi. “Solculuk”, Kürtlük, Saddamcılık, Sufilik,
Kızılbaşlık vb. dâhil. Bestelediği şiirlere bakın, beslendiği yerlere bakın... Maalesef
geri dönüp bakınca, insanların birçoğu onu o denli “tek” hatırlıyorlar ki, acı
verici… O denli şaşırtıcı, rahatsız edici, çomak sokucuydu ki Ahmet, bence bu
yüzden örneğin, “hiç yakıştıramayacağınız” şekilde Attila İlhan ile çok iyi
anlaştı.
Hayatımda bir kez bile karşılaşmadım. Tamamen
eserleri üzerinden söylüyorum ki, Ahmet Kaya bu toprakların gördüğü en aykırı,
en hırçın, en hüzünlü, en kırılgan “kılıç balıklarından” biriydi. Onu bu rezil
ülkeye bu kadar erken bir yaşta “kurban” vermenin acısını hep duydum, hep de
duyacağım...
Ahmet'in ruh ikizi Mahsuni idi. İkisi de
hayatlarını kendilerini aramaya vakfettiler. Yaşama en dipten, en tersten
bakmaya çalıştılar. Mahsuni, bu satırları ancak onun için yazmış olmalı; ki
Ahmet de üzerine çok güzel alınmış:
Dostlar beni bir kazana
koydular
40 yıl yandım daha çiğdir
dediler
Ölçeğimi gram gram yediler
Bir kantarda tartamadım
ben beni
Yektan Türkyılmaz
0 Yorum:
Yorum Gönder