22 Nisan 2017

Asgarî


Ayşe Çavdar da Cem Küçük gibi konuşuyor.[1] İkisi de olmayan sınırlarda, olan sınıflar adına hareket ediyor.

Bir ideolojik alan tarif ediliyor. Bu alan, memleket olarak kodlanıyor. Tıpkı zamanında “Mustafa Suphi buraya yabancıydı, ölmesi doğal” diyenler gibi, bir şeyler yabancı damgası yiyor, üzerine damga vuruluyor. Bu isimler, vurdukça yola getirilenler, “gocuklu celebin sopası daha kalkmadan” hizaya gelenler.

AKP, o hizadan bakılarak eleştiriliyor. “AKP’nin 2002’de bir özü vardı da oraya dönülecek” zannedenler fena yanılıyorlar; aynı yanılgı, “İslamcı, kara bir öz var, o hiç değişmedi” diyenlerde de mevcut. Doğan Çetinkaya’da da bu var. İki kesim de aynı kalıpta düşünüyor. O kalıbı devlet belirliyor.

AKP’nin İslam’la, İslamî siyasetle, İslamî direnişle hiçbir alakası yok. O, bir devlet projesi, refleksi, kurgusu, en az CHP kadar…

Doksanlarda Deniz Baykal “Anadolu İslamı” diyordu. Bu ayar 28 Şubat’la aynı frekanstan. Ayşe Çavdar’ın ayarı da öyle. İçe sinmiş bir Şubat soğuğu bu, ısınmak için solcu-liberal gevezelikler de yetmiyor. Hep hedef, akademide bir koltuk, bir de çek defteri…

Aynı frekansta Baykal bugün, “Halep Sünni şehri” tespitinde bulunuyor. Şimdilerde de referandumu tasdikleyerek “2019’da görüşürüz” diyor. Bugün solun akademiden ve çek defterinden hayata bakan kesimi, Baykal’a örgütleniyor, Cem Küçük gibi konuşuyor. Özetimiz, hülâsamız bu.

Bu açıdan İsmail Kılıçarslan’ın “evet manyağız” demesinin bir anlamı yok. Çünkü o, aylar önce Cem Küçük’ün sözüne benzer sözler sarfetmiş, aynı telden birilerine “marjinal” demişti.[3] Devlet bekası bakiyeyi de sıfırladı. Biraz “aykırı” laflar ediyormuş gibi görünenler, yürütülen pazarlık sonucu hizaya getirildiler.

Burada İslam ve İslamcılık bulmak, kolaycılık. “Hazır düşmüş, bir tekme de biz vuralım, yolumuzu bulalım” kolaycılığı, kaz getireceklere teslim olmayı beraberinde getiriyor. Hesaba, zımni anlaşmaya da dikkat etmek lazım: devlet içre düşünme imkânı, onun ayak işlerini yapmak, kısa vadede cazip geliyor. HSBC’den aranan kişinin tutuklanmasına sevinenler, üzülsünler, kendilerine düşen işi artık devletin kendisi yapıyor. Onlar başka iş aramalı.

Cem Küçük, işsizliğin başka bir tezahürü. Sol gibi konuşuyor Küçük. Yalçın hocası gibi laflar diziyor. Sadece atın sahibi adına sufle veriyor. Eski siyasetnamelerde “aslan” mecazı kullanılıyor. Anlaşılan Erdoğan “at” mecazına başvuruyor. Liberal zihniyette devlet “çekilmesi gereken kötülük”. O devlet mülkün sınırlarını çiziyor, ilişkileri tarif ediyor, orada kuruluyor. Birliktelik ve onun geleceği ondan soruluyor. “Bugün İslam, yarın da sosyalizm olur” diyenlerin bir geleceği bulunmuyor. Dolayısıyla, ideolojik bir yarışın mânâsı yok. Varsın, ezilenin-yoksulun fiilî mücadelesi olacaksa bugünün İslamî hareketi ve/veya sosyalizmi olsun! Ama bu mümkün değil. Çünkü herkes, İslam’ı da sosyalizmi de gerçeğin kendisinden daha fazla biliyor.

Cem Küçük’ün dilinde “İsrail”, “insan” ve “kadın” kelimeleri yan yana diziliyor. Alıştığımız bir sentaks, bilindik bir gramer bu. Arkadaşı Barlas Jr. O Mavi Marmara’dakilere “siyasi” diyor. Erdoğan da çeşitli muhtar sohbetlerinde “ideoloji düşmanlığı” yapıyor. “Tek ideoloji, tek teori ve tek politika devletindir, gerisi batıldır” diyor.

Fukara Müslümanlar, o hakk hanesine kendilerine ait kelimelerin girmesiyle avunuyorlar. O kelimenin mânâsı umurlarında değil. İçi geçmiş, dişi çekilmiş olan girebiliyor içeri. Devletle mücadele yürütülmediği için ideolojik, teorik ve politik mücadele de verilemiyor. Demek ki o limandan Mavi Marmara nükleer atık gemisi olarak ayrılmış, siyasileşmiş ve zararlı hâle gelmiş İslam’ı alıp gitmiş. Bu istenmiş. Kişiyle Allah arasında, budünyayla alakası olmayan işe başkalarını bulaştırmış olan dışarlıklı ve zehirli mahlûkat böylece temizlenmiş. Çok modernist ve çok tarihselci değil mi bu, daha ne istiyorsunuz?

Bu nedenle saf kardeşlerin, küçük derneklerine çağırmayı İslamcılık zannedenler türüyor bugünlerde. Bunlar da iktidar pratiğine eklemleniyorlar. Çünkü onlar da meseleyi özel ve kendilerine has bir pratiğe indirgiyorlar. Müslüman’ın müşterek çilesiyle hemhal olmak, zûl kabul ediliyor. Devlet, ya kendisine benzeterek ya da kendisinin belirlediği ölçülere bölerek ilerliyor. Devlet, halka hükmetmediğini, her daim hükmedemeyeceğini ilikleriyle, genleriyle biliyor. Her fırsatta onu kendisiyle birlikte kurmak, kodlamak zorunda.

Cem Küçük’e düne kadar “İslamcı” diye küfredenler, bugün nedense susuyorlar. Charlie Hebdo bilincinin cumhuriyet yürüyüşüne örgütlendiğini görmeyenler, bugün mızmızlanıyorlar, “CHP meclisten çekilsin” diyorlar. Bunlar son pazarlıklar, son sızlanmalar. “Hadi hepimiz CHP’ye, meclise” demenin öncesindeki adım bu. Liberal ve sosyal demokrat ağlara yakalananlar, küçük burjuva şımarıklıkla hareket ediyorlar. Meclis CHP’nin hâlbuki, bunlar tarih de bilmiyorlar.

Cem Küçük’ün “savaşa hazırlanın” dediği kesimin “manyak” dediği kesimle alakası yok demek ki. O zaman IŞİD denilen, bölgedeki manyakları temizleyen “sinek tuzağı”nı askerî bir işlem, operasyon olarak görmek gerek. Azamî ölçeği anlamak için asgarî ölçüye dikkat kesilmek lazım.

Ayşe Çavdar’ın sınırından dışarı çıkan, “dışarlıklı olan” bu elektrikli tellerle örülü sınırlarda yok ediliyor.

Asgarî program-azamî programı devletle ve devletten okumak şart. Bu tür isimler bu yüzden sınır çalışıyorlar. Kimin yurttaş olduğunu kimin olmadığını tayin ediyorlar, etmek istiyorlar. Ellerinde görünmeyen silâhlar var. Bir de açık olanı gizlemek, gizli olanı ifşa etmek için şu tür cümleler kuruyorlar: “Ya bizim bu konferanslarımıza neden Amerikalılar katılıyorlar ki?” Onlar başımıza inen demokrasi, özgürlük ve ilerleme bombaları. Bunların bir kısmı AKP’li oldu geçmişte, Cem Küçük gibilerin ileride CHP’li olmasına kimse şaşırmasın.

Herkes her şeyi gayet iyi biliyor. Akademinin çek defteri, o konuşuyor. Ata, at binene yönelik rahatsızlığa aldanmamak, mazrufla şaşırmamak lazım bu açıdan. Bütün kolektif pratiğin iğdiş edilmesi görevi onlara verilmiş. Devlet, asla tekboyutlu işlemiyor zira.

Bu cihette, Gezi’de tüm imkânları tüketmiş iradenin referandum havasıyla hız alacağını sanmak, büyük yanılgı. 1 Mayıs’a üç kişi daha getirmek dışında, kimsenin bir ufku yok. Bu yanıyla örgütçülükten başka bir çıkış mümkün değil.

Aslında aslolan, örgütlülük. Örgütçülük, olmayan örgütlülüğü gizlemek, olan “örgüt”ü göze sokmak için var. Buraya odaklanmak gerekiyor. Benzer bir örgütçülük, ağababaları CHP’de de söz konusu, zaten her şey oradan öğreniliyor. Kadrolar öncesinde, şefler sonrasında CHP’yi siyaset okulu olarak görüyorlar.

O da bu tufanda, ilerleyen süreç için(de) kendisini koruyor, kendisini merkeze alarak yürüyor, kendisiyle düşünüyor. O şahdamarı, AKP kadar CHP’yi de kesiyor. Aynı kandan besleniyor. O damara kan vermenin kimseye hayrı bulunmuyor.

Kimse, “burası bizim, bizden olmayan gebersin” diyerek yükseleceğini sanmasın. Kaldıysa bir çift göz, alttakilere baksın.

Eren Balkır
22 Nisan 2017

Dipnotlar:
[1] Ayşe Çavdar, “İslamcı Haset, İntikamcı Devlet”, 22 Nisan 2017, Not Defteri.

[2] Y. Doğan Çetinkaya, “Cem Küçük’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği ve İslamcılık”, 20 Nisan 2017, Başlangıç.

[3] Bir eleştiri için bkz.: Eren Balkır, “İsmail Küçükarslan Sen Busun”, 27 Şubat 2017, İştiraki.

0 Yorum: