11 Ekim 2017

, ,

Endonezya'da Komünist Hayaleti


Faşist Soykırımdan 52 Yıl Sonra Endonezya
“Komünist Hayaleti”nden Korkuyor
Cakarta’da yine sıcak ve boğucu bir gün. Hava kirli, tüm kentte trafik kilitlenmiş. Halkın dediği gibi bu “biasa”, yani “sıradan işler”.
Bugün 29 Eylül 2017 Cuma, yarınsa tüm Güneydoğu Asya’da en kötü olaylardan birinin yıldönümü.
30 Eylül 1965’te Endonezya ordusu, ABD ve İngiltere’den gelen talimat üzerine, Cumhurbaşkanı Sukarno’nun ilerici ve anti-emperyalist hükümetini yıktı, 1 ilâ 3 milyon erkeği, kadını ve çocuğu öldürdü. Bu insanların büyük kısmı, Endonezya Komünist Partisi üyesiydi. Bu sürece Müslüman, Protestan, Katolik ve Hindu, tüm dinî örgütler katkı sundu. Katliam 1966’ya dek sürdü. Ülkenin en büyük romancılarından Pramoedya Ananta Toer’in dediği gibi, “nehirler cesetlerle doldu, su uzun süre kızıl aktı.” Sosyalist, adil ve eşitlikçi bir vatanla ilgili tüm umutlar suya düştü.
Darbeden önce Endonezya enternasyonalist bir ülkeydi ve Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucularından biri olmanın gururunu yaşıyordu (Batı Cava’daki Bandung kenti 1955’te konferansa ev sahipliği etmişti). Sukarno ve ilerici, yurtsever hükümeti, ulusal kaynaklara el koydu, mağrur, sanata açık, üretimci bir ulus kurmaya çalıştı. Sukarno, ABD elçisini kalabalık önünde aşağılamış biriydi: “Yardımınız yerin dibine batsın!” diye bağırmıştı, tıka basa dolu stadyumda. Batı yardımına ihtiyacı olmadığını söyleyen bu kişi, dünyanın en zengin ülkelerinden birine başkanlık ediyordu.
Sovyetler ve Çin’deki komünist partilerden sonra en büyük üçüncü KP olan Endonezya Komünist Partisi 1966’da seçimleri kazanacak durumdaydı ve Sukarno tarafından desteklenmekteydi. Manifestolarının içeriği gayet netti: anti-emperyalizm, sosyal adalet ve toprak reformları. Ama o dönemde ülkedeki en büyük toprak ağalarının belirli bir kısmı dindar liderlerdi. Bunlar, orduyla ve yolsuzluğa bulaşmış seçkinlerle birlikte “hayır buna bir son vermek gerek! Adalete de enternasyonalizme de sosyalizme de yer yok!” dediler. Ülkeye ve halklarına ihanet ettiler. 30 Eylül 1965’te sosyalist demokrasiye son verdiler.
Sonuç dehşet vericiydi. Yüzyılın en korkunç katliamlarından birine tanıklık edildi. Kitlesel katliam, tecavüz, kadınların göğüslerinin kesilmesi, işkence, dolup taşan hapishaneler ve toplama kampları… Cava’daki öğretmenlerin yüzde kırkı öldürüldü, yerlerini askerler aldı. Film stüdyoları ve tiyatrolar kapatıldı, yazarlar Buru toplama kampına gönderildiler. Entelektüel faaliyetler engellendi, komünizm, Çince ve Çin kültürü ayrıca tüm ilerici sanatlar ve yaratıcı girişimler alaya alındı veya yasaklandı. Bunun yerine Batı tarzı turbo-kapitalizm (Avrupa ve Kuzey Amerika’daki tüketim değil sömürgeler için icat edilmiş bir tür kapitalizm), (Allah’a ulaşma konusunda entelektüel ve ruhani çaba değil tekrarlanan ibadetler üzerine kurulu) “dinler”, patriarkal zulme dayalı “aile değerleri”, içi boş pop kültürü ve bencillik savunuldu. Tüm bunlar, dünyadaki en rezil yozlaşma düzeyine ulaşılmasını sağladı.
30 Eylül 1965 öncesinde varolan Endonezya öldü. Somut hiçbir değer üretemez hâle geldi ve kendi kaynaklarını yabancı şirketlerin yağmasına açtı. Borneo, Sumatra ve Papua gibi güzel ve doğal kaynaklar açısından zengin adalar yıkıma uğratıldı, zehirlendi ve ekolojik, sosyal açıdan bir tür kâbusa tanıklık etti.
* * *
Dürüst ve umut verici her şey yeni rejim adına yok edildi. Hatta düşler ve hatıralar bile öldürüldü. Endonezya’nın o ilerici geçmişi kirletildi, başka bir hâle sokuldu, geriye sadece dine, aileye ve ticarete dair mekanik ritüeller ve kafa karışıklığı kaldı.
Ülkede çıkan Tempo isimli derginin 25 Eylül-1 Ekim tarihli sayısının kapağında şu yazılı: “Sekali Lagi Hantu PKI” (EKP Hayaleti Yeniden Hortladı).
Yolsuzluğa bulaşmış seçkinler, ordu ve dinî kadrolar (ki bunlar ülkedeki zalim rejimin üç ana payandası) ne vakit ihtiyaç duysa komünist hayaleti yeniden anımsanıyor. Bu hayalet canavar, iğrenç ve cani bir yaratık olarak resmediliyor. Endonezyalı çocuklara komünist parti bayrağındaki çekicin insanların başlarını ezmek, orağınsa boğazları kesmek için kullanılacağı öğretiliyor.
İslamî örgütler, ordu ve polisle birlikte, “ülkeyi ateist çeteler”e karşı koruduğunu iddia ediyor ve güvenlik güçleri sayısız mitingi dağıtıyor. Toplumsal eşitsizlik, yetersiz sağlık hizmetleri, herkese eğitim, barınma imkânı ve temel hizmetlerden bahsetmeye cüret edenlere saldırılıyor veya bunlara karşı hukukî yaptırımlar devreye sokuluyor.
Ülkenin zenginliğini yeniden dağıtmaktan, yoksuldan yana olmaktan bahseden milletvekilleri ve hükümet yetkilileri saldırıya uğruyor, susturuluyor. Bu isimlerden biri de bugünkü cumhurbaşkanı Joko Widodo. Cakarta’nın halkın sevdiği, solcu valisi “Ahok” “İslam’a hakaret” suçlamasıyla hapse atıldı. En büyük günahı (patronlardan yana yönetimlerin yaptığı gibi özel araç kullanımını dayatmak yerine) kente toplu taşıma sistemi kurmak istemesi, yeşil alanlar oluşturması, tıkalı ve kirli kanalları temizlemesi ve kanalizasyon sistemi kurması.
“Ahok” aslen Çinli ki bu, ülkede hoş görülmeyen bir vasıf. Cumhurbaşkanı Widodo ise Çin asıllı değil. Buna karşın sürekli “komünist” olmakla suçlanıyor. Bu suçlamalar bilhassa bu yıl içinde yaptığı Ulusa Sesleniş konuşması üzerinden dillendirildi. O konuşmada cumhurbaşkanı, sosyal adaletten, yani kapitalistlerin ve Batı yanlısı Endonezyalıların kabul edemeyeceği bir şeyden bahsetmişti.
Halkının çıkarlarını yabancı çıkarlarının üzerine koyması sonucu başkan, ülke içinde ve dışında yığınla düşman edindi. Baş düşmanı ve rakibi ise (Suharto komutasında hareket etmiş olan, Kopassus Özel Kuvvetleri’nin eski komutanı) General Prabowo. Bu şahıs durumu kendi lehine çevirmeyi bilen bir isim.
Birçok İslamcıya göre Widodo “komünist”. Ülkede komünizm bir tehdit ve ölüm cezasıyla cezalandırılması gereken bir suçu ifade ediyor.
* * *
29 Eylül 2017 günü Cakarta’da binlerce kişi meclisin ana kapısı önünde toplanıp eylem yaptı.
Anti-komünistlerin yürüyüşü
İnsan seli yavaş akıyor. Müslüman militanlar ağırlıkta. Hoparlörlerden “Allahu Ekber” sesleri duyuluyor ve devamında şu slogan atılıyor:
Ganyang, ganyang, ganyang PKI
Ganyang PKI, sekarang juga!
(Yok et, yok et EKP’yi yok et
Ez EKP’yi hemen şimdi!)
Heyecanlı ve kararlı erkekler… Kadınlar da var aralarında. Birçoğu kapalı. Çocuklar da var, ebeveynlerinin ellerini tutmuşlar, korkuyla bakıyorlar etrafa bazıları, bir kısmı da kulakları sağır edecek şekilde bağırıyorlar.
Büyük EKP Karşıtı Gösteri
Göstericilerin ellerinde üzerinde Arapça yazıların olduğu siyah bayraklar var, bazıları IŞİD pankartlarına benziyor. Diğerleri ise Hizbut Tahrir’e ait. Yasaklı olan örgütün amacı takımadada hilâfet kurmak.
Teorik açıdan yasadışı olan ama hoşgörüyle karşılanan İslamî Müdafaa Cephesi (Forum Pembela Islam -FPI) açıktan faaliyet yürütüyor, polisle ve diğer güvenlik kuvvetleriyle omuz omuza hareket ediyor. Kimse onlara mani olmuyor.
Anlaşılan hukuk sadece komünistler söz konusu olduğunda ciddiye alınıyor. Oysa ülkede komüniste rastlanmıyor. Toplumu veya halkı merkeze alan bir hareket de mevcut değil ülkede. Radikal İslam dokunulmaz. Zira statükoyu, ayrıca sağcı subayların, kapitalist seçkinlerin ve Batılı emperyalistlerin politik çıkarlarını savunuyor.
Etrafa bakınıyorum, tek bir Batılı gazeteci göremiyorum. Kulüplerde, lüks otellerde ve evlerde oturmakla meşguller, sürekli Endonezya’nın “canlı bir demokrasi” olduğundan dem vuruyorlar ve ülkedeki İslam’ın bu dinin hoşgörülü bir versiyonu olduğunu söylüyorlar. Oysa bu, Batı’nın 1965 darbesinden beri diline doladığı dogma.
Ellerinde küçük bir kamera olan bir grup genç adam geliyor yanıma.
İngilizce “EKP hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye soruyorum.
Hiçbir şeyden habersizmiş gibi sorduğum bu sorunun ardından gülümsüyorum. El sıkışıyoruz gençlerle.
“Burada EKP’yi yok ettiniz değil mi?” diyorum devamında.
Çocukmuşum gibi anlatmaya başlıyorlar sonra. “Öyle mi düşünüyorsun? Yanılıyorsun. EKP fare gibidir. Onlar yeraltında saklanıyorlar. Her yerdeler. Ama sen dert etme, kısa zamanda hepsini yakalayacağız.”
Bir arkadaşı BBC gibi konuşmaya başlıyor ardından: “İslam barış dinidir. Endonezya barışçıl bir halktır.”
* * *
Sonra soru sormaya başlıyorum. EKP ve komünizm hakkında ne bildiklerini öğrenmek istiyorum. Yıllarca Endonezyalılar tuhaf bir propagandaya maruz kalmışlar. Bu propagandanın amacı, Sovyetler’den, Çin’e, Küba’dan Venezuela’dan Vietnam, Kuzey Kore ve onlarca başka solcu devlete birçok yerde tanık olunmuş harika, olumlu gelişmeleri itibarsızlaştırmak.
1965 sonrası Endonezyalıların dünyaya dair algıları bilgiye ve bilgi temelli analize dayanmayan, esas olarak Batı ve ülke kaynaklı, düşük düzeyli bir propagandaya sırtını yaslayan bir içeriğe sahip oldu. Burada konuşan, aslolarak ırkçı klişeler ve resmi dogmalara kafa tutacak her şeye yönelik sansürdü.
“Geride hiçbir şey kalmayana dek EKP’yi yok et”
Komünizmden nefret eden onlarca insanla konuştum. Farkettim ki bu insanlar aleyhinde bağırıp durdukları şey hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Bazıları bilinçaltında hayatlarındaki boşluktan korkuyorlar, birbirlerine moral verme ihtiyacı duyuyorlar, nefret dolu konuşmalar ve hislerle yalnız olmadıklarını düşünmek istiyorlar ve yüz milyonları bulan kitlenin parçası olmanın saadetini yaşıyorlar.
Analar Hareketi (Gerakan Ibu Negeri) üyesi Bayan Bode şunları söylüyor:
“EKP’nin yeniden dirilişini protesto etmek içi buradayız. EKP burada hâlâ var! Üyeleri tüm sosyal medyada aktif. Seminerler bile düzenliyorlar.”
Kısa süre önce bazı seminerler düzenlendi. Ama bunları EKP değil, ülkenin tarihini, özellikle 1965 darbesi sonrası dönemi ele almaya çalışan akademisyenler ve aktivistlerce gerçekleştirildi. Ama bunlara ordu müdahale etti. Bu türden girişimlere mani olmak için talimatlar verildi. Rejimin yürüttüğü propaganda faaliyeti esas olarak tek taraflı, kutsal görülen bir tarih yorumuna dayanıyor.
Bekasi şehrinden gelen, Meclis Taklim Nurul İhlas (İslamî çalışmalar meclisi) üyesi Bay Wahnad şunu söylüyor:
“Biz HTI destekçisiyiz, bizim gibi aşırıcı kitle örgütlerini yasaklayan hükümet düzenlemelerine karşıyız. Bu ülke için asıl tehlike EKP’dir. Biz onun yasaklanmasını istiyoruz. Bugün mecliste bile temsil ediliyor. PDIP üyesi milletvekili Ribka Tjiptaning, eski bir EKP üyesinin kızı olduğunu gururla söyleyebiliyor!”
Bayan Ribka eski bir EKP üyesinin kızı. Cavalı bir aristokrat olan babası baş aşağı bir ağaca asıldı ve çocuk olan kardeşinin gözü önünde işkenceye maruz kaldı ve sonra da hapse gönderildi. Ribka’nın her adımı didik didik ediliyor bugün. Solcu ve ülkenin en ilerici siyasetçisi. Bir EKP Üyesinin Kızı Olmaktan Gurur Duyuyorum isimli bir kitap yazdı. Bu nadir duyulan sosyalist ses bile komünist düşüncenin ülkede yeniden dirildiğine dair yanlış bir algının oluşmasına yetiyor.
Ufak tefek, sakallı bir adam, beyaz cübbe içerisinde takdim ediyor kendisini. Hamba Allah isimli bu şahıs şunu söylüyor:
“EKP’nin yeniden dirilmesine karşıyız. Onlar tişört, resimler dağıtıyorlar, EKP üyelerinin çocukları bile bu ideolojinin propagandasını yapıyor.”
Bu noktada Bay Wahnad devreye giriyor:
“EKP’nin dirilmesine karşıyız. O genelde Müslümanlara özelde ulemaya sadistçe saldırmış bir partidir.”
“Sadistçe” derken neyi kastettiğini merak ediyorum. Sonuçta EKP nispeten uysallaştırılmış, anayasaya uyan, demokratik bir politik partiydi. 1965’te bile birçok üyesi Müslümandı. “Sadistçe” derken esas olarak partinin toprak reformlarını dayatması kastediliyor. Batı müdahale etmese kazanacağı 1966 seçimleri sonrası muhtemelen parti, dinî liderlerin elindeki feodal toprak mülkiyetine dayalı ilişkileri bozacaktı.
Bayan Hayrunisa sesini yükselterek “evet sadistçeydi” diyor.
“Nereden biliyorsunuz?” diye soruyorum.
Hiç tereddütsüz, şu cevabı veriyor:
“G30S/EKP filminden ve öğretmenlerimizin anlattıklarından biliyoruz. Bu konuya dair hiçbir kitap okumadık. Niye okuyalım ki? Zaten biliyoruz her şeyi…”
“G30S/EKP” devletin hazırladığı propaganda filmi. Her yanından kan damlayan bu filmle çocuklar korkutuluyor, darbenin yıldönümlerinde bu film izlettiriliyor. Yönetmeni General Suharto’nun kurduğu “Yeni Düzen” rejiminin kültür alanındaki işbirlikçisi Bay Mr. Arifin C. Noer.
* * *
Bir noktada üzerinde Arapça yazılar bulunan devasa bir beyaz bayrak kaplıyor üzerimi. Yolu kaplayan bu bayrağa denk geldiğim yerde, bir yabancı olduğum anımsatılıyor, bir ders veriliyor ama ben umursamıyorum. Refüje oturuyorum ve birkaç dakika dinleniyorum. Bayrağın altı serin, tüm o saldırgan bağırışlar bir miktar susuyor.
Altında kaldığım büyük beyaz pankart
Alaycı bir düşünceyle “Endonezya sonuçta barışçıl bir ülke” diyorum kendi kendime. Batı’nın herkesin inanmasını istediği şey bu. Endonezyalılar da buna inanmış. Endonezya 1965 sonrası kendi halkına, Doğu Timorlulara ve Papualılara karşı üç kez soykırım gerçekleştirmiş. Onlarca yıl yaşanan dehşet verici gelişmeler tüm çıplaklığıyla karşımda. Cakarta ve Solo’da Çinli kadınlara tecavüz edilmiş, Ambon, Lombok ve başka yerlerde din temelli şiddet eylemlerine tanık olunmuş. Sünni olmayan, Şii, Liberal İslam, Ahmediye gibi kesimlerin üyelerine bile saldırılmış, fiziken bu eğilimler tasfiye edilmiş.
Bugün Borneo (Kalimantan), Sumatra, Papua gibi doğal kaynakları zengin bölgelerini yağmaya açtığı için Batı Endonezya’yı övüyor. Anti-komünist niteliği muhafaza ettiği sürece yüceltiliyor. Bu yüceltme girişimi, savunmasız milyonlar feda edildiği, kapitalist, askeri ve dini tüm seçkinler halka zulmettiği sürece varlığını sürdürüyor.
* * *
Padjadjaran-UNPAD Üniversitesi Toplum Bilimleri ve Siyaset Bilimi Fakültesi profesörü İman Sole şu açıklamayı yapıyor: “Meclis önündeki gösteriler kafa karıştırıcı bir niteliğe sahip burada mesele EKP’nin yeniden harekete geçtiği. Oysa gösterilerin öncülüğünü yasaklı olan Hizbut Tahrir Endonezya (HTI) yapıyor.”
“Gösteriler Gerindra ve PKS gibi cumhurbaşkanı Widodo karşıtı partilerce destekleniyor. Aksi 299 isimli örgütü ise EKP’nin uyanışı” meselesini gündeme getirmek için Eylül ayında faaliyet yürüte gelen General Prabowo grubu fonluyor. Burada temel sebep, Widodo hükümetini zayıflatmak.”
Ülkede her şey kafa karıştırıcı. Neyin komünist olduğu neyin olmadığı bile belirsiz.
Birkaç ay önce Afganistan’da eski bir Endonezyalı mücahidle tanıştım. Adam yüzüme bugünün Rusya’sının aslında komünist olduğunu, hatta Esad hükümetinin bile komünist olduğunu söylemişti. Ona göre NATO işgali altında olan Afganistan’daki Karzai ve Gani hükümetleri de esasta komünist.
Birçok insana göre her yerde komünistlerin hayaleti dolaşıyor. En ufak çatlaktan sızıyor.
Endonezya korku içerisinde. Hiç de huzurlu değil.
Aslında “komünizm”den değil, başka bir şeyden korkuyor ve neyden korktuğunu tam olarak söyleyemiyor.
Bir ilâ üç milyon ceset bir korku dağı meydana getiriyor. Birçok Endonezyalı ailede hem kurban hem de katil var. 1965/66 sonrası yaşanan cinayetler uzakta basılan bir düğmeyle gerçekleşmedi. İnsanlar çıplak ellerle öldürüldü. Kurbanlar katillerinin ve işkencecilerinin gözlerinin içine baktı, yalvardı, bağırdı, feryat etti.
Şili, Arjantin veya Güney Afrika’da görüldüğü gibi, tek bir mahkeme bile kurulmadı. Uzlaşma sürecine tanıklık edilmedi. Askerler hücrelerde çürümedi. Hatta ülkeyi yönetmeye devam etti.
Hattizatında tek bir suç bile kabul edilmedi. Hatta “1965 trajedisi” konusunda kurbanlar suçlandı.
Tüm ülke vicdan azabı çekiyor. Çünkü son elli yıl içinde üç soykırım yaşanmış. Tüm ülke yabancılara satılmış, her yer yağmalanmış, bereketli ve güzel ülke uzun zamandır sömürülmüş.
Vicdan azabı boş pop şarkılarıyla, sayısız dini ritüelle, ciddi bir şey okumamakla, öğrenmemekle ve anlamamakla susturuluyor.
Cihadi selfiler
O korkunç olayın yıldönümü yine geçip gitti. Kurbanları protesto etmek için binler sokaklara döküldü. Bunlar Batı’dan gelen talimatlar üzerine insanları acımasızca kıyımdan geçirildiği günlere dair hatıraya hakaret etmek için oradalardı. Tek talepleri, gerçek bağımsızlığa ve ülkenin izzetle yaşadığı günlere geri dönülmemesinden başka bir şey değildi.
Andre Vltchek
Cakarta ve Yogyakarta
6 Ekim 2017

0 Yorum: